Asghar Farhadi, “Bir Ayrılık” gibi bir başyapıta imza attıktan sonra her filmi merakla bekleniyor. Bu filmle kazandığı Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Ödülü’nün ardından bir kez daha aynı ödüle aday gösterildiği filmi “Satıcı” bu hafta sinemalarımızda. İlk kez gösterildiği Cannes Film Festivali’nde senaryo ve erkek oyuncu ödüllerini kazanan yapım, “Bir Ayrılık”ta olduğu gibi İran toplumunun kılcal damarlarında geziniyor.
“Satıcı”, Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyununu sahneye koyan tiyatrocu bir çifte odaklanıyor. Rana yeni taşındıkları evde bir saldırıya uğruyor. Saldırının ardından Rana sessizliğe gömülüp bu travmayı kendi içinde atlatmaya çalışırken, kocası İmad yaşananları hazmedemeyip intikam alma yoluna gidiyor. Farhadi, “Bir Ayrılık”ta boşanmak üzere olan bir çiftin izini sürerek İran’da kadın-erkek rollerine ve hukuk süreçlerine ilişkin güçlü bir hikaye çıkarmıştı karşımızda.
“Satıcı” da aslında bir anlamda bu süreçlerin özellikle kadınlar için çok da tercih edilen bir yol olmadığını, devlet kurumlarıyla ilişki kurmaktansa meseleyi kendi içlerinde halletmeyi tercih ettiklerini gösteriyor seyirciye. Ama bunun ötesinde ülkedeki ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ rollerine dair önemli gözlemler içeriyor. Farhadi’nin hikayelerinde kadınların üstlendiği roller tartışmalı olsa da – çünkü kadının bir talebi ya da başına gelen bir şey erkekleri zor durumda bırakıyor- sonrasındaki gelişmelerin İran toplumunun işleyişi hakkında önemli verilerle dolu olduğunun altını çizmek gerek. Burada da meselenin gelip düğümlendiği yer ‘suç ve ceza’ oluyor aslında. Farhadi’nin senaristliğinin yönetmenliğinden çok daha güçlü olduğu bir gerçek. Filmde suçlunun kurbana dönüşüm sürecini öylesine ustaca anlatıyor ki, finalde kendinize şaşırıp kalıyorsunuz.
“Bir Ayrılık” kadar güçlü bir film olmasa da “Satıcı” yalnızca İranlıların değil, insan doğasının derinliklerinde gezinmeyi başaran usta işi bir yapım olarak görülmeyi hak ediyor.
Şenay Aydemir, Gazete Duvar