Etiket arşivi: Satıcı

İnsanın Mahiyeti

İnsan ne demektir? İnsan olmanın, insan kalmanın ve insanın çıkmazlarını düşündüren, içinde gizli anlamlar taşıyan bir film Satıcı / The Salesman / Forushande. İran filmlerinde alışık olduğumuz sadelik ve durağanlığın içinde Asghar Farhadi’nin imzası açıkça görülüyor: Ritim. Bir maceradan ya da hareketlilikten bahsetmiyorum demek istediğim tam da bu, koşmak değil, yürümek değil olsa olsa tempolu yürüyüş. Yönetmenin diğer filmleri “Elly Hakkında” ve “Bir Ayrılık”ı izleyenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. Nima Javidi’nin “Melbourne” adlı filmini izleyenler de benimle aynı duyguyu paylaşacaklardır. Satıcı, “Melborne” kadar kalbinizi sıkıştırmayacaktır belki ama duygu yoğunluğu ve ritim olarak eş değer olduklarını düşünüyorum.

Film, Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” adlı eserinden serbest uyarlanmış ve Cannes film festivalinde gösterilmiş.

Satıcı filminde de çokça hoşunuza gidecek şeylerden biri de filmin içinde, filmin uyarlandığı bu tiyatro oyununa da yer verilmiş olması. Filmde eserden bazı pasajlar da sunulmuş. Bu pasajları karakterlerin iç dünyalarıyla ilişkilendirilerek izlendiğinde daha da anlamlı olacaktır. Yeri gelmişken filmdeki bu tiyatro sahneleri üzerinden İran’da uygulanan sansüre de bir göz kırpıldığının altını çizelim. Haklı bir eleştiri konusu olsa da İran filmlerini bu denli başarısında pay sahibi olduğunu, belki de bu kısıtlamaların filmlere derinlik katan etmenlerden olduğunu düşünüyorum.

Edebiyat ve tiyatroyla aktif olarak ilgilenen güzel insanların, en çirkin bir olayla imtihanı üzerine kurulmuş bir film bu. Merhamet, adalet, dürüstlük, vicdan gibi duygular arasında gidip gelirken aynı zamanda da “kadının başına ne geldi, kim yaptı ya da yaptırdı, adam o eşyaları neden evde bıraktı, asıl suçlu kim?” gibi soruların da cevabını aramaya başlıyorsunuz filmde. Toplanılan ufak ipuçlarının peşinde suçluya adım adım yaklaşırken, her an bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.

Film izlerken aynı zamanda merhamet, intikam, pişmanlık gibi duyguların kadın ve erkek açısından ne kadar farklı hissedildiğini fark ediyorsunuz. Ben filmin sonunda kadının intikam ya da en azından adalet duygusuyla bir tatmin yaşayacağını, maruz kaldığı olayın, dünyasındaki onulmaz değişimin, içine düştüğü psikolojik ve sosyal çıkmazların hesabını sormasını beklerken, erkekteki o intikam duygusuna rağmen olayın birebir mağduru olan kadının hüzünlü ve vakur haliyle merhamet duygusunun ağır basması gibi.

İster istemez bir kıyaslamaya gidiyorsunuz izlerken, ben olsam hangi duyguyla hareket ederdim? “Kıyasta hayat vardır.” ayetiyle bağışlamanın faziletine dair ayetler peş peşe geliyor zihnime. Affetmenin neden daha üstün olduğunu sezer gibi oluyorum. Sonra Necip Fazıl’ın “merhamet” deyişi geliyor kulağıma, Reis Bey’de.

Yine erkeğin yaşanılanlara rağmen çabuk toparlanması, hayata devam etmeye çalışması ama aynı zamanda karısını koruyucu tavrı, onun altında dik durmaya çalıştığı yükün ağırlığını anlatırken, kadının ise yaraların ağır ağır sarması, kadın ve erkeğin fıtrat açısından, insan olma açısından farklılıklarını gösteriyor.

Filmde suçlunun beklenenin aksine hasta yaşlı bir adam olması da olaylara bakış açınız değiştiriyor hatta bir ufak afallatıyor sizi, merhamet ve adalet duygusu arasında gidip geliyorsunuz. Bu iki uç durum da filmdeki iki ana karakter üzerinde çok başarılı anlatılmış.

Benim için Satıcı filmi, bir kadının başına gelenlerin değil, bir çiftin maruz kaldıkları olay karşısındaki tavırlarının değil, naif bir adamın gidiş gelişlerinin filmi. Kadın, taciz, tecavüz, adalet gibi konuların sosyal konularının yanında karakterlerin bireysel hikayelerinin çok iyi işlendiği bir film.

Son olarak filmi yönetmenin diğer filmleri ile beraber izlemenizi bir de üstüne Fazıl Say’ın Muhyiddin Abdal’ın “İnsan İnsan” şiirini besteleyip, Can Güvenç ve Cem Adrian’ın seslendirdiği şarkıyı dinlemenizi tavsiye ediyorum zira efkarlı gecenin üzerine sigara ve çayın yoldaşlığı gibi bir tat bırakıyor.

Satıcı (2016)

Asğar Ferhadi’nin 2016 yılında gösterime giren ve izlendiği çevreler tarafından büyük beğeniler toplayan son filmi Satıcı (The Salesman), hem içerik hem de oyunculuk performanslarıyla gerçekten izlenmeyi hak eden başarılı filmler arasına girmeyi hak ediyor. Geçmiş (Le Passe) ve Bir Ayrılık (A Separation) filmleriyle sinema yeteneğini ve dehasını ortaya koyan Oscar ödüllü yönetmen Asghar Farhadi senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği bu filmiyle de filmografisine kaliteli bir film eklemeyi yine başarmış oldu.

İlk gösterimini Cannes Film Festivali’nde gerçekleştiren film, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo ödülüne layık görüldü. İran-Fransa ortak yapımı olarak çekilen filmde dramatik unsurların yanı sıra polisiye, suç, gizem gibi sinemanın pek çok unsurunun başarılı bir şeklide harmanlanıp sakin bir akış ile ekrana yansıdığını görüyoruz. Zengin senaryosu ve kurgusuna son derece başarılı oyunculuklarıyla eşlik eden Şahab Hüseyni ve Terane Alidosti’nin performanslarının katkısını da unutmamak lazım.

Filmin konusuna kısaca değinecek olursak; evleri bir inşaat kazası sonrasında yıkılmak üzere olan Rana ve İmad çifti, tiyatroda birlikte çalıştıkları bir arkadaşlarının evine kiracı olarak taşınırlar. Ancak çiftin evle ilgili bilmedikleri bazı gerçekler vardır. Bir gün Rana evde tek başınayken bir saldırıya uğrar ve çiftin hayatı bu olaydan sonra birden değişikliğe uğrar. Rana yaşadığı travma sonrası sessizliği seçerken, eşi İmad kendi yöntemlerini kullanarak intikam alma yolunu seçer. Bu noktadan sonra izleyici, kadın-erkek bakış açısı/sorunsalı etrafında filme etik, ahlaki, sorgulayıcı, bir topluma dair getirdiği geniş-derin açılımlarla farklı pencerelerden bakıp olayı filmin akışı ile birlikte irdelemeye ve sorgulamaya başlayacaktır. Bu sorgulama olanağı sayesinde seyirci birey-toplum ilişkisinin dehlizlerine inerek sinemanın pasifize edici etkisinden sıyrılıp aktif bir izleyiciye dönüşme imkânına kavuşabilecektir.

Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ adlı eserinden serbest bir uyarlama olarak çekilen filme güçlü bir kurgu ve Farhadi’nin insan ilişkilerine dair derinlikli ve kuşatıcı bakış açısı hâkim. Teatral unsurları da filminde bolca kullanarak tiyatro sanatının hem geniş imkânlarından yararlanmış hem de filme ayrı bir renk ve hava katmıştır. Tabi bu durumun dikkati kolay dağılan seyirci açısından bazı olumsuzlukları da mevcut. Bazı izleyiciler bu sahneleri gereksiz, bazıları da sıkıcı bulabilmekte. Kişisel kanaatim; oyunculukların başarısı bu sahnelerin filme farklı ve başarılı dokunuşlar olarak yansımasını sağlamış ve karakterlerin içsel dünyalarının dışsal tezahürlerini yansıtmada bir araç işlevi görmüştür.

İran sinemasının fıtratın sineması olduğunu bir kez daha ispatlayan film, klasik sinema anlayışının aksine popüler unsurların hiçbirini kullanmadan ve sinema ile ilgili ezberleri bozarak yönetmenin bakış açısının zenginliğini ve başarısını ortaya koymaktadır. Birey-toplum ilişkisinde her daim soru işaretlerinin anlamlılığını ve gerekliliğini vurgulayan Farhadi, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filminde de seyircinin hem dikkatini topluyor hem de dimağlarımıza farklı soruların takılmasını sağlıyor. Bir olayın etkilediği insanların çok yönlü olarak ele alınıp ince ince işlenmesi hem seyirciyi bunaltmıyor hem de düşüncede çok boyutluluğun gelişmesine önemli katkı sağlıyor. Filmlerindeki asıl hedefinin seyirciyi farklı fikirlerin etrafında dolandırmak ve sorgulamasını sağlamak istediğini vurgulayan Farhadi’ye göre esas olan şey fikirlerdir. Bu nedenle seyirciden bu fikirleri yakalayabilmesi için seyircinin karakterler üzerinden düşünmesini ve karakterlerin büründüğü farklı ruh hallerini anlamasını bekler. Adalet, ahlak, iyilik, kötülük, ceza, vicdan, dürüstlük, hak gibi kavramların var olan bilgi süzgecinden tekrar süzülerek çıkarılması için yoğun çaba harcar filmlerinde. Bu nedenle cevaplardan çok sorulara önem verir ve filmlerini belirsizlikle nihayetlendirir.

Sinema kariyerinde oldukça önemli bir yere sahip ve kendi sinemasal kodlarını oluşturmuş olan Farhadi, bu filminde bir nevi “Kötülüğe nasıl yaklaşılmalı?” sorunsalını felsefi ve somut gerçeklikler üzerinden irdelemeye çalışıyor. Felsefi derinliği fazla olmasına rağmen filmdeki karakterlerin şablonik tablolarla değil de tüm doğallıklarıyla ele alınması filmin akıcılığını sağlarken, dramatik yapıyı öne çıkarmak yerine basit sorular üzerinden basit yanıtlar aramaya çalışması yönetmenin olayları kişisel hesaplaşma bağlamına oturtarak seyircinin karakterlerin ahlaki yaklaşımını anlamasına da olanak sağlıyor. Böylelikle seyirci açısından arka plan hem doğal bir şekilde zenginleşiyor hem de kurgusal akıcılık yakalanmış oluyor. Kötülüğün toplumsal bazda ele alınışı, etki alanı, yarattığı yüzleşme, içsel hesaplaşma gibi süreçler üzerinden toplumsal normalleşme sürecini yakından analiz etmeye çalışıyor. Yapısal formları parçalamaya çalışmasıyla bilinen Farhadi, bu filminde yine bildiğinden şaşmayarak kavramları sadece somut eylem boyutunda ele almayarak seyirciye geniş bir düşünme ve kavramı alanı bırakmayı da ihmal etmiyor.

Kısa bir not; dünya çapında başarısı kabul edilen ve ödüllendirilen Farhadi, Trump başkanlığındaki ABD’nin yeni politikalarına tepki olarak The New York Times gazetesine verdiği bir demeçle Oscar törenine katılmayacağını açıkladı.

Saniye Yaşar Batı, İslami Analiz

Satıcı

Çatlayan duvarlar, ısrarla çalınan kapı zili ve apartmanda koşuşturan insanlar. Bir yandan telaşla karısını uyandıran, diğer yandan da komşusunun yatalak oğlunu dışarı çıkarmaya çalışan bir adam…

İranlı yönetmen Asğar Ferhadi, son filmi “Satıcı“yı (Furuşende) böylesine tekinsiz ve telaşlı bir sahneyle açıyor. Seyirci ise kendini yıkılan bir apartmanın içerisinde buluyor…

İlk olarak 69’uncu Cannes Film Festivali’nde görücüye çıkan ve burada ‘en iyi erkek oyuncu’ ile ‘en iyi senaryo’ ödüllerinin sahibi olan “Satıcı“, Ferhadi’nin sinema özelliklerinin neredeyse tümünü taşıyan, “Geçmiş”ten (Le Passe) sonra yine kendi topraklarına döndüğü bir yapım.

Aynı zamanda Arthur Miller’ın Satıcının Ölümü” (Death of a Salesman) eserinden serbest bir uyarlama olan film, Miller’ın oyununu sahneye koyan tiyatrocu çift Rana (Terane Alidosti) ve İmad İtisami’nin (Şahab Hüseyni) hikayesini anlatıyor. Ferhadi, burada da kadın-erkek ve genel olarak insanın ‘çatışmasını’ izlemeyi sürdürüyor.

Oturdukları apartman bir gece yıkılmaya başlayan Rana ve İmad, büyük hasar gören evlerinden taşınıp yeni bir yer bulurlar. Fakat tiyatrodaki arkadaşlarından birinin evini kiralayan çiftin yeni hayatları çok da umdukları gibi gitmez. Eski kiracının evde kalan eşyalarını bir türlü almaması, Rana ve İmad’a bir hayli zorluk çıkarırken beklenmedik bir olayla yeni taşındıkları evin de ‘duvarları’ sarsılmaya başlar. İmad, bir akşam eve döndüğünde Rana’nın komşular tarafından kanlar içinde bulunduğunu ve hastaneye götürüldüğünü öğrenince neye uğradığını şaşırır. Komşuları ise bu olayın ‘kötü bir kadın’ dedikleri, daha önceki kiracıdan kaynaklanmış olabileceğini söyler. Film, buradan sonra Ferhadi’nin her daim dengesini başarılı bir şekilde tutturduğu gizem ve olayın adım adım çözülmesi üzerinden ilerliyor.[…]

Suzan Demir, Arka Pencere

Furuşende/ the Salesman/ Satıcı

Esğar Ferhadi artık dünya sinemasının bir yıldızıdır. Yaptığı son filmi de dün gece Oscar ile taçlandı. Beş yıl önce “Cudayiye Nadir ez Simin” filmi de Oscar almıştı. Aldığı diğer sayısız ödüllerden bahsetmeye gerek bile yok.

Ferhadi filmlerinin bir sürü meziyeti var. Kurguları, oyunculukları, gerçekliği ve sadeliği her zaman göz doldurmuştur. Ama asıl ve en önemli özellikleri hikâyelerindeki olağanüstü başarıdır.

Ferhadi’nin hikâye gücü İran sinemasının temel özelliğidir. Genel olarak hayatın küçücük bir anına projektör tutuyor ve odaklandığı o dar alanda insan ruhunun en derin kesitlerine doğru yolculuk yapıyor. İran sineması bu yönüyle dünya sinemasından hep bir adım öndedir.

Hikâyelerin sadeliği ve toplumun sıradan bireylerini başkarakter yapması, sıradan insanların ruh dünyasının toplum normlarını temsil etmesinden dolayı hep ilgiyle karşılanmasına vesile olur. Dünyadaki hiç bir kültür bu hikâyelere karşı bigâne kalamaz. Bu gelenek eski İran edebiyatında da bariz bir şekilde kendini gösterir. Hafız’ı, Sadi’yi, belki de Mevlana’yı bu kapsamda değerlendirmek lazım. Kısacası bu hikâyelerin dili sinema veya şiir olsa da hitap şekli değişmiyor. Genele hitap ediyor ve kendimize bile itiraf edemediğimiz ruhumuzun derin katmanlarındaki sırları ifşa ediyor. Onları masaya yatırıyor ve hangi şekilde davranırsan nasıl bir sonuçla karşılaşacağını söylüyor. Ayrıca hikâyede geçen her karaktere ayrı ayrı yer veriyor, onları yargılamayı izleyici/okuyucuya bırakıyor. Dayatmıyor, sadece gösteriyor.

Gel gelelim filmimize…

Filmde iki hikâye var. Biri Arthur Miller ait bir tiyatro; “Bir Satıcının Ölümü”. Diğeri de Esğar Ferhadi’nin hikâyesi, Furuşende

Arthur Miller’in hikâyesi, ekonomik sıkıntıları irdelerken borç krizini atlatamayıp en son intihar eden bir satıcının trajedisini anlatıyor.

Asğar Ferhadi ise; binalarının bitişiğinde sorumsuzca yapılan bir kazı sonucu oluşan yıkılma tehlikesinden dolayı evlerini terk eden tiyatrocu bir karı kocanın hikâyesini ele almış.

İkisinde de çok benzer noktalar var. Tabiri caizse Asğar Ferhadi Artur Miller’in yazdığı Salesman’ın modern versiyonunu sinemaya aktarmış. Filmimizde tiyatro oynanırken karşılaşacakları sorunlara atıflarla dolu. Mesela tiyatroda bir hayat kadını, evi boyandığı için komşusu Willy’nin banyosunu kullanıyor ve ondan çorap istiyor. Hikâyemizde de bir hayat kadını var görülmeyen ve ondan kaynaklana bir banyo sahnesi var… Ardından da çorap çıkıyor karşımıza. Buna benzeyen kodlanmış birçok sahne var. Dolayısıyla tiyatro sahnelerini de dikkatlice izlemek gerekiyor. Aksi takdirde Ferhadi’nin anlatmak istediklerini ıskalayabiliriz.

Asğar Ferhadi şimdiye kadar hep yalan mefhumunu işledi. Bu filmi bayağı değişik bir konuya el atmış. Kadın erkek ilişkisi, namus mefhumu, intikam ve bağışlama duygusu ve daha da önemlisi ilk defa fuhuşu anlatan bir hikâyede o necis fiili işleyen “yollu” diye de tabir edilen kadını değil de, ona bu yolu açan, onu bu yola sevk eden müşterilerinin çirkin yüzünü ifşa ediyor.

Bir aile, namusu ilgilendiren bir sorunla karşılaşınca nasıl bir tepki verir ve ne yapması gerekir? Masum olan bir kadın cinsel bir saldırıya maruz kaldığında hangi sıkıntılarla yüzleşir? Etrafındakiler, en yakınları; mesela babası ya da kocası nasıl davranmalı? Çok zor sorular, kimse yüzleşmek istemez. Kimse yaşamayı aklından bile geçirmez. Ama bu film, yaşamadan da nasıl bir davranış sergileyeceğinizi ve sergilediğiniz davranışın adalet ve etik bağlamında sonuçlarını gösteriyor.

Gelgelelim yollu kadının müşterilerine. Onlar genelde aramızda pişkin pişkin yaşar, namus abidesi kesilirler. Bazıları cüretkârdır, yaptığı çirkin fiili elinin kiriymiş gibi lanse eder. Yıkanınca geçen, evine dönünce aklanan, erkektir yapar havalarında olan tipler.

Her hâlükârda o yollu kadının müşterisi de yolludur kanımca. O müşterinin toplumdaki statüsü alaşağı edilmedikçe ve gereken adli ve sosyal cezayı çekmedikçe müşteri olmaya devam edecekler. Onlar müşteri oldukça, satıcı da bulmakta zorlanmayacak; alıcı ve satıcısı olan bu sektör ayakta durdukça daha nice facialar yaşanmaya devam edecektir. Sadece ölüm çözüm değildir. Ölenin bu dünyada hesabı kapanır. Ama geride kalanlar ve yol kazaları sonucu yara alanlar bir ömür o yarayla yaşayacak, onlara yakın duranlar bu yaradan nasibini alacaktır. (Özgecan cinayeti ve sonrası)

Sizce de Özgecan’ın katili bu sistemin ürettiği bir model değil midir? Onlar suçüstü yakalansa bile ilk önce suçu başkasına atmaya çalışır, kaçarlar. Suçladıkları kişiyi aşağılarlar, filmimizdeki ihtiyar gibi. Damadına nasıl saydırdığını hayretle izliyoruz. Sonra kaçamayacaklarını anlayınca da nefsime uydum, şeytana uydum, beni affedin diye acındırırlar. Sonuç; yol açtığı facia, kaç para ve nasıl bir ceza ile telafi edilebilir ki?

Çözüm;

Yönetmen bir çözümden bahsetmiyor. Hikâyesini anlatıyor ve kenara çekiliyor. Sana-bana bırakıyor çözüm yolunu, hepimize bırakıyor. Bunun için bir hükme, kanuna, cezaya veya bir yargıya ihtiyaç yok aslında, hepimiz biliyoruz. Bu çirkin bir fiildir ve buna yol açacak her şey ve her davranış vicdanlarda mahkûm edilmiştir. Bütün bunlara rağmen bu yolu açan, sebep olan, düşüren, sıradanlaştıran kim olursa olsun sadece kadın değil, her kes yolludur… Her yollu da en az Özgecen’ın katili kadar aşağılıktır…

Satıcı filmini izlerken bu sonuca vardım. Bilmiyorum, siz ne düşünüyorsunuz?

Ahmet Demir, Doğru Haber

The Salesman

Asghar Farhadi en sevdiğim İranlı yönetmendir. Her yeni filmi çıktığında bildiğin heyecanla beklerim. Satıcı (2016) filmi ile yine harikalar yaratmış ve daha önce çalıştığı oyuncularından vazgeçmemiş. Daha önce Altın Küre ve Oscar almışlığı olduğu için malum çıta bayağı yüksek acaba ne yapacak diye beklerken bu filmi ile de Oscar’ı aldı ve üstüne Trump’ın göçmen yasasını protesto etmek için törene katılmadı.Gel de bu adamı sevme şimdi. Bu filmi izleyeli birkaç gün oluyor ama hazır Oscar’ı da almış yazma işini fazla geciktirmeyeyim dedim.

Daha önceki filmlerinde olduğu gibi yine kadın erkek ilişkileri üzerine bir film ve tabii ki yine saklanan sırlar var filmde. Ayrıca filmdeki karakterler tiyatrocu ve Arthur Miller’ın Satıcının Ölümü adlı oyununu sergiliyorlar. Oyun ile bağdaşan sahnelerde var filmde dikkatli izlenirse anlaşılıyor. Kadının uğradığı saldırı sonucu ne olduğunu tam olarak anlatmaması yaşadığı travmadan onu anlayabiliyoruz. Ama kocasının da sunduğu hiçbir seçeneği kabul etmemesi adama da hak vermemizi sağlıyor. İşte Asghar Farhadi bunu çok iyi başarıyor. Her ikisinin de bakış açılarını izleyiciye gösteriyor ve sen karar ver diyor. Kadını anlayabiliyorsun tamam yaşadığı hiç kolay bir şey değil. Ama adamın yaşadığı belirsizlik ve intikam duygusunu da anlayıp hak verebiliyorsun. Üstelik adamın ne kadar anlayışlı biri olduğunu bize daha en baştan taksi sahnesinde gösteriyor yönetmen. Filmin sonunda çözülen düğüm ile rahatlasak da yine izleyiciyi ikilimde bırakıyor ve yine bazı yerleri söylemeyip kendine saklıyor. O da zaten daha önce Asghar Farhadi’nin kendine has yöntemidir, izleyenler bilir. İzlemeyeniniz varsa sakın bu filmi kaçırmasın; hatta yönetmenin hiçbir filmini es geçmeden izlesin.

Satıcı Filminin Konusu;

Rana ve İmad evlerinin yanında yapılan kazı çalışması sonucu kendi evleri ciddi zarar görünce arkadaşlarında kalmaya giderler. Tiyatrodan arkadaşları Babek kendi evlerini onlara kiralar. Ama evin bir odasında daha önceki kiracının eşyaları vardır. Ne kadar söyleseler de kiracı gelip eşyaları almayınca odayı boşaltıp eşyaları terasa koyarlar. Babek sürekli onları eşyalar konusunda oyalar ve kiracı hakkında bir şey söylemez. Bir gün Rana kocası geldi sanarak çalan diyafonu açar ve evin kapısını aralayıp banyoya girer. Ama gelen başka bir adamdır ve Rana’ya saldırır. Uğradığı saldırı sonucu komşular tarafından bulunur ve hastaneye götürülür. Kocası ne kadar ısrar etse de polise gidip yaşadığı olayı anlatmak istemez. Saldıran adam kaçarken arabasının anahtarlarını ve cep telefonu almadan gitmiştir. İmad arabayı kendi garajlarını çeker ve nasılsa almaya gelecek deyip beklemeye başlar. Bu arada daha önce yaşadıkları evde oturan kiracının bir fahişe olduğunu öğrenir ve arkadaşı Babek’in ondan sakladığı şeyler olduğunu anlar.

evdeyohuz

Sessizlik ve Öfke

Asghar Farhadi, “Bir Ayrılık” gibi bir başyapıta imza attıktan sonra her filmi merakla bekleniyor. Bu filmle kazandığı Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Ödülü’nün ardından bir kez daha aynı ödüle aday gösterildiği filmi “Satıcı” bu hafta sinemalarımızda. İlk kez gösterildiği Cannes Film Festivali’nde senaryo ve erkek oyuncu ödüllerini kazanan yapım, “Bir Ayrılık”ta olduğu gibi İran toplumunun kılcal damarlarında geziniyor.

Satıcı”, Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyununu sahneye koyan tiyatrocu bir çifte odaklanıyor. Rana yeni taşındıkları evde bir saldırıya uğruyor. Saldırının ardından Rana sessizliğe gömülüp bu travmayı kendi içinde atlatmaya çalışırken, kocası İmad yaşananları hazmedemeyip intikam alma yoluna gidiyor. Farhadi, “Bir Ayrılık”ta boşanmak üzere olan bir çiftin izini sürerek İran’da kadın-erkek rollerine ve hukuk süreçlerine ilişkin güçlü bir hikaye çıkarmıştı karşımızda.

Satıcı” da aslında bir anlamda bu süreçlerin özellikle kadınlar için çok da tercih edilen bir yol olmadığını, devlet kurumlarıyla ilişki kurmaktansa meseleyi kendi içlerinde halletmeyi tercih ettiklerini gösteriyor seyirciye. Ama bunun ötesinde ülkedeki ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ rollerine dair önemli gözlemler içeriyor. Farhadi’nin hikayelerinde kadınların üstlendiği roller tartışmalı olsa da – çünkü kadının bir talebi ya da başına gelen bir şey erkekleri zor durumda bırakıyor- sonrasındaki gelişmelerin İran toplumunun işleyişi hakkında önemli verilerle dolu olduğunun altını çizmek gerek. Burada da meselenin gelip düğümlendiği yer ‘suç ve ceza’ oluyor aslında. Farhadi’nin senaristliğinin yönetmenliğinden çok daha güçlü olduğu bir gerçek. Filmde suçlunun kurbana dönüşüm sürecini öylesine ustaca anlatıyor ki, finalde kendinize şaşırıp kalıyorsunuz.

“Bir Ayrılık” kadar güçlü bir film olmasa da “Satıcı” yalnızca İranlıların değil, insan doğasının derinliklerinde gezinmeyi başaran usta işi bir yapım olarak görülmeyi hak ediyor.

Şenay Aydemir, Gazete Duvar

Suç, ceza ve intikam

İranlı yönetmen Asgar Ferhadi’nin yeni filmi “Satıcı” (Forushande), Tahranlı genç tiyatrocu çiftin taşındıkları yeni evde başlarına gelen kötü bir olay sonrası yaşadıkları süreci anlatıyor

“Bir Ayrılık” (2011) ve “Geçmiş” (2013), daha önce benzerlerine pek rastlamadığım filmlerdi. Ferhadi, anaakım sinemanın burun bükeceği orta sınıf hikâyelerinden yola çıkarak şaşırtıcı bir düşünsel derinliğe ulaşıyordu. Bu filmler sıradan insanları ele alan büyük dramlardı. Arthur Miller’in Amerikan tiyatrosuna yaptığı en büyük katkılardan biri de, gündelik hayatın gerçekliğini sahneye taşımaktır. Dolayısıyla İmad ve Rana’nın, Miller’in “Satıcının Ölümü”nü sahneleyen bir tiyatro topluluğunda görev almaları tesadüf değil. Tiyatro, her ikisinin entelektüel yanını da temsil ediyor. İmad, öğrencileriyle iletişim kurmada başarılı bir öğretmen aynı zamanda. İlk sahnede, apartman tahliye edilirken engelli bir komşusunu sırtlamasını unutmayalım. Özetle, İmad sorumluluk sahibi, aydın bir insan. Ama Rana ile taşındıkları yeni evde yaşadıkları kriz sürecinde başka bir İmad çıkıyor karşımıza. Öğrencisinin “özel hayatıma müdahale etmeyin” uyarısına aldırmayıp cep telefonunu kontrol ettiği sahnede gelecekte neler yapabileceklerini hissediyoruz aslında. Ama Ferhadi, İmad’ın derinlerine gömülü diğer erkeğin ortaya çıkışını telaşsız, önyargısız bir tavırla anlatıyor.

ERKEK KİBRİNİN KARANLIK YANI

“Satıcı”ya “erkeklik halleri” eleştirisi olarak bakmak mümkün. Ferhadi’nin “Bir Ayrılık”ta ele aldığı erkek kibri, burada daha karanlık yanıyla işleniyor. İmad, erkeklik kültürünün bütün tuzaklarına düşüyor. Öğrencilerine okuttuğu kitaptaki gibi başka bir kişiye dönüşüyor. Ferhadi, tuzakların toplum tarafından nasıl hazırlandığının altını da çiziyor. Miller’in dahi sansürsüz oynanamadığı bir toplumdayız. Kadınlara erkeklerin namusu olarak bakılıyor. İmad da bu yaklaşımın dışında tanımlayamıyor kendini. Güvensizlikten değil, utançtan dolayı gidilemiyor polise… Utanç, kadını mahkûm eden toplumsal baskının ta kendisi. İmad’ın bir noktadan sonra Rana’yı değil, kendi itibarını düşündüğünü görebiliyorsunuz. Entelektüel olması onu yumuşatmıyor; zekâsı onu daha da acımasızlaştırıyor.

ADALET ARAYIŞI

“Satıcı”, adalet arayışı üzerine ilerleyen bir filmken son bölümde merhametsizliğe odaklanıyor. İmad’ın polis gibi davrandığı sahnelerde Ferhadi rengini belli etmiyor ama “savcı, yargıç ve infaz memuru” olduğu sahnelerde “Satıcı”nın asıl meselesi billurlaşıyor. Her şey kibir ve merhametsizlikle ilgili… Öyle bir finale varıyoruz ki filmin hukukun anlam ve gerekliliği üzerine çekildiğini dahi düşünmek mümkün.

SİNİR BOZUCU FİNAL

“Bir Ayrılık” ve “Geçmiş”, vicdani hesaplaşmalar üzerine filmlerdi. “Satıcı” ise intikam, ceza ve merhamet temaları üzerine odaklanıyor. Ne var ki, Ferhadi’nin önceki iki filmdeki gibi benzersiz anlar yakaladığını söylemek zor. Öykü “Satıcının Ölümü”yle derin bir akrabalık bağı taşımıyor. Açılıştaki oyuncusuz tiyatro dekoru fikri, görsel hoşluğun ötesinde anlamlı bir yere bağlanmıyor. İlk 30 dakikadaki hareketli kamera, Ferhadi’nin sade üslubuna pek uymuyor. Özetle tüm bunlar filme çok şey katmıyor. Ama Ferhadi, bir öykü anlatıcısı olarak günümüzün en ilgiye değer sinemacılarından biri. “Satıcı” sık sık “Ben olsam ne yapardım?” diye düşündüren, finalinde ise sinir bozucu ama seyre değer bir film.

Mehmet Açar, Haber Türk

Çağdaş İran toplumundan manzaralar

Satıcı (2016) geliyor, özellikle Abbas Kiarüstemi’nin yakın zamanda ölümünden sonra babasız kalan ve birçok bilinen ismi de artık pek çalışamayan bir ülkenin en önemli sinemacısı adına yine bizlere heyecan veriyor.

Ardında yarım düzine film bulunan 1972 doğumlu yönetmeni, 2009’da sanırım Berlin’de keşfettiğimiz Elly Hakkında’dan beri merakla izliyoruz. Festivallerin gözdesi olup Bir Ayrılık’la 2012’de en iyi yabancı film Oscar’ını da alan yönetmen, az ama öz çalışıyor. Fransa’da çektiği Geçmiş adlı filmini de sevmiştik, ama bu yeni filmi öncekilerin düzeyine çıkan bir alçakgönüllü başyapıt.

Film İran’ın kültürlü üst sınıfları arasında, özelikle de sanatçı bir çevrede geçiyor. Hemen başta, bir gece çökmek üzere olan bir binada oturanların binayı telaşla terketmelerini izliyoruz. Gerçi çökmüyor, ama boşaltılıyor ve o tehlikeli durumda kalıyor.

O gece tanıdığımız İmad ve Rana çifti, tiyatrocudurlar. Ve o sırada Arthur Miller’in ünlü oyunu Satıcının Ölümü’nü sahneye koymaktadırlar: İmad yönetmen, Rana baş oyuncu olarak…

Aceleyle taşındıkları yeni dairede, Rana bir akşam aşağıdan çalan zilin İmad olduğunu düşünüp kapısını açık bırakır. Ve girdiği banyoda saldırıya uğrar. Komşuları tarafından yaralı ve baygın bir halde bulunup hastaneye kaldırılır.

Anlaşılır ki orada kötü şöhretli bir kadın uzun süre oturmuş ve kendine devamlı müşteriler edinmiştir. Onun için gelen bir adam da Rana’ya saldırmıştır.

Öyle bir sorundur ki bu, o ülkede bir kadının dile düşmesi olabilecek en korkunç şeydir. Bu açıdan, koca polise gitmekte alabildiğine çekingen davranır. Ayrıca kadına nasıl saldırıldığı, yani tecavüze uğrayıp uğramadığı bilinmez: ne kadın söyler, ne de adam sorar!.. Üstelik erkeğin kadına gerçekten sahip çıkması ve böyle bir durumda onu sımsıcak bir sevgi ve şefkat mantosuyla sarması da pek gerçekleşmez.

Oyun yeniden başlar, ama ikisinin de aklı bu sorundadır. Erkeğinki daha çok adamı bulup intikamını alma yönünde olsa da…

Ferhadi her zamanki gibi son derece sakin ve soğukkanlı olan sinemasını, amansız bir dürbün gibi toplumuna yöneltiyor.

[…] Bu sapasağlam kişisel dram, büyük bir inandırıcılık ve sadeliği içinde bir soyluluk duygusu içeriyor. Ve yüzyılların kültürünü yaşamış bir toplumun günümüzdeki durumu ve birçok şeyin arasında sıkışıp kalmışlığı üzerine görkemli bir parabol oluşturuyor.

Son olarak, yabancı film dalında Oscar’a aday gösterilen filmin çok başarılı kadın oyuncusu Tarane Alidosti’nin ABD’ye ayak basmama kararını alkışlıyorum. Sanatçı “Trump’ın İranlılara vize yasağı koyması bir ırkçılıktır. Bu karar, bir kültürel etkinliği içersin ya da içermesin fark etmez. 2017 Akademi Ödülleri’ne katılmayacağım ve protesto edeceğim” diyerek açıkladı kararını…

Ve bence yapması gerekeni yapmış oldu. Böyle anlarda her gerçek sanatçı muktedirlerin baskı ve anlayışsızlığına karşı çıkmalıdır çünkü…

Atilla Dorsay, T24

Ferhadi’nin ‘Satıcı’ Filminde de Tekrar Ettiği Anlatımın Kodları

İran Sineması’nda yeni bir kuşağın ilk temsilcisi olan Asgar Ferhadi’nin son filmi Satıcı (2016), kimi kısmi farklarla beraber Ferhadi sinemasının tipik bir örneği. Bu sinemanın temelinde iki usta yönetmenin filmlerini üzerine bina ettikleri yapı yer alıyor. Bunlar Hitchcock gerilimi ve Kiyarüstemi gerçekçiliği. Ferhadi, bu iki ustanın filmlerine hâkim dokuyu mezcederek başarılı bir anlatı kurmayı başarıyor. Bu anlatıyı kurarken klasik dile getirdiği açılım da oldukça önemli.

Klasik sinema dilini deforme ediyor

Asgar Ferhadi, iyi bir yönetmenden çok iyi bir senarist aslında. Klasik sinemanın anlatı kurma kodlarını kullanarak, değişken özdeşleşme durumları ile seyircinin konumunu film boyunca sürekli değiştiriyor. Bu yapı, klasik sinemanın baştan çok belirgin biçimde seyirciye özdeşleşmesi için sunduğu karakter yapısının deforme edilmesi demek aslında. Seyirci, filmi izlerken kime yakın duracağını ve kimi suçlu ilan edeceğini bir süre kestiremiyor. Daha sonra olağan şüpheliler tek tek ortaya çıkıyor. Her şüpheliden sonra da seyircinin ahlaki olarak durduğu yer ve bu ahlakla özdeşleştirdiği karakter değişiyor.

Suçlu kim?

Yargılarımızı Satıcı filmi özelinde örnekleyecek olursak, “Rana’ya saldırıp yaralanmasına sebep olan suçlu kim” sorusu filmin merkezinde duruyor. Emad ve Rana çiftinin taşındıkları yeni evi kendilerine kiralayan ve evin eski kiracısı hakkında yeterli bilgi vermeyen arkadaşları mı, eşyalarının bir kısmını evde bırakıp giden eski kiracı mı, gelenin kim olduğunu bilmeden kapıyı açan Rana mı, yahut bunların dışında eve gelen ve panikle arabasını ve telefonunu almadan giden meçhul kişi mi? Seyirci tüm bu ihtimaller içerisinde hangi karaktere yakın olacağını, kimi suçlu, kimi kahraman ilan edeceğini uzun süre kestiremiyor. Ferhadi, bundan önceki filmlerinde olduğu gibi Satıcı’da da filmin en başında seyirciden aldığı “iyi” ve –kayıp- “kötü” sayesinde hem seyircisini hem de filmini dinamik tutmayı başarıyor.

Suçlu bulununca suç kaybolur

Film ilerledikçe yeni bilgiler ve bağlantılar çıkıyor ortaya. Ve ortaya çıkan her bilgi suçluya yaklaştırırken aynı zamanda filmin gerilim yükünü arttırıyor. Seyircinin konumu da bu gerilime bağlı olarak daha radikal biçimde değişiyor. Suçluya yaklaşıldığında veya suçlu bulunduğunda ise suçun mahiyeti çeşitlenmeye başlıyor. Satıcı’da suçlunun bulunmasından sonra asıl suçun bir insanın yaralanmasına sebep olmak mı, ihanet mi ya da suçluyu bulmak yerine intikam alma duygusuna kapılmak mı olduğu ile karşı karşıya kalınıyor.

Tüm bu suç ve suçlu sarmalı içerisinden herkesin ve her şeyin suça ortak olduğu, suçluluğun toplumsallığın merkezini teşkil ettiği gibi bir sonuç çıkıyor Ferhadi filmlerinden. Yahut insan varsa suç ve suçlu vardır gibi bir neticeye varılıyor.

Analitik senaryo, bütünlüklü film

Asgar Ferhadi’nin son derece analitik bir yerden film senaryolarını dokuduğu aşikâr. Fakat bu analitik yapı, filme dönerken film lehine zayıflıyor ve bazen de tamamen ortadan kalkıyor. Yönetmenin senaryoyu eklektiklikten kurtarıp bütünlüklü bir yapıda filme aktarmasında kullanmış olduğu gerçekçi dilin katkısı da büyük şüphesiz.

Ve Oscar

Ferhadi’nin 2012 yılında Bir Ayrılık filmiyle Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı’nı almasında ve de Satıcı filmiyle tekrar aday olmasında klasik dile getirmiş olduğu bu açılımın katkısı büyük. O, her filminde, geliştirdiği bu dili tekrar etse de ahlaki meseleleri bu dille tartışmak yoluna gitmesiyle festival ve ödüllerin vazgeçilmezi oluyor. Tabi söz konusu İran olunca işe politikanın kendiliğinden katılıyor oluşu da ödül mekanizması açısından işin avantası, belki de temeli.

Serdar Arslan – Dünya Bizim