Kısıtlı bütçelerle çok iyi yapımlar çıkaran, son yıllarda özellikle “dram “ türündeki başarısı ile adından söz ettirse de, hala daha henüz keşfedilememiş bir mücevher madeni gibi, en derin kuytularda ay ışığı gibi parlayan “İran Sineması”nın, oldukça güzel bir filminin analiziyle birlikteyiz. Türkçeye “Serçelerin Şarkısı” olarak çevrilen filmin orijinal ismi “Avaze gonjeshk-ha”dır. 2008 yılında çekimleri tamamlanıp izleyicilerin takdirine sunulan filmin yönetmenliğini, İran Sinemasının adını dünyaya duyuran ünlü yönetmen Mecid Mecidi yapmıştır. 1 saat 36 dakika boyunca izleyicisine keyifli anlar yaşatan film, dünyaca ünlü film puanlama sitesi IMDB’de “The Song Of Sparrows” ismi ile 7.9 gibi hatırı sayılır bir puan almış ve otoritelerce oldukça başarılı bulunmuştur.
Yönetmenin objektifinden “Hollywoodvari” abartılar zinciri şeklinde değil de, hayatın içinden gerçekleri cam gibi gözümüzün önüne bırakan Mecidi, bu gerçekçi yaklaşımı ile biz izleyicileri tek tek karakterlerin yerine koyarak gönlümüze bir kez daha taht kuruyor. Aslında film, ana karakter Kerim etrafında dönüyor ve onun başına gelen musibetlere karşı tavırları, oğluyla baba-oğul ilişkisi gibi kavramları ele alıyor. “Kerim” rolünü adeta yaşayarak oynayan Rıza Naci, Berlin Film Festivalinde en iyi erkek oyuncu kategorisinde Gümüş Ayı ödülünü almaya da layık görülmüş. Kerim’e filmde bir bakarsınız kızına işitme cihazı alabilmek için Tahran sokaklarında altında motorla taksicilik yapacak kadar merhametli bir babadır, ama bir de bakarsınız ki oğlunun masum küçük bir balık çiftliği hayaline günlerce direnecek kadar da inatçıdır. Bu iniş çıkışlar filmde de sürekli devam eder. Öyle ki göz yaşlarınızın yerçekimine direnmesi hayli zor olacak bir sahneden hemen sonra bir de görürüz ki, kamyon arkasında çocuklarla beraber yolculuk eden Kerim, trajıkomik bir biçimde İbrahim Tatlıses’in “Yalan Dünya” şarkısını seslendirir. Mecidi, hakikaten de bütün dünya uğraşlarının bir saman kağıdı kadar olduğunu unutmuş olan insanlığa bunu hatırlatmıştır.
Film, uçsuz bucaksız araziler arasındaki bir devekuşu çiftliğinin gösterimiyle başlar. Ana karakter Kerim burada çalışmaktadır. İşten eve o meşhur motoruyla dönen Kerim, ağır işiten kızı Haniye’nin işitme cihazının kaybolduğunu öğrenir. Evin yanındaki küçük su deposunda oğlu ve arkadaşlarını gören Kerim, onların işitme cihazını arama bahanesine inanmaz ve biraz daha sorduğunda çocukların orada balık aradığını öğrenince çılgına döner. Çamurlu suyun kurumasının yıllar alacağını ifade eder ve çocukların orada bir balık çiftliği kurma fikirlerine kapıları kapatır. İşitme cihazı orada bulunmuştur fakat kızla babanın yaptığı minik işitme testinde anlaşılır ki cihaz çalışmamaktadır. Cihazı tamirciye götüren baba Kerim, kızının sigortasının olmaması sebebiyle tamir için yüklü miktarda para gerektiğini öğrenince yıkılmıştır. Film bu noktadan sonra İran sinemasının dramatik-gerçekçi doğasının içine yavaşça dalar. Dalgınlıkla işe dönen Kerim’in ihmali sonucu bir devekuşu çiftlikten firar etmek için “iki nala” ayağa kalkar. Ki bu kovalamaca sahnesi, diğer devekuşlarının o zarif boyunlarını kaldırıp olan biteni seyretmesi hayli renkli görüntüler oluşturmuştur. Devekuşunun ufuktan kaybolmasıyla bir kez daha yıkılan Kerim, mücadelenin peşini bırakmaz ve o meşhur motoruyla bipayan tarlalar arasında samanlıkta iğne arama misal bir umut arayışa çıkar. Kerim gider yol gider, yol gider Kerim gider… Yönetmen Mecidi bu sahnelerde yaptığı uzaktan yol çekimleri ile, bir nevi insanoğlunun yolculuğunu anlatır. Elinde baston, sırtında kürkü ile “devekuşunu ancak devekuşu anlar” mottosuyla arayışına devam eden Kerim, birtakım izlere rastlasa da firari kuşu bulamamıştır. Çaresizce çiftliğe dönen Kerim, patronun dönmesi ile işten atıldığını öğrenir ve ekler: “Ama bu haksızlık…”
Ardından kızının işitme cihazının durumu için Tahran’a giden Kerim, bir tevafuk sonucu motoruyla taksicilik yapmaya başlamıştır. Tahran sokaklarında rızkının peşinde giden Kerim, bir gün yanlışlıkla müşteriden fazla para alır. Başta parayı farklı cebine koyan Kerim, dayanamaz ve o parayı da meyveler alarak harcar. Motora asılı meyve poşeti delinir ve meyveler suya akar. Burada 3 önemli nokta görüyoruz. Birincisi haram-helal hassasiyeti olan Kerim’e belki de haram lokma yemenin nasip olmamasıdır. İkincisi akıp giden nehire yuvarlanan meyvelerdir. Mecidi’nin önceki filmlerini izleyenler bilir ki Mecidi bu “akan su” imgesini çok sık kullanır, su onun için çok manalar ifade eder. Üçüncüsü de bu olayın Kerim’in ileride başına gelecek olan musibetlere bir sebep olabileceği hususunda ibretlik oluşudur. Bu noktadan sonra da başına çeşitli olaylar gelen Kerim, yine bazı hatalar yapar, hanımının kalbini kırar. Hala daha ısrarla balık çiftliği hayalinin peşinden giden çocuğu ve arkadaşlarına karşı çocukla çocuk olarak mücadele eder. Fakat bunların bedelini ağır bir kazayla da ödeyecektir. Bütün bu olanların yanında çocuklar hayalleri için çok uğraşlar vererek bir bidon dolusu balık kazanmıştır. Fakat bir kaza sonucu balıklar bidondan deniz kenarındaki yere düşer. Turuncu rengi balıkların sudan karaya düşüş anında hayatla savaş edercesine aheste aheste dansı, çocukların gözlerindeki kederle onları izleyişi, ağır çekimde yansıtılırken duygulanmamak elde değildir. Bidonun altı patlaktır ve çocukların çok zor bir karar vermesi gerekmektedir. Yoksa balıklar, gözyaşlarının dalgalara karışması eşliğinde denize mi dökülecektir ? İçerdiği tasavvufi manalar, aldığı güzel yorumlar, verdiği ibretlik dersler, dinlettiği o naif müzikleri ile “Serçelerin Şarkısı” filmi, en azından bir kere izlenmeyi hak ediyor deriz, vesselâm…