Kategori arşivi: Yazarlarımızdan

İran Sineması Film Eleştirmenleri Ekibimiz

Cennetin Çocukları

Yönetmen; Mecid Mecidi
Yapımcı; Seyit Sait Seyyid-zade
Senaryo; Mecid Mecidi
Süre; 89 dakika

1997 yapımı bir film, Cennetin Çocukları. Gümüş ayı en iyi erkek oyuncu ödülü alan Rıza Naci’yi başrolde görmekteyiz.

Gerçekten harika bir yapım. Yoksulluk ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Kız kardeşinin ayakkabılarını kaybettiği için kendi ayakkabısını onla paylaşan bir abi. Ailesinin durumu kötü olduğu için bir çok fedakarlık yapan çocuklar.. Filmin adını hakkıyla veriyorlar.

Yaşları küçük olmasına rağmen Zehra’nın abisi olan Ali’nin oyunculuğu cidden mükemmel, mimikleriyle izleyicilerin içini burkuyor. Küçük yaşına rağmen gerçekten o anı bizlere yaşatıyor.

Filmin ilk 10 dakikasında bile duygu seline kapılabilirsiniz. Kardeşinin ayakkabılarını kaybettiği için üzüntü yaşayan Ali kardeşiyle ailesine zorluk yaşatmamak için ayakkabılarını paylaşmakta, kız kardeşi ondan yaşça küçük olmasına rağmen bu olayı annesine anlatmayıp üzüntüsünü içinde yaşıyor.

Sadece Ali değil, filmdeki herkesin oyunculuğu filmi iliklerinize kadar hissetmenizi sağlıyor. Küçük şeylerle bile mutlu olabilmeyi insanlara öğretiyor, her ne olursa olsun hayat karşınıza ne zorluk çıkartırsa çıkartsın gülebileceğimizi bizlere aşılıyor.

Fazla söze gerek yok aslında, bu film benim favorim oldu. Yoksulluğu, zorluklarla başa çıkmayı, sabrı ve azmi bizlere sunan bu filmi kesinlikle izlemenizi öneriyorum.

Senin Dünyanda Saat Kaç?

İran denince aklınıza gelebilecek çoğu önyargı içeren cümleleri bir kenara bırakın. Düşündüklerinizde haklı olmadığınızı anlayacağınız bir film anlatacağız. Safi Yezdanian’ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Senin Dünyanda Saat Kaç?” adlı filmimizde İran’da çok sevilen ve bilinen bir ailenin kızı olan Leyla Hatemi (Gil-i Gül) gerçek hayattaki eşi olduğunu öğrendiğim Ali Musaffa (Ferhat) başrolleri paylaşıyor. Leyla Hatemi’yi Oscar ödüllü “A Separation” filminden de hatırlayanlar olacaktır.

Filmde Güli 20 sene sonra ülkesine gelmeye karar veriyor. Onunla ilk Tahran Havaalanında telefonla konuşurken karşılaşıyoruz. Paris’te ressamlık yaptığı hayatını nedensizce bırakıp ülkesine tatile gelmeye karar vermiş. Annesi öldüğünde bile gelmeyi tercih etmediği memleketine bir anda geldiği için mahallelinin ilgisini çekiyor tabi. En çok da Ferhat’ın. Aslında Ferhat zaten hiç unutmamış Güli’yi. Ferhat Güli’nin hayatıyla ilgili her detayı biliyor, her ayrıntı hakkında yorum yapıyor, eski arkadaşlarını ve onlara ne olduklarını anlatıyor, ölen annesi hakkında bile bilgi sahibi. Bu durum Güli’nin korkmasına sebep oluyor çünkü Ferhat ile hiç tanışmamış. Ferhat’ın anlattıkları memleketinden kopan, annesinin cenazesine gelmeyen, arkadaşlarını pek de hatırlamayan kendine yabancılaşmış Güli’nin hayatını ve anılarını sorgulamasına sebep oluyor.

“Kalp kırmak bir sanatsa eğer, sesi ayarsız bir kaz gazel okur” Güli kendi geçmişini ararken tartıcının söyledikleri takılır bir yerlere. Belki cenazesine neden gitmediğini bilmediğimiz annesini düşünür. Güli eski evinin etrafında gezerken sürekli her köşeden bir anı çıkar. Bazen Ferhat’ın anılarına da denk geldiğimiz olur. Güli’nin annesi Havva ile olanları görürüz. Ferhat bazen Fransız usülü peynir hazırlıyordur, Havva Hanım Güli gibi kahvaltı edebilsin diye bazen bir Boş çorbası yapıyordur. Ferhat bu arada çocuklara Fransızca öğreten bir öğretmendir bir yandan da çercevecidir. Gençlik fotoğrafını çerçeveletip şehrin sokaklarını bir de onunla gezmek isteyen Necdi Bey beni çok etkiledi, arkada çalan müzikle kendimi bir anda Çağan Irmak filmlerinden birindeymişim gibi hissettim.

Müzik severleri de eli boş çevirmeyecek bir film. Christophe Rızai tarafından yapılan açılış müziği Güli Can tavsiyemizdir. Kulaklarınıza çok aşina gelen melodiler duyarsanız şaşırmayın.

Kara gözler..
Derin gözler..
Tüm sırlarımı bilen gözler..
Gelmemi bekleyen gözler..

 

Senin Dünyanda Saat Kaç?

Senin Dünyanda Saat Kaç?” (2014) Leyla Hatemi ve Ali Mussafa’nın başrollerini paylaştığı hem Fransızca hem de Farsça çekilmiş, Safi Yazdanian’ın yönetmenliğinde 1 saat 36 dakikalık film, bir aşk hikayesini konu almakta.

Bir anda karar alıp İran’a dönen Gil-i Gül İbtihac, ona aşık olan Ferhat’la sürekli karşılaşmaya başlarB Biraz yavaş ilerleyen ve insanın kafasını karıştıran bu filmde oldukça zarif ve nazik bir aşk hikayesi işleniyor insanın içini ısıtıyor ve imrendiriyor.

Kadının karşısına çıkan Ferhat, Güli hakkında her şeyi ezbere bilmektedir neredeyse, bundan haberi olmayan Güli durumu pek anlayamaz. Tuhaf olan kısmı ise eskiden bir şeyler yaşamış olabileceği birini hiç hatırlamamasıdır. Ancak oldukça zararsız bir aşk besleyen Ferhat aşkı için çabalamaktadır.

Bu filmin en ilgi çekici kısmı ise başroldeki oyuncuların gerçek hayatta evli olmaları.

İzleyenlerin de dediği gibi kesinlikle izlenmeli bir film mi? Şöyle ki eğer yavaş ilerlemeyen bir film istiyorsanız pek size göre değil fakat zarif bir aşk hikayesi ve felsefe dolu bir film istiyorsanız tam sizlere göre bir film. Kesinlikle öneriyorum.

Resim Havuzu

Yönetmen: Maziar Miri
Yapım: 2013 / İran İslam Cumhuriyeti
Tür: Dram, Aile
Süre: 92 Dakika

Oyuncular: Şahap Hüseyni, Nigar Cevahiriyan, Fereşte Sadr Urefai..

Sinemayı, film izlemeyi, anlatılan bir hikayenin içinde kaybolmayı hepimiz severiz. Sinema günlük hayatın koşuşturması içinde sığındığımız liman olur çoğu zaman, Kendi hayatlarımızdan biraz olsun uzaklaşıp, hikayelere sığınırız. Filmin konusu ne olursa olsun, insan zaman zaman film izlerken kendini o kahramanların yerine koyarak empati yapmaya çalışır. Sinema tarihinde dramı sahiplenmiş ve bize en doğal haliyle dram hikayeleri anlatan filmlerin çoğu ise İran sinema kültürüne ait filmlerdir. İran sineması bize dram hikayeleri anlatırken aynı zamanda insana, hayatı, inancı, Allah sevgisini de en doğal şekilde sorgulatır.

İran sinemasında alışkın olduğumuz dram yüklü ve etkileyici filmlerinden biri de iranlı yönetmen Maziar Miri imzası taşıyan 2013 yapımlı Resim Havuzu filmi olarak karşımıza çıkıyor. Resim Havuzu farklı hikayesiyle, diğer insanlardan farklı olarak yaşamak zorunda olan karakterleriyle, izleyicileri derinden etkileyen, içerisinde aşk, zorluklar, farklılıklar barındıran ve mutlaka izlenmesi gereken bir film.

Filmde, ilk olarak bize göre farklı olarak dünyaya gelen yetişkinler olan, Meryem ve Rıza ile tanışıyoruz. Gerçek hayatta etrafımızda çoğu zaman karşılaştığımız ve belki de hayatlarını önemsemediğimiz, farklı insanlardan olan Meryem ve Rıza’nın hayatlarında karşılaştıkları zorluklara, bu zorlukların üstesinden sevgi ile, mücadele ile nasıl geldiklerine, ilk kez bu kadar yakından tanıklık etme şansı tanıyor bize İranlı yönetmen Maziar Miri.

Önyargılarımız, içinde bulunduğumuz dünya, yaşadığımız çevre Meryem ve Rıza’nın bizden farklı olduğunu söylüyor, hatta onları hasta olarak nitelendiriliyor ama bu filmi izleyip de onların hayatlarına, mahçupluklarına, saflıklarına şahid olduğumuzda, ön yargılarımızdan eser kalmıyor ve onlardan birine dönüşmüş olarak buluyoruz kendimizi. Onlar bu farklılıklar sayesinde birbirlerini bulmuş, normal insanlardan çok daha mütevazi ve iyi yaşayan kişiler. Bu mutlu aile tablosunda, sahip oldukları evlatları ise onların farklılıklarıyla yüzleşmek zorunda kaldıkları ve çok zorlandıkları nokta oluyor. Ancak mutlu bir ailenin olmazsa olmazlarını bir anne, bir baba ve bir evlad değil mi zaten. Güçlü aile bağları ile, sevgi ile, inanç ile üstesinden gelinemeyecek bir dert ve sıkıntı var mı zaten dünyada? İşte Resim havuzu filmi tam olarak bize bu sorunun cevabını, güçlü ve sarsıcı bir hikaye ile yanıtlamaya çalışıyor.

Bilge Kepir

Cennetin Rengi

Yönetmen: Mecid Mecidi
Yapım: 1999 / İran İslam Cumhuriyeti
Tür: Dram
Süre: 90 Dakika
Oyuncular: Hüseyin Mahcup, Muhsin Ramazani, Seleme Feyzi

“(Ey mü’minler! Deyiniz ki, bizim boyamız) Allah’ın boyası(dır). Allah’ın boyasından boyası daha güzel olan kim vardır? Ve bizler ancak ona ibadet edenleriz.” (Bakara Suresi 138. ayet)
İran sineması dendiğinde akla gelen ilk şey şüphesiz dram türüdür. İran sineması, dramdan ve teşbihten beslenir. Tüm sahiciliği ile bize etkileyici dram hikayeleri anlatarak, derin izler bırakır. İran’ın dünyaca tanınmış yönetmenlerinden olan Majid Majidi’nin senaryosu yazıp yönettiği Reng-i Hüda, diğer bir ismiyle Allah’ın Boyası, sabır, şükür ve inanç üzerine kurulu ve izlendiğinde insana bu kavramları en içten duygular ile sorgulatan, hayata bağlılığı, kainat ve ondaki yaşam ile hemhâl olmayı, sahiden görebilmeyi, yaşamı gerçekten hissedebilmeyi dram ve hüzünle harmanlayarak sunan en başarılı İran filmlerinden biri olarak karşımıza çıkar.

İran haricinde diğer ülkelerde de The Color of Paradise (Cennetin Rengi) adıyla gösterime giren 1999 yapımı film, yönetmenin dördüncü uzun metrajlı filmidir.

Majidi’nin Muhammed adında görme engelli küçük bir çocuğun hikayesini anlattığı Allah’ın Boyası filmi “Ey Gören fakat Görünmeyen! Yalnız seni ister, yalnız seni zikrederim” anlamındaki Farsça dua ile başlar ve Majidi’nin film boyunca İslami literatürde “Sıbgatullah” olarak geçen “Allah’ın boyası”, yani inanan kişinin yaratıcıya kulluk etmesini anlatan deyimden etkinlendiğini açıkça görürüz.

Doğuştan görme engelli olan Muhammed Tahran’da görme engelli çocuklar ile beraber yatılı bir okulda eğitim görmektedir. Muhammed’in çok özel bir çocuk olduğunu, dünyayı, tüm dikkati ile anlamlandırmaya çabalayıp, kainatı adeta parmak uçlarıyla gördüğünü daha ilk sahnelerden anlarız. Ardından yaz tatili gelir ve oğlunu köydeki evlerine ninesi ve kız kardeşlerinin yanına götürmek üzere babası Tahran!a gelir. Muhammed’in masumluğunu, iyi kalpliliğini daha ilk sahnelerden nasıl hissettiysek, babasınında can sıkıcı, bencil ve şefkatsiz biri olduğunu o denli anlarız. Muhammed’in babası Haşim; film boyunca oğlunun görme engelli oluşunu bir türlü kabul edemez ve onu adeta bir yük olarak görür. Bu hislerini Muhammed’e bütün yaz tatili boyunca yansıtacaktır. Köyüne dönen Muhammed ninesinin ve kız kardeşlerinin ona karşı duyduğu sevgi ve ilgiyle köyünde güzel zamanlarda geçirir. Ta ki babası ölen eşinin ardından yeniden evlenmeye karar verene kadar. Babası, evlenmeye niyetlendiği kızın ailesinin kör çocuğundan haberdar olmasını arzu etmemektedir ve Muhammed’in ve ninesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen onu köyden uzak bir yerde yine kör bir marangozun yanına çırak olarak gönderir. O zamandan sonra yaşananlar, hem Muhammed için, hem babası, hem de ninesi için bir drama dönüşür. Bir tarafta; “Allah’ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dahil, herşeyi anlatacağım.” diye hıçkırıklara boğulan, hayatın şifresini çözmeye çalışan o ufacık elleriyle taşlarda, rüzgarda, buğday tanelerinde ve bir ağaçkakanın tak taklarında Allah’ı arayan küçük Muhammed… Diğer tarafta ise, hırsının ve yalnızlık korkusunun esiri olmuş, bunlarla dünyaya bağlı ve oğlunu dahi kabullenemeyecek kadar nefret edilesi bir mizaca sahip bir baba…
İşte Allah’ın boyası filmi tam da dünyaya dalıp, bencilce kalbine kör olmaktansa, kalbine bakıp, dünyaya kör olanların hikayesini anlatıyor.

Bilge Kepir

Allah kuluna kafi değil midir? (Zümer, 36)

elma-ve-selma

Hakikatleri dağlar gibi omzumuza yükleyen bu soru yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de geçiyor. Samimiyetle bu soruya verilecek cevabın ardından, insana kurşun bile işlemez, mübalağa değil, gerçek. Elma ve Selma‘da bu sorunun hayatın içindeki işleyişle cevaplandığına şahit olacağız. Kimi İslam büyüklerinin hayatlarından kesitler göreceğimiz film, kendimizi sorgulamamız için çekilmiş bir ders niteliğinde.

Filmin yönetmenliğini daha önce kameranın önünde de olmayı tecrübe etmiş Habibullah Behmeni üsteniyor. Filmin daha önce değerlendirmesini yaptığım diğer filmler kadar yüksek bir çekim bütçesi olmadığı aşikar ancak kurgusu ile kesinlikle izlenilmesi gerekenler arasında yerini alıyor. Başrolü İran sinemasının göz dolduran aktörlerinden Seyyid Muhammet Hadi Dibeci üstlenirken, Sügul Kalatiyan ve Cafer Dehkan takdir toplayan oyunculuklarıyla filmin öne çıkan diğer isimleri oluyorlar.

Medrese talebesi olan Sadık’ın sahibine danışmadan bir elmayı yemesi ile başlayan hikaye, ilk andan son ana kadar bize sürekli aynı soruyu sorduracak: “Allah kuluna yetmez mi?” Yaptığımız şeylerde sadece Allah’ın rızasını amaç ediniyor muyuz? Gerçekten Allah’ın bize yeteceğine iman ettik mi? Sözün ötesinde, özün cevabını arayacağımız bir yolculuk var karşımızda.

Sadık evlenme teklifi için bohçasını alıp yola koyulduğunda başlayacak esas hikaye. Sonrası ise birçoğumuzun yeniden görmeyi hasretle beklediği bir insanı hayranlıkla izlemekle geçecek. Filmin en can alıcı noktası ise tartışmasız sonu olacak. Alışagelmiş somlardan birini beklerken, Sadık bizi bir kez daha sarsacak, bir kez daha özümüze İslam’a dönmemiz için ikaz edecek. Birilerinin izlemesine vesile olacağım en kıymetli eserlerden biri şüphesiz.

İran sinemasına aşina olanların kalbinde yer eden büyük şair Hafız-i Şirazi’nin şu sözleri ile hem filimi özetlemek hem de son noktayı koymak istiyorum:

“Taç ve Taht Geçicidir.
Hiç gönüllere girdin mi?”

İyi seyirler dilerim.

Yeşil Kalem

Cennet Çocukları

Yönetmenliğini Majid MAJİDİ’nin üstlendiği dram ağırlıklı bu film (Cennetin Çocukları) 1997 yılı İran yapımıdır. Yoksulluğun, kararlılığın, paylaşmanın ve sabrın hikayesidir.

Ali, Tahran’ın yoksul mahallelerinden birinde çok fakir ancak dürüstlüğü kendilerine ilke edinen bir aileye mensuptur. Annesi hasta, babası da yoksulluğun pençesinden kurtulmak için çabalayan çalışkan ve her durumda da ailesini mutlu etmeyi bilen gururlu bir adam. Ali, Kardeşi Zehra’nın ayakkabısını tamir ettirmek üzere götürdüğü ayakkabıcıdan çıktıktan sonra bir anda ayakkabıları kaybeder ancak, babası bu kadar zor durumdayken bunu ona anlatmak yerine, aklına dahiyane bir fikir gelir. Kalan tek çift spor ayakkabısını kardeşi Zehra ile ortak olarak kullanacaklardı.

Sabahları ayakkabıları Zehra giyer, öğleden sonra ise Ali,

Her seferinde ayrı bir telaş, ayrı bir hüzün, okula geç kalmalar, azar işitmeler vs…

Ali’nin karşısında bir anda bir fırsat çıkar, Okulu tarafından düzenlenen koşu yarışı müsabakasına katılarak 3. olmayı hedefler çünkü 3. olana bir çift spor ayakkabı verilecektir. Ayakkabıları aldıktan sonra da kardeşi Zehra’ya hediye edecekti. Ancak öylesine hırs ve istekle koşar ki onun bu azmi 1. olmasına vesile olur, ancak o buna sevinmez aksine daha çok üzülür, çünkü kardeşine verdiği sözü tutamamıştır. yine hüsran…

“Bazen kazanmak aslında kaybetmektir çocuk…”

Ali ile Zehra’nın bu hikayesini izlerken belki de kendimize kızacağız, dünyadaki bir çok insanın sahip olamadığı şeylere sahip olduğumuz halde yine de daha çok istediğimiz için… aslında sadece bir çift ayakkabı bile mutlu etmeye yeterdi…

Bizler www.yenikaynak.com ekibi olarak sizlere “Cennetin Çocukları” gibi daha bir çok İran yapımı filmleri tanıtmaya çalışıyoruz. Sizlere keyifli dakikalar yaşatabildiysek ne mutlu bize,

Bizi takip etmeye devam edin. iyi seyirler dileriz…

Sevcan

Sonunda! Bir neşeli film!

[../..] Size yine bir İran filmi ile geldim; “Davul Dengi Dengine (2010)“.

Film bittabi besmele ardından Peygamber efendimizin (sas) “Nikah benim sünnetimdir ve her kim sünnetimi terk ederse benden değildir.” hadis-i şerifi ile başlıyor. İsminden ve hadis-i şeriften anlayacağınız üzere filmin konusu evlilik. Başta çalan müziği ayrıca sevdim, sonda çalan müziği de sevdim aslında, hazır bir İran filminde neşeli müzik duymuşum beğenmeyip ne yapacaktım?

Sonunda bir İranlı hayır sever ~o İranlı #AliHazayfer oluyor hem senarist hem yapımcı hem yönetmen~ çıkıp: Yahu bir tane neşeli film yapayım da milletin yüzünü güldüreyim demiş. Sadece sonu değil film baştan sona hep mutlu, hep neşeli. Şaşırdınız değil mi? Ben de şaşırdım esasen. Bunun yanında yine baştan sona diyaloglar çok güzeldi en beğendiklerimden bir tanesi şudur bkz:

davul dengi dengine çalar

(Haşa toprak olmaya şikayetimiz yok ama fikir çok güzel değil mi? ^.^)

Aslında bu amca filmde en beğendiğim karakterdi. O konuşmaya başladığında hafif tempolu sirtaki tarzı tatlı bir müzik çalıyordu.

Konusuna gelirsem: Kasım 35 yaşına gelmiştir ve hala babasıyla yaşamaktadır. Adliyeye yakın bir yerde bir kırtasiye dükkanı işletmektedir. Evlenmek için birçok kişiyle görüşse de görünüşünden veya işinden dolayı hep olumsuz cevaplar almıştır bu yüzden artık kimseyle görüşmek istemez. Bir gün dükkanına Reyhan gelir. Reyhan yeni evlenen ve çeyizini alan abisini şikayet etmek için form almaya gelmiştir. Aralarında kısa bir konuşma geçer ve Kasım Reyhan’ı abisini şikayet etmeme konusunda ikna eder. ~ İzleyince anlıyorsunuz İran’da evin neredeyse bütün eşyaları kız tarafından karşılanıyor ve çeyiz bir kızın evlenebilmesi için çok çok önemli 🙂 ~ Reyhan birkaç gün sonra Kasım’a teşekkür etmek için tekrar gelir. Kasım Reyhan’a derun bir muhabbet duymaya başlar ve Reyhan’ı istemeye giderler. İçten ve samimi bir İran filmi. Kahkaha yok tebessüm var hem bol bol. Film bittiğinde keşke dedim dizi olsaydı ve bitmeseydi hep izleseydim. İzleyin ve sevin o vakit.

Şu güzelleri de şuraya bırakayım:

Davul Bile Dengi Dengine Çalar

Allah’ım! ne güzel bir okul. <3

[../..]

evlilik manifestosu

Dediğim gibi amcayı çok sevdim. (:

Selamların güzeli üzerinize olsun.

@bitutamani

Söğüt Ağacı

Mecid Mecidi’nin yönettiği “Söğüt Ağacı” filmi ana karakter Yusuf’un dünyası gibi karanlıkla başlıyor. Sahnenin devamında karanlık, yerini dere kenarında babasıyla oyun oynayan küçük kıza bırakıyor. Karanlık ve aydınlık gelgitleriyle izleyiciyi vicdanı ve arzuları arasında kararsız bırakan film ‘’acaba ben olsam ne yapardım?’’ sorusunu sorduruyor.

Yusuf, 8 yaşında başına gelen bir kaza sonucu görme yetisini kaybeder. Kırklı yaşlarının ortalarına geldiğinde, yüzünü hiç görmediği karısı, küçük bir kızı, kendi seçmediği eşyalarla dolu bir evi, suyunun parlaklığını hiç bilmediği bir bahçe havuzu vardır. Üniversitede ders veren Yusuf’un en büyük yardımcısı ise şüphesiz eşi Rüya’dır. Yusuf mutlu ve huzurlu görünmesine rağmen yıllardır yaşadığı karanlıktan kurtulmak için Allah’a dua eder, ışığa kavuştuğunda O’na daha da yaklaşacağını adar geceleri.

Yusuf, bir sabah hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Hastanede, gözünün arkasındaki tümörün kötüye gittiğini öğrenir ve tedavi için Paris’e gider. Sanılanın aksine test sonuçları oldukça iyi çıkar ve Yusuf’un gözleri ameliyat sonucu kısmen de olsa görmeye başlar. Yusuf, memleketine döndüğünde havaalanında sevinçli büyük bir kalabalıkla tanışır, havaalanında bir süre kalabalığa bakıp eşini ve çocuğunu tanımaya çalışan Yusuf, bir yakınının kızı olan Peri’yi görüp ona karşı hisler beslemeye başlar.

Yusuf, görmediği günlere ait tüm anılarını silmeye kararlıdır. Braille alfabesiyle yazılmış kitaplarını, anılarını, üniversitedeki derslerini, eşini ve Allah’a ettiği tüm duaları görmezden gelmeye başlar. Minnettarlık duymaktan çok uzak olan Yusuf’un annesine söylediği “4 ağaç ve 1 evin küçük bir cennet olduğunu sanıyordum.” Cümlesi izleyiciyi öfkeyle üzgü arasında bırakır niteliktedir.

Eşinden, annesinden ve kızından uzakta olan Yusuf, son kalan anılarını, kitaplarını, bahçeye dağıtır ve tüm geçmişini ateşe verir. Sıfırdan bir başlangıç yapacağı ilk gün Paris’teki hastane arkadaşı Murtaza’dan bir mektup alır, mektupta gözleri açılmadan önceki son halinin fotoğrafı vardır. Son gördüğü şey de bu fotoğraf olur ve Yusuf tekrar görme yetisini kaybeder.

Bu aydınlık günlerden sonra karanlığa gömülmek Yusuf’a ağır gelir ve adeta bir delilik hali içinde dualar ettiği Allah’a geri döner.

Giriş sekansında kızıyla akarsuda dal parçası yarışması yapması gibi, sürükleniyor, ıslanıyor, tümsekten geçemiyor ve kaybediyor Yusuf.

95 dakikalık film İlahi adalet, empati, aşk, merhamet, minnettarlık ve seçimler gibi kavramları izleyiciye ekran karşısında sorgulatır halde bitiyor.

Gamze Gülmez

Söğüt Ağacı

“Şimdi anlıyorum ki sen beni merhamet kitabından silip atmadın.
Beni unutmadın.
Sen benimlesin ve beni korursun.
Madem ki elimden tuttun, yalvarırım yolumu aydınlat.
Eğer bu karanlıktan çıkabilirsem, daima seninle birlikte olacağım.”

Söz vermek güzel ama onu gerçekleştirebilmek herkese nasip olur mu?

Yusuf sekiz yaşındayken bir kaza sonucu görme yetisini kaybeder. Uzun yıllar boyunca kendisine kurduğu küçük cennetinde yaşar fakat onu seven bir karısı, kızı ve annesi olmasına rağmen içinde kopan fırtınalar bir türlü dinmez. Belli etmese de acı çekmektedir. Her gün Allah’a dua eder ve aydınlığa kavuşabilmeyi umar.

En nihayetinde tedavi olmak için gittiği Paris’te görebilme ihtimali ortaya çıkar ve ameliyat olur. Sonrası bir imtihandır. Çünkü insanın çevresine kurduğu korunaklı dünyadan çıkması bazen korkutucu olabilir. Kendisini yıllar sonra aynada gören bir insan ne hisseder mesela? Şükür mü, isyan mı?

Yusuf’un imtihanı bu iki kelime arasındadır. Görebilmek büyük bir nimet olmasının yanı sıra aynı zamanda sorumluluktur. Metroda karşılaştığı bir hırsızlık olayına şahitlik ettiği halde susmasaydı belki yolu daha da aydınlık olacaktı ya da kızının bahçede açan çiçekleri ona gösterebilmek için camdan seslenmesine karşılık verseydi, hayal ettiğinden fazla sevilecekti.

Mecid Mecidi’nin yönetmenliğini yaptığı “Söğüt Ağacı” 2005 yılında çekildi. Oyunculuklar ve konu izleyenleri bir hayli etkileyecek türden. Sahip olduklarının değerini anlayamayanların yaşadığı ikilem ve olumsuzlukları başarılı bir şekilde aktarıyor.

Başrolleri Perviz Perestui ve Rüya Teymuriyan paylaşıyor. Perviz Perestui’nin kariyeri henüz on beş yaşında iken Çocuk ve Gençleri Zihinsel Eğitimi Kuruluşu’nun Gençlik sarayındaki tiyatro grubuna katılmasıyla başladı. Sinema dünyasına da 1983’te oynadığı “Aşıklar Diyarı” isimli filmle adım attı. Ve 2016’da Uluslararası Fecr Film Festivalinde “En İyi Erkek Oyuncu” seçildi.

Rol arkadaşı Rüya Teymurian ise “Görüşme Hasreti” adlı filmle oyunculuğa başladı. Devamında “Söğüt Ağacı, Onuncu Gece, Kadınların Zindanı” gibi başarılı yapımlarda rol aldı.

Söğüt Ağacı, insanın kendi yaşamını ve davranışlarının sonucunu düşünmesini sağlayan başarılı bir film. Zira yazının başında paylaştığımız Yusuf’un duasının ilk iki cümlesini sona saklamıştık. Filmin özeti olacak nitelikte midir, değil midir, kararı siz verin.

“Hatalı olduğumu biliyorum,
En büyük hatam senin büyüklüğünü yeterince bilmemekti…”

Merve Eren