Yakın fakat maalesef uzak kaldığımız coğrafyaların acı hikâyelerinden küçük bir kesit bulacaksınız Gülçehre’de. Tarih ve kültürü, sinema ile korumaya çalışan insanların cehalet ile savaşı, yıllardır bitip tükenmek bilmeyen, hatta insanların yaşamının bir parçası haline gelen Afganistan savaşının tam da ortasında yaşanıyor. Dünyadan koparılmaya çalışan toprakların çilesi, bir avuç iyi insan çevresinde dönen olaylar ile anlatılmaya çalışılıyor. Filmin konusu, Afganistan’ın ulusal film arşivi ile tarihi ve kültürünün Taliban tarafından yok edilmeye çalışılması, ayrıca mevcut olan bir adet sinemanın da kapatılması üzerine kurulu. Ancak bu olayların içerisinde yer alan herkes, kendi hikâyesi ile izleyiciyi hüzünlendiriyor. Olayların gerçekler ile olan bütünlüğü ise yapımın dram ve hüznünü daha da yukarılara taşıyor.
Öncelikle insanın içine işleyen bir müzik karşılıyor sizi filmin başında. Anlıyorsunuz ki, yüreği cız ettiren bir şeyler var burada. Savaş şartlarının çetinliği bir yana, bitmek tükenmek bilmeyen savaşın bu insanlarda yarattığı tahribat çok net bir şekilde gözler önüne seriliyor. Ayrıca insanların dünyadan koparılmaya çalışılması, sanat ve sinema üzerinden gerçekleştiriliyor. Televizyonların dahi olmadığı bir düzen düşünün. İnsanların gelişimi, bilgilenmesi, başka diyarlar ile olan iletişimi tamamen koparılarak din savunuculuğu yapılıyor. Taliban’ın Afganistan üzerindeki tahrip edici etkisini anlatan bu sanatsal yapım, sizi de pek çok konuda sorgulamaya itecektir.
Ayrıca filmde İslam’ın yanlış ellerde olması ile ne gibi yanlış sonuçların elde edildiği gözleniyor. Halkın hem geçmişini hem de geleceğini ortadan kaldıran güçlerin, bunu din adı altında gerçekleştirmesi ise oldukça ironik. Nitekim İslam yakıcı ve yıkıcı bir din değildir. Gülçehre, sinemanın bu güçler tarafından yakılıp yıkılma hikâyesini, aşk, hoşgörü ve arkadaşlık kavramları çerçevesinde yaşanan bir dram olarak anlatmaktadır. Bölgenin gerçeklerine ışık tutan yapım, televizyonu dahi olmayan insanların bize uzaklığı gibi bizim de onlara ne kadar uzak olduğumuzu hatırlatıyor. Onların bizden uzak olması gibi bizim de onlara uzak oluşumuz ve yaşanan ağır dram gözler önüne seriliyor. Filmin son sahneleri ise daha da yükseliyor ve can yakıcı hale geliyor. Yüze vurulan gerçekler, izlediğinizin savaşta yaşanan romantik ve mutlu sonlu bir hikâye olmadığını gösteriyor. Gerçeklerin böyle tozpembe sahneler ile anlatılamayacağı gerçeği dikkat çekiyor.
Ayrıca Gülçehre‘nin size düşündüreceklerinden biri de kadınların İslam’daki yeri olacaktır. Allah’ın emaneti olan kadınların, nasıl yok sayıldığı ve adeta cansız bir varlıktan farksız görüldüğü yapım, yine İslam’ın yeterince tanınmadığı ya da yanlış ellere emanet edildiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Genel itibariyle, savaş, sinema, aşk, kültür ve adaletsizliklerin ele alındığı eser, sanatsal açıdan oldukça niteliklidir ve özellikle son sahneleri ile izleyiciyi etkisi altına almaktadır. Başarılı İran yapımlarından biri olarak değerlendirebileceğiniz eser, sizi de pek çok konuda düşündürecek bir yandan da hüzünlendirecektir.
Hurie