Film iki çocuklu bir ailenin Tahran’daki ev taşıma sahnesiyle açılıyor. Biraz hayal kırıklığıyla başladım aslında filme. Ancak filmdeki kadın karakter Zehra’nın samimiyeti iki dakikada filmin içerisine dâhil ettiriyor. Çekimler ve görüntü kalitesi biraz zayıf kalıyor ancak konunun işlenişi oldukça akıcı. Bir molla olma yolunda din talebesi olarak eğitim gören Seyyid oldukça utangaç bir karakter. Bu kadar pasif ve utangaç olması biraz rahatsız edici.
Film 2011 yapımı olmasına rağmen çekim kalitesi oldukça düşük kalıyor. Bazı noktalarda oyuncular filme dâhil olamamış ve karakterlerini yapmacık oynamışlar hissi uyandırıyor. Çoğu zaman bir karakterin iyi niyetli mi davrandı yoksa kaba mı davrandığını anlayamadım. Ama bu durum negatif bir etki yaratmadı, daha çok merak uyandırdı. Film ilerledikçe karakterler hakkında daha net bir düşünce oluşuyor.
Molla olma yolunda olan Seyyid, eşi hastalanınca çok fazla zorluk çekiyor. Çocukların bakımı, bir yandan eşinin hastane masrafları, derslere gidememesi birçok sıkıntı yaşamasına sebep oluyor. Eşine olan hassasiyeti gerçekten insanın içine dokunuyor. Filmle ilgili en çok hoşuma giden ayrıntı ise filmdeki Ayda karakterinin dinlediği Türkçe şarkıydı.
Altın ve Bakır filminde eşine gönülden bağlı olan bir adamın aşkı dışında MS hastalığı ile ilgili de birçok bilgi sunuluyor. Hastalık konusu işlenirken bir yanda ailenin ne kadar zorluk çektiği açıkça görülebiliyorken diğer yanda bu hastalıktan bihaber olan insanların ne kadar umarsız olduğunu görebiliyorsunuz. İster istemez ailenin yaşadığı sıkıntılar da insanın vicdanını sızlatıyor. Ancak bu durum filmde oldukça samimi bir şekilde dile getiriliyor.
Film ilerledikçe MS hastalığı ile baş eden bir ailenin ne kadar büyük sıkıntılar çektiğine içten bir şekilde tanık oluyorsunuz. Film bu haliyle de oldukça etkili. Ancak duygu yoğunluğunun izleyiciye daha çok aktarılması için daha fazla fon müziği kullanılsaymış daha fazla dikkat çekeceğini düşünüyorum.
Filmin sonuna geldiğimde fark ettim ki film ufak ayrıntılarıyla insanı gerçekten etkiliyor. Sıkıcı bir film kesinlikle değil, izlediğinizde insanlık namına birçok şey öğretiyor izleyene. Sanki tüm film bir şefkat buharıyla sarılmış ve bunu filmi izlerken de rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Bazı noktalarda neden böyle yaptı sorusu akla gelebiliyor, ancak bu nedenler üzerine ufak bir düşününce kişilerin bunu geleneklerinden ve inançlarından ötürü yaptığını fark ediyorsunuz. Filmin başında insanı rahatsız eden Seyyid’in pasifliği ve utangaçlığı filmin sonunda insanı rahatsız etmekten çıkıyor ve yaptığı fedakârlıklar ile insanı hayran bırakıyor.
Irene Monk