“Ben Yusuf, beni hatırladın mı? Hani dünyanın bütün güzelliklerini görmekten mahrum bıraktığın ve hiç şikâyet etmeyen kişi… Aydınlık yerine karanlıklara dalan ve itiraz etmeyen… Bunca çektiklerim yetmedi de üstüne yenisini mi ekleyeceksin şimdi…”
Sekiz yaşlarında oynadığı havai fişeklerden dolayı gözünü kaybeden orta yaşlı bir profesörün tekrar görmesini konu alan Mecid Mecidi‘nin “Söğüt Ağacı” filmi böyle dokunmaya başlıyor yüreğimize. Aniden ortaya çıkan tümör hayatını tehdit edince soluğu Fransa’da alıyor. Yaşama tutunabilmek için tehlikeli bir ameliyata girmesi gerekiyor. Ama hayatın ona bir sürprizi var, ameliyatında risk olmadığı gibi görme yeteneğini kazanma fırsatı da çıkıyor karşısına…
“Hatalı olduğumu biliyorum. En büyük hatam da Senin azametini iyi bilmemekmiş. Şimdi anlıyorum ki, beni rahmet defterinden silmemişsin, beni unutmamışsın. Benimlesin ve beni koruyorsun…”
Allah (c.c) kullarına merhamet nazarıyla bakar, bunda hiç şüphe yok. Acaba biz sahip olduğumuz nimetlerin farkında mıyız? Her lütuf karşısında daha fazla şükür ve daha fazla haz alır ya, lakin pusuda yatan bir avcı var. Nefis… Bunu Yusuf’un hastane arkadaşı türküyle çok güzel dile getiriyor.
“Aman avcı vurma beni.
Ben dağların maralıyım”
“Yarın göz bantlarımı açacaklar… göreceğim… görmeyeceğim… göreceğim… görmeyeceğim…”
Nimetler ağır bir yüktür. Kaldırabilir miyiz? Karınca kendinden ağır olan bu yükü nasıl kaldırıyor? Sırrı nedir?
Ya Yusuf Ağa kavuştuğu gözlerinin hayatına kattığı güzellikler ve beraberindeki getirilerini kaldırabilecek mi?
Ve işte renklerin dünyasıyla karşılıyor dünyayı, havaalanına giderken. İlk imtihan orada başlıyor. Yoluna güller seren kim? Eşi hangisi, keşke şu güzel olan olsa! Korkunç bir imtihan, hiç görmediği eşi ile karşı karşıya. O da kendisi gibi yaşlanmış. Oysa daha genç ve daha güzel olan bayanlar var. Onlardan biri eşi olsa ne olurdu ki? Arzu kapısı gözleriyle birlikte açıldı artık…
Geniş ve konforlu bir evde karşılanıyor Yusuf Ağa. Büyük bir merasim ve güzel bir karşılama… şimdi de kendi evinde. İşte görmeden her gün geçtiği gittiği yerler. Şimdi görebiliyor ve bir hayal kırıklığı…
Görmediği zaman daha güzel buluyordu buraları, cennet bahçesi gibiydi…
Eşi ilk defa karşısına çıkacak, bir gelin gibi mahcup ve utangaç. Eskiden Yusuf Ağa görmüyordu onu, artık görüyor ve güzel görünmek istiyor. İlk heyecan ve ilk hayal kırıklığı…
Arzuların pençesine düşünce ömrümüze kar yağıyor, kış giriyor hayatımıza.
Dünyanın aldatıcı yüzü, işlenen günahlar, fakir zengin dengesizliği her şey çıplak bir şekilde karşısında artık, tıpkı yapraklarını dökmüş ağaçlar gibi.
Bahar geliyor ama kendisi için değil…
Dünyanın şatafatı ve gösterişi huzurunu yok ediyor, aydınlanan dünya bitmez tükenmez arzularla çirkinleşiyor.
Ve isyan bayrağı birbirine ihtiyaç olmadığını anladığın an başlıyor eşler arasında. Ben sana muhtaç değilsem “hayatıma karışma ve özgürlüğümü kısıtlama” diyor Yusuf Ağa.
Arzularımız çok büyük, onların tümünü elde etmek mümkün değil. Onlar elde edildiğinde de yerine yenisi ve daha büyüğü gelir. Elde edilmesi zorlaştıkça onlara olan tutku ve esaretimiz artar. Ömrümüz tükenmeden onlar tükenmez. Uyanmak ve bu esaretten kurtulmak gerek.
Aha hevesler… Yaşadığın cenneti cehenneme çeviren hayaller… ve ateşe verilen bütün yaşanmışlar. Pişman olacağız ama önce bu dünya bizi iyice rezil etmesi gerek. Bize bahşedilen nimetlerin gücünü hissettiğimiz sürece, onlara güvendiğimiz sürece pişman olmak çok zor. Evvela güçsüzlüğümüzü fark etmemiz gerekiyor. Burnumuzun iyice sürtmesi lazım.
Yola düşüyoruz, umut yolculuğuna. Ama yol yanlışsa hedeften uzaklaşırsın. Gidişin ne kadar hızlıysa hedefinden de o denli hızla uzaklaşırsın.
Önce arınmalı, günahlar kirlidir çünkü. Onlardan kurtulmak ve arınmak bedel ister. Gözyaşı ile kan ile temizlenmek lazım. Onlardan kurtulmak için bedel ödemeye hazır mısın?
Hayatında özel bir yeri olan Söğüt ağacını göremeden tekrar kör olur Yusuf.
Zaman hızla akıp geçiyor. Geri dönüşü olmayan hatalar ve günahlar var. Saatçi ve saat bize bunu anlatıyor. Yanından geçiyoruz ama fark etmiyoruz. Gözümüz var, görmüyoruz.
Kör olunca kalp gözü açılır, ibret alana. Tekrar yolunu bulur Yusuf Ağa.
“Allah’ım! Yeni bir hayat için bir daha bana fırsat vermeni istiyorum.”
Azıcık bir zamanda dünyanın aldatıcı ve helak edici güzelliklerini gördü. Gerçek nur, kalbinde yeşeren filiz, ardından nedamet gözyaşları…
Kitabı kapatınca kararan hayat ve kitabı açınca yeşeren umut, Söğüt Ağacı… ailece izleyin.
Ahmet Demir, Doğru Haber