A Separation / Bir Ayrılık

Filmin Adı: A Separation (Bir Ayrılık)

Yapımı: 2011- İran İslam Cumhuriyeti

Tür: Dram

Süre: 123 Dak.

Yönetmen: Asghar Farhadi

Oyuncular: Leila Hatami , Peyman Moaadi , Sareh Bayat , Shahab Hosseini , Sarina Farhadi

IMDb: 8,4

2011 yılının en çok ses getiren filmlerinden olan, aynı zamanda da En İyi Yabancı Film dalında oscar kazanan A Separation, boşanmak üzere olan ama çocukların velayeti konusunda ikileme düşen bir çiftin öyküsünü anlatıyor. Simin, kocası Nader ve kızı Telmeh ile birlikte İran’ ı terk etmek istemektedir. Fakat Nader’ in alzheimer babasını terk etmeyi reddetmesi üzerine Simin boşanma davası açar ve dava mahkeme tarafından reddedilince Simin annesi ve babasının yanına yerleşir. Telmeh ise babasıyla kalmaya karar vermiştir. Nader babasına ve kızına bakması için hamile bir genç kadın tutar ama bu durum fazlasıyla soruna yol açacaktır. İran’da var olan sosyal yaşam, hukuk sistemi ve inanç konularında ciddi gözlemler yapabileceğiniz filmde; boşanma sürecinde ailenin yaşadıkları, alzheimer hastalığının belirtilerini, hastaların nasıl yaşam sürdüklerini ile ilgili bilgiler bulabileceksiniz.

Filmin İncelenmesi:

Nader (Payman Moaadi): Alzheimer hastası olan babasının bakımını üstlenen kişidir. Film boyunca kendisini vefalı, fedakâr ve özverili bir karakter olarak görüyoruz. Hayatında çok zor problemler yaşamış olsa da soğukkanlı bir karakterdir.

Simin (Leila Hatemi): Ülkedeki politik durumdan hoşnut olmayan ve bu ülkede ailesinin bir geleceği olmadığını düşünen biridir. Film boyunca kendisini haklı sebepleri olan karamsar bir anne rolünde izliyoruz.

Razieh (Sareh Bayat): Hayatında dini değerlerin ön plana çıktığı ve hayatını buna göre konumlandıran biridir. Çekingen bir karakter olduğu söylenebilir. Bu karakterde, İran’ın sosyo-politik yapısı neticesinde kadın-erkek ilişkisi gözlemleyebiliyoruz. Filmde daha çok kendisini, eşinin boyunduruğu altında kalmış bir karakter olarak izliyoruz. Razieh karakterinin film boyunca büyük sorunlar içinde kalmasına biraz bu durum yol açmıştır. Razieh büyük bir acı yaşamıştır. Film boyuncu kendisini hep sorunlar içinde görüyoruz.

Hodjad (Shahab Hosseini): Hakkını arayan ve savunan ama sinirlerini kontrol edemeyen oldukça fevri birisidir. Bu durum onun konuşmalarına ve davranışlarına çok kolaylıkla yansıdığı gözlemlenebilir. Eşinin kendisinden korktuğu ve çekindiğini görüyoruz. Filmde kendisini iletişim yönünden zayıf bir karakter olarak izliyoruz.

Termeh (Sarina Farhadi): Nader ve Simin’in kızı. Anne ve babasını bir arada tutmak için çabalayan birisidir ve bunun için çok fedakarlıklar yapmıştır ancak bu sürecinin kendisini oldukça yıprattığını görüyoruz. Çünkü iki yetişkin olan anne ve babasının boşanmasını engelleyebileceğini düşünmesi kendisine çok zarar vermiştir. Kısaca, Termeh karakterinde anne-babanın geçimsizliğinin çocuk üzerindeki etkilerini gözlemleyebileceksiniz.

Filmi genel açıdan yorumlarsak; adalet, vicdan, ahlak, erdem, inanç gibi insanoğlunun karanlık dehlizlerinde gezen, doğunun insanlarının sıradan hayatlarını, ikilemlerini, gurur-sevgi sevgi-adalet ve hayat-inanç arasında bocalamasını aktarmaya çalışan ve bunu yaparken tüm karakterlerin kendince haklı olduğu dram ve gerçeklikle yoğrulmuş bir film.

Ahmet YAŞAR, İnönü Üniversitesi

Psikolektif

Nigar

Nigar – 2017 – İran Filmi

Babasının şüpheli intiharı sonrasında Nigar, bir gün rüyasında babasını görür ve uyandığında elinde bulduğu çekle birlikte bu işin peşine düşer. Her gün gördüğü rüyalar sonucunda Nigar rüya ile gerçeği ayırt edemez hale gelir. Tüm bu yaşananlar, yıllardır gizli kalmış her şeyi açığa çıkaracaktır. Babası, kızını korumak için can vermiştir ve öldükten sonra da kızını korumaya devam etmektedir…

İran’ın zengin ailelerinden olan Feramerz ailesinin yaşadığı mutlu hayat, aile babası Veliyan’ın bir gün, hiç beklenmedik şekilde intihar etmesiyle birlikte bozulur. Kızı Nigar, darmadağın olan annesini toplamaya çalışırken bir yandan babasının intihar ettiğine bir türlü inanmaz. Babasının çalışma odasında uyuyakalan Nigar, rüyasında babasını görür ve uyandığında elinde Vahit Behtaş tarafından yazılmış bir çek bulur. Evlerinin ellerinden gitmemesi için bu çekteki paraya ihtiyacı olan Nigar, çekin sahibinin peşine düşer. Bu esnada, yıllardır babasıyla birlikte çalışan ve aile dostları olan Peyman’dan da yardım ister ve birlikte hareket ederler. Rüyalar günlerce devam eder. Nigar gerçek ile rüyayı birbirinden ayırt edemez hale gelir. Bir anda rüyadayken, ertesi gün aynı olayı yaşarken bulur kendini ve bunları da Peyman ile paylaşır.

Vahit Behtaş kötü bir adamdır ve parayı ödemeye yanaşmaz. Eli silahlı ve tehlikeli bu adamların ortasına tek başına giren Nigar, babasının öldürüldüğüne artık emindir. Gördüğü rüyalardan biliyordur ki eniştesi ve Peyman da bu işin içindedir. Ancak onların olayla olan bağlantısını çözmesi biraz zaman alır. Babasının son anında izlediği videoyu, babasının gözünden izleyene kadar Peyman’ın bu olaydaki rolünü anlayamaz.

Filmdeki kaçma kovalama ve dövüşme sahneleri oldukça gerçekçi olarak izleyiciye yansıtılmış. Senaryo kurgusu ise son anda şok etkisi yaratacak şekilde işlenmiş. İzleyicinin başta hiç şüphe etmediği Peyman karakterinin, tüm olanların sorumlusu olduğunun ortaya çıktığı sahnede Nigar’ın aldığı karar ve babasının intikamını doğru kişilerden almasıyla film son buluyor. Aksiyon, suç ve dram türlerini içinde barındıran Nigar filmi, saplantılı bir şekilde seven bir adamın, aşık olduğu kızın kendisinden başka sevdiği her şeyden nefret etmesi ve hepsini yok etmek istemesini alt metin olarak izleyiciye sunuyor.

Özgür Yol

Özgür Yol – 2012 – İran Filmi

Genç bir din adamı olan Salman, kısa bir süre sonra en yakın arkadaşı Murtaza’nın kız kardeşi Perisa ile dünya evine girecektir. Havza’da eğitim gören Salman, gelecekteki mesleğinin sorumluluğunun da bilincindedir. Ancak bir gün, hiç beklemediği bir olaya karışır. Murtaza’nın işlediği bir suçu bilen tek kişi olan Salman, bu yükün altında ezilir. Aklını mı dinlemelidir yoksa imanını mı? Aşkını kaybetmek uğruna doğruyu mu söylemelidir yoksa inkar mı etmelidir? Salman’ın bu konuyu uzun süre düşünmek istemesi işleri içinden çıkılmaz bir hale sokacaktır.

Havza’da eğitim gören Salman ile Murtaza’nın çok eskiye dayanan bir dostluğu vardır. Murtaza’nın kız kardeşi Perisa ile Salman’ın düğün hazırlıkları neredeyse tamamlanmıştır ve çok kısa bir süre sonra dünyaevine gireceklerdir. Her şey, Salman’ın Perisa’yı okuluna ziyarete gittiği bir gün değişir. Yollarını motorla kesen Said, Perisa’yla evlenmek istediğini söyler ve tehditler savurur. Bununla da sınırlı kalmaz ve yanında getirdiği kezzabı Perisa’ya doğru atar. Perisa’yı korumaya çalışan Salman’ın kolu hafif şekilde yanar. Perisa, bu olayı abisi Murtaza’dan saklamaları gerektiğini yoksa Murtaza’nın başını belaya sokacağını söyleyerek Salman’ı ikna eder. Ancak Murtaza olayı öğrenmiştir ve onu durdurmak mümkün değildir. Salman, arkadaşını yalnız bırakmamak için Said’le konuşacağı gün onunla birlikte gider. Murtaza, Said’in iş yerine gider. Oradan Salman’ı da alarak apar topar çıkan Murtaza, ertesi gün ortadan kaybolur. Salman, Said’in evinin önünden geçerken taziye çadırını görür ve orada her şeyi anlar. Bu andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

Murtaza ve Salman, bu olaydan sonra garip davranmaya başlarlar. Çevrelerindeki herkes onlardan şüphelenir. Salman, bu olayı polise ve Said’in ailesine bildirmeyi bir sorumluluk olarak görmekte ancak hem arkadaşını hem Perisa’yı hem de ailesini zor duruma sokmak da istememektedir. Ne yaparsa yapsın sonucunda üzülen ve sevinen insanlar olacaktır. Bu konuyu Havza’da eğitim gördüğü yerdeki arkadaşlarına ve oradaki hocasına da üstü kapalı şekilde açar ancak tatmin edici bir cevap alamaz. Çünkü cevap Salman’ın içindedir. Aklı ve imanı aynı şeyi mi söylüyor yoksa ayrı şeyleri yapmasını mı söylüyor bir türlü bunun yanıtını bulamaz. Kafasını dağıtmak için bir işe girer ancak bu da işe yaramaz. Fırsat buldukça Said’in ailesinin yanına gitmeye de başlar. Tekerlekli sandalyeye mahkum erkek kardeşine yardımcı olur, kız kardeşine ve annesine de elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Bu sırada Murtaza’nın tarafında da işler iyi gitmemektedir. Bu olayı Salman ve Perisa için yaptığını savunan Murtaza’nın vicdanı da hiç rahat değildir. En sonunda Murtaza bileklerini kesip intihara kalkışınca Perisa olan biteni anlar. Salman da Murtaza’nın intihara kalkışma olayından sonra yapması gereken doğru hareketi görür. Önce Said’in ailesine, ardından polise olan biteni anlatır. Vicdanı hâlâ rahat değildir, Said’in annesinden de af diler. Ardından hastaneye gider. Perisa’yla evlenemeyeceğini söyler.

Salman, vicdanının sesini dinlemiş ve bir cinayeti aydınlatmıştır. Bu karar, onun gelecekteki hayatını da etkileyecek bir karar olmuştur. Hayatı bir anda altüst olmuş gibi görünse de belki de Salman, yaşamak istemediği bir hayattan kurtulmuş ve özgür seçimleriyle yaşayabileceği bir hayata doğru yol almaya başlamıştır…

 

Hayal ile Gerçek Arasında Bir Kovalamaca; Nigar

Haya ile gerçeğin dünyasında bulundunuz mu? Kendi zihninizde kaybolduğunuzu hissettiniz mi? Kendi zihnimizin bile ihanet ettiği bir dünyada kime güvenebiliriz ki? Bazen hayal ile gerçeği ayırt edemeyecek noktalara gelebiliriz. Bu duruma gelmemizde yaşadıklarımız ve çevremiz etkili olabilir. Psikolojide buna şizofreni deniliyor. Şizofreniz, kişinin neyin gerçek neyin hayali olduğunu anlayamadığı bir zihinsel hastalık, bir psikozdur. Zaman zaman psikotik rahatsızlığı olanlar gerçekle ilişkilerini kaybederler. İran sinemasının son yıllarda aksiyon/gerilim dalında verdiği en önemli eserlerden birisi olan Nigar filminin başkarakteri -aynı zamanda filmin adı- tam da böyle bir durumdadır.

Hakikat nedir? Gerçek Nedir? Gerçek ile hakikat kavramları birbirinden farklıdır. Gerçek nesnel gerçekliği, hakikat ise bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. Hakikat kavramını en iyi şekilde açıklayan diyalektik materyalist felsefedir. “Bahçemizde bir ağaç görürüz, bu nesnel gerçekliktir; bu ağaç bilincimizde yansır, bahçemizdeki ağaca uygun olarak doğru yansıdığı ölçüde hakikattir.”[1] Sigmund Freud, “Bir insanın yapabileceği en iyi şey kendine karşı tümüyle dürüst olmaya çalışmasıdır.”[2] der.

Nigar, bir gerçeği mi arıyor yoksa doğruları mı istiyor? İşte tam burada bir ikilem yaşıyoruz. Nigar, ne istiyor? Birçok sahneden sonra istediği şeyin kendi doğruları ışığında gerçekleri istediği oluyor. Aslında Nigar, kendisinin yönettiği ve psikolojik açıdan sığındığı bir liman olan kendi gerçekliklerinde babası ile her şeyden önce de kendisiyle hesaplaşıyor. Filmin başlarında uykuya daldığında babasıyla yaptığı konuşmada birbirlerini tekrar etmeleri ve gerçeklik algısının daha o noktada yıkılması bize çok şey anlatıyor.

Filmin birçok yerinde Nigar, kendi benliğinden ayrılarak olayları aydınlatacak kişilerin benliklerine bürünüyor. Örneğin annesinin yanına uzandığında kendisini babasının bedeninde hissediyor ve onun okuduğu kitabı okuyor.

Gerçeği Ararken Gerçeklikten Kopmak

Nigar’ın başına gelen tam olarak bu aslında. Gerçeklik algısı öyle bir yıkılıyor ki seyirci de bir süre sonra neyin gerçek neyin doğru olduğunu bir türlü kavrayamaz hale geliyor. Aslında bu seyirci açısından filmin içerisinde kalması adına iyi bir durum. Filmde kalıpları yıkan bir diğer unsur ise erkek başrol karakteri olan Peyman’ın mafya ile mücadelesinin altında yatan temel sebeplerin çıkar ilişkisinden çok başka olması.

Filmde kullanılan psikolojik öğelerin sadece şizofreni ile sınırlı kaldığını düşünürsek yanılmış oluruz. Nigar aynı zamanda bir uyurgezerdir. Yine filmin başına dönecek olursak uyuduğu ve babasıyla birbirlerini tekrar ettikleri sahnede babasının elinde gördüğü şeyi uyandığında kendi elinde bulur. Bu da onun uyurgezer olduğunu ve bilinçaltına yer eden bazı olayların açığa çıktığının göstergesi olarak karşımızda duruyor. Uyurgezerler düşük bilinç halinde olmalarına rağmen, yavaş dalga uykusu aşamasından kaynaklanan ve genellikle tam bir bilinç durumunda gerçekleştirdikleri faaliyetleri gerçekleştirirler.[3] Bütün bir film Nigar’ın psikolojisi ve savaşı üzerine kuruludur. Aslında farkında olmasa da aynı zamanda kendisi ile de savaşmaktadır.

Yönetmen Rambud Cevan, bizlere insan psikolojisinden yansımalar sunmaktadır. Neyin gerçek ne olmadığına bizlerin karar vermesi gerekiyor bir bakıma… Gerçekten yaşadığımız hayattı ne kadar tecrübe edebiliyoruz? Başta sormuştuk, kendi zihnimiz bile bize ihanet ederken kime, nasıl güvenebiliriz? Neden güvenmeliyiz? Yönetmen bizlere hayatın yanılsamalarını ve kendi düşüncelerimize göre yaşayabildiğimizi, kendi zihnimizde kaybolabildiğimizi, karanlık köşelerden kişiliğimizin bilmediğimiz yönlerini çıkarttığımızı gösteriyor. Gerçekten biz kimiz? Bizler ne düşünürsek onu görürüz.

Kaynakça
[1] Felsefe Terimleri Sözlüğü
[2] Sigmund Freud: Bir Yanılsamanın Geleceği”, İdea Yayınları, 2000, İstanbul, s. 23.
[3] Uyurgezerlik, WikiZero

Özkan Köprülü

İran Yetimhanesi

İran Yetimhanesi Filminin Konusu: İngilizlerin İran’ı işgalinden sonraki İran’ın durumunu Mırza Küçük Han’ın kızının gözünden işgal sonrası bir yetimhanede yaşanan sıkıntıları izliyoruz.

İngiltere hangi ülkenin sınırlarına adım atsa her zaman olduğu gibi sıkıntı, kıtlık, hastalık ve zulüm getirmiştir. Ama bu felaketleri hiçbir zaman haberlerde, tarih kitaplarında göremezsiniz. Çünkü onlar dünyaya karşı kirli yüzlerini göstermemek için hep maske kullanırlar.

İngilizler İran’a girdiğinde de durum değişmiyor. 9 milyon insan yiyecek ve ilaç bulamamaktan vebaya yakalanıp ölüyorlar.

Peki neden mi, yiyecek bulamıyorlar. Çünkü İngiliz yanlısı vatan hainleri ülkedeki bütün yiyecekleri toplayıp ambarlarda saklıyorlar sonrası karaborsa hesabı fahiş fiyattan satmak. Halkın elinde de para olmadığına göre açlıktan ve hastalıktan ölmeye mahkum bırakılıyor.

Bu film 2-3 aya bir tekrar izlenmeli bence, neden mi insanoğlu içinde bulunduğu rahatı, bolluğu tekrar tekrar görsün de dini, vatanı ve milleti için çalışsın diye.

Bu film ise;

İran’ın tarih kitaplarında bile yazmayan 1918 yıllarında yaşadığı zor zamanlarına götürür bizi. Mırza Küçük Han ve babasının Yetimhanesi ile tanıştırılırız. Bu yetimhane ki savaştan (savaş demek doğru olur mu bilmiyorum çünkü halkın İngilizlerle savaşacak silahı dahi yok kısacası zulümden) ailelerini kaybeden binlerce çocuğun kaldı yetimhane ki burada çocuklara kuran eğitimi gibi birçok eğitim verilip temel ihtiyaçları karşılanır.

Mırza Küçük Han savaş döneminde bu yetimler aç kalmasın vebadan ölmesin diye bütün varlığını canını, evladını dahi bu uğurda feda eder.

Mırza Küçük Han başta olmak üzere vatan için canını feda eden birçok insanın hayatından kısa bir kesittir bu film.

En Güzel Sahneler

**Yetimhanede ki çocukların yokluk ve hastalıktan dolayı yetimhane görevlileri tarafından saçlarının sıfıra vurulması üzerine , saçlarının kesilmesini istemeyen çocukların ağlamalarını duyan Mırza Küçük Han’ın da saçlarını sıfıra vurdurmasıydı.

Buradan çıkarılması gereken düşünce ise kısaca;

Bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız buna ilk kendinizden başlayın.

** Mırza Küçük Han tek kişilik ordu, mücahit ve zeki bir adam kendisi gibi oğlu da cengaver.

Oğlunun cengaverliğini ise şu sahnede en iyi şekilde anlıyoruz;

Vereme yakalanmış iki arkadaşı acil hastaneye götürülmesi gerekiyor ama onlara dokunulduğunda verem dokunan kişiye de de geçecek buna rağmen arkadaşlarını at arabasına bindirip hastahaneye götürüyor ki, hastahaneye geldiklerinde kendisi de veremden vefat ediyor.

** Mırza Küçük Han’nın amcasının oğlu Hüsam’ın sahnesiydi. Hüsam annesi İngiliz babası İngilizlerden farkı kalmamış İranlı gazetecidir. Hüsam böyle bir ailede büyümüş mücahit bir genç.

Hüsam İngiliz ordusunda savaş muhabirliği yaptığı sıralarda Mırza Küçük Han’a çocuklar için gerekli ilaç arabasının yerini söyleyerek istihbarat sağlıyor. Tabi bunun bedeli ağır oluyor ve işkence edilerek öldürülüyor.

İran’da veya zulüm gören başka bir ülkede. Mirza Küçük Han, karısı, oğlu, amcasının oğlu hüsam ve doktor amcası gibi 50 kişi daha olsaydı belki İngiliz zulmüne maruz kalınmazdı

Öyleyse cesur olmalı düşmandan korkmamalı ve vatan için yârdan evlattan dahi vazgeçilebilmeli.

Negar 2017

Negar 2017

Negar isimli bir kadının, babasının şüpheli ölümünü araştırmasıyla başlayan gerilim dolu hikayeyi ele alıyor film.

Başta Negar’ın masum yüzünün film için dezavantaj olacakken bir anda gerilimi artıran bir unsur olduğunu belirtmem gerekir. Bilinçli bir seçim mi bilinmez fakat bir çok sahnede, hem karakterle özdeşleşmeyi hem de her insanın içindeki duyguları yansıtması için güzel bir yol olmuş. Özellikle Negar’ın duygu dönüşümü güzeldi.

Genel anlamda İran sineması klasiği olarak durağan bir film olarak göze çarpıyor. 90 dakikalık kısa süresine rağmen olay örgüsüne giriş ve gelişme durağan işlenmiş. Ancak film müzikleri ve ses kurgusu gerçekten filme sizi tutmayı başarıyor. Özellikle sonlarına doğru artan gerilimin tek çekim noktası bu seslerin iyi kullanımı. Duyguların ön plana çıktığı bir tür olmamasına rağmen, böyle filmlerde karakterin yaşadığı intikam duygusu iyi verildiğinde, film başka hallere girer. Negar filmi için bunu söylemek biraz güç oldu. Duygu kısmında bir sorun olmasa da, karşılaştığı sorunla alakalı bir yerlerde soru işaretleri oluşuyor. Teknik anlamda olmasa da bir şeyler eksik kalmış sanki.

Hikaye olarak fazlasıyla benzer konular işlenildiği için çok dikkate değer bir yanı pek yok, işleniş olarak filmi beğenmemle birlikte oyunculukların da duru olduğunu söylemek gerekir. Bazı filmler hafızalarda uzun süre yer alır, Negar filmi de sanırım karakter betimlemesi nedeniyle bir süre hafızalarınızı zorlayacaktır. Eğer konuya birkaç olay çatışması unsuru daha eklenseydi, çok daha güzel bir film çıkabilirdi.

Özetle, gerilim, dram dengesi iyi kurulmuş bir film izleyeceksiniz. Eğer polisiye seviyorsanız, olay çatışmalarının çok olmadığı, sizi yormayacak şekilde olay çözümü hakkında ufak tefek fikir yürütebileceğiniz bir film isterseniz, izleyebilirsiniz.

Gerçekten güzel vakit geçirtti.

Khoda Nazdik Ast

Khoda Nazdik Ast / Allah Yakındır 2006

“Başka bir Leyla’yı arıyorum, kimsenin benden alıp götüremeyeceği”

Vurdun, yıktın, yığdın geçirdin beni Ali Veziriyan.

Şimdiye kadar izlediğim en güzel İran filmlerinden biriydi. Neden bu kadar beklemişim , ertelemişim bilemiyorum. Siz de benim gibi aynı hata içindeyseniz yapmayın ve filmi mutlaka izleyin.

Bir garip Rıza bir Leyla’ya tutulur,
Deli gibi aşık olur ama masumca.

Leyla ulaşımı zor bir köye öğretmen olarak atanır. Herkesin pek ciddiye almadığı, akli hafif geri sayılıp deli diye anılanlardandır.

Elinde bir motoru ve bu motorla insan taşımacılığı yapar.

İşte bu vesileyle Leyla öğretmenle tanışır ve her gün onu evinden alıp okula , okuldan alıp evine götürür.

Ta ki her gün önünde Leyla’yı beklediği o kocaman mavi kapı açılmayıncaya kadar.

Tutulmak ne demektir ?

Tutulmak, en güzel olanı sevmek demek,
Yani aşk ateşini kalbinde yakmak demek,
Yani kalp gözü ve kulağının açılması demek.

İşte böyle tutulmuştur Rıza Leyla’sına.

Deliyken divaneye dönmüştür ama aşkı beşer öyle bir şeye vesile olmuştur ki Rabbim keşke hepimize nasip etse.

Öldüm öldüm öldüm.

Son sahne hele beni gömdü.

Yine yazarken bile ağlamaya devam ettiğim bir filmle karşı karşıyayım uzun zaman sonra.

İran filmleri az şeyle çok şey anlatan filmler biliyorsunuz , ama buradaki anlatılanlar beni o kadar etkiledi ki anlatamıyorum şu an.

Bu filmi izledikten sonra herkes aşkını bir gözden geçirecektir.

Ve sonra da eğer kullandıysa “ben aşık oldum” cümlesini ciddi ciddi , utanıp aşkın bizzat kendisinden özür dilemek isteyecektir.

Arka plan müziği, müthiş değerli diyalogları, okunan Kuran ayetleriyle sadece kalbime dokunmadı, avuçlarının içine aldı resmen.

Aşkı lafta yaşayanların pek anlayamayacağını düşündüğüm bu nadide eseri umarım sadece değerini bilecek olanlar izler.

Çok sevdim demek az kalıyor.

Yeni Kaynak sitesinden izleyebilirsiniz.

Elma ve Selma

Elma ve Selma 2011

Allah kuluna kafi değil midir?

İran filmlerine birazcık ara vermiştim, dün akşam bu arayı sonlandırmak amaçlı ismi komedi filmlerini andıran Elma ve Selma filmini izledim.

Bir elmaydı Ademi Selmayla buluşturan
Rabbim istedikten sonra neden olmasın

İran filmlerinin güzelliği nerede biliyor musunuz? Film bittikten sonra düşündürmesi ama farklı ve derin düşündürüyor.

Kendimi çok sorguladığım uykularımı kaçıracak kadar derinlere daldığım bir gece geçirdim.

Arada bunu yapmamız lazım ki kendimize gelelim.

Tasavvufun güzelliği, Allah’a bağlılığın mükafatı, hayatı kolayken nasıl zora çevirdiğimizi, insanlar üzerindeki haklarımızı anlatan çok güzel bir film.

Ama ben sanki bu filmi layıkıyla anlayamadım gibi hissettim, bilmiyorum neden.

İmam-ı Azam hazretlerinin babasının başından geçen elma hikayesini çoğunuz bilirsiniz.

İşte bu filmde o hikayenin biraz günümüze uyarlanmış şekli.

Birgün genç bir din öğrencisi köyünü ziyaret edip annesinin ona seçtiği kızla evlenmek üzere köyüne doğru yol alır.

Yolda başına gelen birkaç başka olaydan sonra bir bahçe görür.

Ve oradaki suyla abdest alıp namaz kılacekken suya bir elma düşer.

Elmayı alıp düşünmeden bir ısırık alır.

Ve hikaye orada başlar.

Düşünmeden aldığı o ısırık büyük bir vicdan azabına dönüşür.

Bu elmanın sahibi kim, helallik almalıyım diyerek başlar bahçenin sahibini aramaya.

Malum günümüzdeki insanlar oğlancağızın bu derdini pek anlamaz, alt tarafı bir elma nolacak ki, abartıyorsun gibi şeyler söylerler.

Ama neymiş:

“Ha bir elma yemişsin, ha bir bahçe. Ya da tüm dünyayı: HARAM haramdır!!!

Haram hep az ile başlayıp çok ile bitermiş.”

İşte gencimiz de bunun farkında olduğundan helallik almanın ne kadar önemli olduğunu kavramıştır.

Tamamen teslimiyeti anlatan bu filmin benim için en etkili sahneleri yol kenarında satıcılık yapan amcanın halleri ve sözleri olmuştu. Çok duygulanıp ağladım.

Aynı ayetle başlayıp yine ayetle biten bu filmin yorumunu ben de sürekli pişmanlık duyacağı işleri bilinçsizce yapan insanoğluna en büyük müjdelerden biri olan bu ayetle bitireceğim!

Allah onların önce işledikleri en kötü suçları bile örtecek ve ettikleri iyiliklerin mükafatını daha güzel bir surette verecektir. Allah kuluna kafi değil midir?” Zümer 36

Kafisin Rabbim!

Arkadaşımın Evi Nerede?

Arkadaşımın Evi Nerede? 1987

Bugünlerde eğer vaktinizi film izlemekle geçirmek istiyosanız, tercihiniz şu film olsun.

Çünkü, sorumluluk hissetmenin, sevincin ve hüznün, güvenin en saf halini sadece çocuklarda görebiliyoruz.

Merak ediyorum, hepimiz bu masum çocukluk devresini geçirdiğimiz halde kimimiz nasıl oluyor da bütün güzellikleri hafızasından silip teröristleşebiliyor?

Filmin Konusu (alıntıdır)

“Sekiz yaşındaki Ahmet ödevini yapmaya oturduğunda yanlışlıkla sınıf arkadaşı Muhammed Rıza’nın da okul defterini aldığını fark eder. Muhammed’in ödevini art arda iki gün defteri yerine kağıda yapması yüzünden zaten öğretmeni tarafından azarlandığını ve bunun tekrarında okuldan atılmakla tehdit edildiğini bildiği için defteri geri vermesi gerektiğini düşünür. Ama arkadaşının nerede oturduğunu bilmemektedir. Buna rağmen öğleden sonrasını onun komşu köydeki evini aramakla geçirir.”

Hiç akla gelmeyecek muhteşem bir konu.. ve yine çok sessiz sakin ama büyük duyguları anlatan muhteşem bir İran filmi. Çocukların samimi tavırlarının yanı sıra filmde benim en çok ilgimi çeken ve gerçekten herkesin bir oturup düşünmesi gereken bir noktası da, çocuklarımızı ne kadar ciddiye alıyoruz? Ne kadar dinleyip onları ne kadar konuşturuyoruz?

Onları güzel yetiştirelim arkadaşlar, yoksa Allah muhafaza sadece kişisel olarak başımıza bela değil devletimize milletimize de vebal olurlar.

Filmi çok çok beğendiğimi belirtip, mutlaka izlemenizi tavsiye ediyor, Mecid Mecidi filmlerine nazaran sonu çok şükür açık bitmiyor diye de ekleyip bitiriyorum.

Kaplumbağalar Da Uçar

Kaplumbağalar Da Uçar [2004]

“Sana atlaslar, haritalar gösterecekler. Adına sınır dedikleri bazı çizgilerle çevrildiğini göreceksin yaşadığın yerlerin. Bütün bunlar kurmaca. Gerçekte tüm yeryüzü Allah’ındır ve gerçekte yürüyebildiğin kadar senindir tüm coğrafyalar.”

İnsanoglunun neyi paylaşamadığını bilmeden birbirine savaş açtığı günümüzde, eğer izlemediyseniz bu filmi oturun izleyin.

Hazmetmesi izlemesi kabullenmesi çok zor olsa da aklımızı başımıza almazsak başımıza gelecekler aynen bunlardır diye haykırıyor içinde bulunduğumuz vakit.

Film İran İslam Cumhuriyeti, Irak ve Fransa ortak yapımıymış ve birçok dalda ödül almış.

Hepimizin ölüp gideceği, alimlerin yaşlı bir koca karıya benzettiği şu dünya için küçücük yüreklere bu kadar büyük acılar çektirmeye değer mi ki?

Savaşın şimdiye kadar kime ne kadar faydası oldu bilemiyorum ama en büyük zararı kesinlikle çocuklar görüyor.

Kaplumbağalar Da Uçar Filminin Konusu:

Mülteci kampında çocukların başından geçen olayları konu almış film.

Hepsi bir yanda Agri’nin hikayesi beni mahvetmişti. Askerler tarafından tecavüze uğrayan bu 13 yaslarindaki kız hamile kalır ve çocuğu dünyaya getirir.

Mayın toplarken kollarını kaybeden kendinden birkaç yaş büyük abisi ve artık 2 yaşına girmiş olan görme engelli çocuğuyla yaşam mücadelesi veren bu kız, kamptaki 13 yaşındaki “Satellit” lakabını almış olan bir oğlanla tanışır ve yürek yakan birçok olay meydana gelir.

İnsanoğlu işte fıtratı nedeniyle bir yaşam direnişi içinde. Ne olursa olsun hadi öleyim ben madem diyemiyor kolay kolay.

Çabalıyor gereksizce çabalıyor hem de bu da bizim hem en zayıf hem de en güçlü tarafımız.

Masum çocukların hayatları sadece birkaç dolar değerindeymiş meğer diyosunuz filmi izlerken, ve onların yerine kendi evlatlarınızı koyunca daha da bir kötü oluyorsunuz.

Rabbim birlik ve beraberliğimizi bozmasın, aklımızı da başımızdan almasın ki şu durumlara düşmeyelim inşallah.

Zaten üstesinden nasıl geleceğiz nasıl hesap vereceğiz dediğimiz sorgu sual günlerimiz gelecek, üstüne daha fazlasını eklemeyelim.

Rabbim vicdansızlara dahi vicdan versin artık.

Filmi mutlaka izleyin.