Bir İran filmi… Serçelerin şarkısı
Tahrana yakın bir kasaba ve hayat standartlarının altında yaşayan bir aile… Baba Kerim Ağa, bir deve kuşu çiftliğinde çalışıyor. Bir anlık dalgınlık ile kaçan bir deve kuşu, Kerim Ağa’nın işten kovulmasına neden oluyor.
Kerim Ağa’nın bir de işitme cihazı kullanan bir kızı var. Kız; cihazını, çocukların balık yetiştirip zengin olma hayallerini kurduğu su ambarında, suya düşürüyor. Tabi bu da ayrı bir sorun. Baba, yenisini alacak ama parası yok, çünkü artık kendisi bir işsiz.
Rızık endişesinin ne kadar yersiz olduğunu, çalışan için her zaman iş bulunabileceğini, hiç beklemediği bir anda başladığı işle öğretiyor bize Kerim Ağa. Bir anda, Tahran’da yaygın olan motorsikletle yolcu taşıma işinde buluyor kendini.
Hikâye böylece başlıyor ve hayatın olağan akışı içinde kaybolup gidiyoruz. Aslında kerim Ağa’nın hikâyesi değil bu, herhangi birimizin hikâyesi. İçimizdeki bütün masum duyguları iğneyle kazar gibi derinliklerimizden çıkarıp gün yüzüne çıkarıyor. Günahsız ve hak üzere, harama bulaşmamış bir hayat; ne kadar çetin olursa olsun, baharda çıkan bir erik kadar güzel.
Fakirlik, bu dünyanın en son derdi Kerim Ağa için. O kadar zengin bir aile ki, işten kovulurken ufak bir tazminat gibi verilen devekuşu yumurtasını bütün çevresi ile paylaşıyor menemen tadında. Hiç deve kuşu yumurtası ile yapılan menemen yiyeniniz var mı?
Hayat onu sınıyor ama o yüz vermiyor, dik duruyor. Yalanlar, sahtekârlıklar ve maddi fırsatlar… Ufacık bir haksız kazanç bile, motorunun arkasında yırtılan bir erik poşeti oluyor ve çocuklarının kursağından geçmiyor. Masumiyetin en güzel tablosu…
Namazı hayatının başköşesine yerleştirenler, huzuru ıskalar mı hiç? Gelin bu filmin namaz sahnesini tekrar tekrar izleyelim. Namaz kılanlar, baldan ve şaraptan akan nehirlerin olduğu cennetlerle müjdeleniyor.
Filmdeki nefis sahnelerden biri de otobanda geçiyor. Bir çocuk çıkıyor karşısına Kerim Ağanın. O da hayatın zorluklarını yenmek için çalışıyor ve destek istiyor. Yardım etmek istiyor Kerim Ağa, ama maddeye bulaşan aklı izin vermiyor. Sahne değişmeden hayatın gerçekliği çarpıyor yüzümüze. Kerim Ağa’nın bir değil iki çocuğunu aynı durumda görüyoruz, çiçek satarak para kazanmaya çalışıyorlar otobanda. Herkes üstüne düşeni yapmadan dünya güzelleşmiyor, maalesef.
Fıtratın ahengini bozmayanların gömleği arkadan yırtılır ve bu da onları saraylarda vezir kılar. Vezir dediysek sarayları düşlemeyin. Yuvası sadakat üzere kurulu olanın, evi saray değil mi?
Çocuklar derken asıl meseleyi atlamayalım. Onlar, filmin gizli kahramanları. Hayatlarında kötülük yok, sadece hayalleri var. Hayalleri de kendileri kadar masum. Masumiyetin değdiği her yer arınıyor ve cenneti bir güzellik bahşediyor. Bataklık gibi hastalık saçan su ambarının; balıklar için bir akvaryuma, serçeler için akustik bir konser salonuna dönüşmesini hangimiz hayal edebiliriz? (Kerim Ağa hayal edememişti)
Hayalleri, şefkatlerinin çok gerisinde çocukların. Taşıdıkları balıklar, patlayan plastik bidonla yerlerde can verirken, yani hayalleri için çalışıp çırpındıkları ve emeklerinin karşılığı balıkları ölürken onlar şefkat gözyaşlarını döküyorlar. Balıkları kurtarmak için minicik avuçları yara bere içinde kalıyor. Elleri parçalanırken acımıyor, ölen balıklar yüreklerini daha çok acıtıyor. Bu sahnede umut, kırmızı bir balık kadar capcanlıdır.
Ya kerim ağanın dünyaya meyletmesi ile bahçesinde yeşeren dikenlere ne demeli? Dünya bir yüktür ve onu sırtlayanın canı yanmaya mahkûmdur. Latif olan Allah verdikçe, senin de vermen gerekirken, malı toplamaya başladığın an; o, kurşun gibi ağırlaşıyor, beli büküyor ve hammalını ezdikçe eziyor. Ama nedamet kapısı her zaman açıktır ve karşılığında da kuşların şarkısı ile süslenmiş bahçeler bekliyor insanı. Kerim Ağa’nın buna ulaşması için, dünyanın kaşıkla mal verip karşılığında kepçeyle insanlığını çaldığı görkemli hayata yüz vermemesi gerekiyor. Onun aslına dönmesi için, ihtiyacı olan asıl şey bu. Bunu kızı görüyor ve olmayan sesini ayağındaki alçıya nakşediyor.
Dünyanın çekiciliği ve fırsatların cilveli bir güzel gibi, Kerim Ağa’nın gönlünü çelmesi… Ağamızın ona meyli, sonra pişmanlığı ve pişmanlık sonrası mutlak huzur…
Üstat Mecidi bizi fıtratın ahengine, Serçelerin Şarkısına davet ediyor…
Ahmet Demir, Doğru Haber