İRAN YETİMHANESİ

Seyirciler için öncelikle şunu belirtelim: “İran Yetimhanesi”, seçkin bir tarihi öyküye dayanıyor. İngiliz emperyalizmi, film boyunca pek çok kez kendini belli ediyor. “İran Yetimhanesi”, seyircilerin karşısına öyle bir şekilde çıkıyor ki, filmin neredeyse her karesinde hislenmemek elde değil. Emperyalizm ve çıkarcılığın kanlı yüzü, İran üzerinde kendini göstermeye başlayınca, İran halkı içerisinde pek çok toplumsal-siyasal çalkantılar dönmeye başlıyor. Film de zaten, bu çalkantılar üzerine büyük bir duygusallıkla çekilmiş.

Ruslar, 1917 Ekim Devrimi ile bir rejim değişikliği yaşadıktan sonra, bütün dünya üzerindeki politikasını kökünden değiştirdiği gibi, İran üzerindeki emellerini de yeniden gözden geçirmiş ve İran topraklarının hakimiyetini büyük ölçüde İngiliz emperyalizminin tekeline terk etmiştir. Bu olaylar yaşanmaktayken toplum, bilhassa açlıktan, kıtlıktan, veba ve tifo gibi hastalıklardan büyük acılar yaşamaktadır. Kıtlık nedeniyle toplumsal düzen ve huzur tamamen kaybolmuş, ölüm ve acı toplumsal hayata hakim olmuştur. Filmde sıklıkla belirtildiği gibi, üzülerek belirtelim ki, bu acı olayları İngiliz emperyalizmi seyretmekle kalmamış, körüklemiştir de. Hatta, filmin ortalarına doğru görülecektir ki İngilizler, halkı ölümün pençesinden kurtaracak olan ilaçlara sahip olmalarına rağmen bunları kendi ellerinde tutmaktadırlar. Bu, elbette ki vatanseverleri derin bir üzüntü içerisinde bırakmış; İngiliz emperyalizmine karşı harekete geçmelerini sağlamıştır.

İran Yetimhanesi” için ayrıca, dönemin İran’ının toplumsal ve siyasal yaşamını da başarıyla yansıttığını söyleyebiliriz. Yani, film izlendikten sonra, izleyici dönemin İran’ı hakkında ciddi anlamda fikir sahibi olabilmektedir. Filmin, 20. Yüzyılın başlarında İran devletinin ve halkının yaşamış olduğu acıları ve toplumsal olayları gerektiği gibi izleyici önüne çıkardığını görebilmek mümkündür. Mesela, açlık ve kıtlık sebebiyle yaşanan ölümlerin izleyici önüne çıkarıldığı sahneler, kelimenin tam anlamıyla “gerçek”tir. Öyle ki bu gerçeklik, izleyicileri derinden etkileyebilecek bir duygu seli yaşatmaktadır. Bu nedenle, filmi seyrederken duygulara hakim olabilmek, pek de kolay olmuyor. Acılar, ve bu acıların yaşanmasının sebebi olan emperyalizm, filmin seyircisinin duygu dünyasında hamaset duygularını tetiklediği gibi, insaniyet duygularını da en derinden hissettirmektedir. Önemle vurgulayalım ki, filmin ana temasını oluşturan “açlık”, “kıtlık”, “veba” gibi yaşanmışlıkların yanı sıra, İran’ın içerisinde bulunduğu toplumsal anarşik hareketler de filmin bir nesnesi durumundadır. Ne acıdır ki, İngilizler İran içindeki bu ayrılıkları ve anarşileri körüklemektedir filmde. Körüklemektedir ki, İran halkının yönetimi daha kolay olsun, İran petrollerine erişim esnasında bir problem yaşanmasın… Filmin genel anlamda yansıttığı düşünce, sömürgeci bir zihniyetin nelere mal olduğu ve olabileceğidir. Söyleyelim ki, bu düşünce başarılı bir biçimde yansıtılabilmiştir.

Seyirciler için, “İran Yetimhanesi”nin içeriğinden de bahsedelim.

Filmimiz, o sıralar Rusya ve İngiltere’nin kendi aralarında imzaladıkları bir anlaşma ile bölük pörçük hale gelmiş bir İran ile karşımıza çıkmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Rusya, 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte çarlık rejiminden Bolşevikliğe, yani Komünizme geçmiş; ve yeni idare pek çok politikayı kökünden değiştirmiştir. Bu nedenle Rusya, yerini İngilizlere bırakmış; hatta bırakmakla kalmamış, Kazaklar vasıtasıyla yardım dahi etmiştir. İngilizler bölgede tam anlamıyla egemenliklerini tesis etmişlerdir. Her yanda İngiliz egemenliği ve bayrağı vardır. İngiliz bayrağı ve subayları o denli saygındır ki, İran’da bulunan pek çok siyasetçi ve hatta hükümet, çoktan İngiliz egemenliğini kabul etmiştir. Ancak İran halkının, bu egemenliği kabul etmeye niyeti yoktur. İngilizlere karşı direnişin bir sembolü vardır: Mirza Küçük Han. Zaten film, baştan aşağı yaşlı bir kadının ağzından aktarılanlarla oluşturulmuştur. Filmin en başında, bir kadın, babasının yasını tutmakta ve röpotaj vermektedir. Röportaj verirken anılarını da anlatan kadının yaşadıkları, filmin temelini teşkil eder. Babasını anlatmaktadır. Babası, İngilizlere karşı direnişin önemli bir ismi, bir halk dostudur. Aynı zamanda, filmin en temel ögelerinden biri olan yetimhanenin (filmin adını da oluşturan) de yöneticisi ve sahibidir. Tek derdi, yetimhanedeki çocukların karınlarını doyurmak, ve vebadan korumaktır. Filmin başında, İngiliz komutan John Straw tarafından esir alınan bu kişi, yetimhanenin başına geçmeden önce bir direnişçidir zaten. Esir alınmıştır, ancak bir şekilde İngilizlerin elinden kurtulur. Kurtulmakla da kalmaz, zalim komutanın da gözünü çıkarır. Kurtulduktan sonra, sözü geçen yetimhaneyi ele alır. Artan zulümle beraber, İngilizlerce aranmasına rağmen, yakalanmamak için kılık değiştirir. Bir müddet sonra, yeniden silaha sarılıp direnişe başlayacak; filmin son sahnelerinde ise, İngiliz komutan John Straw’ı suikaste uğratarak öldürecektir.

Eray Sezer

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir