Kategori arşivi: İktibaslar

İran Filmleri Üzerine Alıntı Yazılar

Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi

Büyük bir heyecanla beklediğim “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi birçok patırtı ve gürültü arasında nihayet gösterime girdi. İran’ın, İranlı bir yönetmen olan Mecid Mecidi’nin böyle yüksek bütçeli bir filmi çekmesi, çekiyor olması bile başlı başına bir başarıdır İslam dünyası için. Çağrı filminden bu yana neredeyse yarım asır geçti ama İslam dünyasında dişe dokunur, eli yüzü düzgün bir film yapılmadı, yapılamadı ne hikmetse. İnşallah bunun devamı gelir ve Müslüman toplumlar da sinema ve edebiyata üst düzey bir ilgi gösterirler artık.

…Mecid Mecidi, sinema dilinin tüm gücünü hissettirdi kalplerimize. Yüreğimize dokunmayı başardı.

Filmi izlediğimde şunu hissettim ki bir kekremsilik, bir olmamışlık hali hissetmiyor insan: Sinema tekniği, görüntü kalitesi, sahicilik, mekan seçimi, oyuncuların duruşu, bakışı, kıyafeti, Abdulmuttalib ve Ebu Talib rollerinden bütünüyle akan o asalet, Amine ve Halime rollerine nakşolan, neredeyse damarlarımızda duyduğumuz masumiyet, masumiyet, masumiyet. Ve ah o müzik! Hüznü tüm çıplaklığıyla üzerimize boca eden müzik. İnsanı alıp çöllerde savuran, bir yetimin koynuna sokan, bir yetimin arkasından öylece bakakalan ah o tını.

Filmde beni en çok etkiyen sahneydi bu müziğe, bu tınıya tutunan kareler: Önce Amine, yetiminin gözlerinde yok olmak ister gibi bir ağıda tutuluyor. Çünkü ayrılık vakti. Çünkü sütanneye gitmesi gerekiyor yetimler yetiminin. Ve gidiyor. Ve anne yalınayak koşuyor eli yüreğinde. Ve anne sessiz bir çığlığa ram oluyor. Ve anne bir karanlıktan boşanır gibi ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. Bütün bir kâinat ağlıyor.

Aynı sahne diğer annede de saklı. Halime’nin koynundan kopan yetimler yetimi evine götürülüyor bu defa. Bırakmamak ne mümkün. Elinde olsa dünyayı yıkar, bırakmaz ama elinde değil. Gücü yetmiyor. O masum şimdi gidiyor işte, gidiyor. Halime’nin yüreğini de alıp gidiyor. Halime de arkasından var gücüyle koşuyor kumlara bata çıka. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor… Ve müzik adeta bizim yaramıza bir tuz basıyor.

Filmde beni etkileyen sahnelerden biri de çocuklara isim koyma merasimiydi. Ki filmin fragmanında da bu sahneyi gördüğümde tüylerimi diken diken olmuştu: Tek tek çocuklara isim koyuluyor ve müthiş bir kalabalık. Erkeklerin ellerinde defler ve kılıçlar, kadınların dillerinde coşku, heyecan ve bitimsiz zılgıtlar. Ve şimdi sıra yetimler yetiminde. Abdulmuttalib, Amine’nin elinden alıp haykırıyor ismini göğe: “Muhammed!”

Önce sessizlik, sonra kargaşa. “Bu ne biçim isim, hiç duyulmamış” sözleri yayılıyor kalabalığa. Ve Ebu Talib yeniden haykırıyor Mekke semalarına: “Muhammed!” Ve sonra o şaşkın kalabalıktan sadır olan tek şey: Coşku ve heyecan. Herkesin gözlerinde tarifsiz bir sevinç. Bir güneş doğuyor çünkü. Sonsuz bir güneş…

Film böyle akıp gidiyor işte. Kalplere nakşolacak sahnelerle yüreğinize işliyor. Her sahne ayrı bir dram, her sahne ayrı bir heyecan, her sahne ayrı bir gözyaşı aslında. Filme, filmin müziğine, oyuncuların gözlerine, mekanın yüreğine yapışan ana tema nedir diye sorarsınız tek bir kelime söyleyebilirim: Hüzün!

Teşekkürler Mecidi! Hüznü bize yeniden duyumsattığın için.

Muhittin BULUT, Gap Gündemi

“Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi üzerine gecikmeli bir değerlendirme..

Oğlumun küçüklüğünde, geleneksel hale getirdiğimiz hafta sonu sinema keyfine son vermemin üzerinden kocaman bir 12 yıl geçmiş neredeyse.

Eğer İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin ülkemizde tartışılan “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminin fragmanını aylar önce izleyip, vizyona girmesini iple çekmeseydim, ihmalkarlığımdan kaynaklı sinemanın cezbedici dünyasından uzak durmaya devam edecektim.

Neyseki film vizyona girdi de, keyifle ve gözyaşları içinde izleme ve böylece sinema dünyasına yeniden kapı açma şansını elde etmiş oldum.

Filmle ilgili tek bir afişin bile sinema salonunda yer almaması, filmin içeriğiyle hiç örtüşmeyen müstehcenlik ve hatta yer yer argo ifadeler içeren reklamların keyif kaçıran nahoşluğunu bir yana bırakırsak, film, muhteşem bir içerik ve etkileyiciliğe sahip.

Çevrildiği dev plato, profesyonel bir ekip, kostüm, görsellik, ses, ışık, ortam, verilen mesaj ve bütün insanlar tarafından izlenmesine imkan veren üslup,

Peygamberimizin çocukluğu başta olmak üzere, o dönemin ruhunu ve gerçekliğini olduğu gibi yansıtan film,

Konuları ele alış tarzı ve sunum biçimi konusundaki evrensellik özelliğiyle herkes açısından çekici, cezbedici ve izlenebilir kılan bir albeni oluşturmaktadır.

Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki film, daha vizyona girmeden ırkçılık ve mezhep savaşının odağına oturtularak siyasal ve tarihsel hesaplaşmaların malzemesi yapıldı.

Bu nedenle Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı ülkelerde izlenmeden yasaklandı.

Ülkemizde ise, “izlemeyiz, izlettirmeyiz” türünden ırkçı , faşizan, mezhepçi ve bağnaz bir yaklaşım tarzıyla başlatılan kampanya ve aleyhte tepkilerle yasaklanması istenendi.

Film, hayatı ve dünyayı, geçmişi ve bu günü, dinleri ve gelenekleri, insanları ve toplumları, değerleri ve inanç biçimlerini, fiziksel ve metafiziksel olguları, hakikat ve gerçeklik algısı üzerinden anlamak, tanımak ve tanımlamak yerine,

Dinsel, mezhepsel, siyasal, ideolojik ve etnik aidiyet duygusu ya da ezberler üzerinden anlayan, tanıyan ve tanımlayan birey ve toplumlar için hiçbir anlam ifade etmeyecektir ve etmemiştir de.

Esasen hem kendisinin, hem içinde yaşadığı toplum ve ait olduğu değerlerin imajını yerle bir eden söz birey ve toplumlar, böyle bir filmi izlemekle sahip oldukları değer dünyalarının yok olacağı ya da herşeyin sonunun geleceği gibi bir vehim / korku arasında oransal bir bağ kurarak kendi düzeylerini ortaya koymuş oluyorlar.

Bir sosyal gerçeklik olarak söz konusu çapsızlık ve düzeysizliğin altını çizerek bu bahsi es geçelim. Hiçbir düzeysizlik ve çapsızlık, üzerinde durmayı gerektirecek bir değeri hak etmiyor çünkü.

••••

Asıl değeri hak eden, ön yargısı olmayan ya da önyargı bariyerini aşmayı başarabilenler için durum elbette farklıdır.

Böyle bir bakış açısına sahip olarak izleyenler için film, takdiri fazlasıyla hak eden bir yerde durmaktadır. Ve aynı zamanda düzeyli eleştirileri de…

Doğrusu film, insanların zihin ve ruh dünyasında uzun süre etki yapabilecek ve aynı zamanda ezberleri bozması açısından tartışmaların odağına oturacak türden. Ve zaten böyle de olmuştur.

Elbette, sahip olduğu dünya görüşü ve bakış açısına göre filmin her insanda farklı etkiler yapması muhakkak.

Kendi adıma söyleyecek olursam, inanılmaz etkilendim. Bu nedenle de yazacağım şeyler bu etkilenmeye paralel olacaktır.

Yani yazacaklarım, film eleştirmeni veya analisti edasıyla yazılan türden olmayacaktır..

Böyle bir densizlik yaparak, yıllarını bu işe vermiş üstadlara karşı saygısızlık ve ukalalık etmek istemem çünkü.

••••

Mezhepsel, ırksal, dinsel veya başka bir saikten kaynaklı ön yargı ya da garez sahibi olanlar açısından filmin yapımcısının ait olduğu ülke ve değer dünyasına karşı kin ve nefret, haset ve fesat, garaz ve çekememezlikten başka sunabileceği hiç bir şey, hissettirebileceği hiçbir duygunun olmayacağı muhakkak.

Ama kalbinde, ruhunda ve zihninde hiçbir art niyet ve ön yargı taşımayanlar için filmin sunabileceği çok fazla şey, hissettirebilecek çok güzel duygular olduğu / olacağı da muhakkak.

Bu yüzden, filmi herkesin izlemesini ve başkalarına da tavsiye etmesini şiddetle öneriyorum…

••••

Elbette bu önerimin, Diriliş Postası Genel Yayın Yönetmeni ve yazar Erem Şentürk gibilerde karşılık bulmayacağı kesin.

Çünkü Şentürk ve aynı çizgide olanlar için filmin nasıl olduğundan ziyade, İran ve Şii patentli olması aşılması imkansız olan bir taassup ve ön yargı bariyeri oluşturuyor.

Bu taifenin, “izlemeyiz, izlettirmeyiz” korosuna dahil olması, eleştiri ve tepkilerine haklılık kazandırmak amacıyla izleyenlerinse “tövbe etmekten dilim şişti” türünden beyanlarda bulunması da bundan.

Tövbe etmekten dili şişen Yazar Şentürk ve onunla aynı duyguları hissedenler için bir hatırlatmada bulunayım:

Tövbe etmekten dili şişen sadece sizler değilsiniz.

Bilenler bilir ama bilmeyenler için söyleyeyim; Allah, Peygamber ve Ehlibeyt düşmanı mel’un, zalim ve katil Muaviye tarafından Ehlibeyt’e (as) hakaret etmek bir gelenek haline getirilmiş ve bu gelenek seksen üç yıl sürmüş.

Öyle ki, bu gelenek cuma hutbelerinin bile vazgeçilmezi haline gelmiş. Ehlibeyte hakaret içermeyen hutbe eksik sayılır ve hatta makbul görülmezmiş.

Bu gelenek, mekan cennet olsun lanetli uygulamayı kaldıran Ömer Bin Abdülaziz’in hilafetine kadar devam etmiş.

Cuma kıldırmak ve hutbe okumakla görevlendirilen Cuma hatiplerinden biri, bir gün hutbede hazreti Aliye ve Ehlibeyt’e hakaret etmeyi ve lanet okumayı unutmuş.

Unuttuğunu sonradan hatırlayan bu hatip, mescide gidip hüngür hüngür ağlayarak, gözleri ve dili şişene kadar tövbe etmiş.

“Ey Allahım! Ben Ehlibeyt’e hakaret etmeyi unuttum, beni affet” diyor başka da birşey demiyormuş.

Şentürk ve benzerleri gözlerini ve dilini şişirene kadar tövbe etmeye devam ededursun efendim…

Şentürk dahil herkes, huzuru mahşerde gözyaşlarından, dilinden, yaptığından ve yapmadığından, yapılan güzel şeylere mani olmaktan hesaba çekilecek.

İsrail ve ABD için akmayan göz yaşını ve şişmeyen dilini, İsrail ve ABD’ye kök söktüren İran ve Şia dünyasına nefret ve beddua ile akıtılan her damla gözyaşı ve şişen dil sahibinden davacı olacak.

Aynı şekilde, bu türden yazıları yayan ve paylaşanların bütün uzuvları da. Biline…

••••

Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın; bunca engellemelere, estirilen onca fırtınaya rağmen, filmin çok farklı kesimlerden ilgi gördüğü bilinen bir gerçek.

Şu ana kadar izlediğim hiçbir filmde işini bu kadar ciddiye alan; insani, İslami ve sosyal sorumluluğu bu kadar yüksek bir prodüksiyon ekibi görmedim desem yeridir.

İşlerini o kadar ciddiye almışlar ki, jenerik bile özenle hazırlanmış. Öyle bir özen ki, jenerik müziği, filmin içeriğiyle uyumlu ve bir o kadar da etkileyici.

••••

Filmden Notlar:

•• Filmi izleyenlerin ortak kanaati, modernizm tarafından en büyük koz olarak kullanılan İslam’ın kadına değer vermediği ve aşağıladığına dair tezi yerle bir ettiği, daha çok adı savaşlarla anılan ve bu nedenle de bir savaş peygamberi gibi lanse edilen İslam peygamberinin hiç de öyle olmadığı, tam tersi bir barış, huzur ve güven abidesi olduğu yönünde.

•• Bu yüzden film, söz konusu algının hakim olduğu Yahudi ve Hristiyan dünyası başta olmak üzere İslam’a mesafeli olan herkesin İslam ve Hazreti Muhammed algısını yerle bir etmektedir.

Ayrıca film, bütün ezberleri bozmasının yanı sıra iki dinin kendi öz kaynaklarındaki referanslara atıf yaparak, Yahudi ve Hristiyan dünyasının ilgisini celbedecek nitelikte.

Dahası filmde, insan psikolojisi ve sosyolojik gerçeklik profesyonelce ele alınmış.

Film, İslam hakkında bilgi sahibi olmayan, İslam’ı ve İslam peygamberini, terörle eşleştirilen bir kurgu üzerinden tanıyan, bu nedenle negatif bakış açısına sahip olan batı dünyasının gerçekle örtüşmeyen bu algısını da değiştirebilecek bir özelliğe sahip bulunmaktadır.

Bu nedenle film, İslamafobinin etkisini kırmaya matuf etkili bir silah niteliğinde.

••••

Bir kaç anekdot:

•• Prodüksiyon işiyle uğraşan ve İran’da mukim Mehmet Ali Akbulut dostumla, filmi izlemeden bir gün önce görüştüm. Yani vizyona girmeden üç gün önce…

Dostum, Türkiye’den İran’a gelen bir çok sinema çevresinden kişiye filmin çekildiği platoyu gezdirdiğini söyledi.

Plato gezildikten sonra film hakkında görüşlerinin kat be kat arttığını ilave etti.

Film hakkında yersiz eleştiri ve tepkileri anlamlı bulmasa da normal karşıladığını bunların filme ve filmin kalitesine gölge düşüremeyeceğini ifade etti.

•• Filme en sert ve acımasız eleştirilerde bulunan Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Yusuf Kaplan’ı yakinen tanıyan ve aynı zamanda TV programcısı ve sinema konusunda ehil olan bir dostum, Kaplan’ın tepki ve eleştirilerine anlam veremediğini söyledi.

Bu dostum, sinema konusunda en ehil kişilerin başında yer alan Kaplan’ın bir zamanlar Mecid Mecidi’yi göklere çıkardığının da altını çizerek, şimdi yerin dibine geçirmesinin oldukça manidar bulduğunu ifade etti.

••••

Sitem ve üzüntüm:

Jenerik dahil filmi sonuna kadar dikkatle izleyen biri olarak, yapılan yersiz düzeysiz ve hakaret içeren eleştiri ve verilen tepkileri yadırgadığımı;

Bir Müslüman, bir insan ve bir Türkiyeli olarak üzülerek izlediğimi,

Gördüğüm manzaralar karşısında insanlık ve ülkem adına utanç duyduğunu söylemeliyim.

Bu denli, böyle bir düzeysizlik ve çapsızlığı, kadim bir medeniyete beşiklik yapmış olan ülkemiz hiç mi hiç hak etmiyor…

••••

Şükür, Teşekkür ve Dua:

Şükürler olsun, tüm insanlığa bu imkanı sunan Rehberiyet makamını ve İran İslam Devleti’ni bizlere lütfeden yüce Allah’a. Sonsuz şükürler olsun.

Mecid Mecidi başta olmak üzere filmi hazırlayan ekip ve onlara imkan sağlayan, yardım eden herkesten Allah razı olsun…

••••

Son söz:

Film hakkında neden gecikmeli değerlendirme yaptığım merak konusu olabilir.

Hemen söyleyeyim efendim:

Kasten ve de özellikle geç yazmak istedim. Çünkü suların durulması, eleştirilerin, öfke ve nefretle dışa vurulan tepkilerin ortaya çıkıp sonuçlarıyla muhatap, olmak bazen sağlıklı değerlendirmeler yapma konusunda daha elverişli bir ortam sunar.

Ghoudsi Khanandeh, Özün Sözü

Mecidi’yi Eleştirelim..

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” izlemeden önce bir çok eleştiriyle karşılaştık.

“Filmi seyredip de Şiî’lerin oyununa gelmeyin” diyenleri duyduk. Filmin Efendimiz’e (asm) hakaret olduğunu dahi duyduk. Ancak bu eleştirilerle karşılaştıktan sonra bu söylenenleri tahkik ettik mi?

Filmi izledik: Yapım, bizim üzerimizde olumlu yönde bir etki bıraktı ve bazı değerlendirmeler de bulunduk. Tabiî mesele konunun ehli olan âlimler tarafından değerlendirilip yapıcı bir şekilde eleştirilmeli.

Filmin yapımcısı olan Mecidi, filmde Hz. Muhammed’in (asm) doğumundan gençliğine kadar olan süreyi işliyor. 63 yıllık bir sürenin tamamının filmleştirilmesinin mümkün olmadığı gibi, elbet Efendimiz’in (asm) genç-liğinin de 178 dakikaya sığmayacağını idrak edebiliyoruz. Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in (asm) gençliği hakkında bildiğimiz bazı önemli olaylar gösterilerek peygamberlikten önceki süre biraz anlatılmaya çalışılmış. Tabiî sadece çocukluğu değil, Efendimiz’in (asm) doğumundan önceki sürede yer alan ebabil kuşlarının Kâbe’yi fillerle hedefine alan Ebrehe’yi taşlaması da unutulmamış.

Yapım teknik olarak değerlendirildiğinde filmin genel anlamda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak çekim açıları ve kameranın kullanımı konusunda biraz daha iyi olabilirdi. Batı filmlerinin çekimiyle kıyasladığımızda kameranın kullanımındaki fark -bazen- göze çarpıyor. Kameranın genel anlamda başarılı kullanılmasıyla birlikte, oyuncunun da elinden geleni yaptığı görülüyor. Kostümler ve setler de bizi o tarihe götürmekte güçlük çektirmiyor.

Gerçekleşen tarihî olayların olabildiğince aslına uygun verilmesi kaygısı düşünüldüğünde, senaryo ve kurgudaki boşluklar göz ardı edilebilir. Ancak tarihlerin geçişi, olayların gelişimi ve önemli isimlerin birbirleriyle olan ilişkileri hiç bilmeyenler için havada kalabilir. Tabiî fantastik bir hikâye yazılmadığı bilinirse ve belli bir olay örgüsüne bağlı kalmak zorunda kalındığı düşünülürse kurgusal hatalar elbet kabul edilir bulunacaktır.

Bu bölümden sonra paragraflar filmin gidişatı hakkında bilgi verir. Eğer önce filmi izlemek isterseniz okumaya devam etmeyin.

Filmin ilk dakikalarında Hz. Muhammed’in (asm) doğumuyla gerçekleşen bir takım olaylar anlatıldıktan sonra izleyicinin duygusal bağ kurabilmesi için önce annesi Hz. Amine, sonra dedesi Abdülmüttalib ve en son olarak da amcası Ebu Talib ile olan ilişkisi ön planda tutularak konu işlenmeye çalışılıyor. Filmin hemen hemen son 3’te 1’lik kısmının Ebu Talib ile geçmesi medyadaki eleştirileri bu yöne çekiyor.

1976 tarihli yapım olan Çağrı filminde Hz. Muhammed (asm) ile diyalogdan kaçınılırken Mecidi, Efendimizin (asm) diyaloglarına yer vermiş. Ancak ülkemizde ilgili konuşmaların sesleri çıkartılarak konuşmalar altyazı olarak verilmiş. Film’de yüzünün tamamı hiç bir zaman net bir şekilde gösterilmeyen Efendimiz (asm) genellikle arka tarafından gösterilerek sahnelerde de ya uzun saçları şeklini kapatıyor ya da beyaz kefiyesi kendisini net bir şekilde görmemizi engelliyor. Bu şekilde “Efendimizin (asm) şekli nasıl?” dendiğinde hayalimize gelecek bir resim olmuyor.

Filmin detaylarında Hz. Muhammed’in (asm) kadın haklarına verdiği değer göze çarpıyor. Gerek kız çocuklarının diri diri gömülmesine karşı çıkmasıyla, gerek kadın köleleri kurtarmasıyla gerekse de en son yer alan balıkçı kabilesindeki tanrılara sunulan kadınları ve çocukları kurtarmasıyla kadına verilen değer filmde işleniyor. Son sahnede yer alan deniz kıyısındaki balıkçı kabilesiyle geçen olaya ise aşina değiliz. Bunun yanı sıra film süresince Yahudilerin üzerine çok ciddî gidilirken, Rahip Bahira’nın olduğu sahnelerde de Hıristiyanlığın Hz. Muhammed (asm) ile bir çok ortak paydası olduğu vurgulanıyor.

Yapılan bir eser elbette kusursuz olamayacaktır, ancak 7 yıl üzerinde çalışılmış (2 yıl araştırma, 5 yıl çekimler) ve tamamlanması için 40 milyon doların harcandığı Efendimiz’i (asm) anlatan bir yapımı her bir Müslüman olarak tahkik edelim. Ön yargılarımızı bir tarafa bırakıp yapımın getirdiği olumlu etkileri düşünelim. Filme aynı zamanda bütünsel yaklaşıp Batı sinemasıyla rekabet edebilecek bir eser çıkarabildiğimize sevinelim. Detayları, bütünden daha öne çıkartıp bütünü karartmayalım. İncelediğimiz detayları, daha iyilerini yapabilmek adına kullanalım.

Mustafa Sait ÖNAL – Yeni Asya

Eleştirilere Eleştiri (Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi)

Yaklaşık iki hafta önce ”Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi, beraberinde getirdiği tartışmalar ve eleştirilerle gösterime girdi. İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı, çekimleri yedi yıl süren film, konusu gereği zihinlerde hep Çağrı filmiyle karşılaştırıldı. Çağrı’dan sonra en yüksek bütçeli Muhammed peygamber filmi oldu. Çokça eleştirilen film, dünya genelinde olumlu tepki alsa da mezhep temelli eleştirilerin odağı olmaktan kurtulamadı.

Eleştirilerden biri de Şii kaynaklarından faydalanarak yazılan senaryosuydu. Şii olan bir yönetmenin Şii kaynaklarından faydalanarak film çekmesi kadar doğal ne olabilir ki?

Hz. Muhammed’e ve İslam’a saldırı olarak yorumlayan kesimlerin, filme gitmeyin, izletmeyin çıkışları, niyetlerinin aksine fazlaca reklam etmiş olacak ki gitmeyi düşünmediğim filme ön yargısız gittim ve olumlu olumsuz izlenimlerim oldu.

Eleştirilerin aksine herhangi bir Şii propagandası dikkatimi çekmedi. Ufak tefek detaylar dışında da siyer kaynaklarımıza tezat sahneler yoktu.

Üçlemenin ilki olan film, peygamberimizin 12 yaşına kadar ki hayatını perdeye yansıtmış. Dolayısıyla filmde dedesi Abdulmuttalib’in otoritesi, amcası Ebu Talib’in güçlü karakteri ön plandaydı. Annesi ile olan özlem ve şefkat dolu ilişkisi duygusal dakikalar geçirtirken, süt annesinde yaşadığı yıllar izlenmesi hoş sahnelerdi. Korunup kollanan, herkesin sevdiği, etrafına bereket ve huzur getiren bir Hz. Muhammed tasavvuru vardı.

Film müzikleri ve efektleri çok başarılıydı hatta Holywood kalitesinde bir film izlediğimi düşünüyorum. Uzun olmasını sevmedim fakat propaganda sezmediğim, emeğe saygı gösterilmesi gereken bir eser olmuş. Hz Muhammed’in gençlik yıllarının, eşi Hatice ile evliliğinin, peygamberlik yıllarının diğer filmlerinde nasıl perdeye yansıyacağı ayrıca merak konusu oldu bende.

Genel yorumlara baktığımda takınılan tavır beni üzdü. İnsanlığa sunduğu ilahi mesajı, adalet ve merhamet gibi öğretileri asıl anlamamız gereken şey olması gerekirken, filmde elinin, saçının, bedeninin görünmesi, hakaret sayılıyor. Hz Muhammed eli, yüzü, bedeni, ve duyguları olan bir insandı. Onu önemli kılan şey, Allah Tealanın ifadesiyle, bize en güzel örnek olmasıydı. (”Andolsun ki, sizin için Allah Resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzap, 21))

Ahlak ilkelerinden yoksun televizyon programları, dini ve ahlaki değerlerimize saygısızlık yapan onca dizi/film bu kadar eleştirilip karşı çıkılmazken, sırf İran yapımı diye genel havası hoş olan bu filmin acımasız eleştirilmesinin, peygamber sevgisinden değil, mezhep taassubundan olduğu kanaatindeyim.

Yönetmen, batıda oluşan İslamafobi’yi yıkmak, doğru İslamı ve Muhammed’i tanıtmak niyetiyle film çekmeye karar verdiğini söylüyor.

Eğer ortaya konulan bir eseri beğenmiyorsak onun daha iyisinin yaparak cevap vermemiz gerekir. Neden Türk sinemasında bu kalitede bir Hz. Muhammed filmi çekilmedi, çekilmiyor? İslamafobi ile mücadele için sinema çok önemli yollardan birisi. Bizler bu konuda o kadar eksiğiz ki, beğenin ya da beğenmeyin çekilen bu filme yöneltilen bazı eleştiriler bana samimi gelmiyor.

Politik tavırdan sıyrılıp, filme ön yargısız giderek kendi izlenimlerinizi edinmeniz bence en sağlıklı olandır.

Fatma Hatice CIBIL

Çocuklarınızı Bu Filmden Uzak Tutun

— Efendim çocuklarınızı bu filmden uzak tutun, izletmeyin.
— Niye izletmesinler?
Annesini seven, hastalandığında başından ayrılmayan bir Muhammed anlatılıyor diye mi?
Çocuklarla yiyeceğini paylaşan bir Muhammed’i örnek almasınlar diye mi?
Kölelere gece vakti su ve yemek veren bir Muhammed’i kimse görmesin diye mi?
Büyüklerinin sözünü dinleyip onlara saygılı olan Peygamberleri olduğunu bilmesinler diye mi?
Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunu kurtarıp kızın babasına o yaşta öğüt verip güzelliklerden bahseden bir Peygamberi hayatlarına almasınlar diye mi?
Merhametin, adaletin, şevkatin değerini anlamasınlar diye mi?
Ya da sayabileceğimiz birçok insani değerler üzere büyümesinler diye mi?
Bunu izletmesinler de, senin anlattığın gibi namazı bırakıp cima’ya mı koşsunlar?
Sahi niye izletmesinler?
Onur Çetinkaya

“Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” Filmi Üzerinden Mezhepsel Çatışma Zemini

Bu kısa girişten sonra son haftaların önemli tartışma konusu “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminden söz etmek istiyoruz.

Söz konusu film piyasaya sürüldüğü günden bu yana, birçok kesim tarafından yoğun eleştiri bombardımanına tabi tutuluyor. Film hakkında yorum yapmak biraz da isbat-ı vücut anlamı taşımaya başladı, biz de varız demek istiyorlar.

Biz filmi sinema teknikleri açısından inceleyecek değiliz. Buna salahiyetimiz de yok müktesebatımız da. Eleştirinler de “tekniği iyi ama” diye başlıyorlar zaten.

Acaba bu filmi bu haliyle batılı bir yönetmen yapsaydı aynı tepkileri olacak mıydı merak ediyorum. Hangi mesajından rahatsız oldukları da net değil. Keşke konunun uzmanı Müslüman ve insaflı bir film yapımcısı çıkıp eleştirseydi.

Televizyon bağımlısı ve okumayan bir toplum olarak kitaptan okuyup Peygamberin hayatını öğrenmediğimizden filme mahkum olduğumuz göz ardı ediliyor. Batının bunu kullanarak dinimizi tahrif edecek bir çok ögeyi film yoluyla soktuğu unutuluyor.

***
Bir Arap kanalında gördüğüm yönetmen Macidi, filmin içeriğinden çok yönetmen ve yapımcı ülkeye tepkiden dem vurarak “seyredin, öyle eleştirin” diyordu.

Kendisi de eleştirileri baştan tahmin etmiş olacak ki filmin başına “bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayrılmaya sevk etmesin” (Maide 5/8) ayetini koymuş.

Yapılan açıklamalardan öğrendik ki yapımcı, çekimler esnasında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla görüşmüş, görüş almış ve büyük ölçüde uyarıları dikkate almış.

Bize göre film Müslümanların bir açığını kapattı. Böyle bir filmi kim yaparsa yapsın ona şapka çıkarılır.

Film hakkında müsbet yorumda bulunanlar bile mahalle baskısı çekincesiyle “ne şiş yansın ne kebap” yorumda bulunuyorlar. Eleştiri maddeleri sıralıyor, sonra izlenmeli yararlı diyor.

İnsafsız eleştirenler, Şia düşmanlığından kaynaklı bakış açısıyla “bunlardan İslam’a gelecek hayır batsın” diyor.

Bize göre bugün yapılması gereken şey hocalarımızın ileriki bölümler için şimdiden katkı verme gayretinde olmalarıdır.

Konjonktüre göre şekil alan kişilerin sözüne ne kadar itibar edileceği ayrı bir konu. Film içerik itibarıyla eleştirilebilir. Eleştiriler genel olarak, Yahudiler abartılmış, mistik havası yoğunmuş, Ebu Talip Müslüman olarak gösterilmiş, Ümeyye oğullarıyla Haşimoğulları kavgası ön plana çıkarılmış ve Peygamberimizin siluetini gösterilmiş şeklinde.

Bizce bu iddialar zorlama. Çünkü Peygamberimizin nübüvvet öncesi çocukluk çağı anlatılıyor. Aksine filmde Hz. Peygamber’in şahsını göstermemek için ne kadar çaba sarf edilmiş.

***
Kanaatimizce sorulması gereken soru şu; bu kadar maliyetli bir filmle “daha güzel mesajlar verilebilir miydi” Umarım eleştirileri dikkatte alır gelecek bölümler düzgün olur.

Siyer kaynağı olarak defolu, ama film olarak Peygamberimizi anlatan güzel bir film demek doğru olur. “Müslümanlara özel olarak gidin filmi seyredin” diye teşvik etmek gerekmeyeceği gibi, batılı toplumların İslam hakkında bilgi sahibi olacakları bir yapım.

Özetlemek gerekirse; birileri mezhepsel çatışma zeminini körüklemek için eline geçen her fırsatı sonuna kadar tepe tepe kullanıyor.

Ülkemizde yüzlerce rezil, aileyi yok eden ahlaksız televizyon dizilerine, dinimize hakaret eden filmlere, tarihimize saldıran belgesellere ses çıkarmazken, yorum yapmazken; konu İran olunca birden ehli sünnet hamisi kesiliveriyorlar.

Dr. Necmettin Çalışkan – Milli Gazete

Mecidi sen ne yaptın?

Sinema, çağımızın mucizesi ve hayatımızın vazgeçilmezi… Hani keyifle bir film izleyelim demeyen kaç aile var bilmiyorum. Var elbette ama çok az olduğundan şüphem yok. Onlar da bir süre sonra bu mucizeye tanıklık edecek ve izleyecekler, bundan kaçmak mümkün değil. İnsan fıtratı bu… Yüce kitabımız Kur’an Nebilerin kıssalarını aynı sebeple işlemiyor mu?

Televizyon öncesi dönemi bilen orta yaş gurubu olanlar hatırlarlar, büyüklerden bin bir gece masallarını dinlemeyi. Artık o naif masalcı dedeler kalmadı. Onun yerine vahşi Hollywood hikâyeleri girdi. Zihnimizi kontrol ettiğimizde bildiklerimizin çoğunu filmlerden, dizilerden aldığımızı fark edeceğiz. Belki sen, ben etkilenmiyoruz ama ya çocuklarımız?

Korkunç bir sinema açlığı içindeyken eli yüzü düzgün bir film girdi hayatımıza. Hani ailece gidilebilecek bir film, hem de siyer-i Nebi’den… Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi

Filme yazılan eleştirileri okuyunca şok oldum.

Filmde Ehli Sünnete saldırı varmış.

Filmde Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) gösteriliyormuş

Filmde Hristiyanlık propagandası varmış.

Filmde tarih çarpıtılmış.

Filmde bazı şahsiyetler bilerek gösterilmemiş ve bazı şahsiyetler gözümüze gözümüze sokulmuş.

Aslında eleştirenlerin birçoğu filmi izlememiş ve “izlemeden filme eleştiri yazma sanatı”nı geliştirdikleri için adlarını sinema tarihine yazdırmış olduklarının farkında bile değiller.

Çağrı filmi ilk gösterime girdiği zaman bundan daha fazla eleştiri aldığını söylüyorlardı da inanmıyordum, ta ki gazete kupürlerini görünceye kadar. Demek sorun sadece İran değil, sorun kafalarda.

Ya kardeşim, film hakkında dile getirilen eleştirilerden hangisi gerçekten yerli yerinde? Neredeyse hiçbiri. Bana göre hepsi de art niyetli.

Vay efendim subliminal mesajlar varmış. Birçok yazar bunu yazdı. Hem de bunu İslami kalemler yazdı ve bu insanların diline dolandı. En çok kanıma dokunan da filmde Hristiyanlık propagandası var diyenler. Bu cümleleri kurarken izleyicilerin zekâsıyla dalga geçtiklerini bir gün yüzlerine vurulmayacağını mı sanıyorlar?

Yok, efendim tıpkı Hz. İsa portrelerine benzer sahneler kurgulanmış. Evet, öyle kurgulanmış, çünkü sinema sahne teknikleri açısından İlahi bir portre yapılacaksa böyle yapmak gerekiyor. Allah’ın Elçileri sinema diliyle anlatılacaksa yapılması gereken bu. Bunu kim yaparsa yapsın böyle yapmaktan başka çaresi yok.

Efendimizi resmetmişler diyorlar, yandan, arkadan, parmaklarının arasından, öyle ya da böyle bizi kandırıp tam olarak resmetmiş diyorlar. Allah aşkına filmi izleyenlere sorun, aklınızda bir resim kaldı mı diye? Ben izledim ve zerre kadar bir resim yok hafızamda.

Tarihsel bilgileri kendilerine göre değiştirmişler, Ebu Talip çok fazla ön planda, dört halifeden eser yok diyorlar. Hani ehli Sünnet tarih kitaplarında Peygamber Efendimiz ‘in 12 yaşına kadar olan bölümünde bundan farklı bir şey olduğunu ispat edecek biri çıksın o zaman. Ya biz yanlış siyer kitapları okumuşuz ya da birileri bizi aptal yerine koyuyor.

Bilemiyorum, bilmek istiyorum ama bilemiyorum.

Film gösterime girmeden evvel orijinalini izlediğimde film olarak benim de eleştirilerim vardı. Siyasi, mezhebi ya da İran’ın dış politikasına dayalı eleştiriler değildi bunlar. Salt bir sineme izleyicisi gözü ile birkaç eleştirim vardı. Şöyle olsa idi, böyle olsa idi diyebileceğim… Lakin filme bunca saldırıdan ve bilinçsizce linç edilişini izledikten sonra iyi yaptın Mecidi diyorum. Her ne yaptın ise hakkını verdin ve iyi yaptın. Sinema tarihine bir Nur’un çocukluğunu yazdın. İki kez izledim ve gözyaşı içinde.

Filmden çıkınca Reulullah’ı (s.a.v) o denli kendime yakın hissettim ki okuduğum hiçbir siyer kitabında bunu hissetmemiştim. Ben O’nun yetim oluşunu, acısını, çocuk yüreğini hiç böylesine hissetmemiştim. Oysa hissetmeli insan…

Siz siz olun imkânınız varsa özellikle çocuklarınızı bu filmden mahrum etmeyin. İmkânınız yoksa da sabredin, çok sürmez internette izlersiniz.

O Mübarek Yetim Çocuğu (s.a.v) Mekke çöllerinde, Medine sokaklarında koşarken izlemenin keyfine doymayacağınızdan eminim vesselam.

Ayşe Yıldız

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi (2015) Filmi Üzerine

Daha küçük bir çocukken Ramazan aylarının vazgeçilmezi ile tanıştırmıştı babam beni. Her sahurda kalkar televizyonu açar filmi birlikte izlemek için bizi yönlendirirdi. Yaşıma oranla bazı siyasi gelişmeleri anlayamazdım ancak ben de babamla birlikte bu filme hayran kalmıştım. Önceleri 7 uyuyanlar daha sonra Ashab-ı Kehf diye ismini öğrendiğim olağanüstü harika bir filmdi.

İran sineması ile tanışmam bu şekilde olmuştu. Eminim birçoğunuz da benim gibi İran sinemasından birçok film izlemişsinizdir. Hatta birçoğunuz bu filmlerin İran sinemasına ait olduğunu bilmeden seyretmiş olabilirsiniz. Vicdanını hakikate kapatmayanlar bilirler ki bu filmler insanların aklına, fıtratına, kalbine ve vicdanına tam olarak hitap etmektedir. Hz. Yusuf’u izlerken; ihaneti, teslimiyeti, sabrı, şefkati, acıyı, hüznü ve onlarca duyguya en kapsamlı şekilde şahit olduk. Hz. Eyyub’u izlerken evlat ve mal ile imtihanı, şeytanın hilelerini, sabrın zirvesini ve sabırla birlikte gelen müjdeye şahit olduk. Ashabı Kehf’i izlerken; zalim hükümdara karşı canından geçen bir grup gencin eşsiz kahramanlıklarına, bu uğurda Allah tarafından korunmalarına, hakiki imanı elde eden insanların tek başına kalsalar dahi gerekirse dünyaya bile meydan okuyabileceklerine şahit olduk. Hz. Meryem’i izlerken iffetin zirvesine şahit olduk. İzlerken Cennetin Rengi’ni gözü görmeyenlerin görenlerden daha fazla hakikati gördüklerine şahit olduk. İzlerken Heşt Beheşt’i (8 Cennet) iyilik eken insanların eşkıyaları bile evliya konumuna getirmelerine şahit olduk.

İran sinemasını takip edenler bileceklerdir ki buraya aldığımız filmler yüzlercesinden birkaç tanesi. Hepsinin ayrı bir güzelliğinin olduğuna bütün vicdan ehli şahittir. Hz. Meryem ve Ashabı Kehf gibi filmler ile birlikte vicdanı körelmemiş yüzbinlerce ehli kitap Müslüman olmuştur. Bu ve diğer filmler ile birlikte milyonlarca Müslüman kendine çeki düzen verme zorunluluğu hissetmiştir.

Bilenen en açık gerçeklerdendir ki insanın görsellik duyusu ile işitsellik duyusu aynı değildir. Herkeste aynı olmamakla birlikte genel olarak görsellik daha etkilidir. Bir kitabı okumak ile o kitabın filmini izlemek arasında kıyaslanamayacak kadar muhteşem bir oran mevcuttur. Bunun çok iyi farkında olan Siyonist güçler çok etkileyici bir tarzda görselliği kullanmakta; sapık, amaçsız, faydasız, bütün ahlaki ve dini değerlerden uzak bir nesil yetiştirmek için milyonlarca doları bu yatırıma harcamaktadırlar. Ve yaptıkları bu harcamalarla başarılı olduklarına üzülerek şahit olmaktayız.
Düşmanın silahıyla silahlanıp en güzel ve en faydalı şekilde kullanmayı kendine şiar edinen İran İslam Cumhuriyeti medyayı da en güzel şekilde kullanmayı başarmış, kararmış- karartılmış, gönüllere medya aracılığı ile ulaşmayı hedef edinmiştir. Bu amaç uğruna dini, ahlaki, kültürel filmlere İran; devlet olarak destek olmuş, yönetmenlere insanların öze dönmesi hakkında filmler yapmayı teşvik etmiştir.

Bu amaç çerçevesinde yapılan son film Hz. Muhammed filmi olmuştur. İslamifobia’nın zirveye çıktığı bu zamanda yapılan bu film, Peygamberimizin rahmet peygamberi olduğu gerçeğini tüm dünyaya özellikle Hristiyan alemine göstermek istemiştir. 30 milyon dolar harcanmış 7 yıl araştırma ve çekim sürmüştür.

Filmi izleyen Hristiyan alemi emeği geçenleri ayakta alkışlarken Ehli sünnet adı altında ortaya çıkanlar ise Ehli Nifak olduklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. Suudi Arabistan ve Mısır daha film gösterime girmeden izlenmesinin caiz olmadığını belirtip sözü dinlemeden sözün yanlış olduğuna kanaat getirip Zümer süresi 18. Ayete açıkça cephe almış ve tabanda bulunan halkın, sözü değerlendirmesine engel olmuşlardır. Bunun yanında Türkiye, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerin sözde Ehli Sünnet reelde ise Ehli Nifak alimleri bu filme olağanüstü bir şekilde cephe almayı kendilerine vacip bilmişlerdir.

Bu ehli Nifak Alimleri nedense insanlığın en büyük düşmanı olan ABD sinemasına karşı bir fetva vermeyi asla aklına getirememişlerdir. Her gün 1 film çıkaran büyük şeytanın sinemasına cephe almamış aksine kanallarında teşvik reklamları yapılmıştır. İran’ın çıkardığı bu filme Şii tehlikesi diye düşmanlık beslemiş, içindekileri kusmuş ABD sinemasını ise Ehli Sünnet! olarak kabul etmişlerdir.

Kendini Ehli Sünnet’in savunucusu olarak gören Türkiye İslam dini adına hiçbir şey yapmamış aksine olacak şekilde çok yoğun bir şekilde çalışmıştır. Soruyoruz Türkiye’deki sözüm ona alimlere; ehli sünnetin hangi alimi zinayı serbest bırakmıştır, hangi alim içki- fuhuş- kumarı devlet kendi eliyle yaptırılabilir diye fetva vermiştir? Hangi alim milleti dinsizleştirecek görseller helaldir diye fetva vermiştir? Ehli sünnetin 4 imamından hangisi siyasi otoritenin nikahsız eşi olmuş ve yaptıklarına caizdir fetvası vermiştir?
Medyanın tamamında İslami ve Ahlaki hiçbir şey bulunmamakta, hoca bozuntuları dansözlerle televizyon kanallarına çıkmakta, cinsellik algısının her şey diye kabul edildiği programlar yapılmakta, fuhuş açıkça teşhir edilmekte, aile dinamikleri yıkılmakta, madde kullanımları açıkça özendirilip teşvik edilmektedir. İran’ın, peygamberi anlatan filmine cephe alan ehli fitne alimleri bu programlara sesini etmemekte Müslüman olduğunu iddia eden RTÜK ve DİYANET bunlara karşı en ufak bir ses çıkarmamaktadır.

Şu kesindir ki kendileri fuhuş üretirken İslam adına hiçbir şey yapmayanların bu filmi hiçbir yönden eleştirmeye hakkı bulunmamaktadır. Üretmeyenler eleştiremezler. Çağrı filmini yapanlar kısmen de olsa eleştiri yapma hakkına sahip olabilirler bunun dışındakilerin konuşma hakları bile yoktur aslında.
Allah biliyor ki Müslümanların hem ferdi hem de devletler bazında hayırlarda yarışmalarını (Bakara 148) çok isterdik. Devletlerin İslami ve ahlaki medya kullanma konusunda birbirine karşı yarışmalarını isterdik. Ancak görüyoruz ki 50 küsur İslam ülkesinden hiçbir tanesi İran kadar emek vermemekte hatta hepsinin toplam emeği İran’a yetişmemektedir.

Ey Ehli Fitne Alimleri; sizler bir kavmi sevmeyebilirsiniz, hatta o kavimden nefret de edebilirsiniz, ancak adaletsiz olamazsınız- olmamalısınız. Adaletsizliğiniz ile Allah’ın ayetine kafa tutar hale gelmiş durumdasınız. (Maide 8) Bir kavme olan kininiz; sizi kör etmiş, adaletsizleştirmiş, canileştirmiş, yamyamlaştırmış, şeytanlaştırmış…

Sünni camiasından olmakla birlikte size sesleniyoruz;
Ey ehli Fitne Alimleri siz bizden olamazsınız, sizin bırakın Sunnilikle İslam ile bir bağlantınız olamaz; fuhuş programlarına ses çıkarmadığınız için İmam Ahmed Bin. Hanbel’in mezhebinden olamazsınız, içki devlet eliyle serbest olduğu için İmam Şafii size lanetler yağdırıyor, din adı altında kumar oynatılırken İmam Malikin fıkhından olamazsınız, siyasi otoritenin ve büyük şeytanın gönüllü kölesi olduğunuz için İmam Ebu Hanife’nin zihniyetinden olamazsınız.

Son olarak asıl meselenin Ebu Talibin imanı olmadığı, Hz. Ebubekir ve diğer bütün sahabelerin bu fitne ekibi için gerçekte hiçbir önemlerinin olmadığını bildiğimizden konuşulan ithamlara cevap verme gereği bile duymuyoruz. Nitekim film tamamen ortak tarihi belgelere dayanmış peygamberimizin sosyal yönü harika bir şekilde işlenmiştir. Şu da bir kesinki eleştiri yapıp kendi tabanlarının bu filme gitmemesi için yırtınanların, önüne konan malzeme tek elden çıkmış hepsinin delillerini dinleyince aslında önlerinde bulunan delillerin! tek bir kişi tarafından hazırlandığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.

Eğer bu filmi ABD yapmış olsaydı Ehli Nifak Alimleri kıblelerini Washington yapıp secdelerini açıkça beyaz saray için yapacaklardı.

Bizler Ehli Sünnet mezhebinden olanlarız ve sizin gibi Ehli Fitne ekibinden uzağız. Unutmayın ki cehennemin en alt katı münafıklar için hazırlanmıştır (Nisa 145) ve unutmayın ki kininizden geberseniz de (Ali İmran 119) Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff 8)

Musa Güneş – Halk Haber

Hz. Muhammed Allah’ın Elçisi: Fıtrata dokunmak

Mustafa Akkad’ın ÇAĞRI filminden bu yana kırk yıl geçti. Kırk yıldır Peygamberimizle ilgili hiç film çekilmemesi Müslüman âlemi için büyük bir ayıp, İslam adına ise ciddi bir eksiklikti. Işık doğudan yükselircesine imdadımıza ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filmi ve yönetmeni Mecid Mecidi yetişti.

“İslam ve Peygamber düşmanları, dünya insanına yanlış bir İslam ve Peygamber imajı sunuyor, islamofobi gittikçe yayılıyor, ben istedim ki, doğru, aslına uygun bir Peygamber ve İslam tanıtımı yapalım, bunu da en etkili araç olarak sinema yoluyla gerçekleştirelim.”

Filmi izledikten sonra Mecidi’nin bu sözleri aklıma geldi. Film tamamen BATI DÜNYASINA TEBLİĞ AMAÇLI yapılmış dersem abartmış olmam. Hedef kitle HİRİSTİYAN ve YAHUDİ dünyası. -Tabi ki içimizdeki münafıklarda unutulmamalı-

Çağrı filminde Hz.Hamza merkezli bir anlatım varken ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminde ise Ebu talip merkezli bir anlatım görmekteyiz. Bunun nedeni de herkesçe malum olsa gerek İslam’ın Peygamber algısının gelenekte yer ediş tarzı. Peygamber efendimizin çocukluk dönemi anlatılıyor. Yaklaşık üç saat sürüyor. Kısmen de olsa parçalı anlatım tarzını kullanmış. ‘Fil Vakası’nı canlandırılan sahne, en son sahnelerdeki denizin kabarıp mucizenin gerçekleşmesi Hollywoodvari efektler, kostüm, müzik, mekân ile farklı bir Mecidi karşımızda. Yine de önceki filmlerinde olduğu gibi insan fıtratına dokunan sahneleri bize yeniden Mecidi estetiğini hatırlatıyor.

Sanat eserini kıymetli kılan unsurların başında metaforik anlatım, metinler arası göndermeler, metafizik fısıltılar, gelenekten beslenme gelir. Mecidi bu filmde eski filmlerinde olduğu gibi -ki daha az kullanmış- sembolik ifadeler kullanmış. Doğum esnasında yıldız kayması, Amine annemizin Meryem Ana’ya benzetme şeklindeki göndermesi, balıkçı köyünde Hz.Musa’nın Kızıldeniz tecrübesini andıran gelgit sekansı, cüzamlılara sarılması, açları doyurması vd… Sürekli bir şekilde İsa ve Musa( a.s.) peygamberleri anımsatan sekansların Peygamberimiz üzerinden verilmesiyle batı zihin dünyasına sahip insanlara şu mesaj veriliyor: İsa Musa ve Muhammed –Allah’ın selamı üzerlerine olsun- peygamberdir. Üçü de Hz. İbrahim’in çoçuklarıdır.

Bu filmde, insan fıtratının diliyle film yapıldığında kalplere nasıl nüfuz edileceğini görebiliriz. Tıpkı diğer Mecidi filmlerinde olduğu gibi.

Batı dünyasındaki ‘olumsuz Hz. Muhammed’ (s.a.a.) imajını yıkacağını umuyorum. Hz. Muhammed (s.a.a.) hakkında çirkin iftiraların yazılıp çizildiği İslam denilince sürekli kafa kesen Müslüman imajı pompalanan Avrupa ve Batı dünyasının insanlarına bakın sandığınız gibi değil demenin etkili bir yolu. Sinema diliyle bir ilk. Her ne kadar ilk olmak zor olsa da, -çünkü ilkler zordur- filmin en son sahnesinde okunan ayetler Hıristiyan ve Yahudileri tek Allah’a iman etmeye, adaletli olmaya davet etmesi kayda değer bir nokta.

Türkiye’de bazı çevrelerin film ile ilgili teo-politik tartışmalara girmesini anlayamıyorum. Az çok hepimiz İslam tarihini biliyoruz. Bu bilgiler ışığında filmi izleyip fıtratımızda olan ‘iyiyi ve güzeli sevme’ özelliğini yitirmeden, hiç kimsenin zihinlerimize ipotek koymasına izin vermeden âlemlere rahmet olan Efendimiz’in pak çocukluk dönemini sinema diliyle izleyip ruhumuz bir nebzede olsun huzur dolsun hepsi bu. Filmi izleyen insanların özellikle de batı dünyasının kalbinde İslam Peygamberi sevgisi oluşabilirse -ki inanıyorum oluşacağına- işte bundan Müslümanlar olarak mutluluk duymalıyız.

İsa Nebi’nin diliyle söylersek; Tanrı’yı nerede buldun? Kırık kalplerde…

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen” (Şeyh Galip)

Muharrem Çalışkan – İntizar.web

“Usta” Yönetmenin Figüranları

Varlığıyla nur olup karanlığın her zerresini tar-u mar eden, her alanda hakkın keskin kılıcı olan, hak düşmanlarının mazlumların kanıyla renklenmiş rüyalarına son veren ve gözyaşı akıtmayı kaderleri zanneden mahrumlara cennet asa bir dünyanın kapılarını aralayan İran İslam İnkılabı’nın zulmün, küfrün ve nifağın üzerine gönderdiği son füzesi olan “Muhammed (s.a.a.) – Allah’ın (c.c.) Elçisi” filmi öyle bir etki yarattı ki alemde, kiminin imanı arttı kiminin küfrü, kimi şükrederken Allah’a (c.c.), kimi isyan ederek tepki verdi, kimi kalbindeki cevheri keşfetti, kimi gizlediği kini kustu ve her ne olursa olsun gündem İslam İnkılabı tarafından belirlenmiş oldu.

Bundan önceki süreçte ellerindeki medya gücünü ve sinema sanatını her daim batılın hizmetine sunanların, batılın reklamını yapmak için ve onu yenilmez göstermek için kullananların, hakkın taraftarlarında güçsüzlük hissi yaratmaya uğraşanların dünyaları öyle bir darbe aldı ki bu film ile, artık karşılarında hangi cephe olursa olsun direnebilecek bir gücün varlığını kabullenmek zorunda kaldılar. Artık dünyanın “düştükleri atlar” ile rahatça cirit atabilecekleri bir yer olmadığını ve dünyanın asli sahiplerine dönüş hazırlığı yaptığını anladılar. “Kendileri istemese de Allah’ın (c.c.) nurunu tamamlayacağının” farkına vardılar ve bu nurun giremeyeceği herhangi bir alan olmadığına kani oldular. Yani anlayacağınız bir silahları daha direniş cephesinin kontrol merkezi tarafından tesirsiz hale getirildi, bir silahları daha kendilerine karşı kullanılmak üzere mazlumlara teslim edilmiş oldu.
Peki bu duruma karşı tepkileri ne oldu?

Tıynetlerinde böğürmek olanların verdiği tepki daha önceki hezeyanlarından farklı olmadı tabi ve bu durumda bizi şaşırtmadı. Çünkü düşmanımızı ve onun hakka olan kinini o kadar iyi biliyorduk ki böyle bir tepki biz de hiç de şaşkınlık yaratmadı. Halbuki her işlerine geldiğinde Resulullah’tan (s.a.a.) O’nun (s.a.a.) dinini tahrif etmek için bahseden bu tiplerin, Resulullah’ın (s.a.a.) hayatını anlatan bir filmle karşılaştıklarında en azından izlemeleri veya izleyenlere engel olmamaları beklenirdi ama tabi bu durum samimi olsalardı geçerli olurdu. Oysa biliyoruz ki karşımızdaki düşman “kininden gebermek” üzere olan bir düşmandır, kudurmuştur ve itlaf vakti çoktan gelmiştir. Bu yüzden hakkı anlatan bir film ile karşılaştıklarında “usta” yönetmenlerinin figüranları olarak o filme saldırmak hem de en edepsiz şekliyle muhalif olmak, hiçbir sınır belirlemeden başka taraflarından çıkması gereken sözleri ağızlarından kusmak bunların varlıklarının gereğidir ve eğer böyle davranmazlarsa yalayacak bir çanak bulamayacaklardır.

Hal böyle olunca biz de bunların filmi hangi yönden eleştirdikleri bir göz attık ve aslında mevzunun eleştiri değil tam da düşündüğümüz gibi güneşi balçıkla sıvama çabası olduğunu farkettik. İlk olarak dikkatimizi çeken şey bu eleştirileri yapanların “Kur’an bize yeter” diyen iki yüzlüler ile olan amaç benzerliği oldu. Her iki nifak güruhu da Resulullah’ın (c.c.) varlığından ve mesajından rahatsızlık duymakta, birisi Resulullah’ı (s.a.a.) sıradan insan gibi gösterip ümmeti O’ndan (s.a.a.) uzaklaştırmak için çaba gösterirken, diğeri Resulullah’ı (s.a.a.) güya yüceltip sanki bu dünyada hiç yaşayamayacak ve insanların kendisini örnek alamayacakları, takip edemeyecekleri, bir konuma getirerek yine ümmeti ve insanlığı O’nun (s.a.a.) mesajından soyutlamaya çalışmaktadır. Bu ikinci güruh zaten Kur’an’ı da aynı şekilde sadece bir teberrük aracı kılmak için yıllardır uğraş vermektedir. Bahsi geçen ilk güruh ise Kur’an’ı sıradan bir kitap gibi tanıtıp herkesin elinde değersizleştime derdine düşmektedir. Ve filme eleştiri yöneltip Resulullah’ı (s.a.a) güya savunmaya çalışanların ilk hedefi O’nu (s.a.a) ümmetten soyutlamak olarak somutlaşmaktadır.

Resulullah’ın (s.a.a.) bedenen tasvirine bunca feryad figan edenlerin, aynı Resulullah’ın (s.a.a.) saçının telini cami cami dolaştırıp halka göstermeleri ve hatta bu saç telini yıkadıkları suyu paketleyip satmaları ise işin aslının Resulullah’a (s.a.a.) saygı olmadığını bize göstermektedir. Çünkü bunların tanınmasını istediği Resulullah (s.a.a.) suya sabuna dokunmayan ama kendilerine para kazandıran, saltanatlarını sürdürmelerini sağlayan ve o saltanatları onaylayan bir peygamberdir ve bu film bu isteğe ciddi darbe vurmaktadır. Ayrıca her gece rüyalarında (haşa) Resulullah (s.a.a) ile sanki kankaymışlar gibi sohbet edenlerin, O’ndan (s.a.a) cennet müjdesi(!) alanların hatta başbakanlarını O’na (s.a.a.) seçtirenlerin filmde Resulullah’ın (s.a.a.) tasvirine karşı olduklarını düşünmek pek de mümkün değildir. Olsa olsa bunlar halka “siz O’nun (s.a.a.) uzuvlarını dahi tasvir etme, görme hakkına sahip değilsiniz” diyerek Resulullah’ın (s.a.a.) tekellerine alma derdine düşmüşlerdir.

Bugüne kadar hiçbir film için “bunu izlemeyin de neyi izlerseniz izleyin” türünden açıklama yapmamış olan zevatın bizce bir diğer derdi de filmin menşei ve hedefidir. Bu zevatta çok iyi bilmektedir ki bu filmin kaynağı olan İran İslam İnkılabından hayra hizmet eden işlerden başkası ortaya çıkmayacaktır ve hayra hizmet eden herşey batılın neferlerini uykusuz bırakmaktadır.Hakkı olduğu gibi insanlığa sunan bir İnkılabın düşmanı olan bu zevat o İnkılabın meyvelerine de ister istemez düşman olacaktır ve bu da eşyanın tabiatına uygundur.Zira bu film İslam’ın gerçek özünü ortaya koymakta, Resulullah’ı (s.a.a.) o muhteşem varlığı ile olduğu gibi anlatmakta, böylece de gayr-i müslimlerin kalplerinin İslam’a ısınmasına vesile olmaktadır ve bu durum “usta” yönetmenin figüranlarının ekmeğini ellerinden almak demektir. Siyonizmden önce dallarının budaklarının feryadı da bundandır.

Hele bir de film için siyonist yahudilerin Resulullah’a (s.a.a.) olan kini de işlenmiştir ki bu durum bile siyonistlerin yerli uşaklarının kalbinde filme karşı nefretin uyanmasına yetmiş ve artmıştır bile. Zira bugün de Resulullah’ın (s.a.a.) torunlarıyla o dönemin siyonistlerinin torunları arasındaki savaş olanca şiddetiyle devam etmekte ve süfyaninin başını çektiği siyonist cephe İmam’ın başını çektiği hak cephesiyle her alanda mücadele etmektedir. O halde bu öfkeleri de bizim için anlaşılabilir bir öfkedir.

Bir de filmde Ebu Süfyan ile Ebu Talip (a.s.) mevzusu işlenmiştir ki bu da süfyaninin evlatları için bardağı taşıran son damla olmuştur. Zaten muhtemelen fikren ve eylem olarak Ebu Sufyan’ın devamı gibi davranacağı için kendisine Süfyani denen şahsın (ki çoktan boynuz kulağı geçmiş, Ebu Sufyan süfyaniye secde etmiştir) fikir atasının Ebu Talip’le (a.s.) mücadele etmesi gibi bugün İmam ile mücadele etmesi de hak batıl kavgasının kadimliğini ortaya koyması ve hakkın da batılın da tıynetinin asla değişmeyeceğini göstermesi açısından önemlidir ve yukarıda bahsettiğimiz zevata vurulan bir diğer darbedir.

Son olarak filmde resmedilen Resulullah’ın (s.a.a.) mazlumlara olan şefkati, elinde olanları onlara sunması ve sade yaşantısı, “Allah c.c. ile aldatılan” halkların kendilerini aldatanlara karşı uyanmalarına vesile olacak cinstendir ve bu bile filmin bahsi geçen zevat açısından “öcü” ilan edilmesi için yeterli sebeptir. Çünkü bunların varlığı saray İslam’ının varlığına bağlıdır ve bunlar ellerindeki dini ancak saraylarda pazarlayabilecek olanlardır.

Ve nihayetinde film, Allah (c.c.) Resulünü (s.a.a.), İslam adına bunca cinayetin işlendiği bir dünyada, gerçek çehresiyle özellikle Hristiyan alemine tanıtmak için çekildiğinden, bazılarının eleştirdiği müzikleri de dahil her alanda gayet başarılı bir yapımdır ve üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirecektir. Bu tür çalışmalar çoğaldıkça da süfyani ve ekibi Allah’ın (c.c.) izniyle daha çok kuduracak, daha çok yanlış yapacak ve “kinlerinden gebereceklerdir”. Bu yüzden filmden ziyade onların feryatlarının tatlı tınılarını dinlemek kalbimize neşe vermekte, yok oluş çığlıkları ile huzur bulmaktayız. Bize bugünleri gösteren Rabb’imize (c.c.) sonsuz hamdolsun…

siyasetmektebi.com