Reng-i Hüdâ

İran sinemasının usta yönetmeni Mecid Mecidi’nin bir başka güzel filmiyle karşınızdayız. 1999 yılı yapımı filmin orijinal ismi “Rang-e Khoda”dır ve Türkçeye “Allah’ın Boyası” ismiyle çevrilmiştir. Fakat İngiliz dili ve kültüründe bu mefhum karşılanamadığından İngilizce “The Color Of Paradise” , yani “Cennetin Rengi” ismiyle de bilinir. 1 saat 30 dakika süren film, İMDB otoritelerince 8.2 puanını fazlasıyla hak ederek almıştır.

Film, gözleri doğuştan görmeyen fakat kâinatı adeta “kalp gözüyle” arayan küçük Muhammed’i ve onun babasıyla olan hikâyesini anlatır. Filmle ilgili enteresan bir detay mevcuttur. Muhammed rolünü çok iyi oynayan Mohsen Ramezani, gerçek hayatta da görme engellidir ! Bu bilgiyi öğrendikten sonra daha farklı merhamet katmanlarında izliyoruz filmi. Nitekim Rang-e Khoda, sadece İran sinemasının değil, dünya sinemasının da en iyi dram filmleri arasında gösterilmiştir.

Film, her güzel işin başlangıcı olan “besmele”nin ekranda çıkan yazısı ile başlar. Ve ardından bir nidâ ile devam eder: “Ey gören fakat görünmeyen ! Yalnız seni ister, yalnız seni zikrederim !..”

Karanlık ekranda “bu kaset kimin ?” ve “benim” diyalogları arka planda duyulur. Bu sorgulama bir müddet devam eder fakat ekran hala karanlıktır, herhangi bir sahne gösterilmemiştir. Bu karanlık ve belirsizlik ile Mecidi, belki de görme engellilerle 1 dakikalık dahi olsa bizlere empati yaptırmaya çalışmıştır. Teyipte çalan çeşitli müzik kasetlerinden sonra sıra yanık bir ağıt kasedine gelmiştir ve bu kimin sorusuna Muhammed “benim, ninemin” cevabı verecektir. Bu cevapla ekran açılır, burası Tahran’da bir görme engelliler okuludur. Öğretmen, okulun yaz tatiline gireceğini ve velilerin yakında çocuklarını almaya geleceğini öğrencilerine söyler. Bu sırada Braille alfabesi ile yazılar yazan görme engelli kardeşlerimizin enteresan dünyasına da konuk oluruz. Muhammed ve arkadaşlarının dünyasından içeri girdiğimizde, aslında ne kadar boş şeyler için üzüldüğümüzü, küçük şeylerle nasıl mutlu olunabileceğini anlar, tefekkür ve şükür ederiz.

Tatil günü gelip çatar, çocuklar birer ikişer kendilerini almaya gelen ailelerine kavuşur. Fakat Muhammed’in babası bir türlü gelmez. Muhammed bekler, bekler, ve bekler… Bu ne uzun bir intizârdır ! Küçük Muhammed için saniyeler asırdır, kâinat ise kocaman bir sır… Bu bekleyiş esnasında ayrıntı fakat önemli bir sahne görüyoruz. Muhammed beklerken yerden bir kuş sesi duyar. Belki gözleri görmüyordur fakat kulakları iyi duyuyordur ve o cesaretlidir. Sese gider, kediyi kovar, ağaçtan düşmüş kuşu ağaçtaki yuvasına koyar. Çünkü Muhammed, en yüksek buzdağlarını merhametten eritecek kadar sıcak kalplidir. Bu kuşun sesini film boyunca ara ara duyuyoruz.

Uzun bekleyişten sonra gelir Muhammed’in babası… Fakat heyhat ki ona ondan utanan bakışlarla bakar. Öğretmene Muhammed’i götüremeyeceğini söyler. Annesi öldükten sonra onun bakımını yapamıyorum der. Fakat bu mümkün değildir. Baba Muhammed’i mecbur alır ve köyünün yolunu tutar. Yol uzundur, az giderler uz giderler, dere tepe düz giderler. Selvi boylu ağaçların yanlarından geçerler, yeşil yeşil tarlalara selam verir geçerler. Muhammed, bazen yolda çıkarır arabadan elini ve rüzgârı yakalamaya çalışır, bazen bir dere kenarında akan suyu tutmaya çabalar. Dokunur, hisseder, ve okumaya uğraşır kâinat kitabını… Bu masalsı yolculuğun ardından Muhammed, çok sevdiği kardeşleri ve ninesine kavuşmuştur. Ondan mutlusu yoktur artık.

Fakat bu mesutluk ânı uzun sürmeyecektir. Yeni bir evlilik yapmayı planlayan Muhammed’in babası, bu yüzden evde Muhammed’i istemez ve Muhammed’in istikbâlini öne sürerek onu görme engelli bir marangozun yanına çırak vermeye götürür. Üzgün Muhammed’in gözyaşları marangoz ustasının ellerine düştüğü zaman marangoz ne olduğunu sorar ve bu dramatik sahnede Muhammed’in meşhur yanıtıyla karşılaşırız: “Kimse beni sevmiyor. Ninem bile ! Kör olduğum için herkes benden kaçıyor…Öğretmenimiz, Allah’ın bizleri diğer kullarından daha çok sevdiğini söylüyor ama, ben de diyorum ki, madem öyle bizi kör yaratmazdı. Ki böylece O’nu görebilelim. Öğretmenimiz dedi ki, Allah görünmezdir, O her yerdedir, O’nu hissedebilirsin. O’nu parmağının uçlarını kullanarak görebilirsin. Ben de Allah’ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım ! Ve bulduğumda da, kalbimin tüm sırları dahil, her şeyi anlatacağım…”

Muhammed’in hasretine daha fazla dayanamayan Nine hastalanıp vefat eder. Annesinin ölümüyle yıkılan Muhammed’in babasına bir kötü haber de kız tarafından gelir ve evlilik hayali suya düşer. Kederli baba Muhammed’i marangozdan geri almaya gider. Dönüş yolunda ırmak üzerinden geçen at üstündeki Muhammed, tahta köprünün birden yıkılmasıyla çağlayan suya düşer. Vicdanıyla nefsi arasında kalan baba, acaba Muhammed’i kurtaracak mıdır ? Sürpriz sonuyla beraber yürekleri dağlayan “Allah’ın Boyası” filmini seyretmenizi ısrarla tavsiye ederiz.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir