Kategori arşivi: Serap Ezgi

Elma ve Selma

Bir filmin güzel olup olmadığını anlamanın en iyi yolu; izleyiciye hissettirdiği duygulardır şüphesiz. Etkileyici ve yıllar boyu akıllara kazınan filmlerden biri de “Elma ve Selma“dır.

Filmin adı bile filmi izlemek için iyi bir sebep aslında, izleyicinin büyük beğenisini toplayacak eşsiz bir yapıt.

Hayatın koşuşturması, dertlerimiz, sorunlarımız arasında unuttuğumuz ve bizi var eden değer yargılarımızı hatırlatan bir film. Kısaca değinmek gerekirse; filmin başrol oyuncusu Sadık, ailesini ziyaret etmek için memeleketine gitmiştir. İki çocuğunu kaybeden ailenin tek tesellisi, onları hayata bağlayan tek umududur Sadık. Evlenme yaşının geldiğini düşünen annesi, örf ve adetlerine uygun olarak hazırladığı bohçayı halasının kızına vermesini ister. Sadık da bu izdivacı uygun görür ve halasını ziyaret etmek için yola revan olur. Bu yolculuk Sadık’ın hayatının dönüm noktası olacak türden olayların gelişmesine vesile olur. Yaya olarak çıktığı yolculukta arkadaşının arabasına denk gelir ve biner, arkadaşı Sadık’a büyük bir öfke duymaktadır, bu öfkenin kaynağı da Sadık’ın halasının kızıdır. Aslında ikisi de aynı kıza taliptir ve arkadaşı sürekli istemeye gitmiş ve “hayır” cevabı almıştır, son gitmesinde ise; halası “eğer bir hafta içerisinde Sadık istemeye gelmezse, sana vereceğim kızımı” demiştir. Sadık bunları öğrenir ve arkadaşının ne kadar çok sevdiğini anlayınca bohçayı da ona bırakarak yola devam eder. Yürümekten bitap düşmüş bir vaziyette, bir bahçede mola verir ve ordaki sudan abdest alıp namaz kılar, tam o sırada ağaçtan bir elma düşer yere. Sadık dayanamaz ve hiç düşünmeden elmayı yıkayıp yemeye başlar, kafasını çevirdiğinde bahçenin içinde bir adam görür, elindeki elmayla adamın yanına gider ve elmasını yediğini helal etmesini ister. Adam Sadık’ın aç olduğunu anlar ve “helal ederim ama gel benle” der, karnını doyurur ve o bahçenin bahçıvanı olduğunu söyler. Sadık iyiden iyiye pişman olmaya, korkmaya başlamıştır, kul hakkına girdiğini düşünüp içten içe üzülmüştür. Bahçıvan; Sadık’ın pişmanlığını ve kararlılığını görünce tarlanın sahibinin adının “Seyyid Celal” olduğunu söyler. Sadık, Seyyid Celal’i bulur ve helallik diler, o da tarlanın sahibinin kendisi olmadığını söyler. Tarla yeğeni Selma’ya aittir.

Selma; yüzü geceyi bile aydınlatacak bir güzelliğe sahiptir, güzelliği kadar zekâsı da görülmeye değerdir. Selma’dan helallik isteyince sadık; Selma anlam veremez, “bu devirde böyle insanlar kaldı mı” diye sorgular, sadece bir elma ve birkaç damla suyun helalliği için o kadar yol tepen bu insanın saflığı şaşırtmış, bir o kadar da memnun etmiştir. Selma bir şart koyar; helal etmek için. Peki, bu şart nedir? Filmin ana fikrini oluşturan bu şartı yerine getirebilir mi? Bundan sonrasını siz değerli izleyicilerin ve okurların merakına bırakıyorum.

Bu film; izlenilmesi gereken ve izleyicilerin tüylerini ürperten niteliktedir. İzleyicilere haram-helal kavramının ne denli önemli olduğunu sorgulatması açısından da önemlidir.

Gerek karakterlerin üstlenmiş oldukları rolleri ve vermek istedikleri mesajları layıkıyla yerine getirmeleri; gerekse filmin jeneriği, teknik yapısı, kullanılan öğeleri takdire şayan.

Filmin başından itibaren; bir kul olarak Allah’a (cc) karşı sorumluluklarımızı hatırlamamız gerektiğini, harama göz dikmeden helal kazanmanın önemini anlatmaktadır. Sadık nefsini kötü sıfatlardan arındırarak kazandığı ilahi ahlak ile yoluna devam eder, takva sahibi kul olmanın verdiği huzuru hisseder. Film müzikleriyle, hikâyesiyle, oyunlularıyla kesinlikle muazzamdır. Mükemmeliyet seviyesi çok yüksek olan bu filmi izlemeniz umuduyla…

Serap Ezgi

Yürekleri burkan bir dram filmi

Mecid Mecidi’nin yönetmen koltuğunda oturduğu 1997 yapımı film “Cennetin Çocukları” ; yoksulluğu ve bu uğurda çekilen acıları gözler önüne seriyor. Ali ve Zehra kardeşler; İran’ın arka sokaklarında yaşayan fakir halkın dramını, hayata tutunuşlarını çok çarpıcı bir şekilde izleyicilere yansıtıyor. Her şeye kolaylıkla sahip olduğumuz halde yine de yaşadığımız memnuniyetsizlikten utanmamız gerektiği sonucunu çıkarmamız gereken başarılı bir film.

Bir çift ayakkabıdan yola çıkarak, izleyicilere ders veren, kanaatkâr olmayı ve yaşadığımız hayatın belki başkasının hayali olduğunu düşündürerek şükretmenin önemini hatırlatıyor. Bu filmi anlatırken kelimelerimin kifayetsiz kalacağını ve ben ne söylersem söyleyeyim bu eşsiz filmin bana hissettirdiği yoğun duyguyu tarif edemeyeceğim gerçeğini çok iyi biliyorum. Dilimin döndüğü, kelimelerimin yettiği kadar anlatmaya çalışayım.

Ali; kardeşinin ayakkabısını tamirciden alır ve eve giderken yolda kaybeder. Tamir edilse bile kullanılmayacak halde olan ayakkabıyı üstüne üstlük kaybetmiştir. Bunun verdiği şaşkınlık ve acıyla eve gider. Zehra ayakkabılarını sorduğunda; yüzünde büyük bir korku ve üzüntü oluşur, sesi titreyerek kaybettiğini söyler. O sözler Ali’nin ağzından çıktığı andan itibaren, dolabımdaki tüm ayakkabıları bilgiyasarın ekranından içeri sokmaya çalıştım, bu acının tarifi mümkün bile değil. Babalarından korktukları için durumu ona anlatamazlar, anlatsalar bile babalarının yeni bir ayakkabıya verecek parası yoktur. Bunun bilincinde olan iki kardeş, sorunun üstesinden birlikte gelmeye çalışır. Zaten anne ve babaları yokluk ve hastalıkla yeterince mücadele etmektedir, bir de ayakkabının derdini ve üzüntüsünü çekmesinler diye anlatmazlar. Tek bir çare vardır o da Ali’nin ayakkabılarını ortaklaşa giymek…

Sabah dersi olan Zehra okula Ali’nin eski ve kirlenmiş bez ayakkabılarıyla gider. Öğlen de okuldan koşa koşa döner ve ayakkabıları Ali’ye yetiştirir, çünkü aynı ayakkabıyla Ali de okula gidecektir. Birbirini kovalayan günler içerisinde bu durum sürekli tekrarlanır ve Ali ayakkabıları almak için ara sokakta Zehra’yı beklerken sürekli okula geç kalır. Koşuşturmacanın devam ettiği bir gün, Zehra’nın ayağına büyük gelen ayakkabı ayağından çıkar ve su kanalına düşer. O an Zehra’nın yaşadığı şoku ve korkuyu; bu filmi izleyen tüm izleyiciler iliklerine kadar hissedebilir, bu acının tarifi mümkün değil.

Birgün Ali; okulun ilan panosunda gördüğü koşu yarışmasına katılmaya karar verir, çünkü üçüncüye ayakkabı ödülü vardır ve bu ödül Ali’yi çok heyecanlandırmıştır. Ali’nin bundan sonraki tek amacı üçüncü olup, kazandığı ayakkabıyı Zehra’ya vermektir. Ancak büyük bir sorun vardır, çünkü öğretmen yarışmaya katılacak öğrencileri çoktan seçmiş ve ilanın süresi bitmiştir. Ali hocasına bayağı dil döküp ağladıktan sonra yarışmaya seçilir. Yarışma günü geldiğinde Ali yarışmayı birincilikle bitirir. Birinci olduğu için çok üzülür ve pişman olur, çünkü gayesi üçüncü olmaktı. Zehra’ya yeni bir ayakkabı hediye edememenin verdiği buruklukla evin yolunu tutar ama neyseki babaları o gün Zehra’ya yeni bir ayakkabı almıştır.

İzleyiciyi derinden etkilemeyi başaran muazzam bir film, çocuk oyuncuların performansları göz dolduruyor. Doksan dakikalık müthiş duygu değişimlerinin yaşandığı bu filmi; “neden daha önce izlemedim” diye pişman olduğum gerçeğini göz ardı edemem. Bu film; gerçek hayattan ne kadar habersiz yaşamakta olduğumuzu ve bize sunulan nimetler karşılığında ne kadar az şükrettiğimiz gerçeğini bir tokat gibi yüzümüze vuruyor. Filmi izledikten sonra tüm izleyicilerin aklında hemen hemen şu soru olacaktır “benim neden on çift ayakkabım var”.

Kaliteli bir filme ihtiyacınız varsa eğer “Cennetin Çocuklarını”nı tavsiye ederim, her insanın hayatının belli dönemlerinde birkaç kez izlemesi gereken müthiş bir film.

Serap Ezgi