Kategori arşivi: Eylül Eylül

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır” adlı İran filmi Tahran’da geçmektedir.

Seyyid Rıza, çok sevdiği eşi Zehra Sadat, kızları Atife ve bir de bebekleri emir Ali ile çekirdek bir ailedir. Rıza medrese dersleri alır. Zehra Sadat t ev hanımıdır. Yeni evlerine taşınırlar. Karşı komşu Hacı Hanım teyzedir. Down sendromlu, adı Ayda olan bir kız yeğeni ile yaşamaktadır.

Zehra Sadat, kocasına ara ara gözlerinin çift gördüğünü, halsiz hissettiğini, parmaklarının ve ayaklarının uyuştuğunu söyler. Bu durum son birkaç gün iyice sıklaşmaya başlar. Bir gece kızını uyuttuktan sonra kocasıyla koşurken ayaklarının hissizleştiğini söyler ve yatmaya giderken yere yığılır. Kocası Seyyid Rıza hemen hastaneye götürür. Doktor neyi olduğunu sorar. Zehra Sadat, el ve ayaklarının uyuştuğunu anlatır. Kocası yorgunluktan olduğunu ve son birkaç gündür böyle olduğunu dile getirir. Aslında bu uyuşmalar birkaç aydır vardır fakat Zehra Sadat kocasına söylemez. Doktor MS teşhisi koymuştur.

Zehra Sadat hastaneye yatırılınca ev işlerini ve çocuk bakımını Seyyid Rıza üstlenmek zorunda kalır. Ama başta pek becerikli değildir. Yemeği yakar. Evi temizleyemez. Zar zor bebeği altını temizler. Birkaç hafta Zehra Sadat hastanede kalır. Halı dokumacılığından geçimini sağlamaya çalışır fakat gözleri bu yüzden iyi görmemeye başlar. Artık Kur’an okuyamaz, ders veremez hale gelir. Onları üzmemek için eşine ve akrabalarına bu konuyu açamaz. Eşi hastaneden çıkar ve tekerlekli sandalyede eve getirilir. Pek bir şey yapamaz. Elleri ve ayakları tutmaz olur.

Bir gün Zehra Sadat kızına makarna yapmak ister ama elleri tutmadığı için tenceredeki suyu döker makarnayı döker. Komşu hacı hanım gelir ona yardım etmek ister ama kabul etmez. Zahra Sadat bağırır isyan eder. O anda kocası Seyyid Rıza gelir onla da tartışırlar. Zehra Sadat artık kendisini yetersiz görmekten yakınır. Çok üzgündür ikisi de.

Seyyid Rıza da halıyı bitirir ve götürür. Ama gözleri artık çok iyi görmediği için sattığı adama biraz ara vermek istediğini söyler. Ardından ailesi, arkadaşı ve komşularıyla pikniğe gider. Orada Seyyid Rıza eşine Kuran’dan İnşirah suresini okur.

Son olarak Seyyid Rıza hocasının dersini kapıda dinleyerek film biter.

Öylesine samimi bir senaryo ki; karşı evin penceresindeki perdenin aralığından günlük yaşamda seyirci olduğumuz bir komşu aile draması gibi. Her bir karakterin büyük bir özenle seçilmiş olduğu hissini aktarım noktasında hayli etkili bir üslup kullanmayı başaran yönetmen, hayata ve yaşama dair sorgulanması gereken düşünceler ekseninde kaybolmamıza sebep oluyor.

Tevekkül etmek… Müslüman bilmeli ki bir şeyi çok isterse elinden geleni yapmalı, gerisini Rabbine bırakmalıdır. Ve Seyit’in Zehra’ya okuduğu İnşirah suresi her şeyi özetledi.

Film, ifade özgürlüklerine ket vurmaktan ziyade, özgün bir anlatım dili oluşturmayı başardıklarını gözler önüne sermektedir.

Günden güne kirlenen ve pas tutan yüreklerin çarptığı bir evrende, aile kavramının ne denli kutsal bir müessese olduğunu bize hatırlatan, sevgi, şefkat, özveri ve fedakarlık gibi yoksunluğunu çektiğimiz duyguları hatırlamamızı sağlayan oldukça sarsıcı bir hikaye. Film, izleyeni ‘zamanla geçer ‘ deyiminin anlamsızlaştığı bir duygu yoğunluğuna sürükler.

Birkaç Metreküp Aşk

2014 yapımı “Birkaç Metreküp Aşk” adlı İran filmi Tahran’da geçmektedir. Tahran’ın kenar mahallesinde yer alan bir fabrikada İranlı işçiler ve Afganistan’dan İran’a sığınmış kaçak işçiler çalışmaktadır. Bu mülteciler çok düşük ücretler ile adeta köle gibi çalıştırılmaktadır. Gündüzleri fabrikada çalışıp geceleri de aileleriyle birlikte fabrika yakınlarındaki birkaç metreküplük konteynır evlerde yaşamaktadırlar. Oldukça fakir bir hayat sürmektedirler. Kanları kıpır kıpır kaynayan Afgan kız Marona ile İranlı Sabir’in aralarında da yakınlık olur. Birbirlerine çocuksu ve oyun tadında derin bi sevgi duyarlar. Her ikisi de fabrikada çalışmaktadır. İş aralarında sürekli görüşürler.

Bir atölyede, işveren bir adam vardır. Oldukça yardımseverdir. Afganlara çalışacak iş ve kalacak yer imkanı sağlamaktadır. Bir İranlı tornacılık yapan dayısı için kalacak yer ve iş vermesini ister ama adam bunu hemşerisi olmasına rağmen kabul etmez. Adam Afganlara iş ve yatak verip dayısını neden kabul etmediğini sorar. Adam da onların hepsinin akraba olduğunu ve birbirlerine bağlı olduğunu, iyi anlaştıklarını söyler.

O arada da o kenar mahallede, gayet sağlıksız, hijyensiz ortamda, bir çocuk da sünnet olur.

Yağmur çamur demeden insanlar çalışmaktadır.

Bu arada Sabir ve Marona konteynır deposında sık sık görüşmeye devam ederler. Birlikte güzel vakit geçirirler. Marona eski resimlerine bakarlar. Afganistan’daki evlerinin resmini görür. Evlerine savaşta roket düşmüştür. Sabir’e annesinin ölmüş resmini, babasının ve kendi küçüklük resmini de gösterir.

Bazı kaçak işçiler de çok zor şartlarda çalışırken, polis geldiğinde dört bir yana kaçmaya başlarlar. İçerisi su dolu bir tünele saklanırlar. Polis işverenler konuşur ve kaçak Afgan işçi çalıştırmadığını söyler. Polis gidince de işçiler tekrar çalışmaya devam ederler.

Birgün Sabir evlenmek istediğini söylemek için teyzesini arar ama söyleyemez. Mahalleden bir adam çocuğun sünnet eğlencesi vardır onu davet etmeye gelir. Kendi kültür adetlerine göre kutlama yaparlar, danslar ederler ve oyunlar oynarlar. Sabir de davete katılmıştır. Gözleri Marona’yı arar. Marona da gelir tam karşılıklı otururlar ve sürekli bakışarak birbirlerine gülümserler. O gece mahalleden Sabir’in komşusu Aziz’in kuzeni ailesiyle birlikte Kabil’den gelmiştir.

Ertesi gün Sabir ve Marona konteynırda yine buluşurlar. Sabir Marona’dan onu sevdiğini söylemesini ister fakat o çok utandığı için söyleyemez. Sabir de kızın avcuna çiçek çizmek ister, kız önce inanışı gereği elini uzatmak istemez sonra çocuk dokunmadan sadece kalemin ucuyle kızın eline çiçeği çizer.

Atölyede bir Afgan ve İranlı Gaffur arasında kavga çıkar ve Sabir onları ayırır. Daha sonra işveren, Gaffur’un maaşından keser. O da işverene ağır laflar eder ve tokadı yer.

Bir sonraki gün işçiler yine çalışırken polis devriyesi geçer. İşçiler su dolu tünele koşa koşa giderler. Polis bu kez işçileri görür ve işverene gider. Biraz sonra Marona’nın babası Abdüsselama saklandıkları tünelden çıkar. Adamın canına tak etmiştir. Polise, Afganistan’a gideceklerini söyler. Polis tekrar kaçabilme ihtimalleri yüzünden inanmak istemez. Abdüsselama kızını da alır ve oradan uzaklaşırlar.

İşveren Gaffur çalışırken yakasından tutar ve onu kovar.

Morano ve babası evlerine giderler ve babası çıkış işlemlerini halledeceğini ve eşyalarını toplayıp gideceklerini söyler. Morano ve Sabir buluştuklarında bunu ona söyler. Her iki de ayrılacakları için ağlamaya başlarlar. Sabir Rahmet abisini arar ve onların gitmesini ertelemesi için yardım ister. Ayrıca evlenmek istediğini de söyler fakat adam pek sıcak bakmaz. Evliliğin kolay bir şey olmadığını dile getirir.

Sabir işverenden Morano’nun babasıyla bu evlilik meselesini konuşmasını ister ve adam da konuşur. O sırada Sabir de bu durumu Morano’ya anlatır. Abdüsselama bir hışımla eve gelir ve kızını arar bulamaz. Çok sinirli bir şekilde mahallede aramaya devam eder. Sonunda ikisi konuşurlarken kızını görür ve onları hırpalar. Kızını döver. Diğer taraftan de Sabir’i de döver. Abdüsselama onu, akrabalarının küçük düşürmemesini ister ve kovar. Kızını da sıkıştırıp elaleme rezil etmemesi için sakin davranmasını söyler ve eve doğru yönelirler. Sabir de onların evine gider ve kızını dövdüğü için haykırır. Adam evlenirlerse kendisini Afgan diye aşağılayacaklarını düşüneceği için evliliklerine karşı çıkar. İşveren adamı ikna etmeye çalışır. Gençlerin birbirlerine aşık olduklarını, onların önünde engel olmamasını ister. Diğer taraftan Sabir de Morano’yu arka tarafta görür ve onu birlikte kaçmaya ikna etmeye çalışır. Ama kız kabul etmek istemez çünkü babasını utandırmaktan ve insanların ona kötü sözler söylemelerinden korkmaktadır. Daha sonra abdüsselama kızını tekrar aramaya koyulur çünkü  araba gelmiştir ve gideceklerdir. Sabir de Morano’yu konteynırd saklar ve gitmesine engel olmaya çalışır. Kız çok korkuyordur. O esnada vinç, onların saklandıkları konteynırı, kestirme kaynak makinesi ile kesilmesi için kaldırmaya başlar. Konteynır kesilmeye başlar. Yardım için bağırmaya başlarla fakat kimse onları duymaz. Kzıın babası deli gibi onları arar ama bir türlü onlara ulaşamaz. Ve film acı bir sonla biter.

Birkaç Metreküp Aşk filmi insanları ırkına, dinine, diline göre değerlendirmememiz gerektiğini acı bir şekilde yüzümüze çarpıyor. Karşımızda hor gördüğümüz insanların da bir onuru, gururu hepsinden öte bir kalbi olduğunu unutmamamız gerekiyor. Kimse hayatını kendi elleriyle seçmiyor. Hayat bazen bazı insanların yüzünü güldürmeyebiliyor.

Vicdanın Sesi

Vicdanın Sesi” adlı film Tahran’da geçmektedir. Vahid Jalilvand’ın yönettiği İran filminin başrolünde Niki Karimi yer alıyor. Genç, dindar bir kadın olan Leyla bir fabrikada çalışarak geçimini sağlamaktadır. İşe küçük kızı Helya ile birlikte gitmektedir. Kocası Ali hasta ve felçlidir. Hayatını tekerli sandalyede geçirir. Bir gün, Celal adındaki zengin, vicdanlı ve yardımsever bir adam gazeteye verdiği reklamda yardıma ihtiyacı olan birine 10 bin dolarlık bağış yapacağını duyurur. Leyla, Ali’nin ameliyat olması için yardımsever olan Celal’in bulunduğu adrese gider ama kiminle karşılaşacağını bilmemektedir. Çünkü Celal, Leyla’nın eski nişanlısıdır. Bu nişan 20 yıl önce olmuştur. Celal, şuanda evli ve iki erkek çocuğu olmuştur. Biri hastalıktan ölmüştür.

Celal bağışı onlara yapmayı kabul eder. Ali, Celal’in neden karısını seçtiğine anlam veremez ve karısının Celal ile arasında hala bir şeyler olabileceğini ima eder.

Diğer taraftan Satari adında bir kadın vardır. Kuzeni İsmail onu bir adamın motosikletinde sarmaş dolaş görmüştür. Adamın adı Murtaza’dır. Satari, adamın kendisiyle evlenmek istediğini söyler. İsmail yine de kızı iffetsizlikle ve utanmazlıkla suçlar ve annesine söylemekle tehdit eder. Çünkü Satari’nin babası ölmüştür, eniştesi, teyzesi ve kuzeniyle yaşamaktadır. Murtaza’nın evine gidip onunla konuşmak için gitmek için kadını iteler, telefonundaki mesajları okur. Sonunda Satari, Murtaza ile dini olarak evli olduklarını İsmail’e itiraf eder. Bundan kızın ailesinden kimsenin haberi yoktur. Murtaza, kızı istemeye birçok kez gitse de Satari’nin ailesi izin vermemiştir; çünkü Murtaza’nın düzgün bir işi yoktur ve aile yaşantısı da dağınıktır. Onlar da evliliklerini gizlice yaşarlar. Bir gün Murtaza Satari’nin evine gelir teyzesi onu içeri almak istemez. O sırada İsmail pencereden görür ve aşağı iner Murtaza ile tartışmaya girerler. Tartışma esnasında sesler yükselir ve İsmail onların evlendiklerini haykırır. Teyzesi fenalık geçirir. İsmail Murtaza’ya vurmaya başlar. O anda İsmail’in bir arkadaşı da gelir ve Murtaza’yı döver. Eniştesi rezil olduklarını söyler ve İsmal Satari’yi evden kovar.  Satari, kocasının iş yerine gider ve Murtaza’nın işe gelemeyeceğini, onun yerine geldiğini söyler. Murtaza da birini dövdüğü için tutuklanmıştır. Adam da kadına yarın gelmesini söyler ama Satari’nin kalacak yeri yoktur. Orda kalmak için adamdan yardım ister. Ertesi gün Satari Murtaza’yı görmeye Karakola gider ve onu İsmail’in evden kovduğunu, gece onun işyerinde kaldığını anlatır. Daha sonra teyzesine gider. Dün gece neden evde kalmadığını, para vereceğini söyler. Satari de komşuların baktığını, gitmek zorunda olduğunu anlatır. Murtaza’nın onu neden kabul etmediklerini sorar. Ayrıca İsmail’in şikâyetini geri çekmesini de ister. Teyzesi de eğer boşanırsa onu kabul edeceklerini söyler.  Satari de yine Murtaza’nın işyerine gider, onun yerine çalışmaktadır. Binadaki çöpleri toplayarak tüm gün çalışır. Fakat oradaki görevli, orda yaşayan zenginlerin Satari’den rahatsız olduklarını, onun çalışmasını istemediklerini söyler. Satari de Murtaza’dan kan parası istedikleri için onun hala tutuklu olduğunu ve paraya ihtiyacı olduğunu anlatır. Adam da gazetede bir ilan gördüğünü, ona faydası olacağını ve bir iş bulacağını söyler. Murtaza’yı da ziyarete gider. Satari de hamiledir. Satari de Murtaza eğer çıkamazsa, bebeğiyle ne yapacağı hakkında endişelidir.

Gazetedeki ilan yüzünden sokakta kalabalık oluşmaktadır. Yardıma muhtaç insanlar, bu ilanla ortalığı karıştırır. Polis onları dağıtmakla uğraşmaktadır. Bu kadar çok paranın bağışı konusunda polis, yalan haber olduğundan şüphelenerek yardımsever adamı gözaltına alır. Adam da çok üzgündür. Birçok insan geceden beri yardım almak için beklemektedir. Sonunda en muhtaç olan insana bağışı yapacağına karar verilir. Birçok başvuru yapılır, onları incelerler.  Yardımseverin arkadaşı bu bağışın aptalca bir şey olduğu hakkında fikrini söyler. Çünkü bağış yapılacak muhtaç insanı bulmak çok zordur. Rastgele bir seçim yapmaya karar verirler ama herkesin ayrı ayrı çaresizliği vardır. Celal, suçluluk duygusu çekmemek için hala kararsızdır. Celal,  eve gider ve Leyla ile karşılaşmasını düşünür.

Ertesi gün Satari gelir ve ona paranın yarısını verebileceklerini, diğer yarısı için ise başkasına söz verdiklerini söylerler. Satari, Celal’e hamile olduğunu ve kocası dışarı çıkamazsa bebeğini doğuramayacağını söyler. Celal vicdan yapar ve eve gittiğinde altınlarını ona vermek için bulmaya çalışır. Karısı, Celal’in bu kadar yardımseverliğinden memnun değildir. Oğulları öldüğü için ikisinin de ruh halleri iyi değildir.  Celal, karısının onu anlamadığını düşünür ve o ilanı, acısı dinmesi için verdiğini söyler.

Celal ile Satari, onun bürosunda Leyla’yı beklerler. Onu arar ama Leyla’ya ulaşamaz. Son olarak çeki yazar ve Satari’ye verir.

Vicdanın Sesi filminde, bir yanda evliliğin ne kadar zorlaştırıldığı, insanların değerinin sadece paraya pula indirgendiği gözler önüne serilirken bir yanda da insanların yardıma muhtaç halleri ve yaşanan çaresizlik konu edinmiştir.