Mecid Mecidi’nin 2001 yılında yaptığı ve yaklaşık 17 ödül alan filmi; Baran.
Rus işgali sonrası ortaya çıkan Taliban yönetimi ve ardından gelen Amerikan işgalinin yarattığı kaotik ortamdan dolayı İran’a göç eden Afganlı muhacirlerin dramını fon olarak kullanan bir film. Asıl derdi ise modern dünyaya gerçek bir aşk masalını okumak. Aşkı katledip çirkinleştiren bütün düşünceleri yerle bir ederken aşkı haram kılanlara da meydan okuyor.
İlk önce şunu söylemiş olalım. Film baştan sona tamamen alegorik bir anlatım. Hikayeyi bu şekilde okursak yönetmenin maksadına ulaşabiliriz. Salt görünenlerle kifayet etmek yönetmene çok büyük haksızlık olur. Öyleyse sahne sahne başlayalım anlatmaya…
Latif inşaatta çalışan hırçın, asi, kinci ve kabına sığmayan Azeri bir delikanlı. İşi işçilerin yemeği ve çayını hazırlamak, yani zor değil. Müteahhidin yanında babasının emaneti olarak çalışıyor.
Hikâyemiz İnşaatta çalışmaları yasak olan Afganistanlı kaçak işçilerden Necef’in dördüncü kattan düşüp ayağını kırması ile başlar. Necef geçinebilmek için yerine oğlu Rahmet’i gönderir. Kısa bir süre sonra Rahmet’in inşaat işlerinde çalışamayacağı anlaşılınca Latif’in işini alır. Latif işini kaybedip inşaatın zorluğuyla tanışınca Rahmete kin duyması kaçınılmazdır ve ona çektirmediği kalamaz, ta ki onun erkek olmadığını görünceye kadar. Rüzgârda mutfağın uçuşan perdelerin arasında, kirli bir aynada saçlarını toplarken görür onu.
Bir esinti ve hakikati örten hicabın yırtılması… gerçekler apaçık ortadır. Maşuku görüp âşık olmamak mümkün mü?
Hakikat perdeler arasında gizli, kalp onu görmeye meyyal ve akıl bundan habersiz. Bir nazar yeterlidir, divanelik başlar Mecnun olur, Ferhat olur, Latif olur taştan kalp. Ferhat gibi dağları deler, balyozla. Dağ delinir ışık huzmeleri saçılır dünyasına. Kalbi kafesteki kuş gibidir, aşkına nazar etmektir tek derdi, bir daha görmek, bir daha görmek…
Leyla yemek dağıtır da Mecnun orda olmaz mı? Herkese tek tek ekmeğini uzatırken ona farklı davranmasını bekler; mesela tasını fırlatmasını, ya da ekmeği başına çalmasını ya da başka bir şey. Ama Leyla henüz Leyla değil ki… Mecnunun kalbi yangın yeri… Görebileceğiniz her ateş onun kalbini yakan ateşten daha soğuktur…
Ve işte Leyla ona özel çay koyar bir duvarın üstüne. Artık ölse de gam değil… İnanmıyorsanız Baran’ın kontrol memurlarından kaçtığı sahnede latifin çabasına bakın. Dayak, gözaltı, ceza hiçbir şey umurunda değil.
Tam da aşkın ırmağında coşmuşken Afganlılar artık çalışmayacağı için firak başlar. Güvercinler sevdanın masum yoldaşları, ona maşuktan bir hediye sunuyor; maşukun saçının bir tek teli, mahrem mi mahrem, ateş gibi dokunması yasak. Ey kutsal ayna, maşuku gösteren ayna, aşkı tattıran ayna, umudu yeşerten ayna, var mı dünyada bu derde bir çare be ayna! Latif’in kalbi zemheride yangın yeri…
Yalnız olanların komşusu Allah’tır, diyor ayakkabı tamircisi. Latif o serseri ve kaba genç aşkın en gizli sırlarına kalbini açıyor. Aşk diye bildiği ve zevk olarak anladığı duygunun bir bilinç, bir farkındalık olduğunu öğrenince yanıp küle döneceğini anlıyor.
Ve Latif yalnızlık imtihanındadır. İzin alır, Baranın peşine düşer. Baran çok kötü şartlarda çalışmaktadır, babasının ayağı kırık, ailesine bakmak zorundadır. Latif bir yıllık çalışmasının karşılığı olan parayı müteahhitten alır ve Baranın babasına gönderir. Ulaşmaz, zaten aslolan ulaşması değildir. Aslolan aşkı uğruna neyi varsa feda edebilmektir. Maşuk biliyor mu, o da mühim değil. Maşukun buna layık olması yeterlidir.
Biraz parası vardır kutuda, daha önce verdiğinin yanında hiçtir aslında. Onu da alır ve Baran’ın babasına koltuk değneği alır.
Baran’ın babası inşaata, müteahhitten borç istemeye gelir ve eli boş döner. Latif’in buna dayanacak gücü var mı? Yok elbette! tek varlığı kimliğidir, onu satmaya yani benliğini bağışlamaya hazırdır. Kimliğini satar ve parasını müteahhidin gönderdiğini söyleyerek Necef’e verir. Artık benliği tamamen yok olmuştur. Pervane ateşi seyretmekten vazgeçmiş, ateşin merkezine atmıştır kendini…
Necef Afganistan’a geri dönmek zorunda olduğunu ve dönüşte borcunu mutlaka ödeyeceğini söyler. Latif minnet etmeyecektir, hangi âşık maşuku için yaptıklarını dile getirmeye cüret edebilir ki? (Şehvetperestlerin aşk dediği ihtiraslarını bu temiz vadiye yaklaştırmayın lütfen.) Necef’in içi rahat olsun diye borcu olmadığını ve rahat bir şekilde gidebileceğini söyleyip firak dolu hayata doğru koşar, çaresizdir. Yolu türbesi olan bir mescide düşer, daha önce ona yol gösteren güvercinler yerine bu sefer kırmızı balıklar vardır. Yine bir esinti ve aralanan perdeler, yine yırtılan hicap ve ortaya çıkan hakikat; bu defa hakiki maşukun evindedir… Aşka boyun eğmek demek, huzura girerken şapkayı çıkarıp tevazuuyla girmek, tam teslim olmak demektir…
Ve veda sahnesi, aşk filmlerinin en vazgeçilmezi…
Sindrella’nın kristal pabuç masalına karşı, gerçek bir lastik ayakkabı gerçeği… bir daha dönüşü olmayan bir ayrılıktır bu ve maşuktan geriye kalan sadece bir ayak izi… Latif o kadar mutludur ki o ayak izini seyrederken. Zaten âşık maşukuna hiçbir zaman doyasıya bakmaya cesaret edemez, ancak ondan kalan ize, işrete bakabilir. Bu iş bu kadar sade ve bu kadar durudur.
Baran’ın ayak izi ve yağan baran; bütün kâinatı kuşatan ve bütün aşk ateşlerini soğutan, onları silip süpüren hakiki aşkın gücü. Rahmettir, Baran‘dır onun adı…
Ahmet Demir, Doğru Haber