“Damla sensin, deniz sensin, lütuf sensin, kahır sen
Şeker sensin, zehir sensin, incitme fazlam beni… ” (Mevlana Celaleddin Rumi)
Varlıkla yokluk arasında bir git-gel. Ölümle dirim arasında bir ömür. Şimdi mutluluk, birazdan hüzün bekler bizi. Omzuna şurada çöken ağırlık az ötede hafifler bir anda. Hiç bitmez dediğin his biter, gitmez dediğin gider, artık gelmez dediğin çıkar gelir. Kestiğin dal filiz verirken gözüne baktığın meyve kurur. Hesap tutmaz, ele avuca gelmez dünya. Peşinden koşanı sürükler, yüzüne bakmayanın ardınca koşar. Teslim olursun dersin ki: Burası dünya, bu kadardır. Dünya ki hem zıtlıklar hem tecelliler âlemi. Burada Celal de var, Cemal de. Kahır da var lütuf da. Kıvrılan, dönüp duran, ilerleyip gerileyen, başa dönen, koşan-koşturan, durup-durduran bir yerdir bu arz. Her tecelli yeniden hatırlatır: Burada kalıcı değilsin.
Bu arzın tenhasında baki olmamak belki insan evladına en büyük lütuftur. Her şeyin sabit ve değişmez olduğu, geri dönüşün olmadığı bir âlem için hallerin değiştiği, kalplerin evrilip çevrildiği, her aslın bir zıddının olduğu bu âlem gereklidir. Sanat madem hayata dokunduğu kadar vardır ve sinema hayatın perdeye iyi bir yansımasıdır elbette sanatçı gözlerden kaçan o dünyayı yansıtır seyirciye.
Aksiyon severler durağan bulsalar da İran Sineması hayatın güzel bir tezahürüdür durum sinemasından keyif alanlar için. Şiirin tasavvufla yoğrulduğu bu topraklarda bakmak kadar görmek de mühimdir. Bir Hint filminde müzikal sahneleri hızla atlayabilirken bir İran filminde gözünüzü/gönlünüzü ekrandan ayırıp başka bir işle meşgul olma hakkınız pek yoktur. Yönetmenin çektiği her kare, her söz ve ses bir bütünün ahenkli parçalarıdır. Çoğu durum filminde olduğu gibi Yek Habe Ghand’da da birkaç cümle ile özetlenebilecek bir konunun uzun metrajlı yakın kadrajlı minimalist halini izlersiniz.
Rıza Mir Kerimi’nin dilimize Bir Küp Şeker olarak çevrilen 2011 yapımı filmi hem İran sineması ile ilk kez tanışacaklar, hem de İran sinemasının sıkı takipçileri için güzel bir temsildir diyebiliriz. Ahşap kanatlı kapılar, avludaki havuz, meyve ağaçlarıyla dolu bahçe ve çocuklar sizi bekler. Şehre uzak geleneksel bir evde evin küçük kızı Pesend’in (Nigar Cevahiriyan) düğün merasimine hazırlık yapılmaktadır. Uzak şehirlerden gelen ablalar ve enişteler valizleri ve hediyeleri kadar kendi hayatlarını da taşırlar anne evine. Film düğün için hazırlanan evin aniden cenaze evine dönüşünü anlatırken gayri ihtiyari Pesend’i baş rolde görmek isteriz. Oysa film katmanlı yapısı ile dakikalar ilerledikçe açılacak ve her karakterin hikâyesi filmin içinde bir iç zenginlik olarak kendine yer bulacaktır.
Kazan’da en iyi film[1], ödülü almış bu yapıtında Rıza Mir Kerimi adeta mikro bir dünya kurmuştur. Kadınlarla erkeklerin, çocuklarla ihtiyarların, eski ile yeninin, düğün ile ölümün yan yana olduğu bir hayat vardır perdede. Her şeyin alabildiğine doğal olduğu filmde bir müddet sonra kendinizi perde karşısında değil de komşu kızın düğününde zannedebilirsiniz. Kız kardeşler yan yana geldiğinde yapılan sohbetler, bacanakların atışması, çocukların minderlerden kurduğu evler işte bizim şurada kısa zaman öncesine kadar yaşadığımız anlar değil midir? Hatta öyle ki komşular ne der endişesi bile birebir vakidir filmde.
İran filmlerinde alışageldiğimiz hüzün bu kez tatlı bir telaşa dönüşmüştür. Eski evin odalarında, avlusunda, bahçede ama neticede tek mekânda geçer filmimiz. O eski evde ailenin her ferdinin ayrı bir hali vardır ve yan hikâyeler sizin ana tema olan düğün hazırlıklarından kopmadan ve sıkılmadan filmi seyre dalmanız için ustaca yerleştirilmiştir. Tek mekânlı filmlerin yönetmenin elini kolunu bağladığı düşünülse de Kerimi küp şekerde bir tabloyu andıran yavaşlatılmış sahneleri ve Muhammed Rıza’nın müzikleriyle sanılanın aksine sinemasının lehine bir iş ortaya çıkartmıştır. Bahçedeki salıncakta sallanan Pesend’in ağaçtan bir elma koparmaya çalıştığı sahne, misafirlere sunulacak ikramlık meyvelerin büyük havuza atıldığı saniyeler ya da akşam şenliği için renkli ampullerin ağaçlar arasına gerildiği sahneler bu tatlı seremoniye örnek verilebilir.
Özellikle din ve kadın üzerinden sosyal hayatı anlatan filmleriyle tanıdığımız yönetmen Kerimi, bu filminde geleneksel hayatın küçük ama değerli mutluluklarını modern insan için belirginleştirmiş diyebiliriz. Filmde aktarılan geleneksel hayatın içinde Amerika’daki damadın internet üzerinden nişana dâhil olması, erkek tarafının getirdiği hediye paketlerinden bir cep telefonunun çıkması gibi filmin geneline yayılmış geleneği kıran ve eleştiri alan noktalar da yok değil. Esasında bu kareler filmin mesajıyla çok da ters düşmüyor. Çünkü zaten Kerimi filminde ilk sahneden son sahneye kadar yaşamın zıtlıklar içindeki uyumunu gösteriyor. İran Sineması’nın diğer sinemalar arasındaki konumu da böyle değil midir? Devrim sonrası neredeyse tüm dünyadan tecrit edilen İran; sinema gibi batıya has bir imkânla yine batının kapısına dayanmış[2], doğulu olmanın verdiği ruhla dünyaya bir pencere açmamış mıdır?
Bir Küp Şeker adına yakışır bir biçimde bir şeker parçası ile başlayıp bir şeker parçası ile biter. Cennetin çocukları filminden hatırladığımız o meşhur şeker kırma sahnesi burada da karşımıza çıkar. Evin ihtiyar dayısından gayrı herkesin pür neş’e olduğu vakitlerde ihtiyar dayı ya önünde duran şeker kütlesini bir çekiçle kırmaya çalışmakta yahut çocuklara avcılık günlerini anlatırken bir küp şekeri ağzına atıp çayını yudumlamaktadır. İran sineması doğuya has bir tavırla bir simgeler sinemasıdır biliriz. Kurulan bir cümlenin birden çok manası olabilir. Bir küp şeker bize hem sevinci hem acıyı yaşatabilir ve yönetmen sanki usulca şöyle der: “Damla sensin, deniz sensin, lütuf sensin, kahır sen. Şeker sensin, zehir sensin, incitme fazlam beni…” (Mevlana Celaleddin Rumi)
[1] 8. Kazan Uluslararası Müslüman Sinemalar Film Festivali/ En iyi film, en iyi görüntü ve en iyi kadın oyuncu (filmin tüm kadın oyuncuları için) ödülleri/ 2013
[2] Bir Küp Şeker, İran İslam Cumhuriyeti’nin 2013 yılının En İyi Yabancı Film Oscar Adayı’ydı ancak Hz. Muhammed’ehakaret içeren ABD yapımı film sebebiyle Bir Küp Şeker Oscar adaylığından geri çekilmiştir.
Ayşegül Uyar, Kitap Haber