“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır. İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”
Rüsvai filminin kısaca konusu şöyle; Efsane, toplum kurallarına uygun olmayan davranışlarıyla tanınan genç ve güzel bir kadındır. Toplum tarafından dışlanmakta, güzelliği ile erkeklerin ilgi odağı ve bakışlarının kurbanı olmaktadır. Toplumda yüksek bir itibarı olan şeyh ile tanışması hayatı için önemli bir dönüm noktası olacak, şeyh sayesinde Allah ile küs geçirdiği yaşantısını sorgulamaya başlayacaktır. Efsane’ye âşık ve onunla evlenmek için her türlü yola başvuran, toplumun itibarlı kişilerinden olan yaşlı Hacı Ağa ise olmayacak şeyler yaparak niteliğini ortaya koyacaktır. Kitlelerin birbirlerini nasıl etkileyip harekete geçirdiği konusunda önemli bir örneklik sergileyen film, bireylerin kendi davranışlarının da ne kadar sorgulanmaya muhtaç olduğunu ortaya koyuyor.
Hacı Ağa’nın örnekliği üzerinden görünenle yaşantı/inanç arasındaki farklılığı, toplumdaki din istismarlığının varlığını ve hangi boyutlara ulaşabildiğini, başkalarını yargılamanın ne derece kolay olduğunu görüyoruz. Filmde, insanların katında itibar ve şöhret sahibi olmanın önemli olmadığı, asıl değerli ve anlamlı olanın Allah katında değerli ve itibarlı olmak gerektiği vurgulanıyor. İnsan hataya düşse, yanlışlar yapsa da ona dair umudun her daim diri olması ve ondan yardım elinin asla çekilmemesi gerekir. Beklentisiz ve karşılıksız yapılan iyilik ve fedakârlıkların asla boşa gitmeyeceğinin altını çizmeye çalışan film, güzel elbiseler giymenin insanlığın bir göstergesi olmadığını ve insan olabilmek için nefse hâkim olmak, başkalarını incitmemek, düşenin elini tutmanın gerekliliğini göstermeye çalışıyor. Gönül eri olma, Allah’tan ve kendinden uzaklaşmış kişilerin tekrar özlerine dönmeleri için önemli bir manevi uzantıdır. Yaşantının samimiyeti ve doğruluğu bir takım imtihanlardan geçilse bile istikametten ayrılmadığı sürece her daim korunacaktır.
“Allah’ım! Beni imtihan etmek mi istiyorsun?
Et, canım sana feda. Razı olduğuna razıyım.”
Var olmak; batıdaki anlayış gibi sürekli görünür olmakta değil, aksine yok olabilmekte saklıdır. İnsanlar birbirlerinin aynasıdır, değer verilen şey de denge gözetilmediği sürece değer verilen şeyin kölesi olunabileceği; âlim olmanın kolay, adam olabilmenin ise zor olduğu; bela ve musibetlerin insanın kötü amellerinin yansıması olabileceği; güzelliğin bedelinin yalnızlık olduğu; insanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşanması gerektiği; Allah’ın insanların hazırladığı dosyayı kabul etmeyeceği gibi hususlar filmin mistik ve düşünülmesi gereken önemli nokta atışlarıdır.
“Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.”
İran filmlerinin karakteristiğine kısaca bir göz atacak olursak;
İran sinemasının işlediği temalar arasında hayat, ölüm, ayrılık, aşk, yoksulluk, kimlik gibi temalar farklı anlam boyutlarıyla yer almaktadır. Bireyin hayata dair yaşadığı sorun ve açmazları, insan tabiatına uygun refleks biçiminde ve bilinç eşliğinde eleştirel bir yaklaşım ile ifade edilmeye çalışılmaktadır. Karakterlerde görülen ortak özelliklerden bazıları, sakin yapıları ve değerlere karşı tepkili olmamalarıdır. Bu nedenle İran filmlerindeki karakterler izleyiciyi yormaz. Filmlerde yer alan mistik vurgular, duygusallık ve şiirsellik, insanı birçok açıdan etkileyerek izleyiciyi seyrin içerisine başarılı bir şekilde çekmeyi başarır. Şiirsel diyaloglar ve alegorik hikâyelerin eşliğinde anlatılan filmlerde amaçlanan şey, özellikle izleyiciyi filmin içerisine çekmek ve zihninde sorular oluşmasına yardımcı olmaktır. Çoğu filmde yanıt yoktur ya da olsa bile örtüktür ama ana fikir açık bir şekilde izleyicinin anlaması ve çıkarım yapabilmesi üzerine kurulmuştur.
Batı düşüncesinin bir ürünü olan varoluşçu anlayış; dünyayı algılayan ‘ben’ ve benim dışındakiler gibi bir ayrıma dayanır ve bu düşünsel paradigmasının temellerini özne-nesne ayrımından alır. Doğu düşüncesi ise bu ayrıma yer vermez ve kendini bütünün bir parçası olarak görür. Bu hâkim paradigmaya paralel olarak batı kültüründe bireysellik ve farklılıklar ön plana çıkartılırken, doğu kültüründe ise toplumsal benzerlikler ve topluma uyum gibi özellikler ön plana çıkartılır.
Son olarak; yeni dönem İran sinemasını etkin ve başarılı kılan en önemli unsurlardan biri de gelenek ile kurduğu barışık ve doğru bir ilişki stratejisidir. Güncelliği yakalamış ve geçmiş ile çatışmaktan ziyade temellerini buradan almaya çalışan, bunu yapmaya çalışırken de değerleri muhafaza etmeyi amaçlayan bir stratejidir çoğu kez yapılmaya çalışılan. Kısacası sinema dili ve estetiği açısından İran filmlerinin özel bir yeri ve önemi vardır. Unutulan değerler ve görmezden gelinene karşı gösterilen hassasiyetler zoom’lanarak izleyicide çoğu kez farkındalıkların oluşmasına zemin hazırlamakta ve görselliğin ezici katmanlarından sıyrılmasına olanak sağlayarak sadeliğin, tefekkürün, düşüncenin, özeleştirinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktadır.
Saniye Yaşar Batı – İslami Analiz