Ötekinin Babası

Çocuklar nasıl hem bu kadar vicdanlı olup hem dünyanın en acımasız varlıklarına dönüşebiliyor. Bunun sebebi hepimizin içinde var olduğu söylenen şeytan mı yoksa etrafımızdan ne görsek onu taklit etme eğilimimiz çocukluktan mı başlıyor? İkincisinin daha ağır bastığına inanmışımdır.

2015 yapımı “Ötekinin Babası” filminde bu ikilemin nelere sebep olabileceğini görüyoruz. Şahap 6 yaşında bir çocuktur fakat konuşamamaktadır. Konuşmak istemiyor desem belki daha doğru olacak. O konuşamadıkça etrafındaki insanlar onu aptal olmakla, engelli olmakla, salak olmakla, inatçı olmakla suçlayıp duruyor. İnsanlara zarar verme eğiliminde olan vahşi bir varlıkmışcasına da kendilerinden uzaklaştırıyor.

Buna kendi babası da dahil. Aslında konuşmayarak kendini anlatma çabası içinde Şahap. O nedir öyle demeyin bazen sessizlikle kendini anlatmak daha iyidir. Şahap anlaşılamadıkça hırçınlaşıyor, insanlar ona konuş dedikçe aksine konuşmuyor yanında olup onu anlayan tek insan annesi ama o da nasıl davranacağını bilmediği için çaresiz. Babasıyla onun yüzünden tartıştığını gördükçe Şahap kendi içine kapanmaya karar veriyor. Şahap’ın sessizliği aile bireylerinin yaptıkları kötülükleri onun üstüne atma fırsatı oluyor. Ailesi en son tıbbi yardım almaya karar veriyor fakat bu Şahap’ın evden kaçmasıyla sonuçlanıyor. Ona çok iyi davranan iki yaşlıyla Şahap belki babasında bulamadığı şefkati buluyor, bahçe sulamayı öğreniyor, kendine aptal demeyen her yaptığını destekleyen insanlarla olmanın güvenini yaşıyor. Bu hayatta ne olursanız olun anlaşılmak çok mühim diye düşünüyor insan. Anlaşılmanın getirdiği huzuru da cebinizde taşıyarak yaşamak Şahap için bulunmaz nimet oluyor.

Şahap’ı anlayan insanlar bir tanesi de anneannesi. Şahap’ın ne hissettiğini, ne düşündüğünü gerçek anlamda anlayan belki de yegane kişi. Onun sayesinde Şahap her şeyin başka türlü olabileceğini karar verip yeni hayatına adım atmaya başlıyor. Anneanneyi oynayan Süreyya Kasimi ve Şahap’ı oynayan ufaklık arasındaki ilişki insanı duygulandıracak cinsten.

Çocukların anlaşılması, huzur bulması, mutlu olması ve kalplerinde en ufak bir çizik bile olmaması dileğiyle.

Kızlar Bağırmaz!

Herkese merhabalar,

Birçok insanın belki de çok önceden keşfettiği, benimde keşfetmek için müsait bir zaman dilimini kovaladığım İran sinemasından bir filmi paylaşacağım.

Türkçe çevirisi Şşş! Kızlar Bağırmaz! olan bu film, İran sinemasının en gözde dram yapımlarından bir tanesi olarak dikkat çekiyor. 2013 yılında beğeniye sunulmuş olan filmin konusu ise pedofili…

Bir insanın hayatının daha sekiz yaşındayken nasıl karartıldığını ve bunun psikolojik olarak bıraktığı etkilerin yanı sıra yetişkinlerin çocuklarına karşı ne kadar duyarlı olduğunu düşünmeye davet ediyor. Aslında film üzerine tartışmaya kalksak sanırım bunun sonu gelmez.

Kuracağınız empatinin de etkisiyle sizi gözyaşlarına boğacak bu film, Hollywood’un fantastik filmlerinden sıkılanlar için gerçek dünyanın kapılarını aralayan en iyi yapımlardan bir tanesi.

İyi seyirler…

Bahar Kılıç

Kirazın Tadı

Kirazın Tadı; Abbas Kiarostami’nin yazıp-yönettiği dram türündeki 1997 İran yapımı filmdir.

Minimalist (sadeliğe ve nesnelliğe önem veren) bir yapımdır. Film, gösterildiği yıl, Cannes Festivalinde, Shohei Imamura’nın Yılanbalığı filmiyle Altın Palmiye ödülünü paylaşmıştır.

Filmin Konusu: Bedii bey; zengin, yaşamdan mutlu olmayan ve intihar etmeye karar vermiş biridir. Planını yapmıştır. Bir ağacın altına kazdığı mezarın içine yatacak, aşırı dozda uyku hapı alacak ve uyuyacaktır. Tek istediği ise bir kişinin sabah gelip kendisini kontrol etmesi, yaşıyor ise hastaneye götürmesi, ölmüş ise üzerine toprak atıp, mezarı belli olmayacak şekilde kendisini gömmesidir.

Film boyunca, üç farklı kişiden intiharından sonra ki bu süreç için yardım ister. Onlara para teklif eder. Bu kişiler: Kürt bir asker, Afgan bir ilahiyat öğretmeni ve Doğal Tarih Müzesi’nde çalışan yaşlı bir Türk’tür. Aralarından sadece biri bu teklifi kabul eder.

Hakan ÜZKAT

Melbourne [2014]

Hani bir söz vardır; kul kurar kader gülermiş, diye. İran sinemasının değerli örneklerinden biri olan Melbourne filmi işte tam olarak bu sözün beyaz perdeye aktarılmış hali olarak karşımıza çıkıyor. İran sinemasında dram türündeki sayısız, etkileyici ve başarılı film örnekleri ile karşılaşmamız mümkün ancak Melbourne filmi İran sinemasına adete yeni bir soluk kazandırarak dram ve gerilim türlerini bir arada izleyiciye çok başarılı bir şekilde sunuyor. Üstelik Melbourne filmi yalnızca İran sınırlarında kalmayıp 2014 Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın açılış filmi olarak gösterilmiş ve bir çok festivalden ödülle dönerek, büyük övgü toplamış bir film.

Melbourne akış ve kurgu olarak çok basit gibi görünsede, izleyicinin bir dakika olsun filmden kopamadığı çok başarılı ve gerilim yüklü bir durum filmi. İzleyici filmin tüm yalınlığına rağmen, izlerken derin hayal kırıklıkları, yıkılan hayaller, zorlu ilişkiler ve sorular ile karşılaşıyor. Hatta çoğu zaman neyin doğru neyin yanlış olduğu bile birbirine karışıyor.

Yönetmen Nima Cavidi’nin ilk uzun metrajlı filmi olan Melbourne, hayalleri ve kaderleri arasında kalmış Sara ve Emir çiftinin hayatlarının kısacık ama belki de en önemli anlarına şahit ediyor bizi. Sara ve Emir sevdiklerini geride bırakma pahasına, hayallerinin peşinden koşarak, üniversite öğrenimi görmek için İran’dan ayrılarak Avusturalya’nın Melbourne şehrine doğru yola çıkmaya hazırlanıyorlar. Onlar heyecanla ve telaşla taşınma hazırlıkları yaparken ve uçaklarının kalkmasına bir kaç saat kalmışken, bizde onların bu tatlı telaşesine ortak oluyor, hayallerini paylaşıyoruz.

Hayatta bütün başımıza gelen felaketler hiç beklemediğimiz anda, birden bire oluverir ve bizi savunmasız yakalar ya, işte Sara ve Emir için de o anda o evin içinde başlarına gelen talihsiz bir olaydan dolayı herşey tam tersine dönüyor ve adeta kabus dolu saatler başlıyor. Çok zor bir sınav bu ikisi için de. Bir tarafta vicdanları bir tarafta hayalleri…İzleyici olarak bizim de sorgulamalarımız o olaydan sonra başlıyor, sürekli alacakları kararları merak ediyor, çalan her telefon ve kapı zili ile irkilmeye başlıyoruz. Melbourne filmi öyle doğal ve gerçek ki, zaman zaman film olduğunu bile unutturuyor bize. Hayatta herkesin başına hiç beklemediği bir kötü olay gelmiştir çünkü. Herkesin hayalleri illaki bir zaman yıkılmıştır başına. O anlarda aldığımız kararlar ise kaderimize yön verir artık. Doğru olandan yana olmak, vicdanlı davranıp gerekirse hayallerimizden vazgeçebilmek mi? Yoksa hayatımız boyunca içimizde yük olarak taşıyacağımızı, vicdan azabı çekeceğimizi bile bile, bencilce yanlış olduğunu bile bile hayallerimizin peşinden koşmak mı? İşte bu sorular arasında gidip geliyor durmadan Sara ve Emir’de…Film yalnızca onların hissettiklerini aktarıyor bize, bu doğru, bu yanlış demiyor.

Bir çiftin başlarına gelen bir felaket karşısında zaman zaman nasıl çatıştığını ama yine de nasıl birbirlerine saygı ile kenetlenebildiklerini gösteriyor.

Filmi izledikten sonra sizde kendinize dürüst olun ve cevaplayın bakalım;

Siz olsaydınız ne yapardınız?

Melbourne – İran Filmi

melbourne

Melbourne, 2014 yılı İran yapımı bir filmdir. Filmin oyuncu kadrosunda, Peyman Muadi, Nigar Cevahiriyan, Şirin Yezdanbahş, Mani Hakiki ve İlham Kurda yer alıyor. IMDB puanı 6,8 olan filmin senaryosunu yazan ve aynı zamanda yönetmen koltuğunda oturan isim ise Nima Cavidi, Melbourne’un kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olması da filmin dikkat çeken özelliklerinden bir tanesi.

Nima Cavidi’nin yazıp yönettiği İran sinemasına ait bu filmde, öğrenimlerini devam ettirmek üzere Avustralya’nın Melbourne şehrine gidecek olan genç bir çiftin hayatı anlatılıyor. Öyle ki, eşyalar toplanmış, valizler hazırlanmış, eş, dost, akraba ile görüşülmüş. Gitmek için sadece uçak saatinin gelmesine ihtiyaç var. Fakat hayatın her alanında olduğu gibi, burada da bazen planlar dâhilinde olmayan, ani ve çarpıcı gelişmeler yaşanıyor ve bu genç çiftin, yeni bir ülkede yeni bir hayata başlama heyecanı yerini birden korku, endişe ve paniğe bırakıyor.

Dilerseniz şimdi, filmin künyesine bir göz atalım.
• Yönetmen: Nima Cavidi
• Oyuncular: Peyman Muadi, Nigar Cevahiriyan, Şirin Yezdanbahş, Mani Hakiki, İlham Kurda
• Tür: Dram
• Yapım Yılı: 2014
• Senaryo: Nima Cavidi
• Ülkesi: İran İslam Cumhuriyeti
• Süre: 87 Dakika
• Orijinal İsim: Melbourne

“Kader, insanın elinde mi şekil alır yoksa önceden yazılmış ve yaşanmayı mı beklemektedir?” Melbourne, bize bunun cevabını çok güzel ve etkileyici bir şekilde veren bir film. Genç bir çift, eğitim için dünyanın öbür ucuna gitmek için tüm hazırlıklarını yapmış, ev sahipleriyle konuşup anlaşmışlar. Eşyalar toplanıp, satılıyor. Çünkü planları Melbourne’de 3-4 sene kalma niyetindeler, gelince belki de yeni bir evde yeni eşyalarla yaşamlarını devam ettirecekler. Emir Ali ve Sara. Genç çift, valizlerini hazırlamış, tanıdıklarıyla son görüşmelerini yapıyor, helalleşiyorlar. Ancak, öyle gelişmeler oluyor ki, değil Melbourne hayallerinin suya düşmesi, yüreklerinde onulmaz bir yaranın açılması ve ömürleri boyunca duyacakları bir vicdan azabı edinmeleri kaçınılmaz oluyor.

Filmde İran’daki sosyal yaşantının nasıl işlediği, karı – koca arasındaki ilişkinin düzeyi, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin yanı sıra, arkadaşlık ilişkileri de iyi bir şekilde yansıtılıyor. Hayat, olduğu gibi devam ederken, ortaya çıkan bazı olumsuzlukları çözmeye çalışan Emir Ali ve Sara çiftinin kendileriyle sürekli çatışmaları da filmin can alıcı sahnelerini oluşturuyor.

Filmin başında kulaklarınıza misafir olan bir küçük sözün, sonlarına doğru karşılık bulması filmdeki bütünlüğün korunması açısından çok büyük önem arz ediyor. Özellikle yönetmen Nima Cavidi’nin ilk filmi olması bu tür konularda dikkatli olan sinemaseverleri de filmi daha dikkatli izlemeye sevk edecektir.

Melbourne filminin, bütünüyle bir ev içerisinde geçmesi daha önceden örnekleriyle karşılaştığımız bir tekniktir. Emir Ali ve Sara’nın aslında aynı şeyleri düşünürken tartışmaları ise çiftler arasındaki ilişkinin dış etkenlerin tesiriyle nasıl şekil alabildiği ve erkeğin stres, korku altında nasıl kapsayıcı, sorumluluk alıcı ve sakinleştirici tutumlar izlemeye çalıştığının da bir göstergesi.

Emir Ali ve Sara çiftinin başlarına gelen felaketten nasıl sıyrılmaya çalıştıkları ve bu süreç içerisinde kendileriyle, birbirleriyle ve diğer insanlarla nasıl çatışmalar yaşadıkları, sinir krizleri, sakinleşme çabaları ve tüm hayallerinin başlarına yıkılması endişesi ile bir çıkış yolu aradıkları Melbourne filmi, henüz bir “ilk film” olmasının da getirdiği tolerans ile fazlasıyla iyi… Bu türün izleyicisi için, güzel bir örnek teşkil etmekte ve dikkat çekmektedir.

Başlarına ne gelirse gelsin, kavga edip, tartışsalar dahi, birbirlerine olan sevgileri ve saygılarından ödün vermeyen bir çiftin, bir felaketle olan mücadelesini heyecanla izleyeceğinizi düşünüyoruz. Ayrıca, Emir Ali’nin yer yer karısı Sara’ya aşkla “Saracan” diye seslenişi de içinizi ısıtacak.

Keyifli seyirler…

Candide

Melbourne (2014)

Doğrularla mutluluğa ulaşabilmek mümkün iken insan neden yalanlardan koza örer etrafına? Bu yalanların sizi daha zor duruma sokacağını bile bile üstelik. Yalanlar doğrulardan daha mı kolaydır, belki daha eğlenceli, belki de insanoğlu kendine acı çektirmekten hoşlanıyordur.

İyiliği sadece kendimiz için mi dilemeliyiz herkes için mi? İyi olduğunu düşündüğümüz benliğimiz herhangi bir kötülük karşısında ne yapardı? Kendimizi mi aklardık yoksa doğru olanı mı yapardık? Sınanmayan iyilik, iyilik midir? Vicdanımızın sesini dinlemek gerçekten önemli midir yoksa işimize gelmeyen yerlerde vicdan o kadar da önemli değil midir? Çıkarların sesi dünyanın bütün seslerini bastırabilir mi? Gerçekten suçsuz muyuz? Filmi izlerken aklımdan bu düşünceler silsilesi geçti.

Eğitimlerine devam edebilmek için Avusturalya’ya gitmeye çalışan Sara (Nigar Cevahiriyan) ve Emir’in (Peyman Muadi) hikayesi. Kendi halinde duru bir hikaye anlatacak diye düşünürken gerilimi yüksek bir ortama sokuyor izleyenleri. Uçuşlarına saatler kala komşu emaneti bir bebekle işler hiç istemedikleri bir noktaya getiriyor onları.

Birbirimize aslında ne kadar güvenmediğimizi ya da güvenimizin ne kadar kolay kırılabileceğini düşündüm izlerken. Yanlış şeyler konusunda etrafımızı suçlamanın en akılcı yol olduğu yanlışına sıklıkla düştüğümüzü ve iyiliklerin başıma bela açabileceğini unutmamız gerektiğini de tekrar hatırladım.

Nerdeyse bir odada ve iki karakter arasında geçmesine rağmen diyalogları itibariyle seyir zevki yüksek bir film diyebiliriz fakat ilk yarısında akıcılığı ile öne çıkarken ikinci yarısının aynı etkiyi yakalayamadığını düşünüyorum. İzlerken sürekli karakterle empati yaparken buluyorsunuz kendinizi. Diken üstünde izliyorsunuz yani gerilimi o anlamda etkileyici gelecektir.

İran filmlerinin dünyanın her yerinde ilgiyle takip edildiğini biliyorsunuzdur. 2014 yapımı ‘Melbourne‘ Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftasının açılış filmi olarak kendine yer bulmuş. Aynı zamanda yönetmen Nima Cavidi’nin ilk uzun metrajlı filmi olması sebebiyle de dikkatleri çekmektedir.

Semra Savuk, YeniKaynak

Aileye Komedimiz Vardır

Hüznün, çoğu kez şiirsel bir şekilde ifade edildiği, gündelik yaşamın basitliğinin kimi estetik dokunuşlar eşliğinde neredeyse birebir perdeye yansıtıldığı bir sinemadan, hatırladığımız kadarıyla hiç komedi türünde yapıtlar izlememiştik. Bu açıdan ‘Ben Salvador Değilim‘, İran sinemasının değişik bir örneği olmuş.

Film, herkesin yapması gereken bir şeyi (bulduğu para dolu çantayı sahibine beklemeden iade etmiş, paranın sahibinin gönderdiği para ödülünü de reddetmiştir) yapan bir öğretmenin, ülke TV’lerince kahraman ilan edilmesinden sonra yaşadıklarını anlatıyor.

Eşiyle birlikte kanal kanal dolaşan Nasır, nihayetinde bir Brezilya seyahati kazanıyor. Bu ödülü de reddetmek üzereyken eşi İlham’ın ısrarıyla çift, küçük kızlarıyla birlikte Güney Amerika’ya yollanıyor. Lakin burada kültür ve inanç farklarından dolayı problem yaşamaya başladıkları noktada, Angela adlı bir kadının Nasır’ı eski sevgilisi Salvador’a benzetmesiyle işler daha da sarpa sarıyor.

‘KONUK OYUNCU’ RİVALDO’

Ben Salvador Değilim‘, kimi bölümleri itibariyle bir hayli sempatik, yer yer de komik ama senaryo çok zayıf. Öte yandan film, İran’ın muhafazakâr insan prototipiyle yüzleşmeyi, evrensel sulardaki zorluklarına vurgu yaparak naifçe de olsa belli noktalarda başarmış. Brezilya’nın eski futbol yıldızlarından Rivaldo’nun da şöyle bir göründüğü ‘Ben Salvador Değilim‘, İran’da üç milyona yakın seyirci tarafından izlenmiş.

Uğur Vardan, Hürriyet

I am not Salvador (2016)

İran sinemasının festivaller dolayısıyla genelde farklı yani politik ve hüzünlü tarafına daha hakim olduğumuz aşikar ama birkaç yıl evvel Van’da yapılan İran Filmleri Festivali’ne katıldığımda İran sinemasının korku, komedi ve aşkla harmanlanmış ve ülke içinde fazlaca izlenen popüler filmlerini izleme imkanı bulmuştum. Ben Salvador Değilim (I am not Salvador) de bu malzemeyi kullanarak komedi yapmaya soyunan filmlerden.

İran – Brezilya ortak yapımı olan filmin büyük kısmı Brezilya’da geçiyor ama klasik Brezilya görüntülerinin yanından yöresinden geçmeden, belirli mekanlarda işi bitirmişler demek doğru olur. Zaten filmin komedisi yani beslendiği kaynak günahlar ve haram üzerinden gidiyor. Yani ‘seks satar’ın başka bir yorumuyla karşı karşıyayız: ‘Seksten kaçar’! Sürekli kadınlardan, onların kendisine dokunacaklarını düşünüp gerilen bir adamın dramı demek de doğru olur hikayeye. Ama film bir yandan da kendi ülkesinde abartılan din olgusuyla da dalgasını geçer gibi. Yani sürekli korumacı, baskıcı ve temkinli davranan bir adamın eğlenmeye çalışması bile trajik duruyor.

Filmin konusuna kısaca değinecek olursak; Naser ülkesinin dini koşullarını fazlaca sahiplenmiş bir adam. Bir gün yaptığı bir iyilik dolayısıyla Brezilya tatili kazanıyor. karısı Elham ve kızı Sogol ile yollara düşen Nasır’ın başına bir benzerlik (Brezilyalı Salvador) dolayısıyla gelmeyen kalmıyor. Angela isimli Brezilyalı kadının kendisini terk eden kocasına fazlaca benzeyen Nasır yalanlar dolanlar ve günahlar arasında bir maceranın içinde buluyor kendisini. Öncelikle hikaye dediğimiz gibi zıtlıklardan ilham alıyor ve orta karar bir komedi dozu taşıyor. Manuçehr Hadi imzası taşıyan filmin bir diğer özelliği de yönetmenin eşi Yekta Nasır’ın da filmde rol alması. Hatta yönetmenin diğer filmlerine baktığımızda Nasır’ın yönetmenin bir numaralı oyuncusu olduğunu görüyoruz. Nasır’ı canlandıran Rıza Attaran da İran’ın tanınan oyuncularından ve aynı zamanda yönetmenlik yapıyor…

Banu Özdemir

Ben Salvador Değilim!

Ben Salvador Değilim (2016) filminin özeti: “Nasır” orta yaşlı inançlı bir öğretmendir. “İlham” isimli eşi ve “Sügul” isimli bir kızı vardır. Bir gün para dolu bir çanta bulur ve çantayı sahibine hiç beklemeden iade eder. Paranın sahibi Nasır’ın bu güzel davranışı karşısında ona bir para ödülü gönderir ama Nasır onu da iade eder ve bunun ardından bir televizyon kanalı onu ve eşini olayı anlatmak üzere programa konuk eder. Nasır’ın eşi İlham sürekli başka bir kadını rüyasında gördüğünü Nasır’a anlatır ancak Nasır bu rüyalara bir anlam verememektedir.

Bir gün Siyamek isimli bir turizm acente yetkilisi Nasır ile temas kurar ve onlarla özel bir konuyu görüşmek üzere kahvaltıya davet eder ve acentesinin bu davranıştan dolayı ona ailesiyle birlikte bir haftalık bir Brezilya seyahati hediye ettiğini açıklar. Nasır önce bu teklifi kabul etmez ancak eşinin ricası üzerine kabul eder.

Nasır ailesiyle birlikte Brezilya’ya gider ancak seyahatin daha başında oradaki kültür farklılıklardan dolayı huzursuzluk duymaya başlar. Ailesiyle birlikte otele yerleştikten sonra Siyamek ile birlikte sahile gider ve dolaşırken “Angela” isimli Brezilyalı güzel bir kız tarafından kovalanır. Nasır kızdan kaçarken eli yüzüne çarpar ve kız ondan şikâyetçi olduğunu sahil polisine anlatır. Nasır neden kız tarafından kovalandığını bilmemektedir çünkü kızın eski nişanlısı olan Salvador’a olan benzerliğinden habersizdir.

Angela bir şartla ona olan şikâyetinden vaz geçeceğini söyler. Angela’nın eski nişanlısı olan “Salvador” onu kandırmış ve onu paralarını alarak kaçmıştır. Angela Nasır’dan kısa süreliğine büyükannesinin önünde Salvador’un rolünü oynamasını ister çünkü büyükannesi hasta ve ölmek üzeredir ve Angela’nın evlenmesi şartıyla büyük mirası ona vereceğini söz vermiştir.

Naser Angela’nın şartını kabul eder ve ailesinin yanına otele döner. Ertesi gün ailesiyle birlikte hayvanat bahçesine gezmeye gider ancak Siyamek ve Angela ile karşılaşır. Eşi Angela’yı görür ve onların neden Nasır’ı aradıklarını sorar ancak Nasır olayı geçiştirir ve onlarla Angela’nın büyükannesini karşılamaya gider. Eşi olaya bir anlam verememiştir ve kızıyla birlikte otele döner.

Nasır Salvador’a benzemek için saçını traş eder ve onun gibi giyinerek Angela ile birlikte onun büyük annesini karşılamaya gider. Nasır Portekizce bilmediğinden ses tellerinin hasta olduğunu ve konuşamadığını ima etmek zorundadır. Büyük anneyi karşıladıktan sonra onlardan ayrılır ve otele döner.

Nasır otele döner ancak yeni kıyafeti ve saç traşıyla eşi ve kızını şoke eder ancak olayı eşine anlatmaz ve sadece bir hayır işi için böyle yaptığını söyler. Nasır uyurken eşi İlham onun elbiselerini inceler ve bir ruj lekesi görür ve Nasır’ı uyandırarak gördüğü rüyaların nedenini anladığını ve Nasır’ın onu aldattığını haykırarak söyler.

Nasır eşine onu yanlış anladığını ve böyle bir şeyin kesinlikle olmadığını kızgınlıkla anlatmaya çalışır ancak İlham ona çok kızgın olduğundan ona küser. Nasır bütün detayları eşine anlatması için Siyamek’i arar ve onlarla buluşma ayarlar.
Siyamek İlham’a her şeyi anlatır ve konu aydınlanır ancak artık bu yardım için Nasır’ın eşi İlham da olaya katılmak zorundadır.

Bu arada Siyamek aslında Angela’ya aşıktır ve onunla evlenmek ister ve bunu da Nasır ve eşine anlatır. Dans öğretmeni olan Angela’nın kimsesi yoktur ve kimsesiz çocukları barındıran bir okul için öğretmenlik yapmaktadır ve o büyük annesinden o parayı da okulun kapanmaması ve devam etmesi için almayı çalışıyor ancak büyük annesinin evlenme şartından dolayı bunu ona söyleyemiyor.

Büyük anne Nasır ve eşini yemeğe davet eder. Nasır eşini kız kardeşi olarak ve Angela da Siyamek’i şoförü olarak tanıtmıştır. Büyük anne bir televizyon programının düzenlediği davet için Nasır ve Angela’nın da katılmasını ister ancak Nasır’ın sahneye davet edilmesi üzerine Nasır tüm gerçeği anlatır. Gerçeklerden etkilenen büyükanne çok etkilenir ve çeki Angela’ya verir ve böylece okul kapanmadan faaliyetine devam eder. Finalde Dünyaca ünlü Brezilyalı Rivaldo okula gelir ve yardımın yanı sıra çocuklara futbol topları hediye eder. Nasır ailesiyle birlikte ülkesine döner ancak havalimanında yine başka bir kadın tarafından Salvador’la karıştırılır ve kovalanır.

Türkiye’de Gösterim Tarihi: 15 Temmuz 2016
Türü: Komedi
Yapım Yılı: 2016
Süre: 88 dk.
Yönetmen: Manuçehr Hadi
Senaryo: Rıza Maksudi
Görüntü Yönetmeni: İbrahim Ğafuri
Müzik: Emir Tevessüli
Oyuncular: Rıza Attaran, Yekta Nasır, Carol Vidotti, Rivaldo Ferreira, Bri Fiocca, Mehdi Mihrabi..

Nilgün Özcan

Ben Salvador Değilim!

“Nasır” orta yaşlı inançlı bir öğretmendir. “İlham” adlı eşi ve “Sügul” adlı bir kızı vardır.

Nasır birgün para dolu bir çanta bulur ve çantayı sahibine asla beklemeden iade eder. Paranın sahibi Nasır’ın bu güzel davranışı karşısında ona bir para ödülü gönderir fakat Nasır onu da iade eder. Bunun arkasından bir tv kanalı onu ve eşini vakayı anlatmak suretiyle programa konuk eder. Sonra bir de Brezilya seyahati kazanırlar.

Sadece seyahatin daha başlangıcında oradaki kültür farklılıklardan dolayı huzursuzluk duymaya adım atar. Orada Angela adlı genç hanımla yanlışlıkla tanışan Nesır’ı Angela eski sevgilisi Salvador sanmaktadır. Nasır kendisinin Salvador olmadığını kanıtlamak için kılı kırk yarar.

Ben Salvador Değilim (2016), güzel bir İran komedisi.

İyi seyirler.

Beyaz Perde