Varlığıyla nur olup karanlığın her zerresini tar-u mar eden, her alanda hakkın keskin kılıcı olan, hak düşmanlarının mazlumların kanıyla renklenmiş rüyalarına son veren ve gözyaşı akıtmayı kaderleri zanneden mahrumlara cennet asa bir dünyanın kapılarını aralayan İran İslam İnkılabı’nın zulmün, küfrün ve nifağın üzerine gönderdiği son füzesi olan “Muhammed (s.a.a.) – Allah’ın (c.c.) Elçisi” filmi öyle bir etki yarattı ki alemde, kiminin imanı arttı kiminin küfrü, kimi şükrederken Allah’a (c.c.), kimi isyan ederek tepki verdi, kimi kalbindeki cevheri keşfetti, kimi gizlediği kini kustu ve her ne olursa olsun gündem İslam İnkılabı tarafından belirlenmiş oldu.
Bundan önceki süreçte ellerindeki medya gücünü ve sinema sanatını her daim batılın hizmetine sunanların, batılın reklamını yapmak için ve onu yenilmez göstermek için kullananların, hakkın taraftarlarında güçsüzlük hissi yaratmaya uğraşanların dünyaları öyle bir darbe aldı ki bu film ile, artık karşılarında hangi cephe olursa olsun direnebilecek bir gücün varlığını kabullenmek zorunda kaldılar. Artık dünyanın “düştükleri atlar” ile rahatça cirit atabilecekleri bir yer olmadığını ve dünyanın asli sahiplerine dönüş hazırlığı yaptığını anladılar. “Kendileri istemese de Allah’ın (c.c.) nurunu tamamlayacağının” farkına vardılar ve bu nurun giremeyeceği herhangi bir alan olmadığına kani oldular. Yani anlayacağınız bir silahları daha direniş cephesinin kontrol merkezi tarafından tesirsiz hale getirildi, bir silahları daha kendilerine karşı kullanılmak üzere mazlumlara teslim edilmiş oldu.
Peki bu duruma karşı tepkileri ne oldu?
Tıynetlerinde böğürmek olanların verdiği tepki daha önceki hezeyanlarından farklı olmadı tabi ve bu durumda bizi şaşırtmadı. Çünkü düşmanımızı ve onun hakka olan kinini o kadar iyi biliyorduk ki böyle bir tepki biz de hiç de şaşkınlık yaratmadı. Halbuki her işlerine geldiğinde Resulullah’tan (s.a.a.) O’nun (s.a.a.) dinini tahrif etmek için bahseden bu tiplerin, Resulullah’ın (s.a.a.) hayatını anlatan bir filmle karşılaştıklarında en azından izlemeleri veya izleyenlere engel olmamaları beklenirdi ama tabi bu durum samimi olsalardı geçerli olurdu. Oysa biliyoruz ki karşımızdaki düşman “kininden gebermek” üzere olan bir düşmandır, kudurmuştur ve itlaf vakti çoktan gelmiştir. Bu yüzden hakkı anlatan bir film ile karşılaştıklarında “usta” yönetmenlerinin figüranları olarak o filme saldırmak hem de en edepsiz şekliyle muhalif olmak, hiçbir sınır belirlemeden başka taraflarından çıkması gereken sözleri ağızlarından kusmak bunların varlıklarının gereğidir ve eğer böyle davranmazlarsa yalayacak bir çanak bulamayacaklardır.
Hal böyle olunca biz de bunların filmi hangi yönden eleştirdikleri bir göz attık ve aslında mevzunun eleştiri değil tam da düşündüğümüz gibi güneşi balçıkla sıvama çabası olduğunu farkettik. İlk olarak dikkatimizi çeken şey bu eleştirileri yapanların “Kur’an bize yeter” diyen iki yüzlüler ile olan amaç benzerliği oldu. Her iki nifak güruhu da Resulullah’ın (c.c.) varlığından ve mesajından rahatsızlık duymakta, birisi Resulullah’ı (s.a.a.) sıradan insan gibi gösterip ümmeti O’ndan (s.a.a.) uzaklaştırmak için çaba gösterirken, diğeri Resulullah’ı (s.a.a.) güya yüceltip sanki bu dünyada hiç yaşayamayacak ve insanların kendisini örnek alamayacakları, takip edemeyecekleri, bir konuma getirerek yine ümmeti ve insanlığı O’nun (s.a.a.) mesajından soyutlamaya çalışmaktadır. Bu ikinci güruh zaten Kur’an’ı da aynı şekilde sadece bir teberrük aracı kılmak için yıllardır uğraş vermektedir. Bahsi geçen ilk güruh ise Kur’an’ı sıradan bir kitap gibi tanıtıp herkesin elinde değersizleştime derdine düşmektedir. Ve filme eleştiri yöneltip Resulullah’ı (s.a.a) güya savunmaya çalışanların ilk hedefi O’nu (s.a.a) ümmetten soyutlamak olarak somutlaşmaktadır.
Resulullah’ın (s.a.a.) bedenen tasvirine bunca feryad figan edenlerin, aynı Resulullah’ın (s.a.a.) saçının telini cami cami dolaştırıp halka göstermeleri ve hatta bu saç telini yıkadıkları suyu paketleyip satmaları ise işin aslının Resulullah’a (s.a.a.) saygı olmadığını bize göstermektedir. Çünkü bunların tanınmasını istediği Resulullah (s.a.a.) suya sabuna dokunmayan ama kendilerine para kazandıran, saltanatlarını sürdürmelerini sağlayan ve o saltanatları onaylayan bir peygamberdir ve bu film bu isteğe ciddi darbe vurmaktadır. Ayrıca her gece rüyalarında (haşa) Resulullah (s.a.a) ile sanki kankaymışlar gibi sohbet edenlerin, O’ndan (s.a.a) cennet müjdesi(!) alanların hatta başbakanlarını O’na (s.a.a.) seçtirenlerin filmde Resulullah’ın (s.a.a.) tasvirine karşı olduklarını düşünmek pek de mümkün değildir. Olsa olsa bunlar halka “siz O’nun (s.a.a.) uzuvlarını dahi tasvir etme, görme hakkına sahip değilsiniz” diyerek Resulullah’ın (s.a.a.) tekellerine alma derdine düşmüşlerdir.
Bugüne kadar hiçbir film için “bunu izlemeyin de neyi izlerseniz izleyin” türünden açıklama yapmamış olan zevatın bizce bir diğer derdi de filmin menşei ve hedefidir. Bu zevatta çok iyi bilmektedir ki bu filmin kaynağı olan İran İslam İnkılabından hayra hizmet eden işlerden başkası ortaya çıkmayacaktır ve hayra hizmet eden herşey batılın neferlerini uykusuz bırakmaktadır.Hakkı olduğu gibi insanlığa sunan bir İnkılabın düşmanı olan bu zevat o İnkılabın meyvelerine de ister istemez düşman olacaktır ve bu da eşyanın tabiatına uygundur.Zira bu film İslam’ın gerçek özünü ortaya koymakta, Resulullah’ı (s.a.a.) o muhteşem varlığı ile olduğu gibi anlatmakta, böylece de gayr-i müslimlerin kalplerinin İslam’a ısınmasına vesile olmaktadır ve bu durum “usta” yönetmenin figüranlarının ekmeğini ellerinden almak demektir. Siyonizmden önce dallarının budaklarının feryadı da bundandır.
Hele bir de film için siyonist yahudilerin Resulullah’a (s.a.a.) olan kini de işlenmiştir ki bu durum bile siyonistlerin yerli uşaklarının kalbinde filme karşı nefretin uyanmasına yetmiş ve artmıştır bile. Zira bugün de Resulullah’ın (s.a.a.) torunlarıyla o dönemin siyonistlerinin torunları arasındaki savaş olanca şiddetiyle devam etmekte ve süfyaninin başını çektiği siyonist cephe İmam’ın başını çektiği hak cephesiyle her alanda mücadele etmektedir. O halde bu öfkeleri de bizim için anlaşılabilir bir öfkedir.
Bir de filmde Ebu Süfyan ile Ebu Talip (a.s.) mevzusu işlenmiştir ki bu da süfyaninin evlatları için bardağı taşıran son damla olmuştur. Zaten muhtemelen fikren ve eylem olarak Ebu Sufyan’ın devamı gibi davranacağı için kendisine Süfyani denen şahsın (ki çoktan boynuz kulağı geçmiş, Ebu Sufyan süfyaniye secde etmiştir) fikir atasının Ebu Talip’le (a.s.) mücadele etmesi gibi bugün İmam ile mücadele etmesi de hak batıl kavgasının kadimliğini ortaya koyması ve hakkın da batılın da tıynetinin asla değişmeyeceğini göstermesi açısından önemlidir ve yukarıda bahsettiğimiz zevata vurulan bir diğer darbedir.
Son olarak filmde resmedilen Resulullah’ın (s.a.a.) mazlumlara olan şefkati, elinde olanları onlara sunması ve sade yaşantısı, “Allah c.c. ile aldatılan” halkların kendilerini aldatanlara karşı uyanmalarına vesile olacak cinstendir ve bu bile filmin bahsi geçen zevat açısından “öcü” ilan edilmesi için yeterli sebeptir. Çünkü bunların varlığı saray İslam’ının varlığına bağlıdır ve bunlar ellerindeki dini ancak saraylarda pazarlayabilecek olanlardır.
Ve nihayetinde film, Allah (c.c.) Resulünü (s.a.a.), İslam adına bunca cinayetin işlendiği bir dünyada, gerçek çehresiyle özellikle Hristiyan alemine tanıtmak için çekildiğinden, bazılarının eleştirdiği müzikleri de dahil her alanda gayet başarılı bir yapımdır ve üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirecektir. Bu tür çalışmalar çoğaldıkça da süfyani ve ekibi Allah’ın (c.c.) izniyle daha çok kuduracak, daha çok yanlış yapacak ve “kinlerinden gebereceklerdir”. Bu yüzden filmden ziyade onların feryatlarının tatlı tınılarını dinlemek kalbimize neşe vermekte, yok oluş çığlıkları ile huzur bulmaktayız. Bize bugünleri gösteren Rabb’imize (c.c.) sonsuz hamdolsun…