Kategori arşivi: Winpohu

Heiran (Aşkın Ardından)

“Neden masallarda hep biri kayboluyor ve diğeri hep onu aramak zorunda kalır?
Allahım ben bu masalın neresindeyim? Başında mı, ortasında mı, sonunda mı?”

Heiran” 2009 yapımı bir İran filmi. Yönetmenliğini Şalize Arifpur yapmış. Oyuncu kadrosu ise Baran Kevseri, Hüsrev Şekibai, Farhat Aslani, Mehrdad Sadıkiyan, Jale Samedi’den oluşmakta. Türü dram , romantik olarak geçiyor. Aşk temalı bir film olsa da dram yönü ağır basıyor. Filmin müziklerinin bestecisi Ali Rıza Hohanderi çok iyi bir iş çıkarmış.Müziklerden ne kadar bahsedilse de güzelliğini kelimlerle tarif etmek mümkün değil. 88 dakikalık film nasıl başladı, nasıl bitti anlayamadım. Heiran naif, sade ve samimi bir film.

Mahi lise son sınıfta bir genç kız. İki erkek kardeşiyle okula gidip geliyor. İyi bir öğrenci olduğu için ailesi ondan umutlu ve bir sene sonra üniversitede okuyacağıyla ilgili hayalleri var. Babası iranda bir göçmen. Kardeşleri, annesi, babası ve dedesiyle gayet sıradan bir hayatı var. Çiftçilik yapan bir ailesi var. Bir gün okuldan gelirken otobüste heiran ile karşılaşıyor. Heiran afganistanlı, tahran da üniversite okuyan bir öğrenci. Üniversite parası için geçici işçilik yapmaya geldiği bu yerde Mahi’yi görüyor ve görür görmez de aşık oluyor.

Bu iki genç kısa süren otobüs yolculuklarına devam eder ve o saf duyguları artık içlerinde tutamadıkları için Mahi’nin ailesine açılırlar. Lakin ailesi kızlarının bir afganla evlenmesine izin vermez. Afganistanda savaş vardır ve Mahi ‘nin babası kızının oraya gitmesinden korkmaktadır. Mahi öyle aşıktır ki kimseleri dinlemez. Asi mi inatçı mı yoksa sadece kararlı mı bilmem bir türlü vaz geçmez ve zavalllı dedesini kandırarak Heiran’ın peşine düşer.

Tertemiz bir aşk hikayesi izliyoruz. Öyle ki o iki genç adeta iki çocuk, sadece sevmeyi biliyorlar. Yetişkinlerin endişe ve tasalarını anlamayan birer çocuk. İnsan izlerken bu masum duyguların esiri oluyor.

Karakterlere gelirsek Heiran’ın babası Abbas‘ı anlamamak elde değil onunla empati kurdum. Hele kızının başında beklerken ki o halleri çocuğuna kıyamayan bir babayı çok iyi yansıtmış. Dede karakteri ise ancak bu kadar gerçekçi olurdu. Onun o hallerine ekran başında yazık bu adama diye dövünerek eşlik ederken buldum kendimi.

Heiran sayesinde göçmenler ve onların yaşadığı sıkıntıları anlamış olduk. İzin belgesi olmadan çalışamayanlar, sınır dışı edilenler, geride kimlerin kaldığı bir kağıt parçasından daha önemli değil.

Mahi ise olması gerektiği gibi güzel, masum ve genç. Çok deneyimsiz bir çocuk Mahi. Yalnızca bir yetişkinden daha kararlı ve bir yetişkinden daha çok biliyor ne istediğini. Azimle mücadele ederken ekranda devleşiyor adeta. Daha iyi bir hayat mümkün ama onun için mutluluk sadece Heiran ile başlıyor Heiran ile son buluyor. O yaşlarda insanın hayata nasıl baktığını hatırlatan, izlerken içinizi ısıtan ama bir tarafınızı buruk bir acıyla sarsan, samimi, gerçekçi, içimizden çıkan hikayelerden biri Heiran.

Heiran bir aşk hikayesi, bir göçmen hikayesi, bir savaş hikayesi, bir aile hikayesi ama bunlardan çok Heiran aşktan geriye kalanın hikayesi. Hüzünlü, sıcak ve sadakatle dolu bir aşkın küllerinin hikayesi.

Otobüsle başlayan otobüsle biten bu masal yüreğime işledi.
Mahi’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

“Sen gidiyorsun, tozlar içinde kayboluyorsun”
“Ben sözümden çıkmadım, sen de sözünden çıkma”

Heiran bir masal, biz bu masalın başına mı ortasına mı sonuna mı şahit olduk acaba?

Rezalet

“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır.

İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”


2012 yılı yapımı olan “Rüsvai” 101 dakikalık bir İran filmi. Türü için dram demek daha uygun olur. Yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenen Mesut Dehnameki ayrıca filmin senaryosunu da yazmıştır. Başrollerini Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç , İlnaz Şakirdost paylaşmaktadır.

Efsane yaşadığı toplumun kurallarına uymayan, aykırı bir genç kız. Kadın olarak, güzel bir kadın olarak dahası toplumda yalnız ve çaresiz kaldığı bir durumda bile Efsane hiç kimse ve hiç bir şeye önem vermeden istediği ve bildiği gibi yaşıyor hayatını. Hırsızlık yapıyor, tasvip edilmiyor ama onu yargılayan insanların da kendi kusurlarından dolayı Efsane’yi eleştirmeye hakları olmadığını düşünüyor. Alımlı ve bakımlı olunca da erkeklerin gözleri üzerinden eksik olmuyor. Babasının vefatından sonra küçük erkek kardeşi ve hasta annesiyle borç içinde kalmış. Bu sebeple babasının borç senetlerinin ödemek, evden atılmamak gibi dertlerin içinde inancı zayıf düşmüş . Haksızlığa uğradığını düşünmekte. Ev sahibi onu evden atmak ve senetleri ödemezse hapse atmak gibi tehditlerle onunla evlenmek isteyince Efsane bu senetleri çalmaya karar verir. Hırsızlığı yaptıktan sonra polisten kaçarken de bir eve sığınır. Sığındığı evde bir Şeyh/Molla yaşamaktadır ve Efsane ile Şeyh’in yolları kesişir. Hikayemiz burada başlar.

Bu film tasavvufi yönleri ile insanı içine çekiyor. Sahte dindarları yani aslında söylediği ile yaptığı bir olmayan insanları, riyakarlığı, dindar görünüp de amelleri ile bunu gerçekleştirmeyenleri anlatıyor. Şeyh’in filmin bir noktasında dediği gibi ‘Noksan olan İslam değil noksan olan bizim müslümanlığımız’. Şeref ve onur üzerinde duruyor. Şeref üzerine çokça söz verilecek kadar ucuz değil, itibar ise toz misali uçabilecek kadar güvenilmez. İnsanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşamadığımızdan dem vuruyor.

Her şeyin bir bedeli var; güzelliğinki yalnızlık, malınki hesap vermek, şöhretinki ise rüsvaylık . Filmin ismi içinde geçen bu güzel söylemden geliyor olmalı. Filmin içinde öyle şairane bir anlatım var ki şiir kullanılmadıysa özlü söz, o da yoksa atasözü kullanılarak konuşmalara ahenk verilmiş. Hem Farsçanın güzel söyleyişine tanık oluyoruz hem de ders veren o özlü sözlerle durup düşünüyoruz. İçinde çokça fikir barındırıyor bunlardan biri ise kitlelerin nasıl birbirini etkilediği, insanların bir araya gelince nasıl da durup kendine bakmadan hareket ettiği oysa insan, insanın aynasıdır. Ve tabi ki Şeyh’in ağzından dökülen “Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.” sözcükleri. Anlatılmak istenen basit, İnsan inancında yalın ve samimi olsa, kendi içine baksa, kendi aynasını kendi kalbinde bulsa.

Bu mistik havanın yanında filmin oyuncularının performansları, sokak çekimlerinin başarısı –sanki o sokaklarda kendiniz geziyor gibi hissettiren o çarşı pazarları – filmin başlangıcında verilen o çinilerin göz dolduran renkleri, vermek istediği mesajları yormadan ve göze sokmadan basit bir şekilde anlatması ile beni etkileyen bir film oldu. İran sinemasını diğerlerinden ayıran sanırım bu doğal oyunculuklar ve gerçekçi anlatımlar. Durup düşünmek ve şairane bir yolculuğa çıkmak için bu film ideal.