Rüsvaylık (Utanç)

Yönetmen : Mesud Dehnamaki
Yapım : 2012 – İran
Tür : Dram, Komedi
Süre: 102 Dak.
Oyuncular : Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç, İlnaz Şakirdost, Emir Nuri
Senaryo : Mesud Dehnamaki
Yapımcı : Mesud Dehnamaki

İran sineması değerlere, kültürel ögelere önem verir. İçerisinde dram türünde hayat, ölüm, ayrılık, aşk, inanç, yoksulluk, kimlik çatışmaları gibi temaları işleyen filmleri barındırır. İran filmleri dram türünü ve bu temaları duygusallık ve şiirsellik ile harmanlayarak, kelime oyunlarıyla, görsel şölen ile insanı derinden etkiyecek şekilde kurgular. Bu nedenle izleyiciyi filmin içerisine çekmeyi ve filmde tutmayı hep başarır. Karakterler çoğu zaman sakindir ve izleyiciyi yormaz. İzleyiciye açık açık mesaj da verilmez İran filmlerinde. İzleyici kendine filmin içerisinde bir rol bulur ve filmleri kendi çıkarımlarından yola çıkarak değerlendirir ve yorumlar. Bu yönüyle izleyiciyi rahat bırakan, mesajını izleyiciye dikta etmeden usulca verebilen filmler ile İran sinemasında sıkça karşılaşırız.

2012 İran yapımlı Rüsvai (Utanç) filmi için İran sinemasının mistik örneklerinden biri diyebiliriz. Senaryo ve yönetmenliğini Masoud Dehnamaki’nin üstlendiği Rüsvai filmi tasavvufa dair barındırdığı güçlü vurgular ve İslam’ın pratik ve mütevazi tarafını anlatan konusuyla gerçekten de altı çizilerek izlenecek bir film olarak karşımıza çıkar. Filmin konusuna bakacak olursak; filmin ana karakteri olan Efsane, toplum kurallarının dışında davranışlara sahip, genç, güzel, alımlı bir kadındır. Güzelliği ve cesur davranışları nedeniyle erkeklerin ilgi odağıdır. Efsane kendisine ahlaki değerlerin dışında kalan bir hayat benimsemiş ve bu nedenle kendine hırsızlık bile yapabilmeyi hak gören ve kendisini eleştiren insanlara karşı tahammülsüzlük göstermektedir. Başına gelen ailevi sorunlar nedeniyle zor günler geçirmeye başlayan Efsane, bu sorunlar ile uğraşırken, gitgide çıkmazlara düşmüş ve inancı ve değerleri iyice zayıflamış bir genç kadına dönüşmektedir. Efsane bu sorunlara kendi yöntemleri ile çaresizce çıkış yolu aradığı zamanlarda, bir şeyh ile tanışır. Toplumda yüksek bir itibarı olan şeyh ile tanışması Efsane’nin hayatı için önemli bir kurtuluş umudu ve dönüm noktası olacak, şeyh sayesinde Allah’tan, inançlarından uzak kaldığı yaşantısını sorgulamaya başlayacaktır.

00

İşte filmde tam olarak bu karşılaşmadan itibaren olay ve anlam kazanacaktır. Efsane’nin başına dert olmuş, ona âşık ve onunla evlenmek için her türlü yola başvuran, toplumun itibarlı kişilerinden olan yaşlı Hacı Ağa ise olmayacak şeyler yaparak niteliğini ortaya koyacaktır. Rüsvai filmi bize kitlelerin birbirlerini nasıl etkileyip harekete geçirdiği konusunda önemli bir örnek sergiler, her bireylerin kendi davranışları da çokta sorgulaması gerektiğini ortaya koyar.

Toplumdaki din istismarlığının varlığını ve hangi boyutlara ulaşabildiğini, başkalarını yargılamanın ne derece kolay olduğunu anlatır bize bu film. İnsanların gözünde itibar ve şöhret sahibi olmaktansa, asıl değerli ve anlamlı olanın Allah katında değerli ve itibarlı olmak gerektiği açıkça ifade eder. Bu çoğu insanın bildiği fakat pratikte hep eksik kaldığı bir durumdur. İnsanlar bazen dünya hayatına, telaşesine kendilerini öyle bir kaptırırlar ki, yavaş yavaş inançlarından, Allah’tan uzaklaştıklarının farkında bile olmazlar. Fakat neticede insan kusurlu bir varlıktır ve hataya düşse, yanlışlar yapsa da Allah’a dair umudun her daim diri olması ve ondan yardım elinin asla çekilmemesi gerekir.

Rüsvai filmi karşılıksız yapılan iyilik ve fedakârlıkların asla boşa gitmeyeceğinin altını çizmeye çalışıyor, güzel olmanın, güzel elbiseler giymenin insanlığın bir göstergesi değildir ve insan olabilmek için öncelikle nefse hâkim olmak, başkalarını incitmemek, düşenin elini tutmanın gerekliliğini göstermeye çalışıyor. Film boyunca Allah’tan ve kendinden uzaklaşmış kişilerin tekrar özlerine dönmeleri hikayesini manevi bir bakış açısı ile izliyoruz. Gerçek hayatta etrafımıza baktığımızda bir çok Efsane’ler görebiliriz. Hatta belki de bu filmi izledikten sonra çok uzağa gitmeden önce kendi benliğimizi ve yaşantımızı sorgular ve İslam’ın gerçek ve mütevazi taraflarına biraz daha sarılırız. Çünkü “yaşantının samimiyeti ve doğruluğu bir takım imtihanlardan geçilse bile istikametten ayrılmadığı sürece her daim korunacaktır.”

İyi Seyirler

Bilge Kepir

Dramatik Aşk Hikayesi

NAHİD: Dramatik Aşk Hikayesi

Yönetmen: İda Panahandeh
Tür: Dram
Yapım: İran
Süre: 1 saat 45dk
Oyuncular: Sare Bayat, Nesrin Babaei, Pejman Bazeği

İran sineması dram türü ile özdeşleşmiş, insanı derinden etkileyen, kültürel unsurları gerçeklik ile destekleyerek birbirinden değerli yönetmenler ile dünyaya sesini duyurabilmiş filmler ile doludur.

Nahid filmi İran sinemasının tüm karakteristik özelliklerine sahip ve tüm yalınlığı ile izleyicisini derinden etkilemeyi başaran bir film olarak karşımıza çıkıyor. Daha önce kısa metrajlı filmleri, belgeselleri ve televizyon filmleri ile tanınan İranlı yönetmen Ayda Panahandeh’in ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Nahid aslında yönetmenin 15 yıllık tecrübesinin sonucunda ortaya çıkmış ve başarısı bu birikimden geliyor. Başarısı diyorum çünkü; Nahid filmi Cannes Film Festivali’nde resmi seçkiler arasında gösterime girmiş ve başarısını uluslararası sinema platformlarında da kanıtlamış bir film.

01

Nahid filminin bu başarısının ve etkileyiciliğinin altında Ortadoğu kültüründe kadın olmayı, kadın ve erkek ilişkilerini, aşkı, ayrılıkları, tüm sadeliği ile ele alıp, sorgulayıp, kartpostal tadında görüntüler ile izleyiciye aktarması yatıyor. Bu başarıda elbette oyunculukların da katkısı çok büyük. Nahid filminin başrollerini Sareh Bayat ve Pejman Bazeği ikilisi paylaşıyor.

Film konu itibariyle Nahid adında erken yaşta, kötü bir evlilik yapmış ve çocuk sahibi olmuş genç bir kadının, geçmişi ile geleceği arasında yaşadığı kararsızlıkları, acıları, gücünü, çabasını, git gellerini anlatıyor. Filmin düzlemi Nahid çerçevesinde gibi görünsede aslında film boyunca anne oğul, baba-oğul, gibi bir çok farklı açıdan, bir çok farklı ilişkiye şahit oluyoruz. Kimi zaman Nahid’in hırçınlıklarına anlam veremiyor, kimi zaman oğlunun babasına kızıyor, kimi zaman oğlu için üzülüyoruz. Nahid filmi durgun bir temposu olmasına rağmen kendine öyle bir bağlıyor ki film boyunca asla kopamıyoruz.

02

İran’da boşanmış bir kadın olmak kültür itibariyle zordur. Nahid de film boyunca bu zorluklar ile başa çıkmaya çalışıyor. Nahid’i ayakta tutan, hayata bağlayan en önemli şeyin 10 yaşındaki oğlu olduğunu görüyoruz. Nahid’in hayatının en güzel zamanlarını çalan, uyuşturucu bağımlısı ve sorumsuz bir baba olan boşanmış olduğu eşi, oğulun velayetini, Nahid’e tekrar evlilik yapmaması koşuluyla veriyor. Fakat Nahid, kendisini koşulsuz ve tutkuyla seven bir adama tertemiz bir aşk ile bağlanıyor ve Nahid için zor günler başlıyor. Bir yandan geçmişi onun peşini asla bırakmıyor, bir yandan da yaptığı tüm hataları düzelterek tüm hırçınlığı ile geleceğini istediği, mutlu olacağı şekilde inşa etmeye çalışıyor. Bir tarafta canından çok sevdiği ve onun için her şeyi göze alabileceği oğlu, bir yanda tutkuyla ve aşkla sevdiği iyi yürekli adam…Nahid anne rolü ve kadın rolü arasında sıkışıp kalıyor ve bu çıkmazda kendine yollar arıyor.

03

Nahid filminde yönetmen Ayda Panahandeh her ne kadar kültürel ögeleri, boşanmış bir kadın olmanın zorluklarını izleyiciye yansıtmış olsa da aslında Nahid filmi yalnızca İran’da yaşayan bir kadının dramatik aşk hikayesi…

İyi Seyirler…

Bilge Kepir

Davul Dengi Dengine

davul-dengi-dengine-196

Davul Dengi Dengine – İran Filmi

Filmin ilk sahnesi sıcak evrensel bir hitapla başlıyor. Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla). Ve bu hitapla film sizi ilk andan itibaren sarıyor.

Sahneler, mekânlar doğal; filmde değil de, mahallenizdeki bir bakkalda, kırtasiyede hissediyorsunuz kendinizi. Oyuncular da sanki, dayınızın oğlu, teyzenizin kızı gibi. Alışkın olduğumuz ful makyaj, markalı kıyafetler yok. Bayanlarda tesettüre dikkat edilmiş ve gerçek tesettür. Mat renkler ve beden hattını belli etmeyen bollukta…

Konu orjinal olmamasına rağmen öyle güzel resmedilmiş ki sıkılmıyorsunuz… Akıcı ilerliyor. Madden fakir ama gönlen zengin insanlar ve mutluluğun, aşkın, sevginin kısmet olduğunu erken ya da geç kavramından uzak, önemli olanın kişilerin ruhen huzurlu hissettiği kişiyi keşfetmeleri üzerine diyaloglar kurulmuş. Mecazi aşk çok güzel tarif ediliyor. Türk dizilerinde sözde aşkı tarif eden yakınlaşmalardan uzak bir film ve anlıyorsunuz ki gerçek sevgi bakışlarda ve davranışlarda…

Abi Said’in davranışları, hırsın vicdanı körelttiğini gösteriyor bazen. Hırsızlık yapması bunlardan biri… Kendisinin, bir meyve alan çocuğa yüklenmesi ile Muhteşem Hanım’ın kendisine karşı tutumundaki tezatlık; hoşgörü ile bakışı vurguluyor. Abinin, hanımefendinin karşısındaki davranışı karşısında ağlaması, pişmanlığın derin bir tarifiydi.

Fizikçi

Nahid

Nahid, uyuşturucu bağımlısı kocasından boşanarak özgürlüğüne kavuşmuş biri olarak çocuğunun velayetine sahip olma şansını başka biri ile evlenmeme şartı ile elde etmiş bir kadındır. Bu filmin asıl konusunu bu oluştursa da filmin olay örgüsü o kadar güzel örülmüştür ki, birden fazla konuya değindiğini gözlemleyebilirsiniz.

Filmin devamında ise Nahid’in hayatında belkide ilk defa kendisine gerçekten değer veren bir insan ile tanışıp birlikte olma, evlenme isteği ile çocuğundan uzaklaşmama isteği arasındaki vicdani savaşını görüyoruz. Hoşlandığı adamın varlıklı olup Nahid’in olmaması ise film dokusunda işlenen başka bir detay konudur. Adam sürekli yardım etmek istese de Nahid’in bu konuda hırçın davranması aralarına soğukluk girmesine neden olur.

Nahid, sevdiği adam ile çocuğunun velayetini kaybetmemek adına kimselere duyurmadan geçici evlilik yapar. Başta çok mutlu olan çift, Nahid’in çocuğunu kaybetme korkusu ile çekilmez bir hal alır. Etraftan da bu evlilik duyulmaya başlanmış, Nahid eskiden kabul gördüğü yerlerde bile dışlanıp ayıplanmaya başlanmıştır.

Sonunda eski kocasının da geri dönme isteklerine dayanamayan ve bunu istemeyen Nahid çocuğuna kavuşur ve eski kocasını reddeder. Bir kadın zor bir hayatta nasıl dimdik durur izlemek istiyorsanız bu film çok güzel bir seçim. Hayatın ta kendisinin sadece anlatılmakla kalmayıp izleyiciye adeta yaşatıldığı dokunaklı bir hikaye olmasıyla beğeni toplamıştır.

Sükût

İran filmi; Sükût (1998)

Gözleri görmeyen küçük Hurşid, Tacikistan’da küçük bir kasabada ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Durumları iyi olmayan bu çekirdek ailenin babası Rusya’ya çalışmaya gitmiş, anne ise balıkçılık yapmaktadır. Annesi ile yaşayan Hurşid, kiralarını bile ödeyemeyecek durumda olmalarından dolayı çalışmaya başlar. Görme duyusunun yerini keskin bir kulak almıştır ve müziğe tutkuyla bağlıdır. Bu sebeple gözleri görmemesine rağmen her gün türlü zorluklar ile gidip gelmekte olduğu bir müzik aletleri yapım evi vardır. Burada çırak olarak çalışmaktadır ve kendisine eşlik eden bir de arkadaşı (Nadire) vardır. Bu arkadaşı sayesinde filmin içerisinde Tacikistan’da yaşayan küçük bir kızın özendiği hayatı da gözlemleme fırsatı buluyoruz. Gerçek yaşam içerisinden en detay motiflerle süslü filmde insanı içine çeken bir yapı var. Sanki siz de orada yaşıyor, o hayata ortak oluyorsunuz…
Bir gün işe otobüsle giden Hurşid; aşk öyküleri seslendiren bir müzisyeni dinler ve hayran kalır. Bu arada işe geç kalmaya başlayan Hurşid’i patronu işten kovar. Bir yandan annesi her gün kirayı sorsa da o, tutkusunu aramaya karar vermiştir. Gözleri görmese de sahip olduğu bütün duyuları kullanarak müzisyenin peşine düşer ve elbette kaybolur.

Filmdeki en dikkat çekici repliklerden biri;

“Gözler, insanın dikkatini dağıtır. Eğer gözlerini kapatırsan daha iyi öğrenirsin.”

Aslında ne kadar haklı olduğunu, müzisyeni bulmasıyla beraber anlıyorsunuz. Tutkunun önünde hiçbir şeyin duramayacağı, öyle doğal öyle gerçek bir biçimde işleniyor ki, bir saniye olsun ilginiz azalmıyor. Aksiyon aramayan sanatsal filmlere şans verenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film.

Heiran (Aşkın Ardından)

“Neden masallarda hep biri kayboluyor ve diğeri hep onu aramak zorunda kalır?
Allahım ben bu masalın neresindeyim? Başında mı, ortasında mı, sonunda mı?”

Heiran” 2009 yapımı bir İran filmi. Yönetmenliğini Şalize Arifpur yapmış. Oyuncu kadrosu ise Baran Kevseri, Hüsrev Şekibai, Farhat Aslani, Mehrdad Sadıkiyan, Jale Samedi’den oluşmakta. Türü dram , romantik olarak geçiyor. Aşk temalı bir film olsa da dram yönü ağır basıyor. Filmin müziklerinin bestecisi Ali Rıza Hohanderi çok iyi bir iş çıkarmış.Müziklerden ne kadar bahsedilse de güzelliğini kelimlerle tarif etmek mümkün değil. 88 dakikalık film nasıl başladı, nasıl bitti anlayamadım. Heiran naif, sade ve samimi bir film.

Mahi lise son sınıfta bir genç kız. İki erkek kardeşiyle okula gidip geliyor. İyi bir öğrenci olduğu için ailesi ondan umutlu ve bir sene sonra üniversitede okuyacağıyla ilgili hayalleri var. Babası iranda bir göçmen. Kardeşleri, annesi, babası ve dedesiyle gayet sıradan bir hayatı var. Çiftçilik yapan bir ailesi var. Bir gün okuldan gelirken otobüste heiran ile karşılaşıyor. Heiran afganistanlı, tahran da üniversite okuyan bir öğrenci. Üniversite parası için geçici işçilik yapmaya geldiği bu yerde Mahi’yi görüyor ve görür görmez de aşık oluyor.

Bu iki genç kısa süren otobüs yolculuklarına devam eder ve o saf duyguları artık içlerinde tutamadıkları için Mahi’nin ailesine açılırlar. Lakin ailesi kızlarının bir afganla evlenmesine izin vermez. Afganistanda savaş vardır ve Mahi ‘nin babası kızının oraya gitmesinden korkmaktadır. Mahi öyle aşıktır ki kimseleri dinlemez. Asi mi inatçı mı yoksa sadece kararlı mı bilmem bir türlü vaz geçmez ve zavalllı dedesini kandırarak Heiran’ın peşine düşer.

Tertemiz bir aşk hikayesi izliyoruz. Öyle ki o iki genç adeta iki çocuk, sadece sevmeyi biliyorlar. Yetişkinlerin endişe ve tasalarını anlamayan birer çocuk. İnsan izlerken bu masum duyguların esiri oluyor.

Karakterlere gelirsek Heiran’ın babası Abbas‘ı anlamamak elde değil onunla empati kurdum. Hele kızının başında beklerken ki o halleri çocuğuna kıyamayan bir babayı çok iyi yansıtmış. Dede karakteri ise ancak bu kadar gerçekçi olurdu. Onun o hallerine ekran başında yazık bu adama diye dövünerek eşlik ederken buldum kendimi.

Heiran sayesinde göçmenler ve onların yaşadığı sıkıntıları anlamış olduk. İzin belgesi olmadan çalışamayanlar, sınır dışı edilenler, geride kimlerin kaldığı bir kağıt parçasından daha önemli değil.

Mahi ise olması gerektiği gibi güzel, masum ve genç. Çok deneyimsiz bir çocuk Mahi. Yalnızca bir yetişkinden daha kararlı ve bir yetişkinden daha çok biliyor ne istediğini. Azimle mücadele ederken ekranda devleşiyor adeta. Daha iyi bir hayat mümkün ama onun için mutluluk sadece Heiran ile başlıyor Heiran ile son buluyor. O yaşlarda insanın hayata nasıl baktığını hatırlatan, izlerken içinizi ısıtan ama bir tarafınızı buruk bir acıyla sarsan, samimi, gerçekçi, içimizden çıkan hikayelerden biri Heiran.

Heiran bir aşk hikayesi, bir göçmen hikayesi, bir savaş hikayesi, bir aile hikayesi ama bunlardan çok Heiran aşktan geriye kalanın hikayesi. Hüzünlü, sıcak ve sadakatle dolu bir aşkın küllerinin hikayesi.

Otobüsle başlayan otobüsle biten bu masal yüreğime işledi.
Mahi’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

“Sen gidiyorsun, tozlar içinde kayboluyorsun”
“Ben sözümden çıkmadım, sen de sözünden çıkma”

Heiran bir masal, biz bu masalın başına mı ortasına mı sonuna mı şahit olduk acaba?

Rezalet

“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır.

İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”


2012 yılı yapımı olan “Rüsvai” 101 dakikalık bir İran filmi. Türü için dram demek daha uygun olur. Yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenen Mesut Dehnameki ayrıca filmin senaryosunu da yazmıştır. Başrollerini Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç , İlnaz Şakirdost paylaşmaktadır.

Efsane yaşadığı toplumun kurallarına uymayan, aykırı bir genç kız. Kadın olarak, güzel bir kadın olarak dahası toplumda yalnız ve çaresiz kaldığı bir durumda bile Efsane hiç kimse ve hiç bir şeye önem vermeden istediği ve bildiği gibi yaşıyor hayatını. Hırsızlık yapıyor, tasvip edilmiyor ama onu yargılayan insanların da kendi kusurlarından dolayı Efsane’yi eleştirmeye hakları olmadığını düşünüyor. Alımlı ve bakımlı olunca da erkeklerin gözleri üzerinden eksik olmuyor. Babasının vefatından sonra küçük erkek kardeşi ve hasta annesiyle borç içinde kalmış. Bu sebeple babasının borç senetlerinin ödemek, evden atılmamak gibi dertlerin içinde inancı zayıf düşmüş . Haksızlığa uğradığını düşünmekte. Ev sahibi onu evden atmak ve senetleri ödemezse hapse atmak gibi tehditlerle onunla evlenmek isteyince Efsane bu senetleri çalmaya karar verir. Hırsızlığı yaptıktan sonra polisten kaçarken de bir eve sığınır. Sığındığı evde bir Şeyh/Molla yaşamaktadır ve Efsane ile Şeyh’in yolları kesişir. Hikayemiz burada başlar.

Bu film tasavvufi yönleri ile insanı içine çekiyor. Sahte dindarları yani aslında söylediği ile yaptığı bir olmayan insanları, riyakarlığı, dindar görünüp de amelleri ile bunu gerçekleştirmeyenleri anlatıyor. Şeyh’in filmin bir noktasında dediği gibi ‘Noksan olan İslam değil noksan olan bizim müslümanlığımız’. Şeref ve onur üzerinde duruyor. Şeref üzerine çokça söz verilecek kadar ucuz değil, itibar ise toz misali uçabilecek kadar güvenilmez. İnsanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşamadığımızdan dem vuruyor.

Her şeyin bir bedeli var; güzelliğinki yalnızlık, malınki hesap vermek, şöhretinki ise rüsvaylık . Filmin ismi içinde geçen bu güzel söylemden geliyor olmalı. Filmin içinde öyle şairane bir anlatım var ki şiir kullanılmadıysa özlü söz, o da yoksa atasözü kullanılarak konuşmalara ahenk verilmiş. Hem Farsçanın güzel söyleyişine tanık oluyoruz hem de ders veren o özlü sözlerle durup düşünüyoruz. İçinde çokça fikir barındırıyor bunlardan biri ise kitlelerin nasıl birbirini etkilediği, insanların bir araya gelince nasıl da durup kendine bakmadan hareket ettiği oysa insan, insanın aynasıdır. Ve tabi ki Şeyh’in ağzından dökülen “Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.” sözcükleri. Anlatılmak istenen basit, İnsan inancında yalın ve samimi olsa, kendi içine baksa, kendi aynasını kendi kalbinde bulsa.

Bu mistik havanın yanında filmin oyuncularının performansları, sokak çekimlerinin başarısı –sanki o sokaklarda kendiniz geziyor gibi hissettiren o çarşı pazarları – filmin başlangıcında verilen o çinilerin göz dolduran renkleri, vermek istediği mesajları yormadan ve göze sokmadan basit bir şekilde anlatması ile beni etkileyen bir film oldu. İran sinemasını diğerlerinden ayıran sanırım bu doğal oyunculuklar ve gerçekçi anlatımlar. Durup düşünmek ve şairane bir yolculuğa çıkmak için bu film ideal.

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!

altın ve bakır

Altın ve Bakır – 2011 – İran Filmi

Aşkın ne kadar yakınında, ne kadar uzağındayız? Sahi “aşk” denen bu duygu kilometrelerle ölçülemiyorsa uzak ya da yakın olduğunu nasıl bilebiliyor bu insanoğlu? Çözemediğimiz ve çözemeyeceğimiz tüm bu problemlerin yegane sığınağı olan aşk hakkında ne diyebiliyoruz? Daha doğrusu biz aşkı ne diye biliyoruz? Sadakat, güven, sevgi, muhabbet, samimiyet, dürüstlük, ten, tutku… Hangisi aşk? Bence hiçbiri. Tükenebilen hiçbir unsur aşkın tanımı olamaz. Sevmek, katlanmaktır. Sevense, sevdiğine en güzel katlanan. Çünkü aşkta tükenmeyen tek duygudur: “katlanmak” Nedenlerin ve niçinlerin ötesinde, mantığını sustururcasına bir katlanış. Düşünün, hangi beşeri sevgi sonuna kadar aynı yoğunlukta varlığını idame ettirebilmiştir? Aşkın destanını yazan Mecnun dahi bir noktadan sonra Leylasına ‘dur!’ diyebilmişse sen kimsin ki aştan söz edebiliyorsun? Mecnun dur diyebildi, çünkü onun hasretinin ıstırabına katlanmasını sağlayan sevgi tükendi. Yüreği rotasını safi sevgiden yana, Mevla’ya, çevirdi. Yani katlanmanın olmadığı tek sevgiye, en sevgiliye. Bu düsturu yol edinen bir filmdi size söz edeceğim: Tala ve Mes. Yani Altın ve Bakır. Sevginin katlanmak olduğunun en naif kanıtı. Yalnız sevgiliye değil, ondan gelen her belaya da katlanmak. Seyid’ in sevgisiyle imtihanı. Şimdi altın mı bakırı tüketti yoksa bakır mı altına rengini verdi, buna yüreğiniz hüküm versin. Ama hükmün hak olması için önce altın ve bakırın hikayesini dinleyin.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı, bir hazine ya da bir kimya, bir iksir. Mutluluğun sırrını yanlış şeyde aradılar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırdılar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir, ister buna anahtar deyin ister şifre. Ama hiç de öyle karmaşık değildi bu. Yüce Allah bu anahtarı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi. Buyurdu: ‘Benim için sev, benim için buğz et.’ İşte bundan ötürü tüm amellerin kabulünün anahtarı velayettir. Allah için sevmek. Allah kimleri seviyorsa sen de onları seversin. Allah’tan ötürü sevmek. Allah için sevmek. Kaş ve göz, dış görünüş için değil. Hatta kendi gönlünüz için değil, sadece Allah için. Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de, doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp yarı yolda kalanlar Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, O’na o kadar çok yaklaşırsınız. “O’nun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi. Evet, senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur.” Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.”

Büşra İşcan

Nahit

Nahit (2015) – İran Filmi

Kadın olmak, boşanmış bir kadın olmak, boşanmış çocuklu bir kadın olmak, toplum baskılarıyla her gün biraz daha fazla karşılaşmak, geleneklerin içine sıkıştırılmak, hayatınla ilgili kararları bile başkasının vermesi İda Panahandeh’in ilk uzun metrajlı filmi Nahit bu eksende bir kadın öyküsü ele alıyor. Filmin kadın başrol oyuncularından Sare Beyat’ın meşhur A Separation filmiyle Berlin’den ödülle döndüğünü hatırlatalım.

Filmde Nahit (Sare Bayat) alkol ve esrar bağımlısı kocasından ayrılmayı seçmiştir. 10 yaşındaki oğluyla bir yaşam mücadelesi içinde bulur kendisini. Şeriat kuralları gereği çocukların velayeti babalardadır. Nahit’in kocası başkasıyla evlenmemesi şartıyla velayeti kendisine vereceğini söyler ama Nahit’in karşısına sevdiği, saygı duyduğu, hayatını geçirebileceğini düşündüğü Mesut’un (Pejman Bazıği) çıkması Nahit’i oğlu ile Mesut arasında bırakacak ve zor olan hayatını biraz daha zorlaştıracaktır. Boşanmış bir kadın olarak toplumun baskısından kaçamayan Nahit, parasızlık yüzünden de zor zamanlar geçirmektedir. Okumaya pek gönüllü olmayan, anne babasının boşanması yüzünden annesini suçlayan oğlu Rıza da Nahit’in işini pek kolaylaştırmayacaktır.

Filmde annelik ve birini yaşamına kabul etme ikilemini yaşayan Nahit’e çok üzülüyorsunuz. Baskı altında kalmış bir kadın Nahit. Boşandığı için ailesi tarafından, kira parasını denkleştiremediği için ev sahibi tarafından, oğlu ile tek yaşadığı için komşular tarafından, sevdiği ve bir an önce birlikte bir yaşam kurmak isteyen Mesut tarafından sürekli bir sıkıştırma içinde. Bu cendere içinde Nahit ne olursa olsun güçlü durmayı ve isteklerini gerçekleştirmeyi başarıyor. Tüm kadınlar içindeki gücü fark ettiğinde hiçbir şey imkansız değil, başarabilirsin dersini almak mümkün.

Nahit adının İran Mitolojisinde Anahit adlı bir Tanrıçadan geldiğini düşünürsek filmin adı konuya çok uymuş diyebiliriz. Düşünenin aklına sağlık. Filmin ayrıca Cannes Film Festivali değişik kültürlerden filmler özel seçkisine seçildiğini hatırlatalım. İzlemeden geçmeyin.

Cafe Transit (Sınır Kafe)

 

Kadın olmak her dönemde, her toplumda ve her türlü yaşam biçiminde zor olagelmiştir. Geleneklerin etkisini kaybetmediği ve topluma müdahale etmeye hala devam eden İran toplumunda da daha da zordur. Ünlü İranlı yönetmen ve senarist Kambuzya Pertuvi’nin yazıp yönettiği “Sınır Kafe” filmi toplum baskılara boyun eğmeyen, cesur ve kararlı bir kadının hikayesini anlatıyor.

Filmde Reyhan (Fereşte Sadr Urefai) kocasının ölümü üzerine geleneklerin emrettiği üzere kocasının abisi Nasır (Perviz Perestui) ile evlenmek zorundadır. Fakat Reyhan bunu kolaylıkla kabul etmeyecektir. Hem kocasının anısına saygısızlık olduğunu düşünür hem de kendi ayakları üzerinde durmak istiyordur. Kocasının bıraktığı kamyoncuların yol üstündeki noktalarından biri olan kafeyi işletmeye niyetlenecektir. Fakat o yörede kadın olmak demek kadınların kafe işletememesi demek, toplum baskısı demek, erkeklerle içli dışlı bir ortamda olduğu iddia edilerek hakkında türlü dedikodular çıkarılması demek. Reyhan tüm bu zorluklara rağmen kimseye yük olmadan çocuklarını büyütmeye kararlıdır.

Filmin dikkat çeken diğer noktalarından biri de kamyoncuların yoğun olarak uğradığı bir yer olan kafenin değişik milletlerden insana ev sahipliği yapmasıdır. Yunan kamyoncu Zakaria’nın ve Rus kızı Svieta’nın hikayeleri derdini anlatmak için dil bilmenin bazen o kadar önemli olmadığını fark ettirecek size. Reyhan ile Svieta’nın birbirlerinin dillerine anlamamalarına rağmen dertleşmeleri, Reyhan’ın Svieta’ya kızı görüp herkesten korumak istemesi, savaş mağduru olan insanların yaşadıkları, acıları ve Zakaria’nın 5 yıl geçmesine rağmen dinmeyen acısı, belki memleket özlemiyle yaptığı sirtaki, karısının izlerini Reyhan’da görmesi sizi etkileyecektir. Sadece Yunan ve Rus izleri değil bizden de bazı izler görmeniz mümkün. Arkada çalan bir şarkıda, bir masadaki konuşmada bizim buraların izleri duyulabilir.

Sınır Kafe‘nin 79. Akademi ödüllerinde en iyi yabancı film dalında aday olduğunu hatırlatalım. Kadınların gücünü, azmini ve ne olursa olsun yılmamaları gerektiğini görmek açısından tercih edilesi bir film.