Kızlar Bağırmaz

Şşş! Kızlar Bağırmaz!

O bağırtmadığınız kızlar elbet en büyük mahkeme karşısına vardıklarında sizleri iyi bağırtacaklar.

Ben mahvoldum. Dayanabileceksiniz izleyin diyeceğim filmlerden biri.

Aylar önce güzel Instgramdaşım tarafından tavsiye edilen bu filmi izlemeye cesaret edememistim, bugün okuduğum bir yazı sonrası filmi izlerken buldum kendimi ama sonrasında filmin içinde kayboldum.

Ufacık hayatların rengarenk dünyalarını birkaç dakikada kapkara bir hale -yaptıkları şeyin nesinden zevk aldıklarını anlamadığım it soyları tarafından- nasıl dönüştürüldüğünü gösteren bir film.

Ama asıl suçun o şerefsizlerden çok bu çocukların “aman duyulmasın, aman itibarimiz zedelenmesin” diyen bencil ailelerinde olduğunu çok güzel bir şekildede anlatmış.

Kızlar Bağırmaz Filminin Konusu:

Şirin Düğün günü fotoğraf çekimleri sırasında birkaç dakikalığına kaybolur ve geri döndüğünde heryeri kanlar içindededir. Bulundukları apartmanın kapıcısını öldüren Şirin cinayeti neden işlediğini anlatmamakta direnmektedir, ta ki Avukatı kendisinin kalbine dokunmayı başarana kadar.

Cinayet anlık birşey gibi görünse de aslında sebebi Şirin’in 8 yaşında başına gelen çok kötü olaylarla bağlantılıdır.

Yürek yakan bir hikaye ilk dakikada başlıyor diyebiliriz.

Konunun anlatım şekli, gelişmesi, karakterlerin doğallığı o kadar güzeldi ki ama bu gayet normal. Sonuçta İran sineması film çekmeyi çok çok iyi biliyor. Filmleri insanları sadece eğlendirmek olmayan, bir aktör veya aktrisin yüz güzelliğine bile önem vermiyen, sinemaya sinema gibi davranan en başarılı sektörlerden biri. Çok seviyorum İran filmlerini.

Eğer şimdiye kadar bulaşmadıysanız bence bir an önce ucundan kıyısından iran sinemasına uğrayın, çok iyi gelecektir.

Bu biraz depresyon yaptı ama böyle filmler gözlerimizin açılması için şart.

Kızlarımızı da susturmayalım, bağırsınlar, konuşsunlar, kimseden korkmasınlar, elalem ne der baskısı içinde büyümesinler ama en başta aileler onları dinleyebilsinler.

Gününüzü zehir etmek gibi olmasın ama bu film izlenmeyi kesinlikle hak ediyor.

Nigar

Nigar, seyirciler için diğer İran kökenli filmlere göre daha iyi bir çekim kalitesiyle gözler önüne serlmiş bir film. Temelde cinayet üzerine bina edilmiş olan film, seyirciye heyecanlı dakikalar yaşattığı gibi, aşk ve ihanet ikilemini de beraberinde getiriyor. Öyle ki, filmin başrolü durumunda olan Nigar karakteri, filmin en temel olayları üzerinde, aşk ve intikam ikilemi temelinde belirleyici roller üstleniyor. Nigar ve Peyman adlı iki karakterin etrafında ve temelinde şekillenen olaylar, filmin sonunda “kötü adamların” ölmesiyle nihayete eriyor. İran kökenli filmlerde sıklıkla rastladığımız üzere, Nigar’da da toplumsal yapı ön plana çıkıyor. Yani, İran halkının sosyo-kültürel durumu dolaylı olarak da olsa seyirciye etkin bir biçimde sunuluyor. Bu bağlamda, Nigar filminin izlenmesi tavsiye edilebilir durumda.

Filmin içeriğinden söz edecek olursak, içeriğinin ve temasının, temelinde barındırdığı nesne ve ögelerin gayet zekice seçildiğini söylemek pekala mümkündür. Çünkü film, izleyenlerini hayrete düşürebilecek kesitler içeriyor. Öyle ki, filmin başında pek bir şey anlaşılmasa dahi, bütün anlaşılmamış düğümler, filmin son sahnelerinde birer birer peydah olmakta, gün yüzüne çıkmaktadır. İşte bu, filmin tadını tat yapan bir unsur…

Nigar filmi, başrolümüz olan Nigar karakterinin babası olan Feramerz Veliyan’ın ölümüyle başlıyor. Ölümü, bir polis memurunun anlatımıyla seyirciye canlandırılıyor ilk önce. Daha sonrasında ise, karşımıza Feramerz Veliyan’ın kızı olan Nigar ve eşi çıkıyor. Filmde, Feramerz Veliyan’ın “intihar” ettiği söylenilerek başlangıç yapıldığı için, tüm karakterler sahiden de Veliyan’ın intihar ettiği kanaatindeler. Bu durumu anlamak, hayata derinden bir bağlılık duyan Veliyan’ın neden ve nasıl intihar ettiğini kavramak, Veliyan’ın yakınları için bir bilinmezlik… Veliyan’ın ölümü, özellikle eşini hayattan koparır duruma getiriyor. Elbette ki, aynı hüzün ve kederi Nigar karakteri için de söylemek mümkündür fakat, ölümünün yas etkisi, filmde en çok Veliyan’ın eşi üzerinde işlenmiş bir durum. Öyle ki, Veliyan’ın eşi bir sahnede şunları dile getirmiştir: “Veliyan’dan sonra yaşlandım. Öncesinde gençtim ben. Artık, yaşadığıma inanmıyorum.” Durum, Nigar üzerinde daha başka bir etki yaratmıştır. Şöyle ki, Nigar, bir sahnede apaçık surette belirttiği gibi, babasının intihar ettiğine inanmamaktadır. Çünkü bütün mantık ve akıl kuralları, bunun tersini ortaya koyar niteliktedir. Dolayısıyla, babasının ölümü üzerinde bir sır perdesi olduğuna inanarak işe başlar.

Nigar, bu kanaatte olmakla birlikte, ne yapacağını bilemeyecek bir durumdadır. Bir gün, babasının çalışma masasını incelemeye karar verir. Fotoğraflara bakarak babasını yad etmekteyken, birden bir hayalin içinde bulur kendini. Bu, filmde sürekli olarak karşılacak olduğumuz (ve hatta filmin temel kurgularından bir tanesi olan) “hayal görme” sürecinin ilkidir. Nigar, bu hayalde babasını bir at ile konuşmaktayken görür. Babasının yanına gider, ve onunla konuşmak ister. Babası, belli belirsiz birkaç söz ettikten sonra, ani ve korkutucu bir biçimde ortadan kaybolur. Nigar, gördüğü bu hayalin henüz etkisinden sıyrılmamışken, babasının evlerini satmış olduğunu ve bir avukatın icraya geldiğini görür. Ne yapacağını bilemeyecek kadar çaresizdir. Mecburen, borcu erteletme gayretine girişir. Bu sırada, filmin çekirdek rollerinden biri olan Peyman, kendisine yardımcı olmak için çaba sarf etmektedir. Halbuki, filmin sonunda anlaşılacağı üzere, Nigar’a olan aşkından yanıp tutuştuğu için tabiri caizse Nigar’ın kuyusunu kazmaktadır…

Filmin pek çok yerinde Nigar, babasının ölümü üzerindeki sis perdesini kaldıracak nitelikte hayaller görmektedir. Ancak bu hayaller, kelime anlamıyla “hayal” değildir. Zira Nigar, daha önce babasının başından geçmiş olayları bir film seyreder gibi seyretmektedir bu hayallerin içerisinde. Hatta bu hayaller filmin akışı için o derece önemlidir ki, film tamamen bu hayallerden yapılan çıkarsamalara dayanır. Bu nedenle, filmin az da olsa “bilim kurgu” yönü var diyebiliriz esprili bir dille.

Behtaş karakteri ile Veliyan arasında “at satımı”na ilişkin bir sözleşme kurulmuş, Behtaş Veliyan’a karşılıksız bir çek vermiştir. Nigar, paraya ihtiyaç duyduğu için bu çekin bedelini tahsil etmek ister. Bu vesileyle Behtaş’la görüşmüş olacaktır. Bundan sonrası, Nigar’ın hayalleri üzerinde kuruludur. Nigar, ara sıra gördüğü hayallerinden yola çıkarak, hem Peyman’ın, hem teyzesinin eşi olan eniştesinin ve hem de Behtaş’ın babası Veliyan’ın ölümüne neden olduğunu öğrenir. Filmin sonunda anlaşılacaktır ki Veliyan, Behtaş’ın kirli işlerini ortaya çıkartacak pek çok belgeyi ele geçirmiştir. İşin sonunda Nigar, bu üç ismin üçünü de teker teker öldürecektir.

Eray Sezer, Yeni Kaynak

İRAN YETİMHANESİ

Birinci Dünya Savaşı’nın o çetin şartlarında İngilizlerin işgaline uğrayan İran toplumunun direnişini konu edinen tarihi bir film. Savaşta açılan İran cephesi tüm gerçekliğiyle en iyi şekilde yansıtılmış, filmi izlerken sanki o cepheyi yaşıyormuş gibi hissedeceksiniz. Bu cephede verilen mücadele ve sergilenen kahramanlıklar izleyenleri derinden etkiletecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nda İran’ın kuzeyindeki Bakü topraklarını almak için önce İran topraklarını işgal eden İngiltere, emperyalist emellerine ulaşabilmek için İran’da büyük bir kıtlık olmasına sebebiyet verdi ve yaşanan kıtlık ve bununla beraber ortaya çıkan Veba hastalığı sonrası 18 milyon nüfuslu İran’da 9 milyondan fazla insan hayatını kaybetti.

İran Yetimhanesi” batılı emperyalistlerin işgal faaliyetlerini tüm yönleriyle perdeye yansıtmayı başaran bir film. Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan batılı devletler, sırf kendi istedikleri olsun diye türlü türlü oyunlar oynayarak Birinci Dünya Savaşı’nda sömürge faaliyetlerine girişmişlerdi. Bunun en bariz örneklerinden biri de İran’da yaşandı.

İran Yetimhanesi” filminin giriş sahnesinden de anlaşılıyor ki filmi anlatan ve bu filmin çekilmesi için gerekli bilgileri sağlayan kişi Cengelilerin lideri Mirza Küçük Han’ın yakın arkadaşı Cengeli Salar Han’ın kızıdır. İngilizler İngiliz komutan Danstrevin emriyle Mirza Küçük Han’ın yakın arkadaşı Salar Han’ı canlı bir şekilde ele geçirmek ister. İran’ın kuzey ormanlarında canlı olarak ele geçirilen Salar Han, kendi gayretleri sonucu kaçar ve babasının kurduğu “İran Yetimhanesi”ne gelir. Yetimhanenin amacı öksüz çocukları korumak, onların İngilizler tarafından alınıp gizli ajan yapılarak İran’a karşı gelmelerini engellemektir. Babasının ölümünden sonra yetimhaneden sorumlu olan Salar Han, yetim çocuklar elinden geleni yapıyordu. Fakat İngilizlerin kirli oyunları yüzünden hazırlanan yemeklerde kullanılan malzemeler tükeniyor ve zamanla kıtlık başlıyor. Başka yerlerden alınan malzemelere ise yollarda İngilizler el koyuyor. Gün geçtikçe sadece yetimhanede değil İran’ın her yerinde kıtlık baş gösteriyordu.

Kıtlık silahı yetimhane çocuklarını nişan almıştı. İngilizlerin eli İran’ın her kesimine uzanmaktaydı. İran’ı karıştırıp savaşmalarını engellemek istiyorlardı. Ülke çapında korkunç bir kıtlık oluşmuştu. Bu durum insanların canına tak etmişti. Bir parça ekmek için saatlerce fırınların önünde bekliyorlardı ve çıkan ekmekler için birbirlerini vuruyorlardı.

Bu durumlara dayanamayan Salar Han kıtlığı ve vebayı engellemek için İngiliz ordusuna baskın düzenlemeyi ve onların elinde bulunan veba ilaçlarını almayı planlar. Zorlu kış şartlarına rağmen bir bölük arkadaşıyla engin tepelerde yola koyulur. İran halkı kıtlıktan ve vebadan kırılırken İngiliz ordusu ise keyifle vakit öldürüyordu. İran halkı kuzeye göçmeye başladı fakat İngilizler yollarını kesip halka zarar veriyordu. Salar han dahice bir planla İngiliz konvoyundaki ilaç arabasını çalıp ilacı halkın hastalıktan kurtulması için kullanır. İşler yoluna girmeye başlar ve mutfak malzemesi de tedarik edilir.

Bu duruma canı sıkılan İngilizler halka işkence yapmaya başlar. Yetimhaneye girerler Salar Han’ın izini ararlar. Çocukları korkutup kaçanları kurşuna dizerler. Yetimhanedeki herkesi kamyonlara bindirip Salar Han’ın peşine düşerler. Bunu öğrenen Salar Han, artık bu durumdan sıkılmıştır ve harekete geçer, çocuklar için yetimhane için İran için savaşmayı göze alır. Ve kısmen de olsa zafer kazanır.

İngilizlerin böl parçala yönet taktiği sonucu büyük bir kıtlık ve hastalık baş göstermişti. Bu kıtlık ve vebada 9 milyon İranlı hayatını kaybetti. Ama facianın sorumluları İngilizler olduğu için bir cinayet tarihten silinir ve faciayla ilgili kayda değer hiçbir şey yazılmaz. “İran Yetimhanesi” filmi bunları anlatmak için yönetmen Ebulkasım Talibi tarafından çekilmiştir.

İRAN YETİMHANESİ

Seyirciler için öncelikle şunu belirtelim: “İran Yetimhanesi”, seçkin bir tarihi öyküye dayanıyor. İngiliz emperyalizmi, film boyunca pek çok kez kendini belli ediyor. “İran Yetimhanesi”, seyircilerin karşısına öyle bir şekilde çıkıyor ki, filmin neredeyse her karesinde hislenmemek elde değil. Emperyalizm ve çıkarcılığın kanlı yüzü, İran üzerinde kendini göstermeye başlayınca, İran halkı içerisinde pek çok toplumsal-siyasal çalkantılar dönmeye başlıyor. Film de zaten, bu çalkantılar üzerine büyük bir duygusallıkla çekilmiş.

Ruslar, 1917 Ekim Devrimi ile bir rejim değişikliği yaşadıktan sonra, bütün dünya üzerindeki politikasını kökünden değiştirdiği gibi, İran üzerindeki emellerini de yeniden gözden geçirmiş ve İran topraklarının hakimiyetini büyük ölçüde İngiliz emperyalizminin tekeline terk etmiştir. Bu olaylar yaşanmaktayken toplum, bilhassa açlıktan, kıtlıktan, veba ve tifo gibi hastalıklardan büyük acılar yaşamaktadır. Kıtlık nedeniyle toplumsal düzen ve huzur tamamen kaybolmuş, ölüm ve acı toplumsal hayata hakim olmuştur. Filmde sıklıkla belirtildiği gibi, üzülerek belirtelim ki, bu acı olayları İngiliz emperyalizmi seyretmekle kalmamış, körüklemiştir de. Hatta, filmin ortalarına doğru görülecektir ki İngilizler, halkı ölümün pençesinden kurtaracak olan ilaçlara sahip olmalarına rağmen bunları kendi ellerinde tutmaktadırlar. Bu, elbette ki vatanseverleri derin bir üzüntü içerisinde bırakmış; İngiliz emperyalizmine karşı harekete geçmelerini sağlamıştır.

İran Yetimhanesi” için ayrıca, dönemin İran’ının toplumsal ve siyasal yaşamını da başarıyla yansıttığını söyleyebiliriz. Yani, film izlendikten sonra, izleyici dönemin İran’ı hakkında ciddi anlamda fikir sahibi olabilmektedir. Filmin, 20. Yüzyılın başlarında İran devletinin ve halkının yaşamış olduğu acıları ve toplumsal olayları gerektiği gibi izleyici önüne çıkardığını görebilmek mümkündür. Mesela, açlık ve kıtlık sebebiyle yaşanan ölümlerin izleyici önüne çıkarıldığı sahneler, kelimenin tam anlamıyla “gerçek”tir. Öyle ki bu gerçeklik, izleyicileri derinden etkileyebilecek bir duygu seli yaşatmaktadır. Bu nedenle, filmi seyrederken duygulara hakim olabilmek, pek de kolay olmuyor. Acılar, ve bu acıların yaşanmasının sebebi olan emperyalizm, filmin seyircisinin duygu dünyasında hamaset duygularını tetiklediği gibi, insaniyet duygularını da en derinden hissettirmektedir. Önemle vurgulayalım ki, filmin ana temasını oluşturan “açlık”, “kıtlık”, “veba” gibi yaşanmışlıkların yanı sıra, İran’ın içerisinde bulunduğu toplumsal anarşik hareketler de filmin bir nesnesi durumundadır. Ne acıdır ki, İngilizler İran içindeki bu ayrılıkları ve anarşileri körüklemektedir filmde. Körüklemektedir ki, İran halkının yönetimi daha kolay olsun, İran petrollerine erişim esnasında bir problem yaşanmasın… Filmin genel anlamda yansıttığı düşünce, sömürgeci bir zihniyetin nelere mal olduğu ve olabileceğidir. Söyleyelim ki, bu düşünce başarılı bir biçimde yansıtılabilmiştir.

Seyirciler için, “İran Yetimhanesi”nin içeriğinden de bahsedelim.

Filmimiz, o sıralar Rusya ve İngiltere’nin kendi aralarında imzaladıkları bir anlaşma ile bölük pörçük hale gelmiş bir İran ile karşımıza çıkmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Rusya, 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte çarlık rejiminden Bolşevikliğe, yani Komünizme geçmiş; ve yeni idare pek çok politikayı kökünden değiştirmiştir. Bu nedenle Rusya, yerini İngilizlere bırakmış; hatta bırakmakla kalmamış, Kazaklar vasıtasıyla yardım dahi etmiştir. İngilizler bölgede tam anlamıyla egemenliklerini tesis etmişlerdir. Her yanda İngiliz egemenliği ve bayrağı vardır. İngiliz bayrağı ve subayları o denli saygındır ki, İran’da bulunan pek çok siyasetçi ve hatta hükümet, çoktan İngiliz egemenliğini kabul etmiştir. Ancak İran halkının, bu egemenliği kabul etmeye niyeti yoktur. İngilizlere karşı direnişin bir sembolü vardır: Mirza Küçük Han. Zaten film, baştan aşağı yaşlı bir kadının ağzından aktarılanlarla oluşturulmuştur. Filmin en başında, bir kadın, babasının yasını tutmakta ve röpotaj vermektedir. Röportaj verirken anılarını da anlatan kadının yaşadıkları, filmin temelini teşkil eder. Babasını anlatmaktadır. Babası, İngilizlere karşı direnişin önemli bir ismi, bir halk dostudur. Aynı zamanda, filmin en temel ögelerinden biri olan yetimhanenin (filmin adını da oluşturan) de yöneticisi ve sahibidir. Tek derdi, yetimhanedeki çocukların karınlarını doyurmak, ve vebadan korumaktır. Filmin başında, İngiliz komutan John Straw tarafından esir alınan bu kişi, yetimhanenin başına geçmeden önce bir direnişçidir zaten. Esir alınmıştır, ancak bir şekilde İngilizlerin elinden kurtulur. Kurtulmakla da kalmaz, zalim komutanın da gözünü çıkarır. Kurtulduktan sonra, sözü geçen yetimhaneyi ele alır. Artan zulümle beraber, İngilizlerce aranmasına rağmen, yakalanmamak için kılık değiştirir. Bir müddet sonra, yeniden silaha sarılıp direnişe başlayacak; filmin son sahnelerinde ise, İngiliz komutan John Straw’ı suikaste uğratarak öldürecektir.

Eray Sezer

Melekler Hep Birlikte İner

Yine bir İran yine sıcak ekmek gibi bir durum filmi, daha doğrusu birilerinin hayatından bir kesit izliyormuşuz gibi doğal.

Melekler Hep Birlikte İner filmini, hastalık kısmı hariç olarak tıpkı “Altın ve Bakır“a benzettim.

Öyle sıcak sevgi dolu bir film; eşler arasında sevgi, sadakat, özveri, yardımlaşmayı anlatıyor diyebiliriz.

Tıpkı “Altın ve Bakır“daki gibi burada da baba bir molladır. Genç babamız hem eğitimine devam etmekte hem de inşaatlarda elektrik tesisatı yapmaktadır.

Üçüz çocuklarının olacağını duyunca hem şaşırır hem sevinirler. Çocuklar olunca geçimleri zorlaşır. O da pek kendisine göre olmayan ama ücreti iyi olan bir iş teklifini kabul eder.

İran filmlerini seviyorsanız özellikle “Altın ve Bakır“ı beğendiyseniz bunu da beğenmeniz muhtemel.

Bi Tutam Anı

Khabgah-e Dokhtaran

Yeni Kaynak‘ta altyazılı olarak bulabileceğiniz bu iran korku filmini dün izlemek nasip oldu.

Korku diyorlar ama bence sadece gerilim. Rahat rahat izleyebilirsiniz yani.

Ben şimdi iran filmlerindeki şiirsel ve de resim çizer gibi hikaye anlatmalarına o kadar alışmışım ki bu film bana acayip değişik geldi.

Hep böyle derin bir olay bekledim, manen ruhen ne bileyim tasavvufi birşey olacak diye gözümü acabildiğim kadar kocaman açtım ama film sadece gerilmelikmiş. Bunu bilerek izlemeye başlarsanız o zaman benim gibi filmin içinde bir arayışa düşmezsiniz, daha iyi olur.

Kız Yurdu Filminin Konusu:

Üniversite kazanan 2 arkadaş; Rüya ve Şirin, okulun bulunduğu biraz uzak olan şehre zar zor giderler, aileleri pek gönüllü değildir.

Neyse bunlar varır oraya. Kızlar yurduna yerleşir 2 kız. Pencereleri eski virane bir yapıya bakmaktadır. Yurt görevlisi Sakine Teyze (Safiye de olabilir) “sakın o binaya gitmeyin, orası cinli” der.

Rüya az korkusuz ve cesur bir kızdır. Bir gece binadan tuhaf çığlıklar gelince alır eline fenerini ve dalar binanın içine.

Sonra ne mi olur? İşte o söylenmez, izlenir.

Psikopatlıklar vardı filmde ama hazmi kolay olanlardan.

Oyuncular hem bilindik hem de sevdiklerimizden.

Onun için siz benim 3 leyen yıldızıma bakmayın ve filmi izleyin.

Arzu Akay

Rüsvai 2

1. bölümünü sabah izleyip hayran kaldıktan sonra hemen 2. bölümünü de izleyeyim dedim ve maalesef bunu çok sevemedim.

Alınacak çok dersler, herkesin kendine uyarı olarak nitelendirebileceği çok şey var filmde ama galiba ben sabahki izlediğim ilk bölüme çok takılı kaldığımdan bundan da o tür şeyler bekledim.

Tasavvuf daha az mıydı? Aslinda değildi.

Uçan kuşların yerleştirildiği sahneler çok çok anlamlıydı ama duygu yönünden eksik geldi bana biraz.

Rüsvai 2 Filminin Konusu:

Yine bizim tontiş Hacı Yusuf mollamız var filmde (Ekber Abdi).

Darağacına doğru yürüyen birkaç suçlu ibret-i alem olsun diye ulu orta yerde sallandırılmak istenir.

Mollamız bir şekilde onların kurtuluşuna vesile olur.

Ve orada konuşurken ağzından çıkan “Allah bizi sarsmadan biz biraz olsun kendimizi sarsalım” cümlesiyle yer yerinden oynar adeta.

İnsanlar bu cümleyi olacak bir depremle o kadar bağdaştırırlar ki şehri terkedip sokaklarda sabahlamaya başlarlar.

İşin içinden nasıl çıkılır peki?

Tabiki de Rabbime tevekkül ederek.

İlk bölümdeki o kartlaşmış zampik burdada vardi. Ne yüzle halen ortada geziyorsa bilemedim.

Bu bölümde de mollamızı rezil rüsva etme çabaları var ama birilerini rezil etmek de vezir etmek de sadece Rabbimin isteğiyle olur.

Çok anlamlı sözleri olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim ama ilk bölümden sonra beklentinizi hafif düşürüp izleyin.

Arzu Akay

Rüsvai 1

“El alem ne der” ya da “ne demiş” düşüncesini yaşam tarzı yapmış olan bir toplum olarak bu filmi izlemeliyiz.

Hiç “başkaları ne der” yerine “Rabbim ne düşünür, ne ister” dedik mi? Demişizdir inşallah ama el-aleminin diyeceği kadar ırgalamamıştır bizi.

Tasavvufu dibine kadar yaşayacağınız müthiş bir film Rüsvai / Utanç

Kim kimden neden utanmalı işte bu filmde görebilirsiniz.

Rüsvai Filminin Konusu:

Hafif meşrep denilen mahallenin çok güzel bi kızıdır, Efsane.

Babası öldükten sonra hem hasta annesi ve küçük kardeşine bakmak hem de babasının ardında bıraktığı borcu ödeyebilmek için ceşitli yollardan geçmiştir kendisi ki bu da adını lekelemiştir biraz.

Borçlandıkları müslüman görünümlü, özünde kart ve de tırt zampara olan adam kıza senetler karşılığı birlikte olmayı teklif eder.

Kız yüz verir gibi yapsa da adama katlanacak tahammülü yoktur, o sebeple senetleri dalavereyle çalıp kaçar ama nereye?

Kaçarken tesadüfen(!) çok müslüman bir mollanın evine sığınır.

İnancı da biraz kıt olan Efsane, o andan itibaren bu Mollanın nuruyla aydınlanmaya başlar ama insanlar o kadar adidir ki büzülmez torba tipli ağızları iğrenç bir dedikodu çıkartır.

Her duyduğumuza, hatta her değişik gördüğümüz şeye bile birden inanmamamız lazım.

Su-i zan kötü bir şey, yolu iftiraya çıkan.

Hacı dedemize bayıldım ben. Kalp gözününde biraz aralık oluşuyla ne güzel cümleler çıkıyordu ağzından.

Haşr suresi 21. ayet ile başlayan filmimiz Kasas suresi 83. ayet ile bitiyor.

Yani:

“İşte bu ahiret yurdu ki onu, yeryüzünde üstün olmak ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Akıbet (güzel sonuç) muttekîlerindir (takva sahiplerinindir).”

Allah kelamının bol bol geçtiği bu film ruhunuza iyi gelecek.

Rabbim münafıklardan her daim korusun.

Arzu Akay

İran Yetimhanesi

Dünya sinemasında tartışılmayacak derecede önemli bir yeri olan ve ürettiği eserler ile her zaman ses getiren İran sinemasının en yeni örneklerinden biri olan İran Yetimhanesi, hem bir dönem filmi olması hem de izleyiciyi kendine bağlayan bir yapıya sahip olması sebebi ile unutulmaz filmleriniz arasına girmeye aday…

Film, 27 Ekim 2016’da vizyona girmiş olmasına rağmen henüz 2 yıl içerisinde IMDb’de 6,7 puana ulaşmış ve birçok kişi filmi sevilenlerine eklemiş. Filmin başlıca İranlı oyuncuları Baharek Salehniya, Aliram Nurai ve Ferruh Nimeti iken yabancı oyuncular Tommie Grabiec ve Paul Dewdney de filmde rol alan isimler arasında…

Birinci Dünya Savaşı’nın korkutucu, buhranlı ve karanlık yıllarında geçiyor İran Yetimhanesi… Seneler 1917 – 1920 arası… İran ile İngiltere savaşıyor ve her zaman her yerde olduğu gibi savaşın en büyük mağdurları yine çocuklar… Film, bu karanlık ve korkutucu dönemde Ebu’l Fazl isimli bir adamın bir yetimhane açma öyküsünü konu alsa da, izleyici alt metinlerde hep emperyalist düşüncenin tarih boyunca insanları düşürdüğü o kötü ve aşağılık hali ve bu düşünceye karşı yapılan şanlı direnişleri görüyor.

“Bir savaşın içerisinde nasıl yaşanır ve yeni hayatlar nasıl kurulur?”, “Kurulmaya çalışılan bu yeni hayatlar nasıl korunur?” ve “Her şeye rağmen insan yüreğinde umudu nasıl muhafaza eder?” sorularına bir cevap niteliğinde olan İran Yetimhanesi, kendine has dokusu ile izleyiciyi daha ilk dakikalarından itibaren kendisine çekmeyi başarıyor. Ayrıca bunu yaparken kullandığı coşkun anlatım dili ve sunduğu görsellik de izleyicinin hikayeyi daha derinden hissetmesindeki en büyük etkenlerden…

Film, izleyicisine çocukları merkeze alarak çarpıcı ve eleştirel bir savaş anlatımı sunuyor. Çocukların dünyasından, onların gözünden ve onların hayal gücünden hareketle, yaşanan bir savaşın yine çocuklar üzerindeki etkileri ve kendini çocukların geleceğine vakfetmiş bir insanın fedakârlıkları üzerinden bir anlatım benimseyen film, bir yandan da Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin İran’da sebep olduğu yokluk, açlık ve kıtlığın korkunç yüzünü gözler önüne seriyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da 9 milyon insanın ölümü ile sonuçlanan bu kıtlık ve yokluğun ardında bıraktığı derin izler ve unutulmayan acılar İran Yetimhanesi ile bir kez daha gözler önüne seriliyor…

Sunduğu gerçeklikler ve içtenlik ile İran Yetimhanesi, unutulmazlar arasındaki yerini almaya hazır olsa da eksiklikleri yok değil. Yönetmenliğini adını daha önce Savaşın Çocukları, Boş Eller ve Altın Sahipleri filmlerinden de hatırlayacağımız Ebul Kasım Talibi’nin yaptığı İran Yetimhanesi, bir dönem filmi olmasına rağmen, geçtiği tarihin dokusunu izleyiciye hissettirmek konusunda biraz eksik kalıyor…

Ancak yine de bu film için ayrılan bütçe için, filmin sahip olduğu derin mesajlar ve anlattığı hikayenin orijinalliği için, filmin sorgulayıcı yapısı için ve en önemlisi de İran sinemasının çarpıcı eleştirilerinden birine sahip olduğu için İran Yetimhanesi kesinlikle izlemeniz gereken filmlerin başında geliyor.

Şahsi kanaatim, bazı filmlerin onlara ayrılan bütçeler için, bazı filmlerin sadece yönetmenleri bazılarının sadece oyuncuları için, bazı filmlerin ise işlediği konular için izlendiği yönündedir. Ancak İran Yetimhanesi’ni izlerken bu filmin hangi kategoride yer alacağına bir türlü karar veremedim. Oyunculuklar beklediğimden iyi, bütçe beklediğimden fazla, yönetmen ise deneyimli bir yönetmen… İşlenen konu da böylesine orijinal bir konu olunca, İran Yetimhanesi, benim bu kategorilerin dışında kalan ancak yine de kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden oldu…

Eğer mutlaka bir gerekçe belirtmem gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın o buhranlı günlerine tanıklık etmek istiyorsanız, İran Yetimhanesi’ni açıp arkanıza yaslanmanız yeterli olacaktır…

Şimdiden keyifli seyirler…

Candide, Yeni Kaynak

İran Yetimhanesinde Bir Savaş Dramı

Bir dönem filmi olma özelliği gösteren İran Yetimhanesi, insanın duygularını harekete geçiriyor ve içini titretiyor. Ancak izledikçe görüyorsunuz ki çok da uzak olduğumuz olaylar değil, çok da yabancı olduğumuz duygular değil anlatılanlar. Kendi tarihimizde tanık olduğumuz pek çok detaya rastlıyoruz ilerleyen her bir dakika. Ayrıca filmin duyguları harekete geçiren yanı, tarihi değerleri açıklama noktasında çeşitli gelgitler ile dengeliyor ve izleyicinin dikkatini dağıtmıyor. Rahatlıkla aileniz ile birlikte izleyebileceğiniz film, bize çok da uzak olmayan bir dönemi işaret ettiğinden, izlediğinize pişman olmayacağınız bir tarihi yapım. Filmin asıl odak noktası olan çocuklar ise unutulmamalı. Filme ismini veren yetimhane iç acıtan cinsten. Hadi sözü çok uzatmadan biraz filmimizin içeriğine bakalım.

Hikâyeye dair çok da bilgi vermemek gerek elbette ama genel olarak 1917 ile 1920 yılları arasında gerçekleşen İngiliz zulmünü ve bu sırada en büyük hasarı alan çocukları konu ediniyor bu yapım. İngilizler dokunduğu topraklarda kan akıtırken, İran’da da durum çok farklı olmuyor. Milyonlarca insan yaşamını yitiriyor bu dönemde. Tam anlamı ile bir tarihsel kaynak olarak nitelenemese de filmde oldukça önemli tarihsel göndermeler söz konusu. Ülkemizde de benzer bir kurtuluş mücadelesi olan Kurtuluş savaşı yaşanmışken bizim anlamakta çok da zorlanmayacağımız acılar gözler önüne seriliyor. Adı emperyalizmin ile özdeşleşen Rothschild ailesini görmek bile aslında senaryoyu aşağı yukarı anlamak için yeterli. Bugüne kadar dünyanın farklı noktalarında uygulanan taktiğin İran’da da uygulandığı ve aynı acı sonuçları verdiği görülüyor. Adeta bir ortaçağ Avrupası ile aynı kaderi yaşama durumunda bırakılan bu insanlar, filmin belli noktalarında İngilizlere son derece manidar sözler ile ders veriyor. İnsanın içini titreten, tüylerini ürperten bu anlar filmin zirve dakikaları diyebiliriz. Bir de insanların cahilliği, yokluk zamanları, ölümler ve mücadele çerçevesinde yaşanan bu büyük acılar, çocuklar çerçevesinde gözler önüne serilince belki de en çok insana dokunan bu durum oluyor.

Bu tür tarihi yapımların hayata geçirilmesinde en önemli nokta tarihsel araştırmalardır. Hikâyenin doğru bir şekilde aktarılabilmesi, verilmek istenen mesajın doğru bir şekilde verilebilmesi gerekir. İran Yetimhanesinde küçük senaryo boşlukları sezilebilse de genel anlamda başarılı bir çalışmanın ortaya konduğunu görebiliyoruz. Çok fazla tarihi bilgi birikimine sahip olmadan izleyen birinin gözüyle bakılsa dahi İran Yetimhanesi anlatmak istediğini izleyene ulaştırabiliyor. En önemlisi de savaşların insanlara yaşattığı acıları, en çok yara alanların ise her zaman çocuklar olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Her zaman, her tarihi yapımda benzer hikâyeler ile insanların yaşadığı acılar ve özellikle de çocukların yaşadıkları gözler önüne serilir. Bu kez de durum farksız oluyor ve her bir karakterin yaşadıkları ayrıca ilgi çekiyor. Savaşın yanı başında gelişen olaylar ve ilgi çekici bir hikâye sizi bekliyor bu filmde. Tarihin tekerrür etmediği bir gelecek için öncelikle bu tür filmleri genç nesillere izletmemiz gerektiğini unutmayalım.

İran Yetimhanesi, özellikle de İran filmlerine ilgi duyanlar için iyi bir başlangıç olabilir.

Hurie, Yeni Kaynak