Howze Naghashi

Meryem ve Rıza aynı kaderi paylaşan bir çifttir. Fakat aralarına aynı kandan olup ayrı kadere sahip Süheyl katılır. Süheyl, yaşının getirdiği heyecanı ailesinde bulamamaktadır ve arayış içine girmiştir.

Meryem ve Rıza’nın monoton fakat huzurlu hayatı; aksilikler zinciri karşısında dik durmaya ve pişmanlıklarını telafi etmeye çalışacaktır. 6. uzun metraj filmi olan Maziar Miri, insan iç dünyasının, gerçek dış dünya kadar acımasız olmadığını fakat ondan daha güçlü olduğunu sübliminal mesajlar desteğiyle empoze etmiş. İran sinemasının saygın ve özgün örneklerinden birine imza atan Miri toplumsal mesajlara da yer vermiş, engelli bireylerin toplumda “normal olmayan” şeklinde tanımlanmasını gündeme getirmiş. 2001 yapımı olan “I am Sam” filmi ile paralel temaya sahip bir işlenişin yanı sıra oyunculuklar oldukça başarılı. Sean Penn tiplemesine yakın bir Shahab Hosseini oyunculuğu oldukça doyurucu olmuş.

Çaresizlik içinde olan bir çift ve tekdüze hayattan sıkılan, büyüme çağındaki bir çocuk ile arasındaki kopukluğu tutabilecek tek şey sevgi kavramıdır. Doğuştan gelen engellerle sistemin getirdiği engellerin birleşmesi, sevgi kavramını öldürmeye yeterli olabilecek mi? Rıza ve Meryem’in masum dünyası, Süheyl’in heyecanına ayak uydurabilecek mi? Hayatın içinden bir çok kesitlerle soruları cevaplayan film aynı zamanda İran kültürünü lanse etmeyi de iyi başarmış.

İnsanoğlunun çaresizliği ve toplumun “anormal” görünen insanlara karşı bakış açılarını sosyolojik bir açıdan yansıtmış. Aşk ve sevginin zeka ile değil de kalp ile bağlı olduğu ise psikolojik bir dille anlatılmış. Aklın kandırılması her ne kadar kolay olsa da insan kalbinin kolay kanmayacağını çarpıcı şekilde vurgulanmış.

Film, İran Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanmış ve aynı zamanda Asia Pasific ödüllerinde UNESCO ödülüne de layık görülmüştür.

Çarpıcı müzikleriyle filmin atmosferi ve duygusallık ön plana çıkmış. Aynı duygusallık repliklerle de desteklenmiş.92 dakikalık kısa süresi ve akıcı ilerleyişiyle sıkmayan, aynı zamanda izlerken düşündüren, kıymet kavramını vurgulayan bir film olmuş. Yer yer sistem eleştirisi de yapan, edebi cümlelerle senaryoyu güçlendiren yapısı var. Son zamanlarda yükselişe geçen “popüler teknoloji sineması”nın arasında unutulmuş, mumla aradığımız gerçek duygular yansıtan bir senaryoya sahip. İran kültür ve sinemasının popüler olamayan, kıyıda köşede kalmış nadide filmlerinden “Resim Havuzu” mutlaka izlenmesi gereken bir yapım…

Resim Havuzu

İran filmi; Resim Havuzu

Meryem ve Rıza zihinsel engellidir. Bu sebeple davranışları ve hayatı algılayışları diğer yetişkinlerden farklıdır. Oğulları Süheyl ilkokul çağına gelmiştir ve artık ailesinin diğer yetişkinler gibi olmadığını fark etmektedir. Süheyl, arkadaşlarının ailelerine özenmekte ve ailesinin toplum içerisindeki davranışlarından rahatsız olmaktadır.

Meryem ve Rıza birbirlerine aşk ile bağlıdır. Süheyl’in mutlu olması için de çabalamaktadırlar. Bir gün Süheyl’in okulundan annesine toplantı daveti gelir ve olaylar gelişir. Süheyl ailesini kendisine yakıştıramıyordur ve annesinin okula gelmesinden rahatsız olmuştur. Süheyl kendi ailesini seçmeye karar verir ve 10 yaşındaki bir çocuk için son derece radikal bir adım atacaktır.

Süheyl’in seçimi, vazgeçişi ve kararlı tavrı dikkat çekmektedir. Süheyl özgür iradesi ile seçtiği aileyi zamanla kendi ailesi ile karşılaştırmaya başlar. İnsanın dayatılmış toplum normlarına karşı aciziyeti ve duygusal bağa direnen duruşu muazzam işlenmiştir. Bir diğer taraftan ise uzak durulan anlarda dahi gönül bağı ile ilişki kurulanlardan ayrı kalınamayacağı sıcak ve farkındalık yaratan bir üslup ile anlatılmıştır.

Başrol oyuncuları Nigar Cevahiriyan ve Şahap Hüseyni film boyunca gerçek birer engelli gibi performans sergiliyor.

“İsminin anlamını biliyor musun?
Bir yıldızın adı…
Eğer görebilirsen çok güzel bir yıldızdır.”

Görebilme yetisini yeniden keşfedebilmek için beyaz perdeye taşınmış bir senaryo, her saniyesi izlemeye değer.

Altın ve Bakır

Molla olma yolunda kendini ailesinden ve toplumdan soyutlayan Seyyid ile dokunduğu hayata mutluluk ve hoşgörü tohumlarını serpen Zehra’nın evliliğinin zamanla değişimi konu alınıyor; Altın ve Bakır. Rahatsızlığı sebebi ile ailesinden ve çok sevdiği kocasından vazgeçmeyi göze alan Zehra, zamanla eşi Seyyid’in kendisi için yapabileceklerini görüyor.

Film İslami normların üzerine kurulmuş olsa da inanca farklı boyut getirerek izleyiciyi iyi insan olma, hayatı algılama ve Yaradan’dan ötürü sevmeyi hatırlatıyor. İnanç ve ibadetin bazen durmaksızın okumakla bazen ise tek kelime okuyamayacak hale gelip gönülden inanmaktan geçtiğini betimliyor.

Down sendromlu komşunun mum yakarak dua edişine karşı Molla adayı Seyyid’in tebessümle bakan gözleri de tüm inançlara olan saygıyı naifçe aşılıyor. Yanakları kızartan mahcubiyet ile işlenmiş, zarif bir aşk hikayesi. İzleyiciye verilen tüm mesajlara ek olarak; “Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynı ise yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi, hiçbir kitapta yazmaz.” der. Öylesine iç ürpertir, öylesine kendine aşık eder ki film, defalarca izleme isteği uyandırır.

Hamit Muhammedi’nin muazzam senaryosu, Humayun Esediyan’ın yönetmenliğinde hayata geçmiştir. Film naif dili ile İran sinemasının en önemli eserleri arasında yer alıyor. İzleyiciyi unutulmayacak kadar derin etkileyen bir film.

Ye’s ve Ümit

İran filmi; Her Gece Yalnızlık

Atiye daha önce babasının vefatına sebep olan hastalığa yakalanmıştır ve ameliyat olmayı reddeder. Atiye’nin eşi Hamit onu tekrar hayata bağlayabilmek için umut dolu yaklaşır ve Atiye’yi ameliyat olmaya ikna etmeye çalışmaktadır. Kadın ölümden korkmasına rağmen kendisini sessizce ölüme terk eder ve bu süreçte eşini kendisinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Hamit, Atiye’ye olan aşkından hiçbir şey kaybetmemiştir. Kadının yalnızlaşan ve vazgeçmiş tavırları Hamit’i çok etkilemekte; ancak adam eşine içinde bulunduğu durumu yansıtmamaktadır. Atiye’nin yeniden hayata tutunmak için bir sebebe ihtiyacı vardır. Bir gün ansızın ufak bir mucize ile karşılaşır. Atiye, yaşadığı mucize ile içindeki tüm insani duyguların harekete geçtiğine tanık olur. Kaybetmekten ve kendi içinde kaybolmaktan korktuğunun farkına varan kadın teslim olmak ile mücadele etmek arasındaki ayrıma gelmiştir. Artık Atiye için karar verme zamanıdır.

İran sinemasının kendine özgü dili ile anlatılan filmde İslami öğeler dikkat çekiyor. Filmin temeli inancını ve kendini kaybetmiş bir kadın üzerine kurulmuş olsa da yaşanan farklı hayatlara ilişkin sorgulayıcı tavır da dikkat çekiyor. Yaşamı sorgulayan, felsefesi olan filmlerden keyif alanlar için başarılı bir yapıt. Güven kavramına ilişkin birbirinden farklı çok sayıda duruma tanıklık edebilecek, filmde kendinizi bulabileceğiniz repliklere kulak verebileceksiniz. Leyla Hatemi ve Hamit Behdad muazzam oyunculukları ile dikkat çekiyor. Umut yorulabilir ama yanınızdakiler size sizden fazla inanıyorlarsa; yola yorgun da devam edilebilir. Çeşitli sebeplerle kendini ya da inancını kaybetmiş bireyler için hem sorgulatıcı hem de tedavi edici nitelikte bir film.

Allah Yakındır

KHODA NAZDİK AST (HÜDÂ NEZDİK EST) / GOD İS NEAR / ALLAH YAKINDIR

Yönetmen Ali Vezirian’ın gerçek aşkı (ilahi) anlatan 2006 yapımı ödüllü filmi Allah Yakındır. Rıza’nın bir köy öğretmenine olan mecazi aşkından ilahi aşkı bulmasını anlatan filmde Hâfız El Şirâzî’nin şiirlerine rastlamak mümkün.

Allah Yakındır, bir köy yerinde öğretmenlik yapmaya başlayan genç bir öğretmen ve onu kasabadan köye getirip götüren motosiklet sürücüsü olan Rıza arasında filizlenen aşk hikâyesini konu alıyor gibi görünse de Rıza’nın bu yolda ilahi aşka ulaşmasını anlatıyor. Yaşadığı köydekiler tarafından biraz aklı havada olarak tanımlanan bir gençtir Rıza. Bakış açısı gerçekten de yaşadığı çevredeki insanlardan biraz daha farklı olan bu genç, ana yol selden zarar gördüğü için geçimini motosiklet taksiciliği yaparak kazanmaktadır. Bir gün tesadüf eseri köyün yeni öğretmeni onun motosikletine biner. Rıza Bu genç öğretmene âşık olur. Bu aşk onu divane etmiştir.

“Beni âşık ettin ama vefâ etmedin,

Ey bânû cân!

Beni ayırdın aşkından sen,

Ey bânû cân!

Beni dünyada avâre bıraktın,

Ey bânû cân!

Ağaçlar şimdi çiçek açmaya başladı,

Ey bânû, bânû cân!”

Film ilmi ve felsefi açıdan yeterli diyaloğa sahip olsa da kişiler arsında geçen diyaloglarda durağanlıkların olması yer yer sıkılmaya sebep verebiliyor. Ama bazı yerlerde durup düşünebiliyorsunuz. Sizi can evinizden vuran diyaloglar bir kez daha izleme isteği doğuruyor. Felsefi açıdan değerlendirmek ve sindirerek izlemek gerek. Ayrıca diyalogların içine gizlenmiş sembolleri de ayrıca yorumlamak gerek. Film bu açıdan değerlendirildiğinde keşfedilmemiş güzelliklerle dolu.

Allah Yakındır filmi ile yönetmen İranlı yönetmen Ali Vezirianİran 25. Uluslararası Fecr” Film Festivalinde, En İyi Yönetmen ve İtalya’da “10. Din ve Günümüz” Film Festivalinde “Don Tonino Bello” ödüllerini kazandı. Ayrıca “Rıza” rolünde izlediğimiz Babek Hamidiyan da “Cambaz” filmindeki şahane oyunculuğuyla “İran Sinema Kutlaması”nda En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almış.

İran yapımlarını ve Tasavvuf filmlerini seviyorsanız Allah Yakındır’a mutlaka bir şans vermelisiniz.

“Geldi üzerime üç keder, bir anda yalnızlık, esaret ve sevgilinin hasreti.

Yalnızlık ve esaretin çaresi var, ama, sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti…”

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır, orijinal adıyla Tala ve Mes, 2011 yılı İran yapımı bir filmdir. Filmin oyuncu kadrosunda, Negar Javaherian, Behrouz Shaibi ve Javad Ezati yer alıyor. IMDB puanı 7,6 olan filmin yönetmenliğini ise Humayun Esediyan yapmış.

Humayun Esediyan’ın yönetmenliğini yaptığı bu İran filminde, din öğrencisi Seyyid Rıza’nın hayatı anlatılmaktadır. Seyyid Rıza, dini ilimler ile meşgul bir öğrencidir. Eşinde MS (Multipl Skleroz) hastalığı teşhis edildikten sonra, öğrendiği ilimleri hayata geçirmek zorunda olduğunu düşünür. Esediyan’ın büyük bir başarı ile yönettiği filmde, Tahran’daki günlük hayat gayet güzel bir şekilde ele alınırken, dünyada herkesi ve her şeyi birbirine sıkıca bağlayan aşkı, seyirciye Hafız Şirazi ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin şiirsel anlatılarıyla bezeyip anlatmaya çalışıyor.

Dilerseniz filmin künyesine bir göz atalım:

• Yönetmen: Humayun Esediyan
• Oyuncular: Nigar Cevahiriyan, Behruz Şuibi, Cevat İzzeti, Mihran Recebi, Rıza Radmaniş
• Tür: Dram
• Yapım Yılı: 2011
• Senaryo: Hamit Muhammedi
• Ülkesi: İran İslam Cumhuriyeti
• Süre: 97 Dakika
• Orijinal İsim: Tala ve Mes

İnsanın içinde aşk varsa eğer, bakışları, söyledikleri, düşündükleri kısacası tüm hayatı değişir. Nasıl ki insanın içine ilk önce bir aşk ateşi düşer de sonra bu ateş, emek ile uğraşarak sevgi haline getirilir, işte bakır da altına dönüşmek için, tıpkı böyle bir emek ve uğraş gerektirir. Tıpkı, insanın içine düşen aşk ateşinin, sevgiye dönüşmesi gibi…

Homayoun Assadian’ın mükemmel yönetme kabiliyeti ve senaryo sahibi Hamit Muhammedi’nin tesirli dili ile sinemaseverler için adeta bir seyir zevkine dönüşen filmde, şu dünyada yaşayıp giderken, büyük şeylerin peşinde koşmaktan aslında daha küçük ve güzel şeyleri nasıl kaçırdığımız anlatılıyor. Bu film, gözlerimizi ufuktan ayırıp, ayaklarımıza bakmamızı sağlıyor…

Bu film, bilgiye, öğrenmeye, ilim görmeye aşık Seyyid Rıza ile Zehra’nın hayatında bir pencere açıyor bize. Aldığı muazzam eğitime rağmen hala bir arayış içerisinde olan Seyyid Rıza, Tahran’daki bir medreseye giderek, orada eğitimini tamamlamayı düşünür. Ömrünü ilim yolunda harcamaya niyetlenmişken, kendisine ve çocuklarına ömrünü adayan, can parçası eşinin, hastalığını öğrenir. Bu haber onu çok derinden etkiler ve düşüncelere dalar Seyyid Rıza…

Bir gece yarısında düştükleri hastanede düşünür Zehra, aniden ortaya çıkan ve tabiri caizse ocaklarını söndüren bu MS hastalığı, aslında aylardır iyiden iyiye kendini hissettiriyordur. Kocasına ne olacağını düşünür, çocuklarına kimin bakacağını ve onların akıbetlerini düşünür, ancak hiçbir sonuca varamaz.

Seyyid Rıza’yı artık bambaşka bir hayat beklemektedir. Bugüne kadar varlığı ile ilgili hiç düşünceye dalmamışçasına, karısının yokluğunu sonuna kadar hisseder. Yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çocukları okula göndermek onun için günlük rutin işler halini alır. Seyyid Rıza artık çok değişmiştir.

Film bize, kalp gözü açıksa eğer, yani kalbi sakat değilse insanın, diğer engellerin hiçbir önemi olmadığını öğretiyor adeta. Mesela Seyyid Rıza’nın komşusunun kızı Ayda, elindeki eski teypten sürekli aynı şarkıyı dinler. Seyyid Rıza’ya destek olur bu zor zamanlarında. Filmin bir can alıcı sahnesi ise, ocakta pişen yemeği gösteren Ayda’nın o yanan yemeği kendi kalbiyle özdeşleştirmesidir.

“Sizin hayır gibi gördüğünüz işlerde şer, şer gibi gördüğünüz işlerde ise hayır vardır. Ancak siz bilmezsiniz.” Ayet-i kerimesine binaen, film gerçekten de şerlerden hayır, hayırlardan şerrin nasıl çıktığını gözler önüne sermektedir. Mesela, Zehra’nın başına gelen bu felaket, bir ailenin dağılmasına engel olur, kaldığı hastanede Zehra’nın hemşiresi olan Sepide, Zehra’dan hayata ve evliliğe dair çok şey öğrenir. Bu sebeple, boşanmanın eşiğine geldikleri kocasına, evliliklerini kurtarmak için bir şans verir.

Sevgilerini de aşklarını da bakışlarının derinliklerinde gizleyebilen ve birbirlerine karşılıksız bir muhabbet besleyen karı koca olarak, Zehra ve Seyyid Rıza, hakikaten de gerçek aşkın nasıl olması gerektiğini, daha doğrusu aslında gerçek aşkın ne olduğunu, oyunculukları ile bize fazlasıyla gösteriyorlar.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir…
Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar.
İnsanların arayıp durduğu bu kimya aştır, gerisi çerçöptür.
Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı.
Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Bu dizeler, yetiyor filmin güzelliğini anlatmaya, şimdiden iyi seyirler…

candide

Senin Dünyanda Saat Kaç?

Anlık bir karar ile Fransa’dan Tahran’a dönen Guli kendi hayatına yabancılaştığını fark eder. Onu İran’a çağıran geçmişten gelen bir fotoğraf ve ufak bir nottur. Guli ülkesine döndüğünde onu şehrine bağlayan aile bireylerini çoktan kaybetmiştir fakat çocukluğu hala onu beklemektedir.

Ferhat, ilkokul yıllarından beri Guli’ye aşıktır. Öyle ki adam yarı meczup yarı akıllı olarak hayatına devam etmektedir. Ferhat’ın romantik hayalleri, beklentileri ve çocukluğundan biriktirdiği anıları vardır. Guli, hiç hatırlamadığı bu adamdan çocukluğunu dinler; yıllarca Paris’te yaşamış birisi için geçmişi, hayatı ve çocukluğu ile yüzleşmek hem cezbedici hem de korkutucudur. Guli hiç hatırlamadığı anılarını adeta bir hikaye gibi dinler. Tanımadığı biri tarafından kendisine dair her şeyin biliniyor olması Guli’yi rahatsız etmiş olsa da Ferhat’tan bir türlü uzaklaşamamaktadır. Aşkın meczup, sabırlı, masum ve çocuksu halleri ile birbir karşılaşma olanağı tanır Ferhat’ın alışıla gelmişin dışında kalan tavırları.

Guli, Paris’e gelen not ve fotoğrafın göndericisini aramakta ve hikayesini merak etmektedir. Fotoğrafın altından çıkan hikaye ile hem varoluşunu hem de aşkı yeniden sorgulamayı öğrenecektir. Ülkesine dönmesi ile beraber ailesinin izlerini, çocukluğunu ve kendini yeniden bulan Guli için Paris yavaş yavaş cazibesini yitirmektedir. Kimse tarafından tanınmadığı Fransa mı, 20 yıl sonra ani bir karar ile döndüğü, herkes tarafından tanındığı ve anılar ile karşılandığı İran mı; diye düşünmeye başlamıştır bile. 20 yıl boyunca yaşadıkları ve öncesinde olanları öğrenmesi ile karar vermek oldukça güçleşecektir. Guli, seneler sonra gerçekleştirdiği bu seyahatte başka bir Guli ve başka bir hayatla tanışacaktır. Daha önce hiç duymadığı fazlasıyla teslimiyetçi, romantik ve hatta delice bulacağı aşk hikayelerine tanıklık edecektir. Yönetmen Variş yağmurunun sesi ile izleyiciye filmin içinde duygusal geçişler vadediyor.

Senin Dünyanda Saat Kaç?” farklı coğrafyalarda yetişip başkalaşmış hayatların çocukluk evresinde atılan temeller ile özünde ayrışma ve birleşmelerini kendi üslubu ile usulca fısıldıyor. İran sinemasının başarılı örneklerinden birini izlemek, hayatın ve aşkın bambaşka algılarına tanıklık etmek için eşsiz bir örnek. “Bir başkasının gözünden kendini dinlemek keyifli mi yoksa ürkütücü mü?” karar izleyicinin.

myself

Her Gece Yalnızlık

Yönetmen; Resul Sadr Ameli
Senaryo; Kambuzya Pertuvi ve Resul Sadr-Ameli
Yapımcı; Seyyid Kemal Tabatabai
Süre; 82 dakika

Leyla Hatemi ve Hamit Behdad’ın başrollerini paylaştığı “Her Gece Yalnızlık” 2007 yılında vizyona giren dram ağırlıklı bu film İranın sokaklarında, İmam Rıza Türbesinde ve Camiisi’nde çekilmiştir. İzleyenlerin oldukça beğenisini kazanmıştır.

Dram ağırlıklı olmasına rağmen romantizmi de görebileceğiniz psikolojik bir filmdir. Bir çok İran filminde başrol oynayan Leyla Hatemi’nin yine muhteşem performansına şahit olabilirsiniz bu filmde.

Film bir şiir gibi bazen yavaş bazen hızlı, sadece konuya odaklanılmış güzel bir yapım. Aşk, dram işlenilmiş ve tamamen seyirciye aktarmayı başarılmış. Sorunlar yaşanan bir evlilik hikayesi gibi daha çok.

Filmin başlarında üzgün bir kadın ve sürekli emir veren bir koca görmekteyiz. Aralarını düzeltmek için sorgulayan hangisinin doğru olduğuna karar veremeyen bir kadın…Yoldaş mı? Tanıyor muyum? Güveniyor muyum? Diye sorgulayan Atiye güvenmenin daha önemli olacağını düşünmektedir.

Kendini oldukça yalnız hisseden Atiye yaşadıklarını bir günlüğe aktarıyordu. Ancak Atiye evde kendini yalnız hissederken eşi Hamit onun hastalığı için uğraşmakta ve bilgi edinmekteydi. Farkındalığı ve pozitifliliğiyle, bir yandan da asık suratıyla kafa karıştıran Leyla Hatemi usta oyunculuğuyla ne olursa olsun umudunu kaybetmek istemeyen bir kadını bizlere sergiliyor.

Yalnızlığı, aşkı, karamsarlığı ve umudu bu denli anlatan bir film gerçekten inanılmaz. Hepsinin harmanlandığı psikoloji ağırlıklı gerekse filmin akışı gerekse müzikleriyle gerçekten izlediğinizde sizi şaşırtabilecek bir film.

Cennetin Çocukları

Yönetmen; Mecid Mecidi
Yapımcı; Seyit Sait Seyyid-zade
Senaryo; Mecid Mecidi
Süre; 89 dakika

1997 yapımı bir film, Cennetin Çocukları. Gümüş ayı en iyi erkek oyuncu ödülü alan Rıza Naci’yi başrolde görmekteyiz.

Gerçekten harika bir yapım. Yoksulluk ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Kız kardeşinin ayakkabılarını kaybettiği için kendi ayakkabısını onla paylaşan bir abi. Ailesinin durumu kötü olduğu için bir çok fedakarlık yapan çocuklar.. Filmin adını hakkıyla veriyorlar.

Yaşları küçük olmasına rağmen Zehra’nın abisi olan Ali’nin oyunculuğu cidden mükemmel, mimikleriyle izleyicilerin içini burkuyor. Küçük yaşına rağmen gerçekten o anı bizlere yaşatıyor.

Filmin ilk 10 dakikasında bile duygu seline kapılabilirsiniz. Kardeşinin ayakkabılarını kaybettiği için üzüntü yaşayan Ali kardeşiyle ailesine zorluk yaşatmamak için ayakkabılarını paylaşmakta, kız kardeşi ondan yaşça küçük olmasına rağmen bu olayı annesine anlatmayıp üzüntüsünü içinde yaşıyor.

Sadece Ali değil, filmdeki herkesin oyunculuğu filmi iliklerinize kadar hissetmenizi sağlıyor. Küçük şeylerle bile mutlu olabilmeyi insanlara öğretiyor, her ne olursa olsun hayat karşınıza ne zorluk çıkartırsa çıkartsın gülebileceğimizi bizlere aşılıyor.

Fazla söze gerek yok aslında, bu film benim favorim oldu. Yoksulluğu, zorluklarla başa çıkmayı, sabrı ve azmi bizlere sunan bu filmi kesinlikle izlemenizi öneriyorum.

Senin Dünyanda Saat Kaç?

İran denince aklınıza gelebilecek çoğu önyargı içeren cümleleri bir kenara bırakın. Düşündüklerinizde haklı olmadığınızı anlayacağınız bir film anlatacağız. Safi Yezdanian’ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Senin Dünyanda Saat Kaç?” adlı filmimizde İran’da çok sevilen ve bilinen bir ailenin kızı olan Leyla Hatemi (Gil-i Gül) gerçek hayattaki eşi olduğunu öğrendiğim Ali Musaffa (Ferhat) başrolleri paylaşıyor. Leyla Hatemi’yi Oscar ödüllü “A Separation” filminden de hatırlayanlar olacaktır.

Filmde Güli 20 sene sonra ülkesine gelmeye karar veriyor. Onunla ilk Tahran Havaalanında telefonla konuşurken karşılaşıyoruz. Paris’te ressamlık yaptığı hayatını nedensizce bırakıp ülkesine tatile gelmeye karar vermiş. Annesi öldüğünde bile gelmeyi tercih etmediği memleketine bir anda geldiği için mahallelinin ilgisini çekiyor tabi. En çok da Ferhat’ın. Aslında Ferhat zaten hiç unutmamış Güli’yi. Ferhat Güli’nin hayatıyla ilgili her detayı biliyor, her ayrıntı hakkında yorum yapıyor, eski arkadaşlarını ve onlara ne olduklarını anlatıyor, ölen annesi hakkında bile bilgi sahibi. Bu durum Güli’nin korkmasına sebep oluyor çünkü Ferhat ile hiç tanışmamış. Ferhat’ın anlattıkları memleketinden kopan, annesinin cenazesine gelmeyen, arkadaşlarını pek de hatırlamayan kendine yabancılaşmış Güli’nin hayatını ve anılarını sorgulamasına sebep oluyor.

“Kalp kırmak bir sanatsa eğer, sesi ayarsız bir kaz gazel okur” Güli kendi geçmişini ararken tartıcının söyledikleri takılır bir yerlere. Belki cenazesine neden gitmediğini bilmediğimiz annesini düşünür. Güli eski evinin etrafında gezerken sürekli her köşeden bir anı çıkar. Bazen Ferhat’ın anılarına da denk geldiğimiz olur. Güli’nin annesi Havva ile olanları görürüz. Ferhat bazen Fransız usülü peynir hazırlıyordur, Havva Hanım Güli gibi kahvaltı edebilsin diye bazen bir Boş çorbası yapıyordur. Ferhat bu arada çocuklara Fransızca öğreten bir öğretmendir bir yandan da çercevecidir. Gençlik fotoğrafını çerçeveletip şehrin sokaklarını bir de onunla gezmek isteyen Necdi Bey beni çok etkiledi, arkada çalan müzikle kendimi bir anda Çağan Irmak filmlerinden birindeymişim gibi hissettim.

Müzik severleri de eli boş çevirmeyecek bir film. Christophe Rızai tarafından yapılan açılış müziği Güli Can tavsiyemizdir. Kulaklarınıza çok aşina gelen melodiler duyarsanız şaşırmayın.

Kara gözler..
Derin gözler..
Tüm sırlarımı bilen gözler..
Gelmemi bekleyen gözler..