admin tarafından yazılmış tüm yazılar

Serçelerin Şarkısı

The Song of Sparrows / Avaze gonjeshk-ha / Serçelerin Şarkısı – İran Filmi

Bir Mecidi şaheseri. Ben bu filmi cidden çok seviyorum.

Tipi tip değil diyeceğimiz insanların sıradan hayatlarıyla nasıl kahramanlıklar yaptıklarını ne güzel kamera önünde sergiliyorsun ey güzel yönetmen. Yaptıkları kahramanlıklar da yine kendilerine, ama dünyayı felan kurtarmıyorlar, aksine ahiretlerini bu dünyada akıllarından çıkarmadan yaşıyorlar. Hiçbir kimse de mükemmel değil

insanoğlu beşer olduğu sürece şaşmaya devam edecek.

Yeter ki Allah’ı hisseden unutmayan hep bir yanımız olsun.

Serçelerin Şarkısı Filminin Konusu:

Kerim 3 çocuğu ve eşiyle beraber mütevazi ama mutlu bir hayat sürdürmektedir. Deve kuşlarının bakıcılığını yapan bu adam bir gün çiftlikten bir deve kuşunun kaçmasıyla işinden kovulur ve “bu hiç adil değil” der. Filmin kilit cümlesidir efendim… Bundan sonra olan her şeyde Rabbimin aslında Kerim’e ne kadar adaletli davrandığını izleyebilirsiniz.

Kerim’in kulağı duymayan en büyük kızının duyma cihazı değişik bir kaza sonucu suya düşüp bozulunca babası motoruyla şehre inip cihazı tamir ettirmeye götürür. Cihazın tamir olamayacağını öğrenip yeni alması gerektiğini öğrenince yıkılır, o kadar parayı nerede bulacağım diyerekten. Motoruna binip eve doğru geri dönerken arkasına pat diye biri oturur ve beni şuraya götür der, böylelikle büyük şehirde acelesi olan insanların motoruyla taşımacılığını yapmaya ve güzel para kazanmaya başlar, ama her gün ayrı ayrı milyon tane imtihandan geçer.

Günah ve sevap arasında ince çizgi arasında günlük işlerimizde nasıl gidip geldiğimizi hatırlatıyor film seyircisine.

O kadar çok etkilendiğim sahne oldu ki mesela fazla verilen para ile alınan eriklerin motorun sepetinden patır patır yere düşmesi.

Külli iradenin yanında işleyen bir de cüz’i irade çocukların yapmak istedikleri havuz sayesinde mükemmel anlatılmış. Zaten mecid mecidi filmlerinde çocuklara aşırı önem veren yönetmenlerden.

Balıkları istedikleri şekilde havuza boşaltamayan çocukların gözyaşlarıyla boğulacaktım az kalsın. O sahnede ağlamayan olabilir mi bilemiyorum.

Ve Kerim’in komşuya vermek istemediği mavi kapı, filmin en anlamlı sahnesi. Anlamsız zaten bir tane bile sahnesi yok ama o sahne daha bir başka. Önceden durumu o kadar kötüyken bir devekuşu yumurtasının yemeğini bütün komşularıyla paylaşan adam, sonradan eski bir kapıya bile tenezzül eder hale geldi. Böylelikle dünyanın tüm yükünü de sırtında taşımaya başladı.

Ne kadar yazsam ne kadar çizsem Mecidi kadar güzel anlatamam filmi, o yüzden bence oturun izleyin, içiniz ferahlasın.

Baba olabilmeyi başarmış güzel yüzlü değil ama güzel yürekli bir adamın hayatla mücadelesini, bir sürü eksikleri ihtiyaçları olmasına rağmen bütün güç ve emeklerini bir havuza harcayan güzel çocukları, babaları üzülmesin diye kulaklığım artık çalışıyor diyen bir evladın ve yine babaları daha iyi beslensin diye “ben portakal suyu sevmiyorum” diyebilen küçücük bir kızı izleyip görmelisiniz.

Babanın gömleğinin düğmesi annenin eteğine düştüğü sahnede beni hatırlayın ayrıca, hiç aklımdan çıkmayan anlarındandır filmin.

Düz bakılırsa ilginç olan ama anlamaya çalışarak içine içine çekilirse eğer film, verdiği lezzeti başka filmlerde zor bulursunuz. O kadar da güzel bir film.

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi (2011)

“Herkes, bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar. Aşk ilmi (Allah’a duyulan aşk) hiçbir kitapta yazmaz.”

“Sevgi acıları tatlılaştırır
Bakırı altına dönüştürür.”

Ya da bir Mollayı gözünün ışığını
sevdiği için feda eden bir Babaya.

Filmin mükemmeliyetini anlatmak, kelimelere dökmek o kadar zor ki neresinden başlamalı neresinden bitirmeli bilemiyorum.

Yeterince anlatıp sizlere aktaramayacağım ondan eminim ama eğer azıcık da olsa tasavvufla ilgiliyseniz o zaman bu filmi asla kaçırmayın. Gösterilenden daha çoğunu anlatan bir film, bir başyapıt ama yine biliyorum ki herkesin sevebileceği türde değil.

En başta filmin çekimi sanki elime ben kamerayı almışım, öylesine çekiyorum gibi, yani çok sıradan bir çekim ama filmin daha çok bizden oldugunu gösteriyor.

Altın ve Bakır Filminin Konusu:

Rıza eşi ve iki küçük çocuğuyla beraber ilim öğrenmek için Tahran’a gelir. Eşi Zehra kendini parçalayan anne modeli olarak nereye yetişeceğini bilemezken Rıza sadece kitapları ve ilmiyle meşguldür ta ki bir gün Zehra hastalanıncaya kadar. Hastanede eşinin MS hastalığına yakalandığını öğrenen kocanın bütün hayatı birden bire değişir.

Hem iki çocuğuna bakıp, hem eşiyle ilgilenip, hem de eşinin pahalı ilaçlarının masrafını karşılayabilmek için eve para getirmek zorundadır. Bunun için eşinin evde dokuduğu halıyı dokumaya devam eder.

Böyle adamlar var mıdır? Varsa nerdedir? bilemiyorum ama konu o değil zaten.

Eyvah evdeki hanım hastalandı, yazık çocuklara n’olacak, adam napacak, parayı nerden bulacaklar filmi değil.

Yani yazıkları ve eyvahları bir kenara bırakıyoruz.

Film insanoglunun nasıl piştiğini, her gün izlediği ve sıradan basit olan şeylere birden bire nasıl değisik bir gözle baktığını anlatmaya çalışan bir tefekkür, aynı zamanda bir tevekkül filmi.

Ben adamın ailesiyle mükemmel ilgilenmesinden ziyade, bencil ve de dışarıdaki insanlarla hiç işi olmayan ilim düşkünü babanın ki eşi hastalanıncaya kadar ne kadar baba olduğunun farkında bile olmadığını düşünüyorum, çocuklarının ne dilinden anlıyor ne de neyden hoşlandıklarını bilmiyordu, gönlünün derinliklerindeki aşk ile fedakar bir babaya, iyi bir komşuya, dert dinleyen bir arkadaşa dönüştüğünü görmek çok etkilemişti.

Başta küçümsediği hatta belki de içten içe ayıpladığı şeylerin insanın fıtratı itibariyle ihtiyacı olduğunu anlamasına vesile oldu. O “nay nay” sahnelerini çok anlamlı buldum ben. Komşu kızı Ayda’nın büyük görevi vardı filmde.

Hastalanmadan önce eşinin ne kadar güzel bir insan olduğunu bile anlamamıştı belki de Rıza. Eve gelen hemşirenin sözlerinden sonra eşine bir parça daha fazla aşık olduğuna inanıyorum ben.

Aralarındaki konuşmalara da bayıldığımı ve biraz kıskandığımı da söylemem gerek. Böylesine güzel bir karı koca ilişkisi her kula nasip olmaz. Siz hiç eşine “bugüne kadar bana hiç bağırmamıştın, maşalah sesin de…” diyen karısının cümlesini yarıda bırakıp “Eğer bir daha sesimi sana yükseltirsem, Allah beni affetmesin” diyen bir eş duydunuz mu?

Hele o son sahne! Düzeltilen ayakkabılar, terbiye olmuş nefis, Allah için seven, buğz eden güzel insan örneği.

Bir de kadının perspektifinden anlamaya çalışırsak filmi o konu daha da derin. Hiçbir işe yaramamazlık + eziyet verme hissi. Böyle düşüncelerle ızdıraplanırken, inşirah suresi koşar imdadına.

Ey yüce Kitap aslında her derdimize deva sensin de biz galiba en son sana geliyoruz.

Kömürü de elmasa ateş çevirirmiş,
İnsanın ateşi de bu dünyadaki imtihanı.

Rabbim hepimizi bakırlıktan altına çevrilenlerden eylesin. Hislerimiz, güzel düşüncelerimiz en başta da acılarımız olmasa bir top et parçasından başka hiçbir şey değiliz.

Daha da uzatmadan çok derin düşüncelere daldıracak olan bu güzel filmi bu yazılanlardan sonra ben sevebilirim diyenler izlesin. Şahsen ben en son ne zaman bir yorum yazarken ağladığımı hatırlamıyorum, çok çok sevdim.

Arzu Akay

Anne İçin Bir Beşik

Anne İçin Bir Beşik – 2012

Biz annelerimizin beşiğini doldurup büyüdükten sonra öyle bir vakit gelecek ki annelerimiz için bir beşiğe ihtiyaç duyacağız.

Rabbim sağlıklı, uzun, hayırlı, razı olduğu bir ömür versin hepimize, en başta annelerimize.

Annesine karşı daha hassas olanlardansanız bu filmi izlerken gözyaşlarınız kontrolünüzden tamamen çıkacaktır.

Tasavvuf ağırlıklı olan birçok iran filmi gibi bu da mükemmel mesajlar içeren çok ince ve narin bir film.

El işlemesi gibi güzel.

Anne İçin Bir Beşik filminin konusu:

Nergis uzun yıllar Moskova’da eğitim görmüş sonrasında da İran’a dini bir okulda eğitimini tamamlamak için geri dönmüştür.

Moskovada yeni müslüman olmuş gençlere İslamı anlatmak üzere bir görev teklifi alır ve tabiki de hemen kabul eder.

Tek sorun evde yatalak olan annesidir.

Bakıcının tam o esnada kızının hamile ve yardıma ihtiyacı olması nedeniyle işi birakmasıyla Nergis ikilemde kalır.

Durumu gittikçe kötüleşen anneyi bir bakıcıya bırakıp tebliğ niyetiyle Rusya’ya gitmeli midir?

Yoksa annesinin rızası daha doğrusu onun bakımıyla bizzat ilgilenmek daha mı efdaldır?

İşte bu ikilemde kalan dünyalar güzeli Nergis büyük mücadeleler verir.

Evlat olmak hem çok kolay hem de çok zordur.

Sizi karşılıksız seven, her yaptığınızı bir gülümsemenizle unutabilecek olan anne var karşınızda, her türlü iyiliğinizi ister.

Ama ona bir off deyişiniz ahiret hayatınızı etkileyebilir.

İşte böyle ince bir çizgi.

İslamiyet zaten bu ince çizginin üzerinde sapmadan, kaymadan ilerliyebilme sanatıdır.

Tebliğ işine gelince, yapmadığınız ya da yapamadığınız şeyleri tebliğ etmenin kime ne faydası olabilir ki?

Nergis hangi yolu seçerse seçsin Allah ondan razı olacaktı elbet ama tıpkı annesinin sadece affolunmak için değil de huzur bulabilmek, sevdiğiyle beraber olabilmek için kıldığı namaz gibi, kendine iyi gelecek seçimi yapmalıydı.

İzlemediyseniz izleyin.

Annelerimize eğer hala seni seviyorum deyip elini öpebilme fırsatınız varsa da ne mutlu bize.

Rızalarını alanlardan olalım inşallah.

Film yeni kaynak sitesinde altyazılı mevcut.

Yağmur Köşelerinden

YAĞMUR KÖŞELERİNDEN (2000)

Rica ediyorum filmin tarihi eski diye sakın ağız burun büküp izlemek için ertelemeyin, sonra üzülürsünüz.

Filmin konusunun gerçek bir olaydan alındığını da baştan diyeyim de Rabbimin lütfunun, adaletinin ve de mükafatının ne kadar büyük olduğunu izlemenin nasip olacağını bilin.

Sır Kapısı gibilerden değil yani, gerçekten olmuş.

Yağmur Köşelerinden Filminin Konusu:

Hacca gidebilmek için evinde kurduğu halı tezgahında sabah akşam sürekli halı dokuyan bir nineciğimiz var filmde.

Halı bitip, satılıp güzel bir miktar para eline geçince koşarak hacc için yazılmaya gider ama o gün bankalar kapanmıştır, nasip olmaz. Ertesi gün sabah giderim der.

Akşamına bir tanıdıklarının yatalak hasta olduğunu ve 7-8 çocuğuyla perişan kaldığını öğrenince ziyarete gitmek ister.

Adamın halini ve çocukların maddi durumdan ötürü çektiği eziyetleri görünce halı parasını onlara verir ve hacc için yeniden bir halı tezgahı kurar, ömrü ve gözünün nuru yeterse bir dahaki seneye yazılacaktır artık.

Ama sonraaa öyle şeyler olur ki; “Allahım seni çok seviyorum” diyerek secdeye kapanası gelir insanın.

Kutsal yolculuk bu kadar güzel anlatılabilirdi.

Rabbimin misafirleri deniyor ya, hani bizim de bazı misafirlere daha başka sevindiğimiz oluyor haliyle, işte Rabbim de kimilerinin ziyaretine daha çok seviniyor o kesin.

Yoğun duygular içinde izleyip müslüman olduğum için bir kez daha şükrettim.

Sadece hacc değil, müslüman insanların aile ve komşu kavramlarına ne kadar değer verildiğini, onların hayt huyt yapıp bomba patlatan insanlar değil de gerçekten narin, ince fikirli kişiler olduğunu da film çok güzel bir şekilde gözler önüne sermiş.

Milyon tane düşünce geçti aklımdan.

İtiraf ediyorum ben o teyzenin yaptığını yapamazdım, yapabilenlerden çok olmak istiyorum ama. Amin.

Yeni Kaynak sitesinden izleyebilirsiniz, durmayın izleyin.

Yasin

YASİN FİLMİ (2015)

Evli ve 2 çocuk babası olan Mahmut, son zamanlarda işine çok fazla vakit ayırmaya başlayıp ailesine yeterince zaman ayıramamaya başlar. Ne karısının ne de çocuklarının düşüncelerini ve isteklerini göremez hale gelir. Onunla konuşmaya çalışan karısını anlamaz ve sonucunda her iş toplantısına yanında götürüp Kur’an okuttuğu oğlu Yasin evden kaçar. Yasin’i aramaya çıkan Mahmut, çıktığı bu yolda kendi yolunu da tekrar bulabilecek midir?

Küçük yaşına rağmen çok güzel Kur’an okuyan Yasin, bu meziyetiyle herkesi kendine hayran bırakmaktadır. Bir inşaat şirketinde mühendis olarak çalışan Mahmut ise oğlunun bu meziyetini kendi işleri için kullanmaya başlamıştır. Gittiği iş toplantılarına Yasin’i de götüren Mahmut, oğluna sürekli Kur’an okutmaktadır. Yasin’in bu durumdan çok rahatsız olduğunu ise bir türlü göremez. Çalıştığı iş yerinde gerçekleşen işçi ölümlerini de görmezden gelen Mahmut, giderek kendisine ve ailesine yabancılaşmaktadır.

Bir gün, iş toplantısını evde yapmaya karar veren Mahmut, yine Yasin’i yanlarına çağırır ve Kur’an okumasını ister. Yasin okumaya başlar, birkaç saniye içinde okumayı bitirir ve odasına çekilir. İş arkadaşlarına mahcup olan Mahmut, Yasin’e bağırır ve onu azarlar. İpler de bu olaydan sonra kopar. Yasin, babasının yolunu kaybettiğini düşündüğü için ve ona bir türlü derdini anlatamadığı için evi terk etmeye karar verir. Onu kırmadan ve üzmeden bunu anlatmayı ne yazık ki başaramamıştır. Dedesinin yanına ve oradan da Ali Muhammed olarak bilinen bir adamın yanına gider. Bunu öğrenen babası, Yasin’in peşine düşer.

Yaptıklarını düşünmek için yeterince vakti olan Mahmut’un, oğlunu arayışı sırasında kendi yolunu bulurken bir günlüğüne karakolda kalması, bir cenazeye katılması ve en sonunda bir kuyuya düşmesi gerekecektir. Tüm bu yaşananlar sonucunda ne büyük bir hata yaptığını bir bir anlar. Oğlunun ona bıraktığı CD’de tüm sitemleri vardır. Karısının ona söylediklerini de hatırlamaya başlar. Allah’tan başkasına el açmayan Mahmut, kendini neden rüşvetin ve haram paranın içinde bulmuştur? Üstelik oğlunun meziyetini de kendi işlerinde kullanmıştır. Ali Muhammed’in kulübesi olarak bilinen yere geldiğinde, Mahmut her şeyi artık anlamıştır. Yoldan çıktığını ve doğru yola girmesi gerektiğini idrak eder.

Filmde, Allah’ın parada pulda ve lüks bir hayatta değil, doğayla birlikte gelen inançta bulunabileceği anlatılıyor. Bir baba oğul çatışmasının ardında yatan başka gerçekler, bir adamın yoldan sapması ve oğlunu aradığı yolda yeniden bulduğu iman izleyiciye aktarılıyor.

Zeynep Ece, Yeni Kaynak

Kız

Kız filmi (2016)

Üniversiteden yeni mezun olan Sitare, arkadaşının veda partisine katılmak için babasından izin ister. Babası oldukça sert bir tepkiyle gitmesine izin vermeyince, günübirlik evden kaçmaya karar verir. Birtakım aksaklıklar sonucunda eve dönmeyi başaramayan Sitare mecburen babasına gerçekleri anlatmak zorunda kalır. Babası Ahmet kızını almaya gider ve hikâyenin akışı tersine döner. Tüm bu olup bitenlerden herkesin çıkarması gereken dersler vardır.

İran’ın Abadan şehrinde ailesiyle birlikte yaşayan Sitare, üniversiteden yeni mezun olmuş genç bir kızdır. En yakın arkadaşlarından birisi Kanada’da burs kazanıp oraya gideceğini söyleyince, tüm kızlar Tahran’da bir veda yemeğinde buluşma kararı alırlar. Buluşmayı 1 ay öncesinden annesine haber veren Sitare’nin planları, babasının o gün için yalnız başına Tahran’a gitmesine izin vermemesiyle bozulur. Arkadaşlarına mahcup olmamak için babasından gizli olarak günübirlik Tahran’a gidip dönmeyi kafasına koyar ve yola çıkar. Tahran’a varır ve kız arkadaşlarıyla keyifli vakit geçirir. Eve dönme vakti gelmiştir. Uçağa son anda yetişir fakat kötü hava koşulları sebebiyle uçuş iptal olunca Sitare’nin tüm planları da altüst olur.

İzin vermediği halde Sitare’nin Tahran’a yalnız başına gittiğini öğrenen Ahmet çok sinirlenir. Arabasına atladığı gibi Tahran’a doğru yola çıkar. Sitare ise geceyi arkadaşının evinde misafir olarak geçirir. Arkadaşıyla dertleşirken, yaptığının hata olduğunu fakat kendi kararlarını kendi almak istediği için bunu yaptığını ağlayarak anlatır. Sitare, bu olaydan çıkarması gereken dersi çoktan çıkarmıştır. Fakat Ahmet’in de bu yaşananlardan öğrenmesi gereken şeyler vardır.

Sitare’yi arkadaşının evinden aldıktan sonra yola çıkan baba kızın arasında istenmeyen bir gerginlik yaşanır. Ahmet, Sitare’ye tokat atar. Bunu kaldıramayan Sitare arabadan kaçar ve halasının evine gider. Yıllar önce, istemediği biriyle evlendiği için kız kardeşine yüz çevirmiş ve yıllardır onunla görüşmeyen Ahmet’i, burada yüzleşmesi gereken gerçekler bekliyordur. Kız kardeşi, abisinin desteğine ihtiyaç duyduğunda onun yanında olmadığını ve Sitare’nin de baba desteğine ihtiyacı olduğunu söyler. Yüksek lisansı kazandığı halde babasından çekindiği için söyleyemediğini, evlenmek istemediğini ve bu yüzden bütün taliplerini reddettiğini sesini yükselterek anlatır. Ahmet, yaşananlardan ve yıllar sonra geldiği kardeşinin evinde yaşanan yüzleşmeden alması gereken dersleri almıştır. Sitare’nin bir günlük evden kaçış macerası, herkesin içinde birbirine söylemek için beklettiği cümleleri açığa çıkarmıştır. Herkese öğrettiği ortak şey ise, ailenin her şeyden önemli olduğudur.

Zeynep Ece, Yeni Kaynak

Yasin Filmi; Özüne Dönme Çabası…

Yasin Filmi; Bir Öze Dönüş Çabası

Zaman zaman insanlar yollarını kaybedebilirler. Bu kaybediş bazen ruhani bazense ahlakidir. Yolumuzu tekrar bulabilmek için bazı zamanlar başımızdan olayların geçmesi gerekir. Eğer bu olayları doğru yorumlayıp anlamlandırabiliyorsak şanslıyız demektir. Ancak anlamlandırma konusunda sorunumuz varsa ve başımızdan geçen olayın ya da olayların arkasındakini göremiyorsak kaybettiğimiz yoldan çıkabilmemiz ya bir yol göstermeyle olur ya da anlayana kadar devam ederek olur.

Filmimizde Mahmut’un (Baba diye bahsedeceğim) başına gelenler de tam da böyledir. Baba, gençliğinde dinine bağlı, çalışkan ve tuttuğunu koparan birisiyken zamanla dini yönden zayıflamaya başlamış. Buna sebep olarak dünyevi işlerin peşinde koşmayı tercih etmesi olmuştur. Hatta dünyevi olaylara öyle odaklanmış ki çocuğunun (Yasin) Kur’an-ı Kerim okuyuşunu kullanmaya bile başlamıştır. Bu durumdan rahatsız olan Yasin, durumu babasına bildirememenin verdiği acı içerisinde kıvranmaktadır.

Baba, yolunu kaybetmiş bir yolcudur ve doğru yolu ona gösterecek olan da oğlu Yasin’dir. Oğlunun son olaydan sonra evden dedesinin yanına gitmesi (Ya da kaçması) ve babasının hiç bilmediği yollardan onu aramaya gitmesi, bu arayışın babanın içsel yolculuğuna davetiye olduğunu filmin başında hiç anlayamıyoruz. Her engel babanın neden bu yolda ve bu durumda olduğunun bize bir işaretidir. Yolunu kaybettiysen tekrar yoluna dönmek için zorlu süreçlerden geçmen gerekir.

Oğlunu ararken ilk engel olarak bir kadın karşısına çıkıyor. Arabasına aldığı bu kadın baba için sınavların başlangıcıdır aslında. Kadın, babanın açgözlü/yoldan çıkmış halinin bir tasviridir. Kadının kafasındaki peruğu çıkartması ve kendi kişiliğine dönmesi babayı afallatıyor. Peruğu çıkartan kadının kendi öz kişiliği, İran’ın toplumsal normlarına aykırı düşecek hareketleri yapınca baba buna alışkın olmamasına verdiği tepki şaşkınlık oluyor.

Babanın aradığı yer olan “Nezarabad” şehrini ise bir türlü bulamaması ve oraya giden tek kolay ve güzel yolun kapalı olması babayı zorlu bir sürecin beklediğinin işaretidir. Artık o, kendi yolunu arama çabasının içerisine girmiştir. Babanın gözünü hırs, kibir öylesine kaplamıştır ki artık göremez olmuştur. Ancak gözlerinin tekrar açılacağı yola çoktan girmiştir. Yolda öyle bir noktaya gelecek ki vücudunun ağırlığı aslında yüreğinin ağırlığı olarak karşımıza çıkacak.

Yasin’in yanına gittiği dedesi her şeyi ona öğreten ve bilgece örneklerle hayata dair önemli bilgileri paylaşan birisidir. “Yaşayarak öğrenme” dedi yaşlı bilge olan dedesi… Babasının da öğrenmek için yaşamaya ihtiyacı olduğunu söyler küçük Yasin’e. Küçük çocuğun neden babasına başkaldırıp dedesinin yanına gittiğini anlaması için bu tecrübeleri yaşamaya ihtiyacı vardır. Bu yol oldukça dikenli ve zorlu bir yoldu. Ama geçmiş tecrübeleri ile babanın bu yolu aşabileceğine hiç şüphe yoktu. “Babanın gittiği yollar çukurlarla dolu, babanın yolunu değiştirmesine ihtiyacı var” yaşlı bilge böyle söyleyerek bize babanın hırslarından ve kibirinden arınması gerektiğini onların hayatın çukuru olduğunu dile getiriyor.

Baba, dağları aştıkça kendisiyle hesaplaşıyor, her bir bilgeden bir şeyler öğreniyordu. İşte bu bilgelerden birisi Molla Ağababa idi. Molla Ağababa, babayı mezarlıkta görmüş ve ölünün gömülmesine yardım etmesini istemişti. Ancak daha sonra onunla tekrar görüşmek istememişti. Daha sonra yola koyulan baba, bir çukura düştüğünde film bize tasvir yapmayı bırakıp gerçeği bir tokat gibi suratımıza çarpıyor.

İran sinemasının her zaman kendisine has bir üslubu var. Yasin filmi, aslında çocuk için trajik olsa dahi işin o yönünü maneviyatı gösterme anlamında güzel geliştirmişler. Bir babanın kaçan çocuğunun peşinden giderken hiç beklemediği bir takım olaylarla karşılaşması ve aslında gerçek benliğinin bu olmadığının farkına varması, kendi özüne dönüş sürecinin başlangıcı olması.

Özkan Köprülü, Yeni Kaynak

Kararsız Gönül

Dele Bigharar 2013

1990 yılında Mencil – Rudbar Depremini konu alan bu cok duygusal filmi şu linkten izleyebilirsiniz:  http://www.yenikaynak.com/kararsiz-gonul.html

Bir ablamın tavsiyesi üzerine izledim filmi ve çok beğendim.

Depremle yakın ilişkisi olan bir millet olduğumuzdan film bize çok hitap ediyor, o sebeple izlemenizi tavsiye ederim.

Dele Bigharar (Kararsız Gönül) Filminin Konusu:

Ali, annesi, dedesi, ninesi ve küçük kız kardeşi Masume ile küçük evlerinde mütevazi ama mutlu bir hayat yaşamaktadır.

Birgün dünya kupası maçını evlerinde televizyon olmadığı için arkadaşı Murtazagillerde izlemek için annesinden izin alır ve gecede artık o evde kalır. Sabahı olmayan bir gece olur maalesef. Çünkü bütün kasabayı uykuda deprem yakalar ve bütün evler yıkılıp heryer yerle bir olur.

Ali gözlerini açtığında kendisini Tahran’da hastanede bulur ve ne annesi nede kardeşinden haber alamaz.

Aramadığı sormadığı yer bırakmasa da bir türlü ulaşamaz ve onların öldüğüne inandırır nihayet kendisini.

Halbuki annesi de, kardeşi de hayattadır ama ayrı ayrı yerler ayrı ayrı hallerde.

Bu şekilde 20 sene geçer, sonra…

Sonrasını izleyin.

Filmin başlarına öldüm, çocukların feyad figanları, gözlerinden akan o yaşların gerçekliğine içim gitti… O kadar mükemmel oynamışlar ki hayret ettim ama nerede çocuklar büyüyüp kocaman kocaman insan oldular oradan sonra oyunculukları çok beğenmedim. Anne müthişti ama büyüyen çocuklar için aynı şeyi söyleyemiyeceğim. Hele ki son sahnede daha farklı bir performans beklerdim.

Ama performansı nasıl olursa olsun ağlamanızı garantileyen bir film.

İzlemenizi ve birkez daha ibret almanızı tavsiye ederim. Rabbim bu tür felaketlerden hepimizi korusun inşallah.

Arzu Akay

A Separation 2011

A Separation Filmi

Çok özel ve de güzel bir iran filmiyle geldim bugün size.

Yine izlenilmesi gereken, verilen mesajlarıyla kendi hayatımıza dönüp bir daha şöyle bakmamıza vesile olacak bir filmdir kendisi.

Film küçük bir mahkeme salonunda süren boşanma davasıyla başlıyor.

Çiftimiz 14 yıllık evlilikten sonra ufak bir fikir ayrılığı sebebiyle boşanma yoluna sürüklenmişlerden.

Şöyle ki Simin (kadın) 11 yaşındaki kızının hem eğitimi hem de daha rahat şartlar altında büyümesi için yurt dışına göçmeyi istemekte, Nadir (koca) onlarla beraber yaşayan alzheimer hastası olan babasını en büyük gerekçe göstererek onunla birlikte gitmeyi reddetmektedir.

Bir türlü orta yol bulamayan bu çift artık durumu inada bindirir ve kadın evi terk eder.

Evi terk etmesi hasta olan babamıza bakacak kişinin eksikliğini de getirir ve Nadir bir bakıcı kadınla anlaşır.

Hergün küçük kızıyla dedeye göz kulak olup evdeki işleri halletmeye çalışan bu bayan, dedemizin altını pisletmesiyle işi yapmaktan vazgeçer fakat alternatif olarak eşim gelip sizde çalışabilir der de adamda iş şeyi yoktur. Derken kadın yine calışmaya devam edip birgün dedeyi yatağına kolundan bağlayıp evden yok olur. O gün de Nadir eve erken gelir ve babasını yataktan düşmüs kolu bağlı şekilde bulunca çıldırır.

Kadını evden ittirerek kovar, kadın merdivenden düşer ve meğersem hamile olan bu bayan bu şekilde 19 haftalık bebeğini kaybeder.

Sonrasında olaylar öylesine karışır ki, bir tek kadının evi terketmesiyle neler oldu be dedirtir seyirciye.

Tabiki de her olan takdir-i ilahi ve sebepsiz değil ama senarist ve yönetmen öyle işlemis ki olayları, dantel örer gibi. Sırayla birşeyler oluyor oluyor oluyor sonra olanları hiç acımadan bir çırpıda söküveriyor.

İşin içinde çocuklar ve yaşlılar oldu mu ben hiç dayanamıyorum, bu filmdeki dede de benim içimde bulundurduğum bütün merhamet taneciklerimi harekete geçirdi ve çok çok kötü oldum.

Şu haklıydı bu haksızdı demek de çok zor film boyunca, çünkü gerçekten hiçbir insan kusursuz degil. Mesela Nadir çok hayırlı bir evlat, düzgün bir insandı ama bir huysuzluğu ve inatçılığı vardı maalesef.

Bakıcı kadın dini konularda çok hassas olsa da, bazı konularda, korkmasından sebep, rahatlıkla yalan konuşabildi gibi gibi bir çok örnek daha söyleyebilirim ama bence siz filmi kendiniz izleyip kişileri birebir tanıyın. Eveeet İran filmleri, her türlü konuya müslümanca yaklaşan hassas filmlerdir, izlemekte daima fayda vardır.

Bu zibilyon tane ödül almış olan filmi de bence izleyin.

Kalbi Kırık 2008

Delshekaste 2008

Bu filmi azıcık kafam dağılsın diye izlemeye başladıydım.

Allah’ım ne kadar güzel bir aşk filmi izledim!

Siz de izlesenize.

Büyük aşklar kavgayla başlar konusuna İranlıca yaklaşılmış ve çok tatlı olmuş.

Filmimizde dindar, edepli ve ahlaklı bir oğlumuz var. Bir de çatlak ve daha böyle modern bir kızımız.

Aynı sınıfta olmalarından ötürü her gün birbirlerini görüp tahammül sınırlarını zorlamaktadır ikisi de. Neden? Çünkü düşünceleri farklı.

Çingenelik kızdaydi ama, hiç kibarlık, anlayış, hoşgörü bilmiyor maşallah. Gerçi kızın bazı hareketlerinde kendimi gördüm.

Neyse bu kavgalarından öğretmenlerine de gına gelmiştir. Bu duruma bir son vermek için hatırı kırılmayacak bir öğretmenin aklına bir fikir gelir. Sınıfa bir proje götürür. Tez hazırlanacak, çift kişi çift kişi.

Ama öğretmen kimi kiminle seçtiyse o kişi onunla calışacak. Bizim oğlanla kız da beraber calışmak zorunda kalır. Feryat figan etseler de öğretmeni caydıramayıp beraber calışmaya başlarlar. Ahhh sonra da ne güzel şeyler olur.

Telefonlu bir sahneye hayran kaldım. İzlediğim en güzel en romantik sahnelerden biriydi. Söylemiyorum heyecanı kaçmasın diye.

Tek hoşlaşmadığım oğlan çok dindar olduğundan kızla beraber yanlız kalıp ders calışmaya yanaşmadı haliyle ama sonra birden razı geliverdi. Keşke bunu başka şekilde çözselerdi. Fakat biyandan da gerçekçi geldi çünkü hepimiz insanız.

Maddi yaşanan aşk maneviyatla buluşunca ne güzel şeyler çıkıyormuş ortaya dedirten bu filmi ben kesinlikle tavsiye ediyorum.

Oyuncuların da rollerinde mükemmel olduklarını söylemeliyim.

Arzu Akay