“Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi üzerine gecikmeli bir değerlendirme..

Oğlumun küçüklüğünde, geleneksel hale getirdiğimiz hafta sonu sinema keyfine son vermemin üzerinden kocaman bir 12 yıl geçmiş neredeyse.

Eğer İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin ülkemizde tartışılan “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminin fragmanını aylar önce izleyip, vizyona girmesini iple çekmeseydim, ihmalkarlığımdan kaynaklı sinemanın cezbedici dünyasından uzak durmaya devam edecektim.

Neyseki film vizyona girdi de, keyifle ve gözyaşları içinde izleme ve böylece sinema dünyasına yeniden kapı açma şansını elde etmiş oldum.

Filmle ilgili tek bir afişin bile sinema salonunda yer almaması, filmin içeriğiyle hiç örtüşmeyen müstehcenlik ve hatta yer yer argo ifadeler içeren reklamların keyif kaçıran nahoşluğunu bir yana bırakırsak, film, muhteşem bir içerik ve etkileyiciliğe sahip.

Çevrildiği dev plato, profesyonel bir ekip, kostüm, görsellik, ses, ışık, ortam, verilen mesaj ve bütün insanlar tarafından izlenmesine imkan veren üslup,

Peygamberimizin çocukluğu başta olmak üzere, o dönemin ruhunu ve gerçekliğini olduğu gibi yansıtan film,

Konuları ele alış tarzı ve sunum biçimi konusundaki evrensellik özelliğiyle herkes açısından çekici, cezbedici ve izlenebilir kılan bir albeni oluşturmaktadır.

Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki film, daha vizyona girmeden ırkçılık ve mezhep savaşının odağına oturtularak siyasal ve tarihsel hesaplaşmaların malzemesi yapıldı.

Bu nedenle Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı ülkelerde izlenmeden yasaklandı.

Ülkemizde ise, “izlemeyiz, izlettirmeyiz” türünden ırkçı , faşizan, mezhepçi ve bağnaz bir yaklaşım tarzıyla başlatılan kampanya ve aleyhte tepkilerle yasaklanması istenendi.

Film, hayatı ve dünyayı, geçmişi ve bu günü, dinleri ve gelenekleri, insanları ve toplumları, değerleri ve inanç biçimlerini, fiziksel ve metafiziksel olguları, hakikat ve gerçeklik algısı üzerinden anlamak, tanımak ve tanımlamak yerine,

Dinsel, mezhepsel, siyasal, ideolojik ve etnik aidiyet duygusu ya da ezberler üzerinden anlayan, tanıyan ve tanımlayan birey ve toplumlar için hiçbir anlam ifade etmeyecektir ve etmemiştir de.

Esasen hem kendisinin, hem içinde yaşadığı toplum ve ait olduğu değerlerin imajını yerle bir eden söz birey ve toplumlar, böyle bir filmi izlemekle sahip oldukları değer dünyalarının yok olacağı ya da herşeyin sonunun geleceği gibi bir vehim / korku arasında oransal bir bağ kurarak kendi düzeylerini ortaya koymuş oluyorlar.

Bir sosyal gerçeklik olarak söz konusu çapsızlık ve düzeysizliğin altını çizerek bu bahsi es geçelim. Hiçbir düzeysizlik ve çapsızlık, üzerinde durmayı gerektirecek bir değeri hak etmiyor çünkü.

••••

Asıl değeri hak eden, ön yargısı olmayan ya da önyargı bariyerini aşmayı başarabilenler için durum elbette farklıdır.

Böyle bir bakış açısına sahip olarak izleyenler için film, takdiri fazlasıyla hak eden bir yerde durmaktadır. Ve aynı zamanda düzeyli eleştirileri de…

Doğrusu film, insanların zihin ve ruh dünyasında uzun süre etki yapabilecek ve aynı zamanda ezberleri bozması açısından tartışmaların odağına oturacak türden. Ve zaten böyle de olmuştur.

Elbette, sahip olduğu dünya görüşü ve bakış açısına göre filmin her insanda farklı etkiler yapması muhakkak.

Kendi adıma söyleyecek olursam, inanılmaz etkilendim. Bu nedenle de yazacağım şeyler bu etkilenmeye paralel olacaktır.

Yani yazacaklarım, film eleştirmeni veya analisti edasıyla yazılan türden olmayacaktır..

Böyle bir densizlik yaparak, yıllarını bu işe vermiş üstadlara karşı saygısızlık ve ukalalık etmek istemem çünkü.

••••

Mezhepsel, ırksal, dinsel veya başka bir saikten kaynaklı ön yargı ya da garez sahibi olanlar açısından filmin yapımcısının ait olduğu ülke ve değer dünyasına karşı kin ve nefret, haset ve fesat, garaz ve çekememezlikten başka sunabileceği hiç bir şey, hissettirebileceği hiçbir duygunun olmayacağı muhakkak.

Ama kalbinde, ruhunda ve zihninde hiçbir art niyet ve ön yargı taşımayanlar için filmin sunabileceği çok fazla şey, hissettirebilecek çok güzel duygular olduğu / olacağı da muhakkak.

Bu yüzden, filmi herkesin izlemesini ve başkalarına da tavsiye etmesini şiddetle öneriyorum…

••••

Elbette bu önerimin, Diriliş Postası Genel Yayın Yönetmeni ve yazar Erem Şentürk gibilerde karşılık bulmayacağı kesin.

Çünkü Şentürk ve aynı çizgide olanlar için filmin nasıl olduğundan ziyade, İran ve Şii patentli olması aşılması imkansız olan bir taassup ve ön yargı bariyeri oluşturuyor.

Bu taifenin, “izlemeyiz, izlettirmeyiz” korosuna dahil olması, eleştiri ve tepkilerine haklılık kazandırmak amacıyla izleyenlerinse “tövbe etmekten dilim şişti” türünden beyanlarda bulunması da bundan.

Tövbe etmekten dili şişen Yazar Şentürk ve onunla aynı duyguları hissedenler için bir hatırlatmada bulunayım:

Tövbe etmekten dili şişen sadece sizler değilsiniz.

Bilenler bilir ama bilmeyenler için söyleyeyim; Allah, Peygamber ve Ehlibeyt düşmanı mel’un, zalim ve katil Muaviye tarafından Ehlibeyt’e (as) hakaret etmek bir gelenek haline getirilmiş ve bu gelenek seksen üç yıl sürmüş.

Öyle ki, bu gelenek cuma hutbelerinin bile vazgeçilmezi haline gelmiş. Ehlibeyte hakaret içermeyen hutbe eksik sayılır ve hatta makbul görülmezmiş.

Bu gelenek, mekan cennet olsun lanetli uygulamayı kaldıran Ömer Bin Abdülaziz’in hilafetine kadar devam etmiş.

Cuma kıldırmak ve hutbe okumakla görevlendirilen Cuma hatiplerinden biri, bir gün hutbede hazreti Aliye ve Ehlibeyt’e hakaret etmeyi ve lanet okumayı unutmuş.

Unuttuğunu sonradan hatırlayan bu hatip, mescide gidip hüngür hüngür ağlayarak, gözleri ve dili şişene kadar tövbe etmiş.

“Ey Allahım! Ben Ehlibeyt’e hakaret etmeyi unuttum, beni affet” diyor başka da birşey demiyormuş.

Şentürk ve benzerleri gözlerini ve dilini şişirene kadar tövbe etmeye devam ededursun efendim…

Şentürk dahil herkes, huzuru mahşerde gözyaşlarından, dilinden, yaptığından ve yapmadığından, yapılan güzel şeylere mani olmaktan hesaba çekilecek.

İsrail ve ABD için akmayan göz yaşını ve şişmeyen dilini, İsrail ve ABD’ye kök söktüren İran ve Şia dünyasına nefret ve beddua ile akıtılan her damla gözyaşı ve şişen dil sahibinden davacı olacak.

Aynı şekilde, bu türden yazıları yayan ve paylaşanların bütün uzuvları da. Biline…

••••

Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın; bunca engellemelere, estirilen onca fırtınaya rağmen, filmin çok farklı kesimlerden ilgi gördüğü bilinen bir gerçek.

Şu ana kadar izlediğim hiçbir filmde işini bu kadar ciddiye alan; insani, İslami ve sosyal sorumluluğu bu kadar yüksek bir prodüksiyon ekibi görmedim desem yeridir.

İşlerini o kadar ciddiye almışlar ki, jenerik bile özenle hazırlanmış. Öyle bir özen ki, jenerik müziği, filmin içeriğiyle uyumlu ve bir o kadar da etkileyici.

••••

Filmden Notlar:

•• Filmi izleyenlerin ortak kanaati, modernizm tarafından en büyük koz olarak kullanılan İslam’ın kadına değer vermediği ve aşağıladığına dair tezi yerle bir ettiği, daha çok adı savaşlarla anılan ve bu nedenle de bir savaş peygamberi gibi lanse edilen İslam peygamberinin hiç de öyle olmadığı, tam tersi bir barış, huzur ve güven abidesi olduğu yönünde.

•• Bu yüzden film, söz konusu algının hakim olduğu Yahudi ve Hristiyan dünyası başta olmak üzere İslam’a mesafeli olan herkesin İslam ve Hazreti Muhammed algısını yerle bir etmektedir.

Ayrıca film, bütün ezberleri bozmasının yanı sıra iki dinin kendi öz kaynaklarındaki referanslara atıf yaparak, Yahudi ve Hristiyan dünyasının ilgisini celbedecek nitelikte.

Dahası filmde, insan psikolojisi ve sosyolojik gerçeklik profesyonelce ele alınmış.

Film, İslam hakkında bilgi sahibi olmayan, İslam’ı ve İslam peygamberini, terörle eşleştirilen bir kurgu üzerinden tanıyan, bu nedenle negatif bakış açısına sahip olan batı dünyasının gerçekle örtüşmeyen bu algısını da değiştirebilecek bir özelliğe sahip bulunmaktadır.

Bu nedenle film, İslamafobinin etkisini kırmaya matuf etkili bir silah niteliğinde.

••••

Bir kaç anekdot:

•• Prodüksiyon işiyle uğraşan ve İran’da mukim Mehmet Ali Akbulut dostumla, filmi izlemeden bir gün önce görüştüm. Yani vizyona girmeden üç gün önce…

Dostum, Türkiye’den İran’a gelen bir çok sinema çevresinden kişiye filmin çekildiği platoyu gezdirdiğini söyledi.

Plato gezildikten sonra film hakkında görüşlerinin kat be kat arttığını ilave etti.

Film hakkında yersiz eleştiri ve tepkileri anlamlı bulmasa da normal karşıladığını bunların filme ve filmin kalitesine gölge düşüremeyeceğini ifade etti.

•• Filme en sert ve acımasız eleştirilerde bulunan Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan’ı yakinen tanıyan ve aynı zamanda TV programcısı ve sinema konusunda ehil olan bir dostum, Kaplan’ın tepki ve eleştirilerine anlam veremediğini söyledi.

Bu dostum, sinema konusunda en ehil kişilerin başında yer alan Kaplan’ın bir zamanlar Mecid Mecidi’yi göklere çıkardığının da altını çizerek, şimdi yerin dibine geçirmesinin oldukça manidar bulduğunu ifade etti.

••••

Sitem ve üzüntüm:

Jenerik dahil filmi sonuna kadar dikkatle izleyen biri olarak, yapılan yersiz düzeysiz ve hakaret içeren eleştiri ve verilen tepkileri yadırgadığımı;

Bir Müslüman, bir insan ve bir Türkiyeli olarak üzülerek izlediğimi,

Gördüğüm manzaralar karşısında insanlık ve ülkem adına utanç duyduğunu söylemeliyim.

Bu denli, böyle bir düzeysizlik ve çapsızlığı, kadim bir medeniyete beşiklik yapmış olan ülkemiz hiç mi hiç hak etmiyor…

••••

Şükür, Teşekkür ve Dua:

Şükürler olsun, tüm insanlığa bu imkanı sunan Rehberiyet makamını ve İran İslam Devleti’ni bizlere lütfeden yüce Allah’a. Sonsuz şükürler olsun.

Mecid Mecidi başta olmak üzere filmi hazırlayan ekip ve onlara imkan sağlayan, yardım eden herkesten Allah razı olsun…

••••

Son söz:

Film hakkında neden gecikmeli değerlendirme yaptığım merak konusu olabilir.

Hemen söyleyeyim efendim:

Kasten ve de özellikle geç yazmak istedim. Çünkü suların durulması, eleştirilerin, öfke ve nefretle dışa vurulan tepkilerin ortaya çıkıp sonuçlarıyla muhatap, olmak bazen sağlıklı değerlendirmeler yapma konusunda daha elverişli bir ortam sunar.

Ghoudsi Khanandeh, Özün Sözü

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir