“Allah kuluna kafi değil mi?” (Zümer 36)
Hayranlıkla izlediğim ve izlenesi İran filmlerinden biri daha. Bitirir bitirmez yazmam gerektiğini düşündürdü bana. Böylelikle hakkında yazdığım ilk sinema ve İran filmi de oldu, mübarek olsun. Yazalım, izlenmesine vesile olalım.
Farsça سيب و سلما (Sîb u Selma), Türkçesi Elma ve Selma. İlk bakışta adı garip ve tipik bir komediyi andırıyor. Ama aksine, doğunun hikmetli parmağıyla en baştan itibaren kalbinizin öyle yerlerine temas ediyor, öyle dokunuyor ki ruhunuza.. Burayı açmak için tabi önce biraz devrim sonrası İran sinemasından da bahsetmek gerekiyor. Şöyle ki; Hollywood’a alternatif oluşturmuş bu sinema. Öncekinin bol efektli, hareketli, kendi anlamında “cezbedici” varlığına, İran sineması bir çocuğun defterinin arasına koyduğu çiçekle, “işi bilen” birinin buhrandakine verdiği öğütle, küçücük ayrıntı ve metaforlarla, en basit sahnelerin ve cümlelerin bile ardında kokan buram buram felsefe ve hikmetle karşılık vermiş. Aslında böyle bir amaç da yok. “Şuraya da şunu bırakalım; hodri meydan” demez o. Ama arkasındaki zenginliği ve hikmet dağını hissettirdiği kesin. Daha fazlası için bkz. İran sineması.
Konumuza dönersek; Elma ve Selma, Selma’nın rüyasında bir genci kuran okurken görmesiyle açılıyor. Gencin okuduğu ayetler Zümer Suresi 35 ve 36. Mealen:
“Allah, onların yaptıkları en kötü şeyleri (günahları) dahi örter. Ve yapmış olduklarının en güzeliyle onların ecirlerini vererek, onları mükâfatlandırır (günahlarını sevaba çevirir).” “Allah kuluna kafi değil mi?”
Daha sonra olaylar gencin (Sadık) bir bahçede yere düşen elmayı ısırıp, helalliğinin peşine düşmesiyle gelişiyor. Haliyle amacının peşinde koşarken karşılaştığı insanları etkiliyor Sadık’ın bu hali. Biriyle yüz bininin bir olduğunu söylüyor, iki ısırık elmanın peşine düşüyor ve hak sahibinin şartının sınırlarını düşünmeden yerine getirmeye başlıyor. Yani garip vakitlerde yaşayan garip bir adam Sadık. Ve bu haliyle sanki bize de bağırıyor camın arkasından..
Bundan başka Selma’yla amcasının diyalogunda Seyyid Celal’in “Şimdi, her şeyi satmak istersen sat. Allah kerimdir. Bir şekilde geçimimi sağlarım” cümlesiyle Sadık’ın Zümer 36’yı “Allah kuluna kafi değil mi?” okuyuşunun eş zamanı ve böylece Selma’nın rüyasının da gerçekleşmesi birkaç dakika gerçekliğin başka bir boyutunda yaşatmaya yetiyor sizi. Selma’nın kafası karışık haline Allah’tan bir şifa oluyor Sadık böylece hiç hesapta yokken. Belki de filmdeki çobanın dediği gibi Selma’nın kaybolmasından mütevellit Sadık geldi. Şimdi Selma var ama Sadık’a kayıp diyorlar..
Filmde şahit olduğum ve genel olarak İran sinemasının gerçekliği yansıtma düşüncesinden kaynaklanan bir güzellik daha Sadık ile arkadaşının çekişmesinin gösterilmemesi. İsabetli düşündüğüme delil olup sevindirdi de beni. Film hakkında okuduğum bir yazıda belirtildiği gibi yatak odasına girmeyen kameranın yumruğu da es geçmesi! Naifliğin algının her yönünde müşahhaslaşması…
Bilerek ya da bilmeyerek, eldeki imkanların buna izin vermesinden de olabilir, film boyunca görüntünün renginin hikayenin ruhuna uygun bir “sır” oluşturması ve bu sırla mütenasip sitarın müzikleri de etkilenilmemesi mümkün olmayan durumlar oluşturuyor..
Velhasılı kelam güzelliği, hikmeti, gerçeği arayan gelsin beru! Yolculuğuna başlayabileceği güzel bir diyar olsa gerek Sadık’ın kendini kaybedip Selma’nın bulduğu yer..
Ayşe Ulucak, Hokka Kalem.
Sonunu her ne kadar sevmediysem de mükemmel bir filmdi diyebilirim. İzlediğim ilk İran filmlerinden biri.
Sevgiler 🙂
İran filmleri izlemeniz çok güzel. İzninizle “Davul Dengi Dengine” adlı harika İran filmini öneriyorum.
Bu arada “Elma ve Selma” filminin sonunu neden sevmediniz? Sadık ile Selma’yı evermediler diye mi? 🙂
Şaka bir yana İran filmlerinin sonu hep manalıdır. Filmleri bazen sevinçle, bazen hüzünle biter. Ve bazen hüzünle bitmesi, bu sinema hayatın içinden olduğu içindir. Malum dünyamızda mutlu son yok.
En kısa zamanda izleyeyim o filmi, teşekkürler.
Biraz o yüzden sevememiş olabilirim gerçekten de 🙂