Kategori arşivi: Irene Monk

Resim Havuzu

Resim Havuzu” filmi başlangıç anıyla beni mest etmeye yetti. İlk andan itibaren oyunculuk anlamında gerçekten kaliteli ve başarılı bir oyuncu kadrosuyla karşı karşıya olduğumu anladım. Filmin baş karakterlerinden Meryem ve Rıza oldukça farklı bir zekaya sahip insanlardan. Dünyanın kötülüklerinden arınmış, insan olmanın sadece saf ve temiz özelliklerini almış kişilikte iki insan. Bir şekilde hayat yollarını kesiştiriyor ve bir aile kuruyorlar. Bu aileden de Süheyl isminde bir çocukları dünyaya geliyor.

Süheyl okul dönemi geldiği zaman ailesinin durumu yüzünden okula gelmelerini istemez. Hatta öğretmeni çok ısrar etmesine rağmen annesini dahi okula getirmek istemez. Ailesiyle çok güzel vakit geçirir ancak sanırım diğer insanlardan farklı bir anne babası olduğu için onlardan utanıyor. Bu sebeple de ailesini kendi çevresinde pek bulundurmak istemiyor. Küçük bir çocuk için toplum baskısı sebebiyle normal görülebilecek davranışlar sergiliyor aslında, insanın içini burksa da alay edilme korkusuyla ailesini saklama isteğinde olması Süheyl için çok ayıplanacak bir durum teşkil etmiyor. Çünkü onun için normal olan ailesinin büyüdükçe diğer insanlara göre farklı olduğunu görüyor.

Büyümekte olan bir çocuk her zaman ailesi ile sorunlar yaşar. Bununla baş edebilecek psikolojiye sahip aileler için bile bu oldukça zorlu bir dönemdir. Her şeyin en iyisini Süheyl için yapmaya çalışan Meryem ve Rıza’nın maalesef imkânları kısıtlıdır. Farklı olmaları sebebiyle belli işlerde çalışabilmektedirler. Bu nedenle kazançları da fazla olmamaktadır ve Süheyl’in her ihtiyacını karşılayamamaktadırlar. Süheyl üzerinde de normal bir ailede anne babanın çocuklarına uyguladığı baskıyı kolay kolay uygulayamazlar. Aslında onlar da Süheyl ile birlikte çocuk olmaktadır. Bu onların kötü birer ebeveyn olmasından değil tamamen saf duygularla çocuklarını sevmelerinden kaynaklanmaktadır.

Süheyl’in ailesinden kopma isteğine mi üzülsem, ailesinin içinde bulunduğu ve çıkamayacakları çaresiz duruma mı üzülsem bilemedim. İçim gerçekten burkuldu. Kötü şeyler bir başladı mı ardı arkası kesilmez ya, sanki Meryem ve Rıza’nı yeterince sıkıntıları yokmuş gibi başka dertler de üst üste gelir. Ekonomik anlamda sıkıntıya giren aile, Süheyl’in aykırı davranışlarıyla daha da sıkıntı çekmektedir. Ancak bu noktada bile Meryem ve Rıza’nın birbirlerine destek oluşlarına tanık olmak insanın içini ısıtıyor. Normal bir insan olarak onların yaşadıkları zorluklara kolay kolay göğüs geremeyecek insanlar için hayata tutunuşlarıyla büyük bir ders veriyorlar ve bu mükemmel insanlar sadece kendi hayatlarını değil diğer insanların hayatlarını da değiştiriyorlar. Hem de kendine akıllı diyebilecek birçok insandan daha masum ve daha güzel bir şekilde.

Çok etkileyici bir film, mutlaka her kesimden ve yaştan insanın izlemesi gereken bir yapıt olmuş.

Irene Monk

Altın ve Bakır

Film iki çocuklu bir ailenin Tahran’daki ev taşıma sahnesiyle açılıyor. Biraz hayal kırıklığıyla başladım aslında filme. Ancak filmdeki kadın karakter Zehra’nın samimiyeti iki dakikada filmin içerisine dâhil ettiriyor. Çekimler ve görüntü kalitesi biraz zayıf kalıyor ancak konunun işlenişi oldukça akıcı. Bir molla olma yolunda din talebesi olarak eğitim gören Seyyid oldukça utangaç bir karakter. Bu kadar pasif ve utangaç olması biraz rahatsız edici.

Film 2011 yapımı olmasına rağmen çekim kalitesi oldukça düşük kalıyor. Bazı noktalarda oyuncular filme dâhil olamamış ve karakterlerini yapmacık oynamışlar hissi uyandırıyor. Çoğu zaman bir karakterin iyi niyetli mi davrandı yoksa kaba mı davrandığını anlayamadım. Ama bu durum negatif bir etki yaratmadı, daha çok merak uyandırdı. Film ilerledikçe karakterler hakkında daha net bir düşünce oluşuyor.

Molla olma yolunda olan Seyyid, eşi hastalanınca çok fazla zorluk çekiyor. Çocukların bakımı, bir yandan eşinin hastane masrafları, derslere gidememesi birçok sıkıntı yaşamasına sebep oluyor. Eşine olan hassasiyeti gerçekten insanın içine dokunuyor. Filmle ilgili en çok hoşuma giden ayrıntı ise filmdeki Ayda karakterinin dinlediği Türkçe şarkıydı.

Altın ve Bakır filminde eşine gönülden bağlı olan bir adamın aşkı dışında MS hastalığı ile ilgili de birçok bilgi sunuluyor. Hastalık konusu işlenirken bir yanda ailenin ne kadar zorluk çektiği açıkça görülebiliyorken diğer yanda bu hastalıktan bihaber olan insanların ne kadar umarsız olduğunu görebiliyorsunuz. İster istemez ailenin yaşadığı sıkıntılar da insanın vicdanını sızlatıyor. Ancak bu durum filmde oldukça samimi bir şekilde dile getiriliyor.

Film ilerledikçe MS hastalığı ile baş eden bir ailenin ne kadar büyük sıkıntılar çektiğine içten bir şekilde tanık oluyorsunuz. Film bu haliyle de oldukça etkili. Ancak duygu yoğunluğunun izleyiciye daha çok aktarılması için daha fazla fon müziği kullanılsaymış daha fazla dikkat çekeceğini düşünüyorum.

Filmin sonuna geldiğimde fark ettim ki film ufak ayrıntılarıyla insanı gerçekten etkiliyor. Sıkıcı bir film kesinlikle değil, izlediğinizde insanlık namına birçok şey öğretiyor izleyene. Sanki tüm film bir şefkat buharıyla sarılmış ve bunu filmi izlerken de rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Bazı noktalarda neden böyle yaptı sorusu akla gelebiliyor, ancak bu nedenler üzerine ufak bir düşününce kişilerin bunu geleneklerinden ve inançlarından ötürü yaptığını fark ediyorsunuz. Filmin başında insanı rahatsız eden Seyyid’in pasifliği ve utangaçlığı filmin sonunda insanı rahatsız etmekten çıkıyor ve yaptığı fedakârlıklar ile insanı hayran bırakıyor.

Irene Monk

İpek yolu

İpek Yolu filmi senaryosunun kamera karşısına başarılı bir şekilde aktarıldığının kanıtı. Müzikler, karakterler, hikâye oldukça güzel işlenmiş. Filmin hikâyesi 11. Yüzyılda geçiyor ve bu döneme ait birçok bilgi veriyor. Şiraz Medresesi’nin fen biliminde oldukça yetenekli olduğu bilinen Şazan Bin Yusuf filmin başkahramanı olarak karşımıza çıkıyor. Yusuf fen bilimlerine hevesli olduğu gibi en büyük hayallerinden birisi de yelken açarak denizlerde yolculuk yapmak.

Medrese hocası onun bu isteğini biliyor ve Süleyman Reis’in Çin’e düzenleyeceği bir yolculukta onu katip olarak göndermeyi teklif ediyor. Yusuf’un en çok istediği şeylerden biri bu tarz bir deniz yolculuğu olduğu için düşünmeden kabul ediyor. Ancak hocasının da ondan bir isteği var, gittiği gördüğü yediği içtiği her şeyi ve her yeri not alacak. Yolculuk sırasında gökyüzünde gördüğü yıldızlara varana kadar hepsine de bu not defterinde yer verecek. Yusuf’un kâtip olarak gemiye alınmasıyla beraber maceralar başlıyor.

Film 2011 yapımı. Gemilerde yelken açılışlarına verilen efektler bile çok güzel yansıtılmış. Oyuncular da karakterleri oldukça kaliteli bir şekilde yansıtmışlar. Yaşanılan maceralar oldukça akıcı bir şekilde ilerliyor ve bir sonraki noktada ne yaşanacağı konusunda merak uyandırıyor. Ayrıca kölelik gibi kavramlarda denizcilerin ve tüccarların nasıl işlerini yürüttüklerine dair de ufak bilgilendirmeler var. Denizcilik alanına ilgi duymayan bir izleyiciyi bile ekrana kilitleyebilecek türden bir akıcılık yaratılmış. Mantıksız ayrıntılara yer verilmemiş ve herkesin anlayabileceği şekilde denizcilik tabirleri izleyiciye aktarılmış.

Filmde işe acemi olarak başlayan Yusuf’un nasıl ustalaştığını görüyoruz. Bir filmin olmazsa olmazı tabii ki kötü karakterler. İpek yolu filminde de bu karakterlerden oldukça mevcut. Ancak konu öyle güzel işlenmiş ki kötü karakterlerin varlığı bile filmi oldukça zevkli hale getiriyor. Tabi bir de aşk var. Genel görüş gemide bir kadının olmaması gerektiğidir. Bu nedenle filmde kadın karakter geçeceği pek tahmin edilemiyor. Ancak filmdeki kadın karakterin filme dâhil olması oldukça sinsice yapılmış. Bu noktada olay örgüsünün iyi işlendiği de görülebiliyor.

Yine en çok dikkat çeken ve filmin izlenmesini daha da keyifli hale getiren diğer bir nokta seçilen güzel müzikler. Olaylar anında tam olması gereken yerlerde müzikler eklenmiş. Duymaya pek alışık olunmayan farklı melodilerin müzik olarak seçilmiş olması bu İran filmini oldukça farklı kılıyor.

Bir filmde en çok aranılan şeylerden biri de görüntü kalitesidir. İpek Yolu filminde bu konuda es geçilmemiş ve her ayrıntı özenli bir şekilde incelenmiş. Her anlamda mutlaka izlenmesi gereken bu İran filmi tabiri caizse karakterlerin yaşadıklarıyla insanın içini ısıtıyor.

Irene Monk

Davul Dengi Dengine

Başlangıcında film karelerinin sunumu farklılık yaratıyor. En başta yeni evli bir çiftin zorluklarıyla görüntüler başlıyor. Daha sonra yetimlere yardım için para toplayan bir adam karşımıza çıkıyor. Film aslında belirli bir hikaye etrafında toplanmıyor, daha çok bir konu üzerine toplanıyor. Bu konu etrafında da farklı yaşamla ele alınıyor. Ele alınan konu ise fakirlik.

Filmde erdem sahibi insanlar ve tüm zorluklara rağmen ayakta durmaya çalışanlar çoğunlukta. Benim en çok dikkatimi çeken ve etkileyen cümle bu filmde “Ne güzel olurdu gerçekten, insanlar ölünce kitap olsalardı.”.

Filmin oldukça güzel bir konusu var ancak biraz durağan ilerliyor. Daha fazla olay örgüsü isteyenler için biraz yavaş akan bir film olarak değerlendirilebilir. Ancak ağır şartlarda yaşamlarını sürdüren insanlara dair bu filmin başka türlü bir akışa sahip olması beklenemez.

Farklı insanların hayatları ekrana aktarılırken fark ettiğim nokta kitaplara her hikâyede bir şekilde değiniliyor olması. Bu kadar ağır ilerleyen bir filmde beklenmedik şekilde aralara sıkıştırılan espriler filmin rehavetini ortadan kaldırıyor. Bazı noktalarda filmin çekim kalitesi düşük gibi geldi, ancak bu kısım hikâyenin geçtiği ortam sebebiyle de bana öyle gelmiş olabilir. Genel olarak konunun ilerleyişi iyi. Farklı kişilerden bahsediliyor olsa da kişilerin hayatları arasındaki geçişler düzgün bir şekilde aktarıldığı için anlam karmaşasına sebep olmuyor.

Konu daha hızlı bir şekilde incelenebilir gibi geldi bana, en azından bazı noktalara fazla ayrıntı eklenmeseymiş daha akıcı bir film haline getirilebilirmiş. Çünkü özellikle filmin ortalarından sonra konu gittikçe ağırlaşıyor. Tabiri caizse yavan bir anlatımla ilerliyor. Bu da bu noktalarda filmi sıkıcı hale getirebiliyor. Yine de sonunda ne olacak ve tüm bu insanların hayatları hangi noktada birbirleriyle bağlanacak ve nasıl sonuçlanacak insan merak ediyor. Bu da filmin sonunu getirmeye olanak sağlıyor.

Davul dengi dengine konsepti filmin ilk başlarında oldukça dikkat çekiyor ve bu düşüncede olan insanların yaşadıkları akabinde verdikleri kararlar üzerine olaylar gelişiyor. Aslında insanların genel olarak dengi dengine olma kıstası tamamen parayla ilgili. Eğer bir kişinin ekonomik durumu sizinle eşit düzeyde değilse o kişi size denk olmuyor. Ancak filmde durumun böyle olmadığı çok net bir şekilde anlatılıyor. Kendisi yanlış yaparken, başkasının yaptığı aynı hatayı yüzüne vuran insanların nasıl terbiye edileceği konusu da işleniyor.

Film içerisinde komedi de mevcut ancak ağırlık olarak üzgün bir sakinlik var. Neyse ki bir noktadan sonra bu düğüm çözülüyor ve tatmin olmuş bir şekilde filmi sonlandırabiliyorsunuz.

Irene Monk

Son Bekâr

Son Bekâr filminin konusu gerçekten çok ilginç. Tam 43 kere evlenme teklifi reddedilen Veli, evlenip güzel bir yuva kurmak istiyor. Ancak nedense bu konuda yüzü bir türlü gülmüyor. Yapılan espriler oldukça içten ve insanın yüzünü güldürüyor. Veli’nin hüsranla sonuçlanan denemelerinde bile izleyici güldürülebiliyor.

Şans eseri Veli, doğru eş nasıl bulunur konusunun işlendiği bir sınıfa denk geliyor ve burada öğrencilerin ders konusu haline geliyor. Veli neden bu kadar uzun süredir kendine bir eş bulamaz bunun sebepleri hakkında bir proje hazırlanması sınıf geçme notu olarak isteniyor. Filmin çekim kalitesi pek kaliteli değil. Ancak bu durum izlenmesine herhangi bir engel teşkil etmiyor. Veli’nin neden evlenemediği incelenirken hem babası hem de Veli’nin başına oldukça komik olaylar geliyor. Hatta baba karakteri o kadar samimi yapılmış ve espriler o kadar güzel yerlere yerleştirilmiş ki birçok anlamda komedi filmlerine taş çıkaracak kadar güzel bir şekilde işlenmiş. Olaylar gelişirken kullanılan müzikler de oldukça güzel kurgulanmış.

Filmde kullanılan espriler basit gelebilir ancak öyle akıllıca yerlerde kullanılmış ki hepsi bir araya geldiğinde tüm konuyu çok kaliteli bir hale getiriyor. Filmin şöyle bir güzellikte mevcut. Her yaştan kişinin rahatlıkla izleyebileceği tarzda yapılmış. Aileyle beraber oturulup rahatça izlenebilir.

Ben filmi izlerken oldukça keyif aldım. Karakterlerin hepsinin ayrı bir özelliği var ve hepsinin hayatlarında farklı olaylar gelişiyor. Birbirlerinden ayrı bu insanların bir araya getirilişleri o kadar doğal işlenmiş ki bir sonraki noktada filmin nasıl ilerleyeceği tahmin edilemiyor. Bu da filmi daha tatlı hale getiriyor.

Film ilerledikçe karakterler aslında sonunu tahmin edebileceğiniz bir oyunun içerisine giriyorlar. Bu tarz senaryolara Türk halkı olarak çok aşinayız aslında ama bu filmde yine bu konu oldukça güzel işlenmiş. Komedi olması ise ayrı bir zevk veriyor. Oyuncular sanki rol yapmıyorlar da gerçekten o karakterlere sahipler. Baba karakteri, anne karakteri, Veli’nin mimikleri, Peri hanımın kızgın tavrı hepsi oyuncular üzerine tam olarak oturmuş.

Keyiflenmek biraz gülümseyebilmek için tercih edilebilecek bir film olmuş.

Irene Monk

Gülçehre

Filmin konusuyla ilgili en büyük dikkat çeken şey yaşanmış bir olaya dayanıyor olması. Başladığı ilk dakikadan itibaren Afgan halkın yaşam şekline göre bilgiler vermeye başlıyor. Sinemanın yasaklandığı bir dönemde savaş ve zulüm içerisinde olan halka bir nebze de olsa moral olması için yeniden sinemanın açılması için uğraşılıyor.

Eşref Han bu noktada en çok uğraşan kişi olarak filmde karşımıza çıkıyor. Devletin bile baş edemeyeceği güçlere sahip olan ve sanata karşı olan kişilerin tehditlerine rağmen oldukça azimli bir şekilde topluma yararlı olacağını düşündüğü sinema hizmetini sunmaya çalışıyor. Afgan ve İran halkının genel yaşamı düşünüldüğünde aslında o kadar katı olmadıkları beni oldukça şaşırttı. Bu filmde de kadınlara özel olarak değer veriliyor olması çok hoşuma giden bir durum oldu. Tabi her toplumda olduğu gibi dar görüşlü insanlara örnek olarak yaratılan karakterler de mevcut.

Afgan halkının sinemayı rahat rahat izleyebilmesi için Eşref Han bozulan film aygıtını düzeltmek için İran’a yolculuk ediyor. Bu süreçte yaşadığı sıkıntılara rağmen yılmaması gerçekten insana ilham veriyor. Ancak filmin konusunun yavaş işlendiği kanısındayım. Gereksiz ayrıntılara yer verildiği için izlerken sıkıcı bir sürece girilebiliyor.

Filme ait çekimler oldukça kaliteli. Konu nedeniyle özel efektlere zaten gerek duyulmamış. Ancak konunun geçtiği alanlar izleyiciye net bir şekilde aktarılabilmiş. Filmin geneline bakıldığında sanki sessiz geçtiği izlenimine kapılabiliyorsunuz. Sanırım bu his filmde fazla müzik kullanılmamasından kaynaklanıyor. Aslında başlangıç anında nefis bir müzikle filme giriş yapıldığı için bu konunun çok güzel ve değişik müziklerle renklendirileceği konusunda ümitliydim. Filme bu tarz bir düşünceyle başlamış olmam da bende filmin ilerisi için böyle bir etki yaratmış olabilir.

Film içerisinde aslında çok tatlı ufak hikayeler var, örneğin Gülçehre isminin nereden geldiği gibi. Ayrıca farklı ve kaliteli eski yapım filmler hakkında da birçok öneride bulunuyor. Bu açıdan bakıldığında Gülçehre filmi aslında bir arşiv niteliği taşıyabilir. İçerisinde izleyicilerde merak uyandırıp izleme isteği uyandıracak başka film isimleri de geçiyor.

Gülçehre” sanat ve film aşığı kişiler için duygusal sayılabilecek bir film olmuş. Savaşa, tehditlere, karanlığa rağmen amacından vazgeçmeyen Eşref Han’ın ısrarla sinemasını açma çabası filmin değerini arttıran en önemli nokta aslında.

Irene Monk