Kategori arşivi: Arzu Akay

Otoyol Filmi

Tasavvuf ağırlıklı filmlerden hoşlanıyor musunuz?

Evetse bu filmi kaçırmayın!

Konu ve işleyiş itibariyle çok beğendim, sadece film kısa olmasına rağmen adamın kararsızlığı bana çok uzun sürdü gibi geldi.

Bir noktadan sonra fazla düşünmesine gerek yoktu ama belki de filmin inceliği orada, belki de uzaktan atıp tutmanın kolaylığı da bu. Bilemiyorum.

OtoyolÖzgür Yol filminin konusu:

Molla olma yolunda ilerleyen genç efendi düzgün karakterli bir adet Selman var filmde. Salman Khan değil tabi.

Sevdiği kızla da evlendi evlenecek, gün sayıyorlar.

Lakin tam her şey böyle güzel ve tatlı ilerlerken kızın eski hayranlarından biri bu çiftin yolunu keser ve kızın yüzüne asit atmaya çalışır. Allahtan beceremez.

Kızın abisi bu duruma acayip bozulup Selmanla beraber iş yerine gider ve Selman’a “sen burada dur, ben o edepsize bir haddini bildirip geleyim” der.

İçerde ne olduysa olur ve kızın abisi o dengesizi öldürür. Selman’dan da çenesini tutmasını ister.

Bu noktadan sonra bütün hayatı değişen Selman sussa susamaz, konuşsa hiç olmaz ve vicdanıyla bir savaşa girer.

Başkalarına güzel öğütler verip doğru yolu gösteren bir adam, kendi kararlarını veremez olur.

Zor bir durum.

İnsan “ben olsaydım ne yapardım” demeden edemiyor.

Öyle demeyelim ama bence şöyle diyelim “Rabbim böyle ikilemlerde bırakmasın bizleri”

Otoyol filmini Yeni Kaynak‘tan izleyebilirsiniz.

Yek Vajab Aseman

Yek Vajab Aseman / Bir Avuç Gökyüzü [2008]

Bir İran filmi paylaşayım ama artık. Hem de en özgün senaryolusundan.

[…] 1 saat 20 dakikalık gökyüzüne yolculuk yapacağınız güzel bir hikaye sizi bekliyor diyebilirim.

Muhsin 11 yaşında çok fakir bir ailenin çocuğudur.

Anne baba ve iki küçük kardeşiyle tam bir yaşama ve karın doyurma mücadelesi içindedir.

Okula gitmesi gerekirken o, yollarda çicek satar.

Bir akşam Allahla en samimi şekilde konuşup ona üzüntülerini anlatıp, sadece kendisinin değil onun durumunda olan bütün herkese yardım isterken birden yanında bir melek belirir.

Ona aracı olduğunu ve istediği şeyi vereceğini söyler.

Muhsin yeryüzünde kötülerden pek rahat bulamayacağını anlamış ki melekten gökyüzünden bir avuç yer ister.

Melek de ona isteğini verir.

Bir bez parçası bırakır ona, buna dokunduğun an gökyüzünün kapıları sana açılacak der ve gerçekten de öyle olur.

Ertesi gün çocuk bunu annesine, annesi babasına, erkek kardeşine anlatıyor derken gözü doymayan bazı insanlar küçük Muhsin’in gökyüzündeki arazisine göz dikip elinden almaya ve üzerinden para kazanmaya çalışır.

Resmen parselleyip insanlara satmaya, alamayacak olanlara da atıyorum saati kişi başına şu kadar para deyip işi ticarete döktüler.

Film tabiki de olay olarak gerçek dışı ve tamamen tasavvufi gözle izlenilmesi gerek, o şekilde bakılınca hiç de gerçek dışı olmuyor.

İnsan şekilli şeytanların çokluğuyla savaşmak cidden zor.

Neyse çok konuşmadan bu mini mini yoğunlukla pozitif olan filmi yeni kaynak sitesinden izlemenizi tavsiye ediyorum.

Orta Kat Sakini

Orta Kat Sakini 2014

Uykuda gördügünüz rüyanın değil, uyanıkkenki rüyalara sarılın, çünkü onlar bizi hayata bağlar.

Yeni Kaynak sitesinin bizlere kazandırdığı iran filmlerden biri Orta Kat Sakini.

Shahab Hoseininin ilk yönetmenlik denemesi olarak görücüye çıkmış ve tam not almış.

Ama film… bilemedim
Güzel şeyler anlatmış, sonu hele insanı bir değisik bağlıyor ekrana ama bu kadar niye yordun beni Shahab?

Kendisi bana göre İran sinemasının Aamir Khan’ıdır. O derece kaliteli bir adam.

Boş bir işe imza atmayacağı da kesin de dediğim gibi bu film fazla detaylı ve çok fazla anlam içeriyodu.

Hayattan pek beklediğini bulamamış bir yazar olan Shahab, hiç bir şeyden eski lezzeti alamaz ve hikaye yazmak içinde tıkanmış bir durumdadır.

Kitaba odaklanayım derken birden kendini sorgularken bulan yazarımız manevi bir yolculuğa çıkar adeta.

Değişen çabuk tüketilen duygulardan aşırı rahatsız olup bunun sebebini bulmaya çalışır.

Hani dünyanın çivisi çıkmış derler ya işte bizimki o çıkan çiviyi arıyordu sanki.

İnsanoğlu ne garip.

Günah işlemeye çok meyilli ama işleyince rahatsız, mutsuz, ve bir sızıyla dolanır içinde.

Onu yok saymaya çalıştıkça daha çok günaha batabilir.

Battıkça, tıpkı sarhoşların içtikce unuttuğu gibi, rahatlıyormuş gibi olur insan ama sonuç hüsran.

Son sahneyi çok etkileyici ve üzerine ansiklopedi ciltleri gibi kalın kitaplar yazılacak kadar anlamlı buldum.

Tabi herkes kendince anlar.

Shahab ne anlatmak istemis henüz araştırmadım ama merak ettim bakacağım.

Bu arada kendisi bu filmde tam 38 karakteri canlandırmış, rekor olabilir mi ki?

Görünenden hissettirdiği daha ağır basan filmlerden hoşlanıyorsanız, izlemelisiniz.

Yeki Mikhad Bahat Harf Bezane

Yeki Mikhad Bahat Harf Bezane – İran Filmi – 2012

Biri seninle konuşmak istiyor” ismini taşıyıp, ağır dram içeren aile filmini herkesin izlemesini tavsiye ediyorum.

İran filmlerinin olaylara farklı yaklaşımlarını, samimiyetlerini çok seviyorum.

Burada parçalanmış bir aile görüyoruz.

Ve bir çırpıda alınan bazı kararların nasıl sıralanmış domino taşlarının yıkılırken birbirlerini devirip geçtikleri, baştaki taşın sonrakinin durumdan bihaber olduğu gibi bir olay izliyoruz.

Ben çok etkilendim, gözyaşlarım sellere dönüştü.

Yeki Mikhad Bahat Harf Bezane Filminin Konusu

Eşinden 17 yıl önce boşanmış bir annemiz var filmde.

Kızını kendi başına büyütmüş ve babasıyla bir araya gelmeyi bırakın fotoğrafını bile göstermemiş.

Sebebi vardır elbet diyor tabi insan.

Kız o yaşa kadar babasını hiç görmemiş olmanın elemini o kadar derinden yaşamış ki artık canına tak etmiş ve annesine evlilik teklifi götüren diş doktoruyla işbirliği yapıp annesini evlendirmeye karar vermiş.

Böylece yıllarca özlem duyduğu baba hasreti de bitecektir.

Ama annemiz bir türlü evlenmeye razı olmaz.

O direndikçe kız asileşir ve büyük bir kavga sonrasında görülmez bir kaza olur.

Yıllardır bir araya gelmeyen anne ve babayı, bu kaza, çok dramatik bir şekilde bir araya getirir.

Ben filmin konusunu okuyunca çok farklı bir şey beklemiştim.

Ama bambaşka bir film çıktı karşıma.

Ah diyor insan, keşke o konuşmaları bütün bunlar olmazdan önce yapsaydınız, o zaman her şey daha farklı mı olurdu?

Sanmam.

Bazı şeyleri yaşanması gerektir ve yaşanır.

Benim diyeceğim Shahab Hosseini’nin de rol aldığı, insanın kime üzüleceğini bilemedigi bu filmi bence izleme listenize alın, yanınızda bol mendil bulundurun.

Çok sevdim.

Ekmek ve Çiçek

Nun va Guldoon / Ekmek ve Çiçek 1996

İran sinemasının belki de en değişik en naif en masum filmidir Ekmek ve Çiçek.

Bu yapıma film demenin yanlış olduğunu düşünerek diyorum ki, sinemalaştırılmış bir şiir izleyeceksiniz.

Diyaloglar muhteşem, özellikle genç polisin çiçek saksısını güneş ışığının yerleştiği bir yere bıirakıp döndüğünde onu bulamayınca etraftaki insanlara çiçeği gördünüz mü yerine, “güneş ışığını gördünüz mü” diye sorması ve adamın “güneş durduğu yerde durmaz” cevabını vermesiyle gözümden yaşların akması eş zamanlı oldu.

Bu sahneden ne kadar çok etkilendiğimi anlatmak benim için mümkün değil.

Konusu ne derseniz 20 yıl önce bazı dolduruşlara gelip bir polisi yaralayan adam, 20 yıl sonrasında bir yönetmen olur ve bu polisle yolları kesişince de başlarından geçen olayı filmle canlandırmak ister.

Gençlik hallerini oynayacak olan çocuklara da başlarından geçeni anlatırken seyirciye çok değişik bir flashback yaşatırlar.

Peki konu bu mu?

Hayır. Asıl konu dünyayı kurtarmak isteyen adamın tertemiz hikayesi.

Neyle kurtaracağız dünyayı?

“Ben onu bıçaklamak istemiyorum. İnsanlığı kurtarmak için başka bir yol yok mu?”

“Evet var, ekmek ve çiçekle. Adalet ve sevgiyle. Merhamet ve aşkla.”

Evet merhamet ve aşkla. Son sahnede bu iki duygunun en güzel birleşimini izliyoruz.

Tamamıyla şiirsel ilerleyen bu filmi herkesin izlemesini tavsiye edemeyeceğim ama gönlüm filmin birçok kişiye ulaşmasından yana.

Afrika’ya çiçek ekerek dünyayı kurtarabileceğini düşünen gençler.

Kitapların aralarına çiçekler bırakıp, altı çizilen cümlelerden ruh güzelligini görebilenler. Çok ince çok zarif ama bir o kadar da ağır ilerleyen bir filmdi.

Benim için yıldızlama yapmak imkansız bu yapıma, ama yazdıklarım sizi biraz etkiler gibi olduysa izlemelisiniz.

Küp Şeker

KÜP ŞEKER 2011

İran sineması severlere çok sade ve komşumuzun avlusunda çekilmis gibi duran, çok doğal ve temiz bir film getirdim.

İzlemediyseniz, izlemelisiniz.

Sadece bir küp şeker neler değistirebilir? Hiç düşündünüz mü?

Değiştiren o küp şeker midir ki?

Baştan sona bütün zıt kutupları bir evin içinde toplayan, her türlü duyguyu yaşatan çok enfes bir film.

Annesiyle yaşayan bir kızımızın Amerika’da yaşayan bir gençle olan evlilik hazırlıklarına dahil ediyor bizi film.

Bütün akrabalar, başta kızın evli ablaları olmak üzere ahşaptan kapılı o güzel eve doluşur.

Bacanakların değişik karakterli olmasından sebep biraz aralarında gerginlik olsa da, bacılar eğlenir eğlendirir.

Hele çocuklar! Meyve ağaçları, ufak havuzu, zıplayan kurbağalarla dolu evin avlusunda sanki bambaşka bir asrı yaşıyor gibiydiler.

Düğün evlerini, hazırlıklarını, kalabalık ailelerin bir araya gelişini seviyor ve özlüyorsanız o zaman filmi izlerken gözlerinizden kalpler fışkıracak.

Hele o beylerin maç izleme keyiflerine hayran kaldım.

Ama her insanın gölgesi olduğu gibi güzel şeyin de oluyor.

Aynı olay başımdan geçtiği için filme aşırı empati kurabildim.

Hey güzel Allahım, olmaz dediğin olur, gelmez dediğin gelir, bitmez dediğin hisler biter, senin izninle.

İşte bu filmde de öyle.

İran kültürünün bizimkine ne kadar yakın olduğunu da bir kez daha anladım, işimiz gücümüz yemek. Yedirelim içirelim derken ömür geçiyor.

Yani ki filmi durağan sansasyonelsiz şeylerden hoşlanan kişilere mutlaka tavsiye edip bir sonraki filmde buluşmak üzere gidiyorum.

Heiran

Heiran 2009

Uzun bir aradan sonra tavsiye listemde bulunan bu alışılmış iran filmlerinden çok farklı olan Heiran’ı izledim ve çok çok beğendim.

Heiran Filminin Konusu:

İranlı üniversite öğrencisi Mahi ile Afganistan’dan İran’a kaçmış, kaçak işçi olan Heiran’ın birbirlerine gönüllerini kaptırmalarını anlatıyor film.

Öyle bir kaptırma ki kendilerini bile kaybediyorlar.

Gerçi kızın cesareti, başına buyrukluğu ve oğlana olan benim aklımın almayacağı derecedeki tutkusu olmasaydı, hayatları çok farklı ilerlerdi.

Hee iyi mi olurdu kötü mü bilemiyorum ama bence istediğini yaptığın şeylerle üzülmek, keşke yapsaydımın pişmanlıklarından iyidir.

Kız beni sorumsuzlukları ve bencilliğiyle bazen çok fazla gerdi.

Ağzına kürek vurup, kafasında kiremit kıracak kadar sinirlendirdi ama sonra dedeye baktim. İnsan sevdiğine kıyamıyormuş, demek ki ben kızı sevmedim.

Ama dediğim gibi, ne yapmak istemesini bilmesi karakterinin sağlam olduğunu gösterdi, ve tabi aşkın onu ne denli esir aldığını da unutmamak lazım.

Arka planda hikayesini filme eşlik ederek anlatırken kurduğu cümlelerse beni çok derin etkiledi.

“Küçük bir mektubun üzerine yazılmış büyük bir şehrin ismi”

Bu cümlenin anlamını beni ne tür anılara götürdüğünü anlatsam anlamazsınız.

Hiç siz, sevdiğinizden mektup getiren zarfın üzerindeki yazıyı sevdiniz mi?

Önce onu sevmeli sonrasında da bu cümleyi anlayabiliriz.

Filmin bir şirin anını da daha yazıp bitiriyorum.

Çift evde film izlemek için hazırlıklar yapar, ama baya bir heyecanla.

Ben de merak ettim ne izleyecekler acaba diye. Çıka çıka Kuch kuch hota hai filmi çıktı. Ben de bir böbürlenme bir sevinç, sanarsın ki filmi ben çektim.

Neyse diyorum ki iran filmlerinin masumiyetinden hoşlanıyorsanız kaçırmayın.

Peder (1996)

Pedar / Baba 1996

Aslında sırada iran filmi Resim Havuzu vardı ama yıllar önce izlediğim bu filmin nihayet sitelere Türkçe altyazılı olarak yüklendiğini tesadüfen görünce hemen paylaşayım dedim, siz de vakit kaybetmeden izleyin.

Majid Majidi’nin bir diğer şaheseri daha.

Kaybolan ya da değisen diyelim, bir resimle başlayan film, yeni bir resmin akan suya kapılıp bize doğru akmasıyla bitiyor. Kendi hayatımızın fotoğrafları da sürekli değismiyor mu?

Baba Filminin Konusu:

14 yaşındaki genç adam Mehrullah babasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra annesi ve üç küçük kız kardeşine bakabilmek için gurbete calışmaya gider. Ara ara eve gelip annesine para bırakan Mehrullah bir gün geri döndüğünde annesinin bir jandarmayla evlendiğini öğrenir ve dünya başına yıkılır.

İçi büyük bir nefretle dolan Mehrullah annesinin bu yaptığına anlam veremeyip kız kardeşlerini yanına alıp ailesini yine eski haline kavuşturmaya çalışır ama kader başka planlar yapmıştır.

Üvey babayla öyle tuhaf durumlara düşecektir ki bu çocuk ama anlatmayayım.

O kadar güzel bir düşünceyle yapılmış bir film. Küçük insanların büyük hikayelerini gözyaşlarımı sele döndürerek izlemiştim ben.

Ahhh Mehrullah, bir filmin başrol çocuk oyuncusunun bu kadar antipatik olduğu nadirdir. Hatta çöldeki babayla olan sahnelerde “Yyazıklar olsun sana, Hulusi Kentmen gibi adamı Erol Taş’a cevirttin püüüü” diyesi geliyor insanın ama o da haklı. Kendini bakmakla sorumlu hissettiği annesinin onun getirdiğiyle yetinmeyip yabancı bir adamdan yardım istemesini kaldıramadı.

Benim filmdeki kahramanım Mehrullah’ın arkadaşı Latif’di. Saf bir sadakatle arkadaşına olan bağlılığı beni benden aldı. Böyle dostlar var mıdır diye düşündürüp sonra da beyninizde bir yüz şekillendiği anda mutlu olunulan anlar yaşatan sahnelerin adamı Latif.

Çığırdığı türküye ayrı bir hayran kaldım. Babayı sevdiğim kadar çocuğun annesini sevemedim, hatta babayla çocuğun sahnelerinde duygulandığım kadar anneyle çocuğundakinde duygulanamadım.. Biraz pasif geldi bana anne de, herkes ben gibi aktif olmak zorunda değil tabi.

Majid Majidi’nin diğer filmlerine nazaran sonu biraz daha aydınlık ve görünür şekilde biten bir film olan Pedar filmini kaçırmayın derim.

Duygular aşırı büyük.

Serçelerin Şarkısı

The Song of Sparrows / Avaze gonjeshk-ha / Serçelerin Şarkısı – İran Filmi

Bir Mecidi şaheseri. Ben bu filmi cidden çok seviyorum.

Tipi tip değil diyeceğimiz insanların sıradan hayatlarıyla nasıl kahramanlıklar yaptıklarını ne güzel kamera önünde sergiliyorsun ey güzel yönetmen. Yaptıkları kahramanlıklar da yine kendilerine, ama dünyayı felan kurtarmıyorlar, aksine ahiretlerini bu dünyada akıllarından çıkarmadan yaşıyorlar. Hiçbir kimse de mükemmel değil

insanoğlu beşer olduğu sürece şaşmaya devam edecek.

Yeter ki Allah’ı hisseden unutmayan hep bir yanımız olsun.

Serçelerin Şarkısı Filminin Konusu:

Kerim 3 çocuğu ve eşiyle beraber mütevazi ama mutlu bir hayat sürdürmektedir. Deve kuşlarının bakıcılığını yapan bu adam bir gün çiftlikten bir deve kuşunun kaçmasıyla işinden kovulur ve “bu hiç adil değil” der. Filmin kilit cümlesidir efendim… Bundan sonra olan her şeyde Rabbimin aslında Kerim’e ne kadar adaletli davrandığını izleyebilirsiniz.

Kerim’in kulağı duymayan en büyük kızının duyma cihazı değişik bir kaza sonucu suya düşüp bozulunca babası motoruyla şehre inip cihazı tamir ettirmeye götürür. Cihazın tamir olamayacağını öğrenip yeni alması gerektiğini öğrenince yıkılır, o kadar parayı nerede bulacağım diyerekten. Motoruna binip eve doğru geri dönerken arkasına pat diye biri oturur ve beni şuraya götür der, böylelikle büyük şehirde acelesi olan insanların motoruyla taşımacılığını yapmaya ve güzel para kazanmaya başlar, ama her gün ayrı ayrı milyon tane imtihandan geçer.

Günah ve sevap arasında ince çizgi arasında günlük işlerimizde nasıl gidip geldiğimizi hatırlatıyor film seyircisine.

O kadar çok etkilendiğim sahne oldu ki mesela fazla verilen para ile alınan eriklerin motorun sepetinden patır patır yere düşmesi.

Külli iradenin yanında işleyen bir de cüz’i irade çocukların yapmak istedikleri havuz sayesinde mükemmel anlatılmış. Zaten mecid mecidi filmlerinde çocuklara aşırı önem veren yönetmenlerden.

Balıkları istedikleri şekilde havuza boşaltamayan çocukların gözyaşlarıyla boğulacaktım az kalsın. O sahnede ağlamayan olabilir mi bilemiyorum.

Ve Kerim’in komşuya vermek istemediği mavi kapı, filmin en anlamlı sahnesi. Anlamsız zaten bir tane bile sahnesi yok ama o sahne daha bir başka. Önceden durumu o kadar kötüyken bir devekuşu yumurtasının yemeğini bütün komşularıyla paylaşan adam, sonradan eski bir kapıya bile tenezzül eder hale geldi. Böylelikle dünyanın tüm yükünü de sırtında taşımaya başladı.

Ne kadar yazsam ne kadar çizsem Mecidi kadar güzel anlatamam filmi, o yüzden bence oturun izleyin, içiniz ferahlasın.

Baba olabilmeyi başarmış güzel yüzlü değil ama güzel yürekli bir adamın hayatla mücadelesini, bir sürü eksikleri ihtiyaçları olmasına rağmen bütün güç ve emeklerini bir havuza harcayan güzel çocukları, babaları üzülmesin diye kulaklığım artık çalışıyor diyen bir evladın ve yine babaları daha iyi beslensin diye “ben portakal suyu sevmiyorum” diyebilen küçücük bir kızı izleyip görmelisiniz.

Babanın gömleğinin düğmesi annenin eteğine düştüğü sahnede beni hatırlayın ayrıca, hiç aklımdan çıkmayan anlarındandır filmin.

Düz bakılırsa ilginç olan ama anlamaya çalışarak içine içine çekilirse eğer film, verdiği lezzeti başka filmlerde zor bulursunuz. O kadar da güzel bir film.

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi (2011)

“Herkes, bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar. Aşk ilmi (Allah’a duyulan aşk) hiçbir kitapta yazmaz.”

“Sevgi acıları tatlılaştırır
Bakırı altına dönüştürür.”

Ya da bir Mollayı gözünün ışığını
sevdiği için feda eden bir Babaya.

Filmin mükemmeliyetini anlatmak, kelimelere dökmek o kadar zor ki neresinden başlamalı neresinden bitirmeli bilemiyorum.

Yeterince anlatıp sizlere aktaramayacağım ondan eminim ama eğer azıcık da olsa tasavvufla ilgiliyseniz o zaman bu filmi asla kaçırmayın. Gösterilenden daha çoğunu anlatan bir film, bir başyapıt ama yine biliyorum ki herkesin sevebileceği türde değil.

En başta filmin çekimi sanki elime ben kamerayı almışım, öylesine çekiyorum gibi, yani çok sıradan bir çekim ama filmin daha çok bizden oldugunu gösteriyor.

Altın ve Bakır Filminin Konusu:

Rıza eşi ve iki küçük çocuğuyla beraber ilim öğrenmek için Tahran’a gelir. Eşi Zehra kendini parçalayan anne modeli olarak nereye yetişeceğini bilemezken Rıza sadece kitapları ve ilmiyle meşguldür ta ki bir gün Zehra hastalanıncaya kadar. Hastanede eşinin MS hastalığına yakalandığını öğrenen kocanın bütün hayatı birden bire değişir.

Hem iki çocuğuna bakıp, hem eşiyle ilgilenip, hem de eşinin pahalı ilaçlarının masrafını karşılayabilmek için eve para getirmek zorundadır. Bunun için eşinin evde dokuduğu halıyı dokumaya devam eder.

Böyle adamlar var mıdır? Varsa nerdedir? bilemiyorum ama konu o değil zaten.

Eyvah evdeki hanım hastalandı, yazık çocuklara n’olacak, adam napacak, parayı nerden bulacaklar filmi değil.

Yani yazıkları ve eyvahları bir kenara bırakıyoruz.

Film insanoglunun nasıl piştiğini, her gün izlediği ve sıradan basit olan şeylere birden bire nasıl değisik bir gözle baktığını anlatmaya çalışan bir tefekkür, aynı zamanda bir tevekkül filmi.

Ben adamın ailesiyle mükemmel ilgilenmesinden ziyade, bencil ve de dışarıdaki insanlarla hiç işi olmayan ilim düşkünü babanın ki eşi hastalanıncaya kadar ne kadar baba olduğunun farkında bile olmadığını düşünüyorum, çocuklarının ne dilinden anlıyor ne de neyden hoşlandıklarını bilmiyordu, gönlünün derinliklerindeki aşk ile fedakar bir babaya, iyi bir komşuya, dert dinleyen bir arkadaşa dönüştüğünü görmek çok etkilemişti.

Başta küçümsediği hatta belki de içten içe ayıpladığı şeylerin insanın fıtratı itibariyle ihtiyacı olduğunu anlamasına vesile oldu. O “nay nay” sahnelerini çok anlamlı buldum ben. Komşu kızı Ayda’nın büyük görevi vardı filmde.

Hastalanmadan önce eşinin ne kadar güzel bir insan olduğunu bile anlamamıştı belki de Rıza. Eve gelen hemşirenin sözlerinden sonra eşine bir parça daha fazla aşık olduğuna inanıyorum ben.

Aralarındaki konuşmalara da bayıldığımı ve biraz kıskandığımı da söylemem gerek. Böylesine güzel bir karı koca ilişkisi her kula nasip olmaz. Siz hiç eşine “bugüne kadar bana hiç bağırmamıştın, maşalah sesin de…” diyen karısının cümlesini yarıda bırakıp “Eğer bir daha sesimi sana yükseltirsem, Allah beni affetmesin” diyen bir eş duydunuz mu?

Hele o son sahne! Düzeltilen ayakkabılar, terbiye olmuş nefis, Allah için seven, buğz eden güzel insan örneği.

Bir de kadının perspektifinden anlamaya çalışırsak filmi o konu daha da derin. Hiçbir işe yaramamazlık + eziyet verme hissi. Böyle düşüncelerle ızdıraplanırken, inşirah suresi koşar imdadına.

Ey yüce Kitap aslında her derdimize deva sensin de biz galiba en son sana geliyoruz.

Kömürü de elmasa ateş çevirirmiş,
İnsanın ateşi de bu dünyadaki imtihanı.

Rabbim hepimizi bakırlıktan altına çevrilenlerden eylesin. Hislerimiz, güzel düşüncelerimiz en başta da acılarımız olmasa bir top et parçasından başka hiçbir şey değiliz.

Daha da uzatmadan çok derin düşüncelere daldıracak olan bu güzel filmi bu yazılanlardan sonra ben sevebilirim diyenler izlesin. Şahsen ben en son ne zaman bir yorum yazarken ağladığımı hatırlamıyorum, çok çok sevdim.

Arzu Akay