admin tarafından yazılmış tüm yazılar

Rüsvai

00

Tesnim Haber Ajansı – 2012 yılında gösterime giren, bünyesinde tasavvufa ait güçlü ve kuvvetli vurgular içeren film, sahte dindarlık, şeref-onur gibi kadim meselelere karşı İslam’ın gerçek ve pratik yönlerini mütevazı bir dille anlatmaktadır. Oyuncu kadrosunda daha çok komedi filmlerinde aldığı rol ve ödülleri ile tanınan Ekber Abdi, sinema alanında birden çok film tecrübesi olan İlnaz Şakirdost, Muhammed Rıza Şerifi, Kamuran Tefti, İsmail Hallaç gibi isimler yer alıyor.

“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır. İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”

Rüsvai filminin kısaca konusu şöyle; Efsane, toplum kurallarına uygun olmayan davranışlarıyla tanınan genç ve güzel bir kadındır. Toplum tarafından dışlanmakta, güzelliği ile erkeklerin ilgi odağı ve bakışlarının kurbanı olmaktadır.  Toplumda yüksek bir itibarı olan şeyh ile tanışması hayatı için önemli bir dönüm noktası olacak, şeyh sayesinde Allah ile küs geçirdiği yaşantısını sorgulamaya başlayacaktır. Efsane’ye âşık ve onunla evlenmek için her türlü yola başvuran, toplumun itibarlı kişilerinden olan yaşlı Hacı Ağa ise olmayacak şeyler yaparak niteliğini ortaya koyacaktır. Kitlelerin birbirlerini nasıl etkileyip harekete geçirdiği konusunda önemli bir örneklik sergileyen film, bireylerin kendi davranışlarının da ne kadar sorgulanmaya muhtaç olduğunu ortaya koyuyor.

Hacı Ağa’nın örnekliği üzerinden görünenle yaşantı/inanç arasındaki farklılığı, toplumdaki din istismarlığının varlığını ve hangi boyutlara ulaşabildiğini, başkalarını yargılamanın ne derece kolay olduğunu görüyoruz. Filmde, insanların katında itibar ve şöhret sahibi olmanın önemli olmadığı, asıl değerli ve anlamlı olanın Allah katında değerli ve itibarlı olmak gerektiği vurgulanıyor. İnsan hataya düşse, yanlışlar yapsa da ona dair umudun her daim diri olması ve ondan yardım elinin asla çekilmemesi gerekir. Beklentisiz ve karşılıksız yapılan iyilik ve fedakârlıkların asla boşa gitmeyeceğinin altını çizmeye çalışan film, güzel elbiseler giymenin insanlığın bir göstergesi olmadığını ve insan olabilmek için nefse hâkim olmak, başkalarını incitmemek, düşenin elini tutmanın gerekliliğini göstermeye çalışıyor. Gönül eri olma, Allah’tan ve kendinden uzaklaşmış kişilerin tekrar özlerine dönmeleri için önemli bir manevi uzantıdır. Yaşantının samimiyeti ve doğruluğu bir takım imtihanlardan geçilse bile istikametten ayrılmadığı sürece her daim korunacaktır.

“Allah’ım! Beni imtihan etmek mi istiyorsun?

Et, canım sana feda. Razı olduğuna razıyım.”

Var olmak; batıdaki anlayış gibi sürekli görünür olmakta değil, aksine yok olabilmekte saklıdır. İnsanlar birbirlerinin aynasıdır, değer verilen şey de denge gözetilmediği sürece değer verilen şeyin kölesi olunabileceği; âlim olmanın kolay, adam olabilmenin ise zor olduğu; bela ve musibetlerin insanın kötü amellerinin yansıması olabileceği; güzelliğin bedelinin yalnızlık olduğu; insanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşanması gerektiği; Allah’ın insanların hazırladığı dosyayı kabul etmeyeceği gibi hususlar filmin mistik ve düşünülmesi gereken önemli nokta atışlarıdır.

“Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.”

İran filmlerinin karakteristiğine kısaca bir göz atacak olursak;

İran sinemasının işlediği temalar arasında hayat, ölüm, ayrılık, aşk, yoksulluk, kimlik gibi temalar farklı anlam boyutlarıyla yer almaktadır. Bireyin hayata dair yaşadığı sorun ve açmazları, insan tabiatına uygun refleks biçiminde ve bilinç eşliğinde eleştirel bir yaklaşım ile ifade edilmeye çalışılmaktadır. Karakterlerde görülen ortak özelliklerden bazıları, sakin yapıları ve değerlere karşı tepkili olmamalarıdır. Bu nedenle İran filmlerindeki karakterler izleyiciyi yormaz. Filmlerde yer alan mistik vurgular, duygusallık ve şiirsellik, insanı birçok açıdan etkileyerek izleyiciyi seyrin içerisine başarılı bir şekilde çekmeyi başarır. Şiirsel diyaloglar ve alegorik hikâyelerin eşliğinde anlatılan filmlerde amaçlanan şey, özellikle izleyiciyi filmin içerisine çekmek ve zihninde sorular oluşmasına yardımcı olmaktır. Çoğu filmde yanıt yoktur ya da olsa bile örtüktür ama ana fikir açık bir şekilde izleyicinin anlaması ve çıkarım yapabilmesi üzerine kurulmuştur.

Batı düşüncesinin bir ürünü olan varoluşçu anlayış; dünyayı algılayan ‘ben’ ve benim dışındakiler gibi bir ayrıma dayanır ve bu düşünsel paradigmasının temellerini özne-nesne ayrımından alır. Doğu düşüncesi ise bu ayrıma yer vermez ve kendini bütünün bir parçası olarak görür. Bu hâkim paradigmaya paralel olarak batı kültüründe bireysellik ve farklılıklar ön plana çıkartılırken, doğu kültüründe ise toplumsal benzerlikler ve topluma uyum gibi özellikler ön plana çıkartılır.

Son olarak; yeni dönem İran sinemasını etkin ve başarılı kılan en önemli unsurlardan biri de gelenek ile kurduğu barışık ve doğru bir ilişki stratejisidir. Güncelliği yakalamış ve geçmiş ile çatışmaktan ziyade temellerini buradan almaya çalışan, bunu yapmaya çalışırken de değerleri muhafaza etmeyi amaçlayan bir stratejidir çoğu kez yapılmaya çalışılan. Kısacası sinema dili ve estetiği açısından İran filmlerinin özel bir yeri ve önemi vardır. Unutulan değerler ve görmezden gelinene karşı gösterilen hassasiyetler zoom’lanarak izleyicide çoğu kez farkındalıkların oluşmasına zemin hazırlamakta ve görselliğin ezici katmanlarından sıyrılmasına olanak sağlayarak sadeliğin, tefekkürün, düşüncenin, özeleştirinin ortaya çıkmasına yardımcı olmaktadır.

Saniye Yaşar Batı – İslami Analiz

Bir Ayrılık

En iyi yabancı film Oscar’ını alan İran filmi A Seperation‘ı dün izledim ve ödülü hak ettiğini de görmüş oldum.

Film iki saat sürüyor ama benim gibi sıkılgan bir insan bile sıkılmadan izlediğine göre film yeterince akıcı.

Konu bir çiftin boşanma kararı almasıyla başlıyor. O boşanma kararının ertesinde gelişen olaylar, başta ciddi olmayan bu kararı ciddi bir hale getiriyor.

Filmde aksiyon ya da entrika yok; sade, içten, bizden ve çok duygusal bir film.

İzledikten sonra bir süre filmin etkisinde kaldım. Keşke olaylar o yönde gelişmeseydi diye düşündüm. Ama iyiki de izlemişim, gerçekten izlenmeye değer bir film, hala izlemediyseniz vakit kaybetmemenizi tavsiye ederim.

Sevgilerle. Sihirli Süpürge

Allah kuluna kafi değil midir? (Zümer, 36)

elma-ve-selma

Hakikatleri dağlar gibi omzumuza yükleyen bu soru yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de geçiyor. Samimiyetle bu soruya verilecek cevabın ardından, insana kurşun bile işlemez, mübalağa değil, gerçek. Elma ve Selma‘da bu sorunun hayatın içindeki işleyişle cevaplandığına şahit olacağız. Kimi İslam büyüklerinin hayatlarından kesitler göreceğimiz film, kendimizi sorgulamamız için çekilmiş bir ders niteliğinde.

Filmin yönetmenliğini daha önce kameranın önünde de olmayı tecrübe etmiş Habibullah Behmeni üsteniyor. Filmin daha önce değerlendirmesini yaptığım diğer filmler kadar yüksek bir çekim bütçesi olmadığı aşikar ancak kurgusu ile kesinlikle izlenilmesi gerekenler arasında yerini alıyor. Başrolü İran sinemasının göz dolduran aktörlerinden Seyyid Muhammet Hadi Dibeci üstlenirken, Sügul Kalatiyan ve Cafer Dehkan takdir toplayan oyunculuklarıyla filmin öne çıkan diğer isimleri oluyorlar.

Medrese talebesi olan Sadık’ın sahibine danışmadan bir elmayı yemesi ile başlayan hikaye, ilk andan son ana kadar bize sürekli aynı soruyu sorduracak: “Allah kuluna yetmez mi?” Yaptığımız şeylerde sadece Allah’ın rızasını amaç ediniyor muyuz? Gerçekten Allah’ın bize yeteceğine iman ettik mi? Sözün ötesinde, özün cevabını arayacağımız bir yolculuk var karşımızda.

Sadık evlenme teklifi için bohçasını alıp yola koyulduğunda başlayacak esas hikaye. Sonrası ise birçoğumuzun yeniden görmeyi hasretle beklediği bir insanı hayranlıkla izlemekle geçecek. Filmin en can alıcı noktası ise tartışmasız sonu olacak. Alışagelmiş somlardan birini beklerken, Sadık bizi bir kez daha sarsacak, bir kez daha özümüze İslam’a dönmemiz için ikaz edecek. Birilerinin izlemesine vesile olacağım en kıymetli eserlerden biri şüphesiz.

İran sinemasına aşina olanların kalbinde yer eden büyük şair Hafız-i Şirazi’nin şu sözleri ile hem filimi özetlemek hem de son noktayı koymak istiyorum:

“Taç ve Taht Geçicidir.
Hiç gönüllere girdin mi?”

İyi seyirler dilerim.

Yeşil Kalem

Cennet Çocukları

Yönetmenliğini Majid MAJİDİ’nin üstlendiği dram ağırlıklı bu film (Cennetin Çocukları) 1997 yılı İran yapımıdır. Yoksulluğun, kararlılığın, paylaşmanın ve sabrın hikayesidir.

Ali, Tahran’ın yoksul mahallelerinden birinde çok fakir ancak dürüstlüğü kendilerine ilke edinen bir aileye mensuptur. Annesi hasta, babası da yoksulluğun pençesinden kurtulmak için çabalayan çalışkan ve her durumda da ailesini mutlu etmeyi bilen gururlu bir adam. Ali, Kardeşi Zehra’nın ayakkabısını tamir ettirmek üzere götürdüğü ayakkabıcıdan çıktıktan sonra bir anda ayakkabıları kaybeder ancak, babası bu kadar zor durumdayken bunu ona anlatmak yerine, aklına dahiyane bir fikir gelir. Kalan tek çift spor ayakkabısını kardeşi Zehra ile ortak olarak kullanacaklardı.

Sabahları ayakkabıları Zehra giyer, öğleden sonra ise Ali,

Her seferinde ayrı bir telaş, ayrı bir hüzün, okula geç kalmalar, azar işitmeler vs…

Ali’nin karşısında bir anda bir fırsat çıkar, Okulu tarafından düzenlenen koşu yarışı müsabakasına katılarak 3. olmayı hedefler çünkü 3. olana bir çift spor ayakkabı verilecektir. Ayakkabıları aldıktan sonra da kardeşi Zehra’ya hediye edecekti. Ancak öylesine hırs ve istekle koşar ki onun bu azmi 1. olmasına vesile olur, ancak o buna sevinmez aksine daha çok üzülür, çünkü kardeşine verdiği sözü tutamamıştır. yine hüsran…

“Bazen kazanmak aslında kaybetmektir çocuk…”

Ali ile Zehra’nın bu hikayesini izlerken belki de kendimize kızacağız, dünyadaki bir çok insanın sahip olamadığı şeylere sahip olduğumuz halde yine de daha çok istediğimiz için… aslında sadece bir çift ayakkabı bile mutlu etmeye yeterdi…

Bizler www.yenikaynak.com ekibi olarak sizlere “Cennetin Çocukları” gibi daha bir çok İran yapımı filmleri tanıtmaya çalışıyoruz. Sizlere keyifli dakikalar yaşatabildiysek ne mutlu bize,

Bizi takip etmeye devam edin. iyi seyirler dileriz…

Sevcan

Sonunda! Bir neşeli film!

[../..] Size yine bir İran filmi ile geldim; “Davul Dengi Dengine (2010)“.

Film bittabi besmele ardından Peygamber efendimizin (sas) “Nikah benim sünnetimdir ve her kim sünnetimi terk ederse benden değildir.” hadis-i şerifi ile başlıyor. İsminden ve hadis-i şeriften anlayacağınız üzere filmin konusu evlilik. Başta çalan müziği ayrıca sevdim, sonda çalan müziği de sevdim aslında, hazır bir İran filminde neşeli müzik duymuşum beğenmeyip ne yapacaktım?

Sonunda bir İranlı hayır sever ~o İranlı #AliHazayfer oluyor hem senarist hem yapımcı hem yönetmen~ çıkıp: Yahu bir tane neşeli film yapayım da milletin yüzünü güldüreyim demiş. Sadece sonu değil film baştan sona hep mutlu, hep neşeli. Şaşırdınız değil mi? Ben de şaşırdım esasen. Bunun yanında yine baştan sona diyaloglar çok güzeldi en beğendiklerimden bir tanesi şudur bkz:

davul dengi dengine çalar

(Haşa toprak olmaya şikayetimiz yok ama fikir çok güzel değil mi? ^.^)

Aslında bu amca filmde en beğendiğim karakterdi. O konuşmaya başladığında hafif tempolu sirtaki tarzı tatlı bir müzik çalıyordu.

Konusuna gelirsem: Kasım 35 yaşına gelmiştir ve hala babasıyla yaşamaktadır. Adliyeye yakın bir yerde bir kırtasiye dükkanı işletmektedir. Evlenmek için birçok kişiyle görüşse de görünüşünden veya işinden dolayı hep olumsuz cevaplar almıştır bu yüzden artık kimseyle görüşmek istemez. Bir gün dükkanına Reyhan gelir. Reyhan yeni evlenen ve çeyizini alan abisini şikayet etmek için form almaya gelmiştir. Aralarında kısa bir konuşma geçer ve Kasım Reyhan’ı abisini şikayet etmeme konusunda ikna eder. ~ İzleyince anlıyorsunuz İran’da evin neredeyse bütün eşyaları kız tarafından karşılanıyor ve çeyiz bir kızın evlenebilmesi için çok çok önemli 🙂 ~ Reyhan birkaç gün sonra Kasım’a teşekkür etmek için tekrar gelir. Kasım Reyhan’a derun bir muhabbet duymaya başlar ve Reyhan’ı istemeye giderler. İçten ve samimi bir İran filmi. Kahkaha yok tebessüm var hem bol bol. Film bittiğinde keşke dedim dizi olsaydı ve bitmeseydi hep izleseydim. İzleyin ve sevin o vakit.

Şu güzelleri de şuraya bırakayım:

Davul Bile Dengi Dengine Çalar

Allah’ım! ne güzel bir okul. <3

[../..]

evlilik manifestosu

Dediğim gibi amcayı çok sevdim. (:

Selamların güzeli üzerinize olsun.

@bitutamani

Söğüt Ağacı

Mecid Mecidi’nin yönettiği “Söğüt Ağacı” filmi ana karakter Yusuf’un dünyası gibi karanlıkla başlıyor. Sahnenin devamında karanlık, yerini dere kenarında babasıyla oyun oynayan küçük kıza bırakıyor. Karanlık ve aydınlık gelgitleriyle izleyiciyi vicdanı ve arzuları arasında kararsız bırakan film ‘’acaba ben olsam ne yapardım?’’ sorusunu sorduruyor.

Yusuf, 8 yaşında başına gelen bir kaza sonucu görme yetisini kaybeder. Kırklı yaşlarının ortalarına geldiğinde, yüzünü hiç görmediği karısı, küçük bir kızı, kendi seçmediği eşyalarla dolu bir evi, suyunun parlaklığını hiç bilmediği bir bahçe havuzu vardır. Üniversitede ders veren Yusuf’un en büyük yardımcısı ise şüphesiz eşi Rüya’dır. Yusuf mutlu ve huzurlu görünmesine rağmen yıllardır yaşadığı karanlıktan kurtulmak için Allah’a dua eder, ışığa kavuştuğunda O’na daha da yaklaşacağını adar geceleri.

Yusuf, bir sabah hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Hastanede, gözünün arkasındaki tümörün kötüye gittiğini öğrenir ve tedavi için Paris’e gider. Sanılanın aksine test sonuçları oldukça iyi çıkar ve Yusuf’un gözleri ameliyat sonucu kısmen de olsa görmeye başlar. Yusuf, memleketine döndüğünde havaalanında sevinçli büyük bir kalabalıkla tanışır, havaalanında bir süre kalabalığa bakıp eşini ve çocuğunu tanımaya çalışan Yusuf, bir yakınının kızı olan Peri’yi görüp ona karşı hisler beslemeye başlar.

Yusuf, görmediği günlere ait tüm anılarını silmeye kararlıdır. Braille alfabesiyle yazılmış kitaplarını, anılarını, üniversitedeki derslerini, eşini ve Allah’a ettiği tüm duaları görmezden gelmeye başlar. Minnettarlık duymaktan çok uzak olan Yusuf’un annesine söylediği “4 ağaç ve 1 evin küçük bir cennet olduğunu sanıyordum.” Cümlesi izleyiciyi öfkeyle üzgü arasında bırakır niteliktedir.

Eşinden, annesinden ve kızından uzakta olan Yusuf, son kalan anılarını, kitaplarını, bahçeye dağıtır ve tüm geçmişini ateşe verir. Sıfırdan bir başlangıç yapacağı ilk gün Paris’teki hastane arkadaşı Murtaza’dan bir mektup alır, mektupta gözleri açılmadan önceki son halinin fotoğrafı vardır. Son gördüğü şey de bu fotoğraf olur ve Yusuf tekrar görme yetisini kaybeder.

Bu aydınlık günlerden sonra karanlığa gömülmek Yusuf’a ağır gelir ve adeta bir delilik hali içinde dualar ettiği Allah’a geri döner.

Giriş sekansında kızıyla akarsuda dal parçası yarışması yapması gibi, sürükleniyor, ıslanıyor, tümsekten geçemiyor ve kaybediyor Yusuf.

95 dakikalık film İlahi adalet, empati, aşk, merhamet, minnettarlık ve seçimler gibi kavramları izleyiciye ekran karşısında sorgulatır halde bitiyor.

Gamze Gülmez

Söğüt Ağacı

“Şimdi anlıyorum ki sen beni merhamet kitabından silip atmadın.
Beni unutmadın.
Sen benimlesin ve beni korursun.
Madem ki elimden tuttun, yalvarırım yolumu aydınlat.
Eğer bu karanlıktan çıkabilirsem, daima seninle birlikte olacağım.”

Söz vermek güzel ama onu gerçekleştirebilmek herkese nasip olur mu?

Yusuf sekiz yaşındayken bir kaza sonucu görme yetisini kaybeder. Uzun yıllar boyunca kendisine kurduğu küçük cennetinde yaşar fakat onu seven bir karısı, kızı ve annesi olmasına rağmen içinde kopan fırtınalar bir türlü dinmez. Belli etmese de acı çekmektedir. Her gün Allah’a dua eder ve aydınlığa kavuşabilmeyi umar.

En nihayetinde tedavi olmak için gittiği Paris’te görebilme ihtimali ortaya çıkar ve ameliyat olur. Sonrası bir imtihandır. Çünkü insanın çevresine kurduğu korunaklı dünyadan çıkması bazen korkutucu olabilir. Kendisini yıllar sonra aynada gören bir insan ne hisseder mesela? Şükür mü, isyan mı?

Yusuf’un imtihanı bu iki kelime arasındadır. Görebilmek büyük bir nimet olmasının yanı sıra aynı zamanda sorumluluktur. Metroda karşılaştığı bir hırsızlık olayına şahitlik ettiği halde susmasaydı belki yolu daha da aydınlık olacaktı ya da kızının bahçede açan çiçekleri ona gösterebilmek için camdan seslenmesine karşılık verseydi, hayal ettiğinden fazla sevilecekti.

Mecid Mecidi’nin yönetmenliğini yaptığı “Söğüt Ağacı” 2005 yılında çekildi. Oyunculuklar ve konu izleyenleri bir hayli etkileyecek türden. Sahip olduklarının değerini anlayamayanların yaşadığı ikilem ve olumsuzlukları başarılı bir şekilde aktarıyor.

Başrolleri Perviz Perestui ve Rüya Teymuriyan paylaşıyor. Perviz Perestui’nin kariyeri henüz on beş yaşında iken Çocuk ve Gençleri Zihinsel Eğitimi Kuruluşu’nun Gençlik sarayındaki tiyatro grubuna katılmasıyla başladı. Sinema dünyasına da 1983’te oynadığı “Aşıklar Diyarı” isimli filmle adım attı. Ve 2016’da Uluslararası Fecr Film Festivalinde “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi.

Rol arkadaşı Rüya Teymurian ise “Görüşme Hasreti” adlı filmle oyunculuğa başladı. Devamında “Söğüt Ağacı, Onuncu Gece, Kadınların Zindanı” gibi başarılı yapımlarda rol aldı.

Söğüt Ağacı, insanın kendi yaşamını ve davranışlarının sonucunu düşünmesini sağlayan başarılı bir film. Zira yazının başında paylaştığımız Yusuf’un duasının ilk iki cümlesini sona saklamıştık. Filmin özeti olacak nitelikte midir, değil midir, kararı siz verin.

“Hatalı olduğumu biliyorum,
En büyük hatam senin büyüklüğünü yeterince bilmemekti…”

Merve Eren

Davul Bile Dengi Dengine Çalar

İnsanların üst mevkilere olan ilgisi, günümüzün en büyük problemlerinden biridir. İslami İran’ın Meşhed kentinde çekilen “Davul Dengi Dengine Çalar“, fakirliğin insanlar üzerindeki etkilerini en açık şekilde anlatıyor.

2010 yapımı olan filmin oyuncuları, Keyvan Sebağ, Said Velizade, Pervane Masumi, İlahi Şahperest, Mercan Alevi. Yönetmen koltuğunda ise Ali Hazaifer oturuyor. Oyunculardan Pervane Masumi oynadığı “Rubab’ın Çeyizi” ve “Şanlı Hayat” adlı filmlerdeki başarılı performansı ile Uluslar arası Fecr Film Festivalinden üst üste Kristal Simurg ödülünü kazanmış başarılı bir isim.

Karakterlerin hepsinin şahsına münhasır olduğu söylenebilir. Başrol oyuncularından biri Kasım. Otuz beş yaşında, fotokopi makinesi satarak geçimini sağlayan ve babasıyla yaşayan bekar bir adamdır. Hayata karşı oldukça mütevazi fikirlere sahip olan Kasım’ın evlilik konusunda önündeki asıl engel, maddiyatı önemseyen yengesidir.

“Fakirlik ayıp değil. Ama, insan kendi sosyal sınıfından biri ile evlenmeli.”

Kasım yengesinin bu tavrına rağmen, kalbin mutmain olduğu yerde kendi kararına güvenmenin ne kadar önemli olduğunu gösterecektir.

Filmin diğer karakterleri Said ve kız kardeşi Reyhane. Reyhane bekar ve çeyizini hazırlamış bir genç hanımdır. Hayırlı talibiyle karşılaşacağı günü bekler.

Ağabeyi Said ise ona nazaran biraz daha hayatın içindedir ve bir kızı sevmiştir. Evlenmek için acele ettiklerinden eşyalarını tamamlayamazlar. Said’in aklına kardeşinin çeyizi gelir. Bir gün hepsini alıp kendi evine getirir. Kadere bakın ki yaşanan bu talihsizlik Reyhane’nin hayatını değiştirir.

Tüm bunların dışında, Kasım’ın babası ve onun naif düşüncelerini de unutmamak gerek. Oğluna evliliğin insana ne gibi sorumluluklar yüklediğini anlatırken daima iyiliği ve karısına karşı yapması gereken güzel davranışları öğütler. Zaman zaman da geçmişin özlemlerine dalıp anılarını canlandırır. En dikkat çeken özelliği ise daima gülümseyen yüzü.

Bir de kitaplara olan bağlılığı var. Okumayı o kadar çok seviyor ki, kahvaltı sofrasına çağrıldığını bile duymak istemiyor. Masaya oturduğunda yemek yemeden önce hayal dünyasından birkaç hazineyi çağırıyor:

“Ne güzel olurdu gerçekten,
İnsanlar ölünce kitap oluverselerdi.
Hayatlarının kitabı olurlar,
Sonsuza kadar yaşarlardı.”

Asıl zenginliğin sahip olunan malın miktarıyla değil, kalbin mutluluğu ile ilgili olduğunu şu cümlelerle özetleyen film bittiği zaman damağınızda tatlı bir his bırakacak:

-Biz çocukluğumuzdan beri fakiriz.

-Annen seni seviyor, kız kardeşin seni seviyor, karın seni seviyor. Nasıl fakirim dersin?

Merve Eren

Elma ve Selma

Allah’ın ayetleri unutulur mu? Pekiyi yasakladığı şeyler?

İnsanlar artık birçok şeyi göz ardı ediyor. Yaptıklarının sonucunu düşünmeden, en önemli meseleleri basite indirgeyerek yaşamak öylesine kabul görmüş ki küçük bir detay peşine düşüp Allah rızasını kazanmaya çalışanlara “garip” gözüyle bakılıyor. İşte onlardan biri de Sadık.

Elma ve Selma” toplamda seksen dakikadan oluşuyor. Yönetmen koltuğundaki Habibullah Behmeni senaryo, yapımcılık ve müzik gibi pek çok konuda inisiyatifi üzerine almış. Ortaya da diyalogu az olsa da içeriği oldukça derin bir hikaye çıkmış.

Başroldeki kahramanımız Sadık bir din öğrencisidir. Ailesinin yanına gelir ve annesi ona güzel bir kız bulduğunu söyler. Bir bohça hazırlayıp eline tutuşturur. Yola çıkan Sadık başına geleceklerden habersizdir. Araç beklerken yan tarafında bulunan seyyar satıcıyı fark eder. Adam yaşlı ve tek başınadır. Bir su satın aldıktan sonra adamın davetiyle yanına oturur. Bir oğlu olduğunu öğrenir, ancak her zaman gelmemektedir. Sadık’ın amcaya sorduğu soru insanı düşüncelere sevk edecek bir cevabı içinde barındırır:

-Demek burada yalnızsın?
-Hayır değilim, birisi var ki hep benimle.
-Kim?
-Beni hiç terk etmeyen birisi.

Bu diyalog filmin özeti diyebiliriz. Allah’ın daima yanında olduğunu unutmayan kişi, hataya düşmekten imtina eder, kendini olabildiğince korur. Ancak bu her zaman mümkün olmayabilir.

Sadık yolda karşısına çıkan bir bahçeye girer. Olaylar da bundan sonra başlar. Sert bir rüzgar esmektedir ve namaz kılmak için bir elma ağacının altına seccadesini serer. Huşu ile namazını eda edip kalkmak üzereyken elma ağacından bir elma önündeki suya düşer. Kırmızı, albenisi bol bir elmadır. Bir anlık gaflet ardından gelecek vicdan azabının habercisidir. Elma’dan aldığı ısırık Sadık için azaba dönüşür. Artık tek isteği bahçe sahibini bulup, helallik istemektir.

Unutmamak gerekir ki Sadık gibi her hücresiyle Allah’ın emirlerine kendini adamış bir insan dahi zaman zaman nefsine yenik düşüp heveslerine kapılabilir. Düzeltmeyi istemek kişinin vicdanına kalmıştır.

Sadık önce bahçe sahibi sandığı bahçıvanla konuşup durumu düzeltmeye çalışır. Gerçeği öğrenince üzülse de işin peşini bırakmaya niyeti yoktur. Aldığı adres neticesinde gerçek sahibi bulmak için harekete geçer ve Selma ile de orada tanışır.

Dikkati çeken noktalardan biri Selma ile Sadık arasındaki konuşmadır. Selma tek bir elmanın önemi olmadığını söyler. Sadık ise azın çoğa götürdüğünün farkındadır.

Daha sonraki bir sahnede Selma bahçıvanın yanına gider. Yine tek bir elmanın önemli olmadığı mevzusuna girer. Bahçıvanın cevabı unutulanları hatırlatmak adına bir ders niteliğindedir:

-Ha bir elma yemişsin, ha bir bahçe. Ya da tüm ülkeyi. Haram haramdır!

Film şu ayetle başlar;

“Allah onların önce işledikleri en kötü suçları bile örtecek ve ettikleri iyiliklerin mükafatını daha da güzel bir surette verecektir. Allah kuluna kafi değil midir?”

Ve ardında düşünecek çok şey bırakarak yine aynı ayetle sona erer.

Merve Eren

Allah’ın Boyası

“Allah’ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım,
Ve onu bulduğumda kalbimin bütün sırları dahil her şeyi anlatacağım…”

1999 yılı İran yapımı olan bu film İran’lı yönetmen Macid MECİDİ’nin muhteşem eserlerinden yalnızca biri, yine etkileyici performans… tıpkı “Cennetin Çocukları”nda olduğu gibi.

Allah’ın Boyası adlı Film; gözleri görmeyen küçük Muhammed’in hayat karşısındaki asil duruşunu, sabrını, zekasını, azmini ve de merhametini anlatıyor. Okul bahçesinde beklerken ağaçtan düşen kuş yavrusunun seslerine kulak verip küçücük parmaklarıyla gözleri görmediği halde yuvasına bırakmak için ağaca tırmanacak kadar cesur ve merhametli bir yürek…

Dün gece filmi izlerken kendimi “gözleri görmeyen Muhammed mi? yoksa bizler miyiz?” demekten alıkoyamadım.

Muhammed küçük yaşta annesini kaybetmiş, gözleri görmediği içinde eğitimini Tahran’da körler okulunda devam ettirir. Öylesine sükunetli ve inançlıdır ki hiç yılmadan parmaklarıyla tüm hayatı keşfetmeye çalışır. Bir çok gözleri görenden bile daha iyi görür aslında…

Küçük Muhammed yaz tatili olunca sabırsızca babasının kendisini gelip almasını bekler. Ancak; Baba Haşim ise yalnızlık korkusuna bürünmüş, inançsız, sabırsız hatta öyle ki oğlundan bile vazgeçecek kadar hayatın esiri olmuş bir zavallı… oğlunun devamlı suretle okulda kalmasını ister ancak okul yönetimi buna izin vermez ve alır köyüne götürür. Nine, torunu Muhammed’i dört gözle beklemektedir. Bilgeli, sabırlı bir kadın, torununa ve oğluna doğru yolu göstermek için çabalar durur. Ancak baba haşim öylesine hırsının esiri olmuştur ki oğlunu çoktan gözden çıkarmıştır ve onu bir marangozun yanına verir…

Sonrasında da büyük bir pişmanlık, hüzün ve gözyaşı…

Filmin devamını anlatıp da büyüsünü bozmak istemem. Eksik ve perişan cümlelerimle sizlere Allah’ın Boyası adlı film hakkında biraz bilgi vermek istedim. Sürçü lisan ettiysek affola… ancak siz benim yazıma aldanmadan mutlak suretle filmi izleyin, tavsiye edilir…

İran filmlerine ilgi duyanlar için yeni adresiniz www.yenikaynak.com sizlere hizmet vermekten gurur duyar.

Yeni Kaynak ekibi olarak iyi seyirler dileriz.

Sevcan