Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi

Peygamber Efendimiz, örnek ahlakıyla Allah’ın (c.c.) sözleri Kur’an-ı Kerim’i yaşantısıyla rehber kılan en sevgili ruh. İnsan hissiyatına sahip ancak seni anlamaya çalışmaktan uzağız… Bebeklikten başlayan hayata dair imtihanlara tabi.

Anne karnında babasını yitirişi, bedenen küçük ama kainattaki nurlara bedel kalbinde anne acısını hissetmesi… Filmde o kadar güzel işlenmişti ki, ilerleyen bölümlerde yaşanacak vahiy sahnelerindeki olgunluğun lime lime çocukluğundan da yansıdığını gördük.

Hiçbir şey tesadüf olmadığı gibi, en sevgili ruh Peygamber Efendimizin (s.a.a), doğuşu da, bebekliği de, çocukluğu da en özel bir insan olduğunun bir isbatı olarak filmde işlenmişti.

Sinemaya özellikle çocukları ile gelen aileler, zamanımıza dair ümit vericiydi. En ihtiyacımız olduğu zaman diliminde, barış, adalet, ilahi aşk ve huzur timsali Peygamber Efendimizi (s.a.a) izlerken bile ortama manevi haz veriyordu. Devam filmlerini sabırsızlıkla bekliyorum.

Fizikçi, Yeni Kaynak.com

Mucize, coşku ve sevgi

Merakla beklenen “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminin basın gösterimi dün yapıldı. Film, peygamberin çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlatıyor, dini mucizeleri coşkulu bir sinema diliyle resmediyor.

Film, Kureyşlilerin lideri Ebu Sufyan’ın, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) ve Müslümanları Mekke’den uzaklaştırmak istediği dönemde başlıyor.

Sonra Hz. Muhammed’in doğduğu geceye dönüyoruz. Kutsal kitaplardaki kehanetlerde adı geçen kurtarıcının o gece Mekke’de doğan çocuklardan biri olduğuna inanan Yahudi Samuel, filmin büyük bölümünde Hz. Muhammed’i arıyor.

Abdulmuttalip de torununu Samuel ve adamlarından kaçırıyor; onu gözlerden uzakta tutuyor. Final sahnesinde yeniden Mekke’ye dönen film bir mucizeyle sona eriyor.

SİNEMAYLA KUTSUYOR

1976 yapımı “Çağrı” filmi İslamiyet’in doğuşunu anlatıyordu. “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” ise Hz. Muhammed’in çocukluğu ve gençliğine odaklanıyor. Yönetmen Mecid Mecidi, doğum gecesinden başlayarak Hz. Muhammed’in hayatındaki önemli anları, mucizeleri sinema sanatıyla adeta kutsuyor… Mecidi, İtalyan görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’nun gösterişli kadrajları ve Hintli besteci A.R. Rahman’ın müzikleri eşliğinde seyircileri çok duygulandıracak, gözlerini yaşartacak birçok sahneyi peş peşe sıralıyor. Dedesinin putperestlerin tepkilerine rağmen çocuğuna Muhammed ismini koyduğu ya da sütannesi Halime’nin onu kucağına aldığı anlarda seyirciye Yaradan’ın varlığını hissettirmeyi hedefleyen uhrevi bir sinema dili yakalamaya gayret eden Mecidi, doğum gecesinde Kâbe’de yıkılan putlardan başlayarak mucizeleri görkemli sinema anlarına çeviriyor. Özellikle Peygamber’in sütannesine şifa verdiği sahne çok etkileyici. Deniz kenarında geçen ve Hz. Muhammed’in putperestlerin kurban edeceği insanları kurtardığı sahne de görkemli; ama ben kendi adıma Mecidi’nin müzikle coşkuyu zirveye çıkarmaya çalıştığı sahnelerden ziyade sözgelimi Peygamber’in kızını öldürmek isteyen bir babayı konuşarak değiştirdiği ya da annesiyle ilişkisini anlatan daha sade bölümleri sevdim.

HOŞGÖRÜ MESAJI

Mecidi, Hz. Muhammed’in putperestlere karşı çıkan ve Hz. İbrahim’in öğretileriyle tek tanrıya inanan bir aile çevresinde büyümesini özellikle vurguluyor. Film bu yanıyla dinler arasındaki kardeşliği öne çıkaran bir yaklaşıma sahip. Özellikle bir Hıristiyan rahibin Hz. Muhammed’i ilk gençlik yıllarında görür görmez onun bir peygamber olacağını hissettiği sahne ve Ebu Talip’e söyledikleri etkileyici. Doğduğu geceden başlayarak onun kutsal kitaplardaki kurtarıcı olduğunu bilen Yahudi Samuel’in yaşadığı değişim de önemli…

Film boyunca bembeyaz giysilerin içindeki Hz. Muhammed’in yüzünü hiç görmüyoruz. Sadece küçük bir çocukken ellerinin arasından gözlerini görüyoruz. Mecidi, Peygamber’in uzun, düz siyah saçlarını ve ellerini sık sık gösterirken sesini hiç kullanmıyor; konuşmalarını ise altyazıyla veriyor.

Mehmet AÇAR – HaberTürk

Sakin ve Destansı

Ve Hz. Muhammed’in hayatından kimi kesitler, ikinci kez büyük yapım olarak beyazperdede. 1976 tarihli ünlü klasik ‘Çağrı’dan sonra bu kez İranlı Majid Majidi ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ (2015)’nde, İslamiyet’in doğuşuna ama asıl olarak peygamberin yaşadıklarına odaklanıyor.

İki yıllık araştırma süreci dahil toplam yedi yıllık bir emeğin ürünü olan yapım, daha çok Hz. Muhammed’in çocukluk dönemi eşliğinde İslam’ın temel felsefesini perdeye taşıma derdinde. Film, ilk kez geçen yıl Montreal Film Festivali’nde gösterilmişti.

Organizasyon dahilindeki basın toplantısında yönetmen Majidi, yapıtına ilişkin, “İçinden geçtiğimiz şu dönemde dünya yüzeyindeki kimi şiddet olaylarının ve eylemlerin yarattığı algının aksine İslam barış, dostluk ve sevgi dinidir; filmde bunu göstermeye çalıştım” şeklinde konuşmuştu. Ayrıca Majidi’nin de altını çizdiği gibi bugüne kadar Hz. İsa hakkında 200’e, Hz. Musa hakkında da 100’e yakın film çevrilmiştir. İranlı yönetmenin çalışması, Hz. Muhammed hakkındaki ikinci büyük yapım olarak sinema tarihine geçecek.

Toplam süresi 178 dakika olan ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, Mekke’de Müslümanlığı kabul edenlere zulüm yapıldığı dönemde başlıyor ve geçmişe uzanarak Hz. Muhammed’in doğumundan çocukluğuna kadar uzanan dönemi annesi Amine, dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip ve süt annesi Halime karakterleri etrafında anlatıyor. Görüntü yönetmenliğini İtalyan büyük usta Vittorio Storaro’nun (‘Kıyamet’, ‘Kızıllar’, ‘Son İmparator’) üstlendiği yapımın müziklerini de ünlü Hintli besteci A. R. Rahman yapmış.

YENİ ‘ÇAĞRI’ MI?

40 milyon dolara mal olan ve Tahran’ın 70 km. güneyindeki Allahyar Köyü’nde kurulan sette çekilen film, destansı bir anlatım tuttururken Majidi, ele aldığı son derece hassas meselelerde bence dertlerini aktarmayı başarmış. Peygamberin çocukluğunu yüzünü göstermeden sırt çekimleriyle perdeye taşıyan filmde Hz. Muhammed’in sesi kullanılmamış, konuşmaları altyazı olarak perdeye yansımış. Öte yandan bir sahnede çocukluk dönemindeki Hz. Muhammed’in suya hükmetmesini ve açlık çeken bir topluluğa bereket getirmesini izliyoruz. Bu bölüm, kadrajları, draması ve müziğiyle filmin sinematografik açıdan en etkili yanı olarak dikkati çekiyor.

Salondan çıktıktan sonra elbette şu soru akıllara geliyor: ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, şimdiki zamanın ‘Çağrı’sı olur mu? ‘Rahmetli’ Mustafa Akkad’ın yapıtı ele aldığı dönem itibariyle aksiyonel özelliklere sahipti, dolayısıyla aynı etkiyi yapmaz ama Majidi’nin yapıtı da sakinliği ve dertleri itibariyle farklı bir yeri tarif ediyor ve bu yanıyla ilgiye değer. Filmin bir yerinde, farklı inanç toplulukları arasındaki meseleler konuşulurken sarf edilen “Komşuluk hakkı, kaderlerini birbirlerine bağlıyor” cümlesi de, o dönemlerden günümüze, ait olduğumuz zamana dair hatırlatmalar içinde, bence en kıymetlisiydi.

Uğur VARDAN – Hürriyet

(Not: Hz Muhammed Resulllah (2015) filmi, İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin konu hakkında çekeceği üç filmin ilkidir. İran Peygamber-i Ekrem hakkında iki film daha çekecek inşallah. yenikaynak.com)

Kırık Kalplerde Yaşayan Peygamber

Vizyona girmeden olay olan Hz. Muhammed’in çocukluk ve gençlik yıllarını anlatan ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ sinemalarda. Yönetmen Majid Majidi’nin filmi bakın nasıl olmuş…

Majid Majidi ile 2012 yılında Mardin’de bir görüşme yapmıştık. O dönemde ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminin çekim hazırlıkları sürüyordu. Majidi projeyi anlatırken radikal bir söylemde bulunmuş “Peygamberimiz günümüzde yaşasaydı dinimizi anlatmak için mutlaka sinemayı kullanırdı” demişti. Gerçekten de sinema artık bu kadar önemli. Bu yüzden Hz. İsa ve diğer peygamberleri anlatan yüzlerce film varken bizim dinimizi ve yüce Peygamberimizi anlatan film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Gelelim filme, doğal olarak bu filmi karşılaştıracağımız tek bir yapım var, o da Mustafa Akkad’ın ‘Çağrı-Messenger’ı. İki film arasında konu olarak en büyük fark ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminin Peygamberimizin çocukluğuna odaklanması. ‘Çağrı’ bilindiği gibi Müslümanlığın çıkışını ve yayılışını anlatır. Temelinde savaşlardan, acılardan çok Peygamberimizin doğuş döneminde onun gelişini müjdeleyen mucizelerle başlıyor film. Daha sonra ise dedesi Abdul-Muttalip ve amcası Ebu Talip’in korumasında gelecekteki mucizelerinin izlerini görüyoruz.

Filmin bir özelliği de Arap kabilelerinin o dönemdeki sosyal ilişkilerini ve aile bağlarını neredeyse belgesele yakın bir tarzda bize veriyor olması. Kuran’ı Kerim’deki bir çok ayetin burada nasıl çıktığını kendine göre yorumlamış Majidi. Özellikle dikkatimi çeken Peygamberimizin kadınlara verdiği değeri filmde birçok yerde görmemiz; emsela Peygamberimizin kız çocuğunu öldürmek üzere olan adamın kucağına bebeği vererek “Gözlerine bak aynı sen” demesi ve adamın o minik gözlere bakarken geçirdiği değişim.

Film Müslümanlığın diğer dinlerden farklı olarak ezilen insanların, fakirlerin, mağdurların dini olduğunu bize bir kere daha hatırlatıyor. Bir papaz onun peygamberliğini sorgularken “Yaradanı nerede bulursun” dediğinde Hz. Muhammed’in “Kırık kalplerde bulurum” diye cevap veriyor. Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor… Ben bir filmden başka ne beklerim ki? Tabii bu filmin diğer bir önemli mesajı da günümüzün Müslüman coğrafyasına geliyor: “En kötü durumda bile umudunu ve inancını yitirme.”

[…] Filmde o kadar etkileyici müzikler var ki filmi seyrederken gözlerimden çok kulaklarımla özümsedim. Filmin soundtrack’ını sabırsızlıkla bekliyorum. Gelelim Peygamberimizin filmde nasıl gösterildiğine; uzun zamandır filmde peygamberin cisminin gösterilmesi eleştiriliyor. Gerçekten de peygamberimizin çocukluğu ve gençlik hali yüzü gösterilmeden ama bir oyuncu tarafından canlandırılarak yer alıyor. Aynı zamanda sesi de filmde kullanılmıyor. Onun yerine Peygamberimiz konuştuğunda bir sessizlik var ve alt yazılarla onun söyledikleri veriliyor. Ben dini olarak bu duruma bir eleştiri getirmiyorum ama ‘Çağrı’ filminin peygamberimizin ne cismini ne de söylediklerini alt yazı ile vermemesine rağmen etkileyiciliğinin daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bunda ‘Çağrı’ filmindeki oyunculukların ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filmindeki oyuncu performanslarından daha iyi olmasının etkili olduğuna inanıyorum.

“Yaradanı nerede bulursun” sorusuna Peygamberimiz, “Kırık kalplerde” demiş.

Serdar AKBIYIK – Star

Gerçek İslam Bu İşte!

“Çağrı”dan sonra nihayet İslam aleminin gurur duyacağı büyük bir sinema filmi daha oldu… 2015 yapımı “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” sinemalarda… Dinler tarihinden uyarlanan filmlerin kıvamını tutturmak kolay değildir pek. Dini hassasiyetler taşıyan kitleleri yaralamayacak ama kalıcı ve etkili olabilmek için fanatizm boyutlarına varmayan, slogan atar gibi olmayan ama dramatik etkisi sağlam bir senaryoya, yüksek bir bütçeye ve iyi bir yönetmene ihtiyaç vardır.

Hz. Muhammed’in peygamber olarak çıkışından, son haccında tüm İslam alemine yaptığı Veda Hutbesi’ne kadarki süreci anlatan, 1976 yılı yapımı Mustafa Akkad imzalı “Çağrı” (The Message) filmi türünün en iyi örneklerinden biriydi ve tüm dünyadaki müslümanları derinden etkilemişti. O zamandan beri de güçlü bir islam tarihi filmi çekilemedi. Zaten Hz. Muhammed’in yüzünün tasvir edilmesi ve resmedilmesi ‘örfen’ yasaklanmıştır. Yönetmen Akkad da filminde bu yasağa harfi harfine uymuş, onun görüntüsünü ve sesini en ufak bir sahnede bile tasvir etmemişti. Şimdi İranlı usta yönetmen Majid Majidi ise bu konuda kendisini riske atıp, ana karakterini gösterememe dezavantajını aşabilmek için sınırları elinden geldiğince zorlamış Hz. Muhammed’i ilk kez uzaktan gösteren, ya da eline, koluna, ayağına, yanağına, saçlarına yaklaşan bir üslup var bu sefer sinemada. Majidi bu sahneleri yılların tecrübesiyle kimsenin rahatsız olabileceği bir duruma izin vermeden halledebilmiş. Peygamberin söylediklerini ise duymuyoruz ama ‘italik’ altyazıyla okuyabiliyoruz.

DİNİN ANLAMI…

Majidi’nin filmi, Hz. Muhammed’in doğumuyla başlayıp peygamberliğini ilan edene kadarki sürecine odaklanıyor. Yönetmenin asıl derdi de zaten islam dininin hangi ortamda ve ihtiyaç zamanında ortaya çıktığının altını çizmek. Köleliğin, açlığın, adaletsizliğin ve yozlaşmanın ortasında doğan yeni bir din ve onun habercisinin hikayesi bu. Asla bağnazlığa izin vermeyen, savaşmayı en son çare olarak gören, her şeyden önemlisi ‘insanseven’, mazlumların yanında olan bir dinin elçisinin insanlığa gelişi… Bu doğum birilerini rahatsız edecek ve daha en baştan tehlikeli görünen bu bebeğin büyümesini istemeyeceklerdir.

Filmde bu ana hikayenin dışında güçlü bir ‘annelik’ hikayesi anlatmayı da başarıyor yönetmen. Kocasını henüz kaybetmiş olduğu için sütten kesilen Amine’nin bebeğini besleyememesi ve onun güvenliği için ondan uzak kalma zorunluluğu etkileyici sahnelerle işlenmiş. Süt annesi olarak Halime’nin hikayeye girişi de son derece duygusal bir etki yaratıyor. Hem Amine’yi oynayan Mina Sadati hem de Halime rolünde izlediğimiz Sareh Bayat izleyicilerin kalbine dokunmayı başarıyor.

EPİK BİR ANLATIM

Majidi’nin 40 milyon dolarlık dev bir bütçeyle çektiği filmde dünyanın en usta görüntü yönetmenlerinden biri olan İtalyan Vittorio Storaro’nun (Son İmparator, Kıyamet, Çölde Çay) enfes görüntü çalışmasına Hintli müzisyen A.R. Rahman’ın (Milyoner) müzikleri başarıyla eşlik ediyor. Belli ki yönetmen Hollywood’un epik macera filmleriyle şimdiye dek çekilmiş önemli peygamber filmlerini elden geçirmiş ve büyük bir film yapmanın peşine düşmüş.

İslam dinini yozlaştırmaya çalışanlara ya da diğer dinlerin düşmanı gibi göstermeye çalışan tüm gruplara karşı sinemanın gücünü kullanmayı hedeflemiş Majidi. “Çağrı”nın ele aldığı tarih aralığının getirdiği kimi avantajlardan yoksun olmasına rağmen, 178 dakikalık süresi boyunca yer yer heyecanlı, dramatik ve insanın derinlerine, imanına seslenen bir film çıkartmayı başarmış. İslam’ın ve diğer dinlerin aslında ne işe yaradığını unutanlara anlamlı bir hatırlatma yapmış.

Burak Göral – Sözcü

(Mecid Mecidi yönetmenliğindeki bu İran filmi, üçleme filmin ilkidir. İslami İran, Peygamber-i Ekrem’in hayatı hakkında iki film daha çekecek inşallah. yenikaynak.com)

Ötekinin Babası

ÖTEKİNİN BABASI (2015) İran Filmi

6 yaşındaki Şahap okul çağı gelmesine rağmen hala konuşamamaktadır. Ailesi bu durumda ne yapacağını bilemez. Okullar da onu kabul etmediği için üzülmektedirler. Özel bir okula götürmesini söylerler ama aile çocuklarının hasta olma ihtimalini kabul etmez. Şahap ise bu durumu yüzünden ona laf eden yada karışan olursa mutlaka bir karşılık verir. İnsanlara zarar vermesi babasını rahatsız eder ve onu doktora götürmek ister. Ama anne durumu kabullenemez ve sürekli karşı çıkar. Konuşmaması sürekli başına dert olan Şahap, sırf ailesine küstü diye konuşmamakta diretmeye devam eder.

Doğulu Bir Bollywood Filmi

Günün birinde iki kişinin gelip size bir torba dolusu para verdiğini düşünün, tepkiniz ne olurdu? Torbayı hemen alır ardınıza bakmadan gider miydiniz, yoksa bu durumu sorgulayıp kendi alın teriniz olmadığı için geri mi verirdiniz?

Peki ya bir bagaj dolusu parayı koşulsuz bir şekilde muhtaç kişilere dağıtır mıydınız?

Bu soruların cevabını öğrenmek isterseniz Sade İkram’ı izlemelisiniz.

Ütopik ve sıradışı konusuyla ilginç bir film olan Sade İkram, Kave ve Leyla adında iki kişinin dağlık bir savaş bölgesine gidip içi para dolu naylon torbaları ihtiyaç sahiplerine dağıtmasını anlatıyor. Tabi bu dağıtım sırasında Kave ve Leyla’nın bu insanlarla kurduğu diyalogları, onlara karşı olan tavırları ve aldıkları tepkileri de beraberinde veriyor.

Filmin yönetmen koltuğunda Ferhadi’nin Derbare-i Elly adlı filminden âşina olduğumuz Mani Hakiki oturuyor ve baş rolünü de Terane Alidosti ile beraber paylaşıyorlar. Derbare-i Elly’de biraz pasif kalan Alidosti, burada Hakiki ile paslaşarak oyunculuğunu konuşturuyor.

Yönetmen, filmde farklı çekim teknikleri kullanarak ve geleneksel İran sineması ile Hollywood tarzını bir arada harmanlayarak ortaya farklı bir film çıkarmayı başarıyor. Örneğin; Leyla’nın elinde tuttuğu silahın gösterildiği ve buna benzer bir kaç sahne daha çekim olarak fotoğrafsal ögeler sunuyor. Haghighi bu sahneleri film için anlamı olan nesneler (silah, başörtüsü gibi) üzerinden veriyor.

Film, başlangıç sahnesinden itibaren bize alışılmışın dışında bir İran filmi izleyeceğimizi haber veriyor. Film Bakara suresinin bir ayeti ile başlıyor ve bu ayetten hareketle ilerliyor. Filmin akışı sırasında Kave ve Leyla’nın parayı dağıttığı kişilerle her kurduğu münasebette bu ayet akla geliyor:

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.”

Filmde aksayan ve durağanlığa uğrayan sahne yok, aksine filmin akışında hep bir dinamizm mevcut ve seyircinin dikkati hep diri tutuluyor. Dağlık bölgede parayı verecek kişiyi ararken arabada Leyla ve Kave’nin aralarında yaptıkları dikkate değer konuşmalarla geçişler güzel bir şekilde dolduruluyor. Bunun yanı sıra ikili sadece parayı verip yola devam etmiyor, bu insanlarla ilginç münasebetlerde bulunarak belli bir olay örgüsüne sahip olmayan filmin bir çerçeve hikâyesi oluşuyor.

Bu çerçeve hikayeleri de Kave’nin hep kendi kendine bir mahkeme kurup insanları yargılaması, yardımı kimin hakedip kimin haketmediğine karar vermesi ve ikisinin parayı dağıtmak için çok rahat bir şekilde uydurdukları yalanlar, parayı kabul etmeyenlerin tepkileri ve bunun karşısında Kave ile Leyla’nın bu kişilere ahmak gözüyle bakması gibi olgular dolduruyor.

Filmde dikkati çeken unsurlardan bir tanesi de Leyla’nın giyim tarzı oluyor. İran filmlerinde bayan oyuncularda görmeye alışık olduğumuz şal, tunik veya çarşaftan farklı olarak, Leyla burada gri beresiyle ve paltosuyla yer alıyor. Ayrıca Leyla, filmdeki tek bayan oyuncu olarak yer alıyor. Bu durumda düşünecek olursak, senaryoya o yöreden başka bir bayan karakter dahil edilseydi, onun giyimi alışılmış geleneksel tarzda olması gerekirdi. Bekçinin evindeki bayanın da gösterilmemesi de bu tezi doğruluyor. Ayrıca Leyla’nın, tuvaletin orada kendisini giyiminden dolayı eleştiren kişinin ona verdiği pembe yazmayı daha sonra sakat katırın ayağına bağlaması da buna dahil edilebilir.

Başka bir açıdan bakacak olursak da yönetmen belki de hiç bayan oyuncusu olmayan filmde Alidosti’yi erkek formatında göstermek istemiş olabilir ya da Hollywood tarzı bir film olduğu için bayan karakterini de formata uydurmaya çalışmış olabilir.

Bu paraların nereden geldiği, dağıtmak için neden bir dağlık bölgenin seçildiği, Kave ve Leyla’nın neden bu görevi üstlendikleri, aralarındaki ilişkinin ne olduğu (karı-koca, kardeş, arkadaş vs.) gibi merak unsurlarıyla film, seyirciyi sürüklüyerek kendini sonuna dek izlettiriyor. Final ise karakterlerin değil ama seyircinin mutlu sonu oluyor.

Sade İkram (2012) farklı bir İran filmi görmek için güzel bir seçim. İran sineması severler bu filmi listelerine mutlaka almalı. İyi seyirler…

Gamze Beşenk, İzdiham