admin tarafından yazılmış tüm yazılar

Senin Dünyanda Saat Kaç?

Senin Dünyanda Saat Kaç?

Yönetmenliğini Safi YEZDANİAN’ın üstlendiği 2014 yılı İran yapımı olan bu film Drama ve Romantizm türünde film severlere inanılmaz duygu yüklü dakikalar sunuyor.

Filmde; Leila HATEMİ’nin canlandırdığı Güli, Paris’de yaşamakta iken yaklaşık 20 yıl aradan sonra doğup büyüğü memleketi İran’ın Rüşt şehrine geri dönmektedir. Döndüğünde de vaktiyle kendisine platonik bir aşkla bağlı olan Ferhat (Ali MUSAFFA) onu karşılamaktadır. Güli, Ferhat hakkında pek bir şey bilmese de Ferhat’ın Güli hakkında neredeyse bilmediği hiçbir şey yoktur. Hatta öyle ki, onunla ilgili en küçük bir not, ses kaydı vb. gibi şeyleri yıllarca saklamıştır. Ona öylesine bir aşkla bağlıdır ki Güli’nin yokluğunda annesi Havva ile tanışır, kendisiyle arkadaş olur ve sık sık ziyaretine gider. Güli dönmüştür ancak annesi artık hayatta değildir. Ferhat ise her dakika Güli’nin peşindedir. Müthiş bir aşk…

Olumsuz yönde eleştiri sayabileceğimiz ancak yine de filme ayrı bir hava kattığını düşündüğüm tek şey bana göre şudur ki; Güli yaklaşık 20 yıl Paris’de yaşayıp bu kadar zamandan sonra tekrar memleketine döndüğünde, neredeyse herkesin onu bir anda tanımasıdır. Oysa Güli artık yetişkin bir kadındır ve aradan geçen seneler onu değiştirmiş olmalıdır. Fakat buna rağmen, film müzikleri, işlenen duygu, o samimiyet filmin ne kadar izlenmeye değer olduğunu gösteriyor…

Diğer yandan; şu izlemeye alışık olduğumuz, müthiş bütçelerle ve oyuncu kadroları ile organize edilmiş Amerikan yapımı filmlerden oldukça uzak, ancak onlardan daha gerçek, samimi ve kültürümüze daha yakın olan bu filmi izlerken kendinizi bir anda film kahramanlarının yerine koyabilirsiniz, hatta Ferhat’ın Güli’ye olan aşkını kıskanabilirsiniz. Şahsen ben izlerken göz yaşlarıma hakim olamadım ve “gerçekten böylesi var mıdır?” sorusunu sormadan edemedim.

Biz de Yeni Kaynak ekibi olarak şiddetle izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Film severlere iyi seyirler dileriz…

Sevcan

Bir Küp Şekerin Tadı

“Damla sensin, deniz sensin, lütuf sensin, kahır sen
Şeker sensin, zehir sensin, incitme fazlam beni… ” (Mevlana Celaleddin Rumi)

Varlıkla yokluk arasında bir git-gel. Ölümle dirim arasında bir ömür. Şimdi mutluluk, birazdan hüzün bekler bizi. Omzuna şurada çöken ağırlık az ötede hafifler bir anda. Hiç bitmez dediğin his biter, gitmez dediğin gider, artık gelmez dediğin çıkar gelir. Kestiğin dal filiz verirken gözüne baktığın meyve kurur. Hesap tutmaz, ele avuca gelmez dünya. Peşinden koşanı sürükler, yüzüne bakmayanın ardınca koşar. Teslim olursun dersin ki: Burası dünya, bu kadardır. Dünya ki hem zıtlıklar hem tecelliler âlemi. Burada Celal de var, Cemal de. Kahır da var lütuf da. Kıvrılan, dönüp duran, ilerleyip gerileyen, başa dönen, koşan-koşturan, durup-durduran bir yerdir bu arz. Her tecelli yeniden hatırlatır: Burada kalıcı değilsin.

Bu arzın tenhasında baki olmamak belki insan evladına en büyük lütuftur. Her şeyin sabit ve değişmez olduğu, geri dönüşün olmadığı bir âlem için hallerin değiştiği, kalplerin evrilip çevrildiği, her aslın bir zıddının olduğu bu âlem gereklidir. Sanat madem hayata dokunduğu kadar vardır ve sinema hayatın perdeye iyi bir yansımasıdır elbette sanatçı gözlerden kaçan o dünyayı yansıtır seyirciye.

Aksiyon severler durağan bulsalar da İran Sineması hayatın güzel bir tezahürüdür durum sinemasından keyif alanlar için. Şiirin tasavvufla yoğrulduğu bu topraklarda bakmak kadar görmek de mühimdir. Bir Hint filminde müzikal sahneleri hızla atlayabilirken bir İran filminde gözünüzü/gönlünüzü ekrandan ayırıp başka bir işle meşgul olma hakkınız pek yoktur. Yönetmenin çektiği her kare, her söz ve ses bir bütünün ahenkli parçalarıdır. Çoğu durum filminde olduğu gibi Yek Habe Ghand’da da birkaç cümle ile özetlenebilecek bir konunun uzun metrajlı yakın kadrajlı minimalist halini izlersiniz.

Rıza Mir Kerimi’nin dilimize Bir Küp Şeker olarak çevrilen 2011 yapımı filmi hem İran sineması ile ilk kez tanışacaklar, hem de İran sinemasının sıkı takipçileri için güzel bir temsildir diyebiliriz. Ahşap kanatlı kapılar, avludaki havuz, meyve ağaçlarıyla dolu bahçe ve çocuklar sizi bekler. Şehre uzak geleneksel bir evde evin küçük kızı Pesend’in (Nigar Cevahiriyan) düğün merasimine hazırlık yapılmaktadır. Uzak şehirlerden gelen ablalar ve enişteler valizleri ve hediyeleri kadar kendi hayatlarını da taşırlar anne evine. Film düğün için hazırlanan evin aniden cenaze evine dönüşünü anlatırken gayri ihtiyari Pesend’i baş rolde görmek isteriz. Oysa film katmanlı yapısı ile dakikalar ilerledikçe açılacak ve her karakterin hikâyesi filmin içinde bir iç zenginlik olarak kendine yer bulacaktır.

Kazan’da en iyi film[1], ödülü almış bu yapıtında Rıza Mir Kerimi adeta mikro bir dünya kurmuştur. Kadınlarla erkeklerin, çocuklarla ihtiyarların, eski ile yeninin, düğün ile ölümün yan yana olduğu bir hayat vardır perdede. Her şeyin alabildiğine doğal olduğu filmde bir müddet sonra kendinizi perde karşısında değil de komşu kızın düğününde zannedebilirsiniz. Kız kardeşler yan yana geldiğinde yapılan sohbetler, bacanakların atışması, çocukların minderlerden kurduğu evler işte bizim şurada kısa zaman öncesine kadar yaşadığımız anlar değil midir? Hatta öyle ki komşular ne der endişesi bile birebir vakidir filmde.

İran filmlerinde alışageldiğimiz hüzün bu kez tatlı bir telaşa dönüşmüştür. Eski evin odalarında, avlusunda, bahçede ama neticede tek mekânda geçer filmimiz. O eski evde ailenin her ferdinin ayrı bir hali vardır ve yan hikâyeler sizin ana tema olan düğün hazırlıklarından kopmadan ve sıkılmadan filmi seyre dalmanız için ustaca yerleştirilmiştir. Tek mekânlı filmlerin yönetmenin elini kolunu bağladığı düşünülse de Kerimi küp şekerde bir tabloyu andıran yavaşlatılmış sahneleri ve Muhammed Rıza’nın müzikleriyle sanılanın aksine sinemasının lehine bir iş ortaya çıkartmıştır. Bahçedeki salıncakta sallanan Pesend’in ağaçtan bir elma koparmaya çalıştığı sahne, misafirlere sunulacak ikramlık meyvelerin büyük havuza atıldığı saniyeler ya da akşam şenliği için renkli ampullerin ağaçlar arasına gerildiği sahneler bu tatlı seremoniye örnek verilebilir.

Özellikle din ve kadın üzerinden sosyal hayatı anlatan filmleriyle tanıdığımız yönetmen Kerimi, bu filminde geleneksel hayatın küçük ama değerli mutluluklarını modern insan için belirginleştirmiş diyebiliriz. Filmde aktarılan geleneksel hayatın içinde Amerika’daki damadın internet üzerinden nişana dâhil olması, erkek tarafının getirdiği hediye paketlerinden bir cep telefonunun çıkması gibi filmin geneline yayılmış geleneği kıran ve eleştiri alan noktalar da yok değil. Esasında bu kareler filmin mesajıyla çok da ters düşmüyor. Çünkü zaten Kerimi filminde ilk sahneden son sahneye kadar yaşamın zıtlıklar içindeki uyumunu gösteriyor. İran Sineması’nın diğer sinemalar arasındaki konumu da böyle değil midir? Devrim sonrası neredeyse tüm dünyadan tecrit edilen İran; sinema gibi batıya has bir imkânla yine batının kapısına dayanmış[2], doğulu olmanın verdiği ruhla dünyaya bir pencere açmamış mıdır?

Bir Küp Şeker adına yakışır bir biçimde bir şeker parçası ile başlayıp bir şeker parçası ile biter. Cennetin çocukları filminden hatırladığımız o meşhur şeker kırma sahnesi burada da karşımıza çıkar. Evin ihtiyar dayısından gayrı herkesin pür neş’e olduğu vakitlerde ihtiyar dayı ya önünde duran şeker kütlesini bir çekiçle kırmaya çalışmakta yahut çocuklara avcılık günlerini anlatırken bir küp şekeri ağzına atıp çayını yudumlamaktadır. İran sineması doğuya has bir tavırla bir simgeler sinemasıdır biliriz. Kurulan bir cümlenin birden çok manası olabilir. Bir küp şeker bize hem sevinci hem acıyı yaşatabilir ve yönetmen sanki usulca şöyle der: “Damla sensin, deniz sensin, lütuf sensin, kahır sen. Şeker sensin, zehir sensin, incitme fazlam beni…” (Mevlana Celaleddin Rumi)

[1] 8. Kazan Uluslararası Müslüman Sinemalar Film Festivali/ En iyi film, en iyi görüntü ve en iyi kadın oyuncu (filmin tüm kadın oyuncuları için) ödülleri/ 2013
[2] Bir Küp Şeker, İran İslam Cumhuriyeti’nin 2013 yılının En İyi Yabancı Film Oscar Adayı’ydı ancak Hz. Muhammed’ehakaret içeren ABD yapımı film sebebiyle Bir Küp Şeker Oscar adaylığından geri çekilmiştir.

Ayşegül Uyar, Kitap Haber

Ey Aşk!

Ey Aşk!
Ateştir senin nesebin
Niteliğin dumandır, kaynağın ise rüzgar
Su tufana dönüştü toprak da küle..
Senin kokunla ateş rüzgara karıştı
Şirin’siz her saray bisütûn gibi viranedir,
Ferhat’sız her dağ bir saman çöpüdür rüzgarda
Yedi nesil öteye tüm atalarımız gâmdı
Bize miras kalan hep sonsuz keder oldu
Rüzgar esince toprağımızdan senin kokun geliyor
Sadece sen kalacaksın
Biz hepimiz gidince…
Hafız-ı Şirazî


Allah Yakındır” filmi izlediğim en iyi İran filmlerinden biri diyebilirim. Sanatsal açıdan birçok başarılı noktaya imza atılmış film. 2006 yapımı olan filmin yönetmen koltuğunda Ali Veziriyan oturuyor. Filmde birçok başarılı oyuncu yer almasına karşın, baş rolü üstlenmiş Babek Hamidiyan bizlere büyük bir oyunculuk başarısı sergileyecek. İran filmlerinin alışılagelmiş yüz yapılarının aksine, dikkat çeken görünüşü ve müthiş oyunculuğuyla İran sinemasına renk kattığı katıksız bir gerçek. Filmde Bebek Hamidiyan’a başarılı oyuncu İlnaz Şakirdost eşlik ediyor.

Filmin başrolünde göreceğimiz Rıza, çevresindeki insanların akli melikelerinin yerinde olmadığını düşündüğü bir insandır. Motosikletle taksicilik yapmaktadır. Bu cümleye pek alışık olmasakta, filimde öylesine güzel işlenmiş ki bu konu, bir süre sonra motosiklet gördüğünüz an taksi mahiyetinde olduğunu anlıyorsunuz. Yolu bozuk olan köy okuluna gelen yeni öğretmenin okula gitmek için Rıza’nın motosikletine binmesiyle başlayacak hikayemiz.

Kendinden geçip yar olmanın sırrını anladım dediğiniz anda, yardan geçmenin sırrını fısıldayacak film kulağınıza. Saf sevginin ve hasretin ilmek ilmek işlendiği film de kulağımıza çalınacak melodiler ve şiirler de Fars edebiyatının tüm hünerlerini göreceğiz.

Henüz yolun başında olanlara ilk ders niteliğinde bir film var karşımızda. Birde unutmadan söyleyelim, ilk dersimiz “su” olacak. Film adeta su dersini almayan kurak gönülleri ıslatmak için çekilmiş. Hemen hemen her İran filmini yorumlarken, duygunun ne denli derin işlendiğini belirtme gereği duyuyorum. Ancak bu filimde bu bambaşka bir boyut kazanıyor. Derinleşip adeta bir baş yapıta dönüşüyor. Kesinlikle izlenmesi gereken bir eser var karşımızda.

Geldi üzerime üç keder, bir anda;
Yalnızlık, esaret ve sevgilinin hasreti.
Yalnızlık ve esaretin çaresi var,
Ama, sevgilinin hasreti. Sevgilinin hasreti. Sevgilinin hasreti.

İyi seyirler dilerim.

Küp Şeker

Küp Şeker – İran Filmi

15.05.2011’de seyircileriyle buluşan film genç bir kızın yaşamını gözler önüne sergilemektedir. Birçok insan gibi annesinin yanında büyüyen tatlı ve kibar genç bir kızın evlenmek istemesiyle film kendini göstermeye başlamaktadır.

Her şey kızın evlenmek istemesiyle başlamaktadır. İran’ın çok kadim bir yerleşim bölgesinde harabe bir evde geçen olaylar anlatılmaktadır.

Küçük kız kardeş olan Pesendide, evlenirken diğer kız kardeşleri eşleri ve akrabalarıyla bu harabe eve gelirler. Eski ve sakin olan bu ev bir anda bahar gelmiş gibi canlılık kazanmaktadır. Herkes bir işin ucundan tutmaktadır.

Tüm düğün işlemleri hızla ve mutlulukla devam ederken bu düğün evine cenaze haberi gelir ve tüm hayaller son bulur…

Şahin1994

Resim Havuzu

2013 yılına damgasını vuran İran filmi izleyicisine bir aşk ile beraber sürükleyici yapısı ile seyir keyfi sunmaktadır.

Meryem ve Rıza karakterleriyle sahnelenen filmde çift, normal dünyaya gelen insanların aksine gerçek bir aşk etkisi ile çok farklı bir hayat yaşamaktadırlar. Maziyar Miri‘nin yönetmenliği eşliğinde izleyiciyi etkileyen bu film hem düşündürücü hem de bir hüzünlü hayat hikayesinin realist biçimde aktarımını sağlamaktadır.

Bir anne ve çocuğun ev dışında gösterdikleri uzaklık durumunu özgün bir şekilde gösterişe sunan ve masum bir çocuğun bu durumdaki yaşadığı zorlukların anlatıldığı film eşsiz bir izleme keyfi sunuyor. Çocuk karakteri, yaşadığı zor bir hayatın ve geçen yalnız zamanının kendi gibi çocuklarında yaşamamasını istemekte, bol bol dua etmektedir. Evden zor şartlar sonucu ayrılmak zorunda kalan bir kadının yaşamını anlatmaktadır.

Şahin1994

Sevginin Destanı

avb

Eğer sevginizin mizanı Allah (c.c.) olursa kimse sizi takdir etmese de, yine seversiniz.

Yönetmenliğini İranlı Humayun Esediyan’ın yaptığı, senaryosunu ise Hamit Muhammedi’nin kaleme aldığı, orijinal ismi “Tala ve Mes” olan Altın ve Bakır filminin baş rollerinde Nigar Cevahiriyan (Zehra Sadat) ve Behruz Şuibi (Seyyid Rıza) oynuyor.

Film, dini ilimler öğrencisi olan Seyyid Rıza’ın ilim tahsil etmek için Tahran’da bulunan bir medreseye gelmesi ile başlıyor. Seyyid Rıza ve ailesinin başından geçen halleri konu alan film, günümüzün en temel sorunlarından biri olan aile ilişkilerine ve İslam’ın hayata yansıması olgusuna dikkat çekiyor. Seyyid Rıza Tahran’daki medresede ilim tahsil etmeye başladıktan belli bir süre sonra hanımı Zehra Sadat rahatsızlanarak hastaneye kaldırılıyor. Çok geçmeden Zehra Sadat’ın MS hastalığına yakalandığı haberi geliyor. İki çocuk sahibi olan Zehra Sadat bu rahatsızlığını ve kendi geleceğini düşünmekten ziyade, eşinin ve çocuklarının onsuz yaşayacağı zorlukları düşünür. Çalışkan ve başarılı bir öğrenci olan Seyyid Rıza ise hanımının hasta olması sebebiyle medresedeki çoğu derse gidemez ve derslerinden geri kalır, aynı zamanda evde bir erkek ve de bir kız çocuğunun ihtiyaçlarını görmeye gayret eder.

Aşkı, Hâfız-ı Şirâzî ve Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî’nin şiirsel dili ile birleştiren yönetmen, filmin aralarına da aşkın gerçek manasının ne olduğuna dair ufak ufak notlar düşüyor. Filmin sonuna doğru Seyyid Rıza’nın, hanımı Zehra Sadat’ın isteği ile, ona İnşirah suresini okuduğu sahne görülmeye değer. Neredeyse tüm oyuncuların oyunculuklarını en üst seviyede sergiledikleri bu filmde dikkat çeken bir diğer ayrıntı ise sevişme sahnesi, dedikodu, gıybet, iftira, hakaret, silah, kapı dinleme, intikam, entrika gibi günümüzde ülkemizde pirim yapan unsurların bu filmde yer almamasıdır. Bu unsurların yer almadığı bir filmin de var olduğunu ve sanatın gerçekte neyi ortaya koyması gerektiğini bize gösteren yönetmen, yazar, oyuncu ve tüm film ekibine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Kadir Bekar, Genç Dergisi, 85. Sayı, Ekim 2013

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi

Her birimiz ayrı bir çerçeveden değerlendiriyoruz hayatı. Bir avukata sorsak ki, yaratılışın özü nedir diye? ilk aklına gelen “adalet” olur büyük ihtimalle. Öte yandan aynı soruya bir çiftçinin “emek” diye cevap vermesi beklenebilir. Bir arife sorsak da bize “Allah için sevmek” diyebilir.

Biriktiririz sürekli. Acıları, üzüntüleri, kayıpları… Kayıp ne tuhaf bir kelime öyle… Hele de biriktirmesi nasıl olur ki? Ne kayıp olabilir ki bu dünyada eğer ahirete inanıyorsak.
Sevmek derken, bir moda olmuş ki sevmek… En güzel biz severmişiz gibi, sanki nefsimiz değil de “Allah için” sevmişiz gibi, her ayrılığın gün doğumunda “Allah sabredenlerle beraberdir.” Ayetinin muhatabı sanıyoruz kendimizi. Sevgiyi de düşürdük yerlere ve nerelerde tükettik sabrımızı ve ne çabuk kör olduk da göremedik gerçek acıları, gerçek sabredenleri.

Geçmişin getirdikleri, günümüzün yaşantıları içerisinde tam bunları düşünürken bir film özetledi konuyla alakalı düşüncelerimi. Hep farklı kültürleri, farklı yaşantıları merak ederim. Duyguları da… Nasıl severdi bir Avrupalı, nasıl saygı duyardı bir Asyalı… Bunu nasıl film ederdi bir yönetmen. “Allah için sevmek” desek hepimiz yazarız bir sürü süslü kelimelerle yazılar. Ya da tek bir fotoğraf gösterir susarız. Ben de bir film tavsiye etmek isterim sizlere. İnce ince işlenmiş filme “Allah için sevmek”…

Filmde yer alan hocanın sözleriyle;

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir. Mutluluğun sırrını yanlış yerlerde arıyorlar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir; ister buna anahtar deyin, ister rumuz…

Ama hiç de öyle karışık değildir bu. Yüce Allah bu sırrı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi:

– Benim için sev, benim için buğz et.

İşte bundan ötürü tüm amellerinin kabulünün anahtarı “velayet”tir. Allah için sevmek..
Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de doğru olanı yapmaya devam edersiniz.

Bu menzile varmayıp, yarı yolda kalanlar, Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, daha çok Allah’a yakınlaşırsınız.

“O’nun aşkının kimyasından, bu kara yüzüm altın oluverdi.”
Evet, senin lütfunun mutluluğuyla , toprak altın oluverir.”

İnsanların arayıp durduğu bu kimya aşktır, gerisi çer-çöptür… Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü, aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Yaşama Dair, Saliha Karaca.

Serçelerin Şarkısı

Bazı filmler vardır hani, içtenlikle gülümsetirken bir yandan da içimizi burkar. “Hayatın film sahnesi gibi olduğu zamanlardır” deriz bu anlar için. Bu hafta benzer duyguları yoğun bir şekilde hissedeceğimiz doğal kurgusu ve şiirsel anlatımıyla güçlü bir film var karşımızda. “Serçelerin Şarkısı“..

Yönetmen koltuğunda Macit Mecidi‘nin oturduğu 2008 yapımı bir İran filmi. Köyde yaşayan bir ailenin yaşam mücadelesini anlatıyor. Dostluk, aile olmak, gibi kavramlarla hayallerin perdesinde; biraz da mizahla beslenerek tam da içimizden birilerinin hikayesi gibi anlatılmış.
Filmden;

“Deve kuşu çiftliğinde çalışan bir babanın işten atılmasıyla olayların seyri değişir. Bir yandan geçim şartları, bir yandan işitme problemi olan kızının durumu babayı hayli düşündürmektedir. Bu küçücük dünyalarında yaşadıkları zorlukların yanında kocaman umutları barındıran insanların hikayesini çocukların heyecan dolu gözlerinden okuyarak izlemeye değecek diyoruz.”

İyi seyirler…

Bir Sınıf Değişir

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi

Aşk varsa güzel bakar gözler, naif dökülür ağızdan kelimeler. Bir yanda altın diğer yanda bakır. Değerli olan hangisi? Bakır emek ister altına dönüşmek için, aşk ister, çaba ister. Nasıl ki yüreğe düşen aşk değiştirir insanın kimyasını, bakırın da değiştirir yapısını.

Ne güzel anlatmış yönetmen Homayoun Assadian, ne güzel yazmış senarist Hamed Mohhamadi hayatı paylaşırken kaçırılan küçük anların, duyguların aslında ne kadar kıymetli olduğunu. Miyopluğumuzun farkına varıp uzaktan bakmamız için fırsat sunmuşlar bize bu filmle.

Belki de iki kelimede bitiyor her şey, iki kelimede başlıyor. Seni Seviyorum demenin huzuru bir kalpten diğer kalbe, çok şeymiş gibi görünen her şeyin aslında hiçbir şey olması gerçeğiyle akar.

Çalıkuşu

Söğüt Ağacı

Söğüt Ağacı (Çınarın Gözyaşları) – İran Filmi

“Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki
Aradığın ancak sensin, sen.”

Bu dizeler filmde de ismini duyacağımız Mevlana Celaleddin Rumi Hazretlerine ait. Filmle öylesine örtüşüyordu ki dizeler, filmi izleyecek herkesin öncesinde bunu okumasını istedim. Yönetmenliğini Mecid Mecidi’ nin üstlendiği Söğüt Ağacı filmi, İran sinemasının alışılmış senaryolarından çok farklı bir hikaye sunuyor bizlere. Başrolünde başarılı aktör ve müzisyen Perviz Perestui’nin yer aldığı filimde Muhammet Emir Naci, Rüya Teymuriyan ve Aferin Übeysi filmin öne çıkan diğer oyuncuları.

Film bizlere 8 yaşında iken havai fişek kazasıyla görme yetisini kaybeden Yusuf’un hikâyesini anlatıyor. Yusuf üniversitede edebiyat profesörüdür. Braille alfabesi ile yazıp okuyan Yusuf’un hayatındaki en büyük desteği ve dayanağı karısıdır. Bahçesinde küçük bir süs havuzu olan mütevazı evleri Yusuf’un cennetidir adeta. Dünya onun için büyük bir karanlıkta olsa, bahçesinde küçük kızıyla oyun oynadığı evi ve kendisine bir anne gibi bakan karısıyla çok mutludur.

İran sinemasının duygusal filmlerinde bizlere gerçek manada fedakârlığın ne olduğunu öğreten bir karakter muhakkak oluyor. Bu filmde de bu gelenek bozulmamış ve Yusuf’un karısı bu rolü üstlenmiş. Birçok kere örnek alacağımız samimiyeti ve hayran olacağımız sadakati ile sizler de unutulmayacak bir iz bırakacağına eminim.

Başta yazdığım şiirdeki gibi bekli de insan dünyayı kendi içinde aramalıdır. Belki de mutluluk sadece gözümüzü çevirdiklerimizin arasındadır. Yusuf bu soruların cevabını bulmaya çalışacağı yolculuğuna, göz ameliyatı olmak için gittiği Paris’te başlayacaktır.

Sahi dünyada cennet diye nitelendirdiklerimiz ucu bucağı gelmeyen güzellikler midir? Peki güzel olanlar her zaman ötelerde midir? Huzur ve sadakat her şeye göğüs germeye yetmez miydi? İşte tüm bu sorularımızı yanıtlayacak bir film var karşınızda.

“Allah’ım yeni bir hayata başlamak için bir şans daha istiyorum…”

İyi Seyirler Dilerim.

Yeşil Kalem