İmtihan İçinde İmtihan

2011 yapımı Tala va Mes (Altın ve Bakır) şiir kültürüyle beslenen İran Sinemasının gözde filmlerinden biri…

Haklı ve haksız yok, yalnızca bir sebeple bütün dünyasını değiştiren, kadere tevekkül eden insanların hikâyesi…

Hafız Şirazi ve Celaleddin Rumi’nin şiirleriyle ilmek ilmek işlenmiş Altın ve Bakır filmi adeta resmedilmiş bir kitap gibi… Yönetmen koltuğunda oturan Humoyun Esadiyan’ın filmi Altın ve Bakır; günlük hayatta sıradan eylemlerimizi gerçekleştirirken birinin o küçük alana küçük bir kamera yerleştirip kaçırdıklarımıza, farkına varamadığımız olaylara bir ayna tutması gibi… Günlük hayatta farkında olmadığımız, kıymetini bilmediğimiz, hor gördüğümüz nimetlerin aniden gelen bir hastalıkla kıymetlenir. Asıl imtihan da bundan sonra başlar. Hasta, düşkün olan bir yakına, akrabaya, yahut eşe bakmak onun sorumluluklarını taşımak inanç ve iman barındırmadıkça gayesine ulaşamaz. Film esasında bunu anlatma çabası içinde. Seyyid son dersini almak için ailesiyle köyünden Tahran’a gelmiş bir molla adayıdır. Yıllarca ders almasına eğitim görmesine rağmen hocalık yapmayı reddeder Seyyid Rıza. Zehra marifetli bir ev hanımı, çocuklarına karşı mükemmel bir anne, iyi bir komşu ve molla adayı eşi Seyyid fark etmese de onun yardımcısı. Fakat Seyyid biraz bencilce davranmaktadır. Eğitimi için koştururken eşi ve çocuklarıyla ilgilenmez. Tek uğraşı ise ilmini tamamlamaya çalışmaktır. Fakat bir gün rutin hayatın koşuşturmasına dayanamayan Zehra hastalıktan bitkin düşer.

Zehra’nın hastaneye yatması ve rahatsızlığına M.S. teşhisi konulması Seyyid’in daha önce hiç tanışmadığı, en ufak bir düşünce barındırmadığı işlerle karşı karşıya kalmasına sebep olur.

Eşinin felç olacağını duyar duymaz ilk tepkisi; Bize şimdi ne olacak? sorusu olur.

Asıl İmtihan Başlamıştır

İmtihan en iyi bildiğimizi sandığımız şeyden gelir. Dünyanın yalnızca kendi etrafında döndüğünü düşünen Seyyid birden durgunlaşır, Zehra’nın gözünden bakar çevresinde olup bitenlere. Down sendromlu komşu kızı ise sürekli Hakan Peker’i dinleyip, Molla Seyyid’i sinirlendirse de bir ev hanımı gibi değil, anne, komşu, eş, arkadaş, bir kadın olarak bakar dünyaya. Farkında bile olmadan girdiği bu dünya Seyyid’i okuduğu kitapların, aldığın ilmin zekatını da verir. Yemek yapmak, kızı Atıfe’yi okula götürmek, oğlunun bezini değiştirmek artık Seyyid’e kalmıştır. Aniden gelen bu hastalık Zehra’ya gibi görünse de imtihandan geçen eşi Seyyid oluyor. Film Seyyid karakterinin etrafında dönüyor. İnsan, Allah’ın (CC) verdiği irade olmadan, kontrol gücü olmadan Zehra Sedat’ın dediği gibi “ağır bir et yığını.” Film bunu bütünüyle çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor.

Vakarlı Müslüman Duruşu

Zehra’nın hastalığı Seyyid’de öylesine köklü değişimler meydana getirir ki yıllarca medreselerde aradığı Hakikat’ı evinin içinde, yanı başında bulur. Bu değişim Yunus Emre’nin mısraları anımsatıyor bize; “Dört kitabın mânâsın okudum hâsıl ettim / Aşka gelince gördüm bir uzun hece imiş” Allah için sevmek, Allah’ın rızasını kazanmak için tevekkül etmek… Eğer sevginin mîzânı Allah (C.C.) olursa, kimse sizi takdir etmese de, yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de, doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp, yarı yolda kalanlar, Allah (C.C.) için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, daha çok Allah’a (C.C.) yakınlaşırsınız. Birbirlerinin Allah’ın (C.C.) emaneti olarak gören Seyyid Rıza ve Zehra Sedat’ın daha önce birbirlerine karşı hiç yansıtmadıkları yüksek ses tonları saygılarını anlatmakta kifayetsiz kalıyor. Çevrelerine karşı sürekli mahcup olan çiftin vakarlı Müslüman duruşu karakterlere hayran bırakıyor. Seyyid gözlerinin rahatsızlığına rağmen ön ödemesini aldığı el dokuması halının başına geçer ve geçimini sağlamak için halı dokumaya başlar. Diğer yandan oğlu Emir Ali’yi kucağına alır ve medrese kapısında ders dinlemeye çalışır.

Yönetmenin ilk uzun filmi

Fakat ayakkabılarla iç içe oturduğu o kapıdan öyle bir notla ayrılıyor ki yaptığı şeyin doğruluğuna bir kez daha vakıf oluyor. “İlim üstüne ilim biriktirmek karanlık üstüne karanlık… Ama amel olmadıkça ne fayda? Daha fazla biriktirmek yerine daha fazla amel edin… İlk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen mükemmel performans sergileyen Behruz Şuibi’nin (Seyyid) ve Zehra’yı canlandıran Nigar Cevahiriyan’ın oyunculukları izleyenlerin uzun süre hafızalardan çıkmayacak… Hakikati medreselerde arayan bir din adamının ailesiyle imtihanını verdiği bu hikaye; Niyazi-i Mısri’nin sözlerinde dediği gibi “Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş” İnşirah suresinin aktarılması filme etkileyici bir derinlik kazandırıyor. “Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir… Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar…

Tuğba Koçak, Milli Gazete.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir