Çağdaş İran toplumundan manzaralar

Satıcı (2016) geliyor, özellikle Abbas Kiarüstemi’nin yakın zamanda ölümünden sonra babasız kalan ve birçok bilinen ismi de artık pek çalışamayan bir ülkenin en önemli sinemacısı adına yine bizlere heyecan veriyor.

Ardında yarım düzine film bulunan 1972 doğumlu yönetmeni, 2009’da sanırım Berlin’de keşfettiğimiz Elly Hakkında’dan beri merakla izliyoruz. Festivallerin gözdesi olup Bir Ayrılık’la 2012’de en iyi yabancı film Oscar’ını da alan yönetmen, az ama öz çalışıyor. Fransa’da çektiği Geçmiş adlı filmini de sevmiştik, ama bu yeni filmi öncekilerin düzeyine çıkan bir alçakgönüllü başyapıt.

Film İran’ın kültürlü üst sınıfları arasında, özelikle de sanatçı bir çevrede geçiyor. Hemen başta, bir gece çökmek üzere olan bir binada oturanların binayı telaşla terketmelerini izliyoruz. Gerçi çökmüyor, ama boşaltılıyor ve o tehlikeli durumda kalıyor.

O gece tanıdığımız İmad ve Rana çifti, tiyatrocudurlar. Ve o sırada Arthur Miller’in ünlü oyunu Satıcının Ölümü’nü sahneye koymaktadırlar: İmad yönetmen, Rana baş oyuncu olarak…

Aceleyle taşındıkları yeni dairede, Rana bir akşam aşağıdan çalan zilin İmad olduğunu düşünüp kapısını açık bırakır. Ve girdiği banyoda saldırıya uğrar. Komşuları tarafından yaralı ve baygın bir halde bulunup hastaneye kaldırılır.

Anlaşılır ki orada kötü şöhretli bir kadın uzun süre oturmuş ve kendine devamlı müşteriler edinmiştir. Onun için gelen bir adam da Rana’ya saldırmıştır.

Öyle bir sorundur ki bu, o ülkede bir kadının dile düşmesi olabilecek en korkunç şeydir. Bu açıdan, koca polise gitmekte alabildiğine çekingen davranır. Ayrıca kadına nasıl saldırıldığı, yani tecavüze uğrayıp uğramadığı bilinmez: ne kadın söyler, ne de adam sorar!.. Üstelik erkeğin kadına gerçekten sahip çıkması ve böyle bir durumda onu sımsıcak bir sevgi ve şefkat mantosuyla sarması da pek gerçekleşmez.

Oyun yeniden başlar, ama ikisinin de aklı bu sorundadır. Erkeğinki daha çok adamı bulup intikamını alma yönünde olsa da…

Ferhadi her zamanki gibi son derece sakin ve soğukkanlı olan sinemasını, amansız bir dürbün gibi toplumuna yöneltiyor.

[…] Bu sapasağlam kişisel dram, büyük bir inandırıcılık ve sadeliği içinde bir soyluluk duygusu içeriyor. Ve yüzyılların kültürünü yaşamış bir toplumun günümüzdeki durumu ve birçok şeyin arasında sıkışıp kalmışlığı üzerine görkemli bir parabol oluşturuyor.

Son olarak, yabancı film dalında Oscar’a aday gösterilen filmin çok başarılı kadın oyuncusu Tarane Alidosti’nin ABD’ye ayak basmama kararını alkışlıyorum. Sanatçı “Trump’ın İranlılara vize yasağı koyması bir ırkçılıktır. Bu karar, bir kültürel etkinliği içersin ya da içermesin fark etmez. 2017 Akademi Ödülleri’ne katılmayacağım ve protesto edeceğim” diyerek açıkladı kararını…

Ve bence yapması gerekeni yapmış oldu. Böyle anlarda her gerçek sanatçı muktedirlerin baskı ve anlayışsızlığına karşı çıkmalıdır çünkü…

Atilla Dorsay, T24

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir