Kategori arşivi: Yazarlarımızdan

İran Sineması Film Eleştirmenleri Ekibimiz

Altın ve Bakır

Her insanının günlük yaşamı içerisinde belli amaçları, istekleri vardır. Hayalini kurduğu bir iş, hak ederek almak istediği bir ev veya okumak. Zamanın değişmesiyle amaçlarda değişir ama hep vardırlar. Peki ya biz bu amaçlar için çabalarken, planlar yaparken yolunda giden şeylerin ne kadar farkındayız? İşte “Altın ve Bakır” filmini izledikten sonra kendine bunu soruyor insan. Gündelik hayatın zorluklarında insanın sahip olduklarına karşı şükretme duyguları körelmiş olabilir. Bu filmle şükrederek insani duygularımızı hatırladığımız kesin.
Hayatının büyük bir bölümünü ilme adayan ve ilimin güzelliğini ailesine yansıtarak onları çok seven bir babanın yaşayabileceği zorlukları anlatıyor bu film. Büyük Alimler onu ders okutacak bilgiye sahip görürken bile, yine de bunu kabul etmeyerek tüm zamanını daha fazla ilim öğrenmeye harcamak istediği sırada, aniden çok sevdiği fedakâr eşinin ailedeki önemini tecrübe ederek öğrenmek zorunda kalan bir baba. Eşinin, herkese karşı ne kadar düşünceli, iyi biri olduğunu, zor günlerde iyilikler hanesinin kapısından içeri girdikçe daha iyi anlar. Sıradan günlerde sizin için çok küçük, karşılıksız yaptığınız iyiliklerin zor günlerde size ne kadar somut ve manevi destek olabileceğini hiç unutamamak üzere öğreniyorsunuz. Film size zorlukları adeta yaşatırken, iyiliklerin getirdiği güzellikleri de bir o kadar hissettiriyor.
Her karakterden ayrı bir şey öğreniyorsunuz. Anneannesinin sakladığı saf bir kıza değer vermenin size hiç tahmin edemeyeceğiniz şekilde geri dönüşünden, bir annenin küçük kızına öğrettiklerinin anne evde olmadığında ne kadar önemli olduğuna kadar öyle çok öğreneceklerimiz varmış ki… Hele birde ailede annenin önemini öyle bir anlıyorsunuz ki, bu filmi izledikten sonra sizi kendinden çok düşünen annenizin veya eşinizin en ufak bir sağlık şikayetinde “yorgunluktandır” sözünün söylenmesine bile müsaade etmeyeceksiniz.
Bir yudum çay içememenin bile ne demek olduğunu hissederek MS hastalığının önemini daha bir iyi anlayacaksınız. Her an adını duyabileceğiniz bu hastalık için filmden öğrendiğiniz tıbbi bilgilerin bir nebze de olsa erken teşhis için sizi aydınlatabileceğini düşünüyorum. Eminim ki sizde benim gibi filmi izledikten sonra küçük bir araştırma yapıp bir hastalık için daha, kendi çapınızda önlem almış, tedbirli olacaksınız. Her sahnesi insani duygularınıza dokunarak size bir şeyler katacak…

Evren Buğa

Allah Yakındır

Senaryosunu ve yönetmenliğini Ali Veziriyan’ın üstlendiği “Allah Yakındır” filmi, dünyevi aşktan ilahî aşka geçişin en güzel örneklerinden.

Çevresi tarafından akıl sağlığı yerinde olmadığı düşünülen ve “deli” olarak bilinen Rıza’nın, köye öğretmen olarak gelen Leyla’ya olan aşkı ve akabinde manevi aşkı bulma yolculuğunda yaşadıkları anlatılıyor.

Rıza, aslında fazla saf ve iyi niyetli bir gençtir. Abisi Yunus öldükten sonra annesiyle birlikte yaşayan Rıza, motosikletle insan taşımacılığı yapmaktadır. Köyün okul yolu bozuk olduğu için oraya araba gidememektedir. Böylece, köy okuluna öğretmen olarak gelen Leyla’yı da okula Rıza götürüp getirmeye başlar. Aralarında dile gelmeyen bir yakınlaşma başlar fakat işler Rıza’nın istediği gibi gitmez. Leyla’sı, uğruna yemeyi içmeyi kestiği aşkı, başka bir adamla evlenir.

Bu evliliğe engel olamayan Rıza, iyice derbeder olur. Adeta hayat amacını ve yaşama sevincini kaybeder. Rıza’nın içindeki aşk yavaş yavaş Allah aşkına dönüşecektir…

Aradan geçen yıllar her şeyi değiştirmiştir. Bir tek şey dışında; Rıza Leyla’yı aramaya devam etmektedir. Fakat aradığı başka bir Leyla’dır artık… Bu sırada oğlunun durumuna üzülen annesi, iyileşmesi için oğlunu türbeye getirir. Burada iki ruh da huzura kavuşacak ve Rıza, bambaşka bir insan olarak o türbeden çıkacaktır.

Motosiklet taşımacılığını bırakan ve türbede Seyyid Yahya ile birlikte her geçen gün Allah aşkına yaklaşan Rıza, artık her istediğinde yanında olabilecek, her daim onu dinleyecek ve en önemlisi onu terk etmeyecek olan maşuku arama yolculuğundadır. Bir gün, gördüğü bir rüya üzerine türbeye gelen öğretmen Leyla ile Rıza karşılaşırlar. Leyla, ona yaşadığı mecburiyetleri ve başından geçen hikâyeyi anlatır. Hayatın getirdiği tüm o zorluklardan sonra, Rıza hangi aşkın yolundan gidecektir?

Filmin, Leyla ile Mecnun’un bir uyarlaması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rıza artık Mecnun’dur. Tıpkı Leyla’sına kavuşamayan Mecnun gibi, tüm maddi varlıklarla ilişkisini kesmiş ve Allah aşkına ulaşmıştır. Kavuşamadığı aşkına da böylece kavuşmuştur aslında.

İnce mesajların da yer aldığı filmde, olayların yavaş seyri, izleyiciyi hikâyenin içine alıyor. Leyla ile Mecnun efsanesine de ufak dokunuşlar yapılan filmin sonu ise, yoruma açık bırakılmış. Aşkı hiçbir yerde değil, yalnızca içimizde aramamız gerektiğini anlatan bu film, mutlaka izlenmeli.

Zeynep Ece

Gülçehre

Vahid Musaiyan’ın yönetmenliğini ve senaryosunu üstlendiği film; Gülçehre, Sovyetlerin işgalinden kurtulup akabinde Taliban’ın boyunduruğu altına giren Afgan halkının yaşamla olan mücadelesini, tüm acılarına rağmen ümitlerinin tükenmeyişini konu edinmekle birlikte;  Mesut Reygani’nin oyunculuğunu üstlendiği Eşref Han karakterinin Afgan halkının yüzünü güldürmek ve savaşın izlerini biraz da olsa unutturmak için dedesinden kalan Gülçehre isimli sinema salonunu inşa edip Afgan halkına film izletmek için verdiği mücadeleyi konu ediniyor…

Eşref Han; Afgan halkının yeteri kadar acı çektiğini, açlık kadar; hayata tutunmanın, umudun da önemli olduğunu düşünmektedir, bu yüzden kadın erkek demeden insanları eğitmek ve bir şeyler öğretmek amacıyla sinema salonunu faaliyete geçirmek için uğraşmış, devletten izin almış ama karşısına Molla Kadir (Taliban) engeli çıkmıştır. Katı İslami kurallarla halka baskı yapan Molla Kadir; sinemanın yapılmasını istememiş; radyo, tv ve sinemanın haram olduğunu ileri sürerek ve özellikle kadınları kapsayan;  çok ağır cezalarla insanları tehdit etmiş, halkı sindirmeye çalışmıştır.

Filmde göze çarpan başka bir karakter ise güzeller güzeli Ruhsare (Laden Mustofi) dir; Ruhsare vatanını, halkını seven fedakâr bir doktor ve Eşref Han’a yardım eden insanlardan biridir. Kadınların değerli olmadığı o toplumda insanları iyileştirmek, yaralarını sarmak, umut ışığı olmak için çaba harcayan Ruhsare; Eşref Han’a sinema salonunu açması konusunda çok destek vermiş, en büyük yardımcılarından biri olmuştur. Büyük uğraşlar ve emekler sonucunda sinema salonu açılmış ve yine aynı gün saldırıya uğramıştır, bu olayı takip eden bi kaç gün içerisinde de Eşref Han yakalanmış ve halkına yardım etmenin bedelini canıyla ödemiş, Molla Kashar tarafından idam edilmiştir…

İyi bir senaryo, yönetmen ve oyunculara sahip olan bu filmin efektleri ve görselliği muazzam bir biçimde ayarlanmış; müzik unsuru da unutulmayarak filme farklı bir sıcaklık katılmış,  hiçbir detay atlanmadan tasarlanmıştır.

Hafızamda uzun yıllar yer edeceği aşikâr olan bu film gerçekten beni derinden etkilemiş ve bende o dönemi, o dönemin insanlarını araştırma, öğrenme isteği uyandırmıştır ama dönemin şartlarını seyirciye aktarmada yeterlilik seviyesi oldukça yüksek olmasına rağmen, hissiyat beklentilerimin altında oldu. Konu edinilen dönemin şartları seyirciyi filmi izlerken ağlatabilme potansiyeline sahip fakat duygunun yeterli olmayışı yadsınamaz bir gerçek.

Elif Sena

Son Bekâr

Her gün bir biri ardına gelen günlerin yoğunluğundan ve monotonluğundan şikâyet eder dururuz. İşte bu duruma 90 dakika da olsa kısa bir mola vermek isterseniz ben bu filme bir bakın ve mutlaka izleyin derim.  İsmi ilk etapta eğer bekârsanız ve hala evlenememekten muzdarip iseniz sizi mutlaka kendine doğru çekecektir. Son derece doğal, hayatın içinden, eğlenceli ve konusu aşk olup da bu kadar özgün ve farklı bir olay örgüsüne sahip bir filme rastladınız mı bilemem ama ilk kez rastlayacaklarının sayısının fazla olacağından eminim.

Peki ya sizce evliliğe doğru atılan ilk adım olan kız istemek ne kadar zor olabilir? Bunun cevabı biraz da kaç kere istemeye gittiğinize bağlıdır. Eğer 43 kere kız istemeye gittiyseniz ve hepsinden eli boş döndüyseniz durumunuz gerçektende vahim ve umut vaat etmiyor demektir. Kız istemeye gitmekten usanmış ve çıldırmasına ramak kalmış bir babanın, aslında nasıl da bu hayatta tek varlığı olan oğlunu kaybetme ve yalnızlık korkusuyla baş başa kaldığını gördüğünüz de gülmeye ara verip kısa süre duygusal anlar yaşayacaksınız.

Başrolde olan Veli karakterinin ise usta bir oyunculuk ve doğallıkla hayat bulması filmi izleyenleri biraz daha filmin içine çekiyor. 30 yaşına dayanmış bir adamın, tek isteği kendine uygun bir eş bulmaktır. Ancak bu o kadar da kolay değildir ve bu isteğe giden yollarda bazı hatalar yapar ve bunların farkına varması tamamen bir tesadüf eseri gerçekleşir. Bu tesadüfler silsilesi onu hayatının kadınına doğru götürecektir. Filme ince ince işlenen espriler ise adeta filme tat katacak ve size keyifli dakikalar yaşatacaktır. Komedi filmi sevenler için komedi kelimesinin altını gerçek manada dolduran, güldürürken de size bir şeyler katacak, yeni şeyler öğrenmenize vesile olacak ve en önemlisi argo kullanmadan da güldürebilecek bir film arıyorsanız artık aramanıza gerek kalmadı doğru yerdesiniz.

Finalde ise  “Son Bekâr” filmine adını veren karakterin bekârlığa veda edip etmediğini merak edebilirsiniz. Ancak bu izleyenler arasında ufak bir sır olarak kalacak. Sonunda muradına erdi mi yoksa tüm çabaları sonuçsuz mu kaldı? Bunun cevabını aldığınızda yüzünüzdeki gülümseme hiç solmasın… Şimdiden diyorum çene kaslarınızı güçlendirmeyi unutmayın. Zira bol kahkaha atacaksınız.

Özgee

Cennetin Çocukları

Cennetin Çocukları 1997 yapımı bir İran filmi olmakla beraber aynı zamanda İran’ın en ünlü yönetmeni Mecid Mecidi filmidir. Cennetin Çocukları filminde başrol oyuncular olarak ise Amir Farrokh – Ali, Bahare Sıddıki – Zehra, Rıza Naci – Baba, Fereşte Serabendi – Anne, Daryuş Muhtari – Ali’nin öğretmeni, Nefise Cafer Muhammedi – Rüya, Muhammed-Hasan Hüseyniyan – Rüya’nın babası, Muhammed-Hüseyin Şehidi – Ali Rıza, Kazım Asğarpur – Büyükbaba isimleri yer almaktadır. Aile ve  dram türünde olan bu İran filmi tüm eleştirmenler tarafından tam not almış ve İran dışında kendisine gösterim yeri bulan tek filmdir. Oscar’a aday gösterilmiş ancak ödül alamamıştır. ABD’de izlenme rekorları kırmış hala Mecid Mecidi denilince izlenmesi gereken filmler olarak gösterilmektedir. Cennetin Çocukları filmi Tarhan’da çekilen en düşük bütçeli film özelliğini de taşımaktadır. 180.000 dolar harcanmış ve bütçesinin kat kat üstünü yönetmenine geri vermiştir.

Ali kardeşinin ayakkabısını yaptırmak üzere evden çıkar. Annesinin istediği diğer malzemeleri alıp eve dönmek ister. Ancak Ali kız kardeşinin bir çift pembe eski ama güzel ayakkabılarını kaybeder. Yoksul bir aile oldukları için yeni bir ayakkabı alma şansları yoktur. Bu yüzden babalarından dayak yememek için onlara da hiç bir şey anlatmazlar.  Ali için artık serüven başlar. Her sabah ayakkabılarını kardeşi giyer öğlenleri ise Ali ayakkabıyı giymektedir. Okula geç kalmamak için koşarak gitmekte yine de her gün geç kalmaktadır. Bir gün bir koşu yarışmasında üçüncü olana bir çift spor ayakkabı verildiğini duyar. Bu yarışmaya canla başla hazırlanır ve katılır. Ali koşarken kardeşinin onun okula yetişmesi için koşmasını, koşarken başına gelenleri ve bir çift küçük ayakkabının başlarına açtığı büyük serüveni düşünür. Ali koştukça kardeşinin de paralel olarak koşan sahneleri verilir. Bu sahne Majid Majidi’nin imzasıdır. Ali’nin ve kız kardeşinin serüvenini en iyi anlattığı sahnedir. Peki, Ali yarışı kazanabilecek midir? Kardeşine babası duymadan yeni bir spor ayakkabısı alıp onun her gün koşturmadan okuldan dönmesini izleyebilecek midir? Ali ve kız kardeşinin beraber kullandığı ayakkabı onlara ne kadar süre dayanacaktır?

Cennetin Çocukları filmi ilk sahnesinde bir ayakkabı tamircisinin bir kız çocuğuna ait ayakkabıyı tamir etmeye çalışmasıyla başlar. İran filmlerinde ilk sahneler filmin ismini, konusunu ve gidişatını etkileyecek unsurları gösterir. Majid Majidi bu film için çocukları konu almış onların bir çift ayakkabısından kocaman bir serüven çıkartmıştır. Bu filmde kadınlar ikinci planda değil tam olarak merkezde yer alırlar. Ayrıca değerli varlıklar olarak gösterilirler. Diğer İran filmlerinde gördüğümüz tüm ezilen hor görülen kadın figürü bu filmde yok olur. Cennetin Çocukları filminde değer verilen kadınlar vardır. Ali kız kardeşi için kendini parçalar. Ona bir çift ayakkabı alabilmek için çok ter döker. Ali’nin babası annesine kendisini ev işleriyle yormaması konusunda uyarır. Kızını sever ve ona şefkat gösterir. Tüm bu sahneler kadına değer verildiğini öne çıkartan ironik sahnelerdir.

Cennetin Çocukları sizi siz olarak olduğunuz yerden alıp çok eski zamanlarda Tahran’a götürecek. Ali ve kardeşinin dramatik serüvenini izlerken Ali ve Zehra olmak isteyeceksiniz. Kardeşliğin, fedakarlığın, sevginin, aile olmanın önemini anlatan çok özel ve güzel bir film. Kendinizi çok zorlamadığınız sürece ağlamanız olanak yok ancak Ali’nin çok gerçekçi ve yaşayarak oynadığı bazı ağlama sahnelerinde birkaç damla akıtabilirsiniz. Cennetin Çocukları zaman harcamaya değer ve birkaç damla gözyaşına bedel bir filmdir. İzlediğinizde zamanınızı boşa çalan filmlerden olmadığını anlayacaksınız. Ali’nin ve kardeşinin dramatik serüvenini bir süre unutamayacaksınız.

Menekşe G.

Gülçehre

Yakın fakat maalesef uzak kaldığımız coğrafyaların acı hikâyelerinden küçük bir kesit bulacaksınız Gülçehre’de. Tarih ve kültürü, sinema ile korumaya çalışan insanların cehalet ile savaşı, yıllardır bitip tükenmek bilmeyen, hatta insanların yaşamının bir parçası haline gelen Afganistan savaşının tam da ortasında yaşanıyor. Dünyadan koparılmaya çalışan toprakların çilesi, bir avuç iyi insan çevresinde dönen olaylar ile anlatılmaya çalışılıyor. Filmin konusu, Afganistan’ın ulusal film arşivi ile tarihi ve kültürünün Taliban tarafından yok edilmeye çalışılması, ayrıca mevcut olan bir adet sinemanın da kapatılması üzerine kurulu. Ancak bu olayların içerisinde yer alan herkes, kendi hikâyesi ile izleyiciyi hüzünlendiriyor. Olayların gerçekler ile olan bütünlüğü ise yapımın dram ve hüznünü daha da yukarılara taşıyor.

Öncelikle insanın içine işleyen bir müzik karşılıyor sizi filmin başında. Anlıyorsunuz ki, yüreği cız ettiren bir şeyler var burada. Savaş şartlarının çetinliği bir yana, bitmek tükenmek bilmeyen savaşın bu insanlarda yarattığı tahribat çok net bir şekilde gözler önüne seriliyor. Ayrıca insanların dünyadan koparılmaya çalışılması, sanat ve sinema üzerinden gerçekleştiriliyor. Televizyonların dahi olmadığı bir düzen düşünün. İnsanların gelişimi, bilgilenmesi, başka diyarlar ile olan iletişimi tamamen koparılarak din savunuculuğu yapılıyor. Taliban’ın Afganistan üzerindeki tahrip edici etkisini anlatan bu sanatsal yapım, sizi de pek çok konuda sorgulamaya itecektir.

Ayrıca filmde İslam’ın yanlış ellerde olması ile ne gibi yanlış sonuçların elde edildiği gözleniyor. Halkın hem geçmişini hem de geleceğini ortadan kaldıran güçlerin, bunu din adı altında gerçekleştirmesi ise oldukça ironik. Nitekim İslam yakıcı ve yıkıcı bir din değildir. Gülçehre, sinemanın bu güçler tarafından yakılıp yıkılma hikâyesini, aşk, hoşgörü ve arkadaşlık kavramları çerçevesinde yaşanan bir dram olarak anlatmaktadır. Bölgenin gerçeklerine ışık tutan yapım, televizyonu dahi olmayan insanların bize uzaklığı gibi bizim de onlara ne kadar uzak olduğumuzu hatırlatıyor. Onların bizden uzak olması gibi bizim de onlara uzak oluşumuz ve yaşanan ağır dram gözler önüne seriliyor. Filmin son sahneleri ise daha da yükseliyor ve can yakıcı hale geliyor. Yüze vurulan gerçekler, izlediğinizin savaşta yaşanan romantik ve mutlu sonlu bir hikâye olmadığını gösteriyor. Gerçeklerin böyle tozpembe sahneler ile anlatılamayacağı gerçeği dikkat çekiyor.

Ayrıca Gülçehre‘nin size düşündüreceklerinden biri de kadınların İslam’daki yeri olacaktır. Allah’ın emaneti olan kadınların, nasıl yok sayıldığı ve adeta cansız bir varlıktan farksız görüldüğü yapım, yine İslam’ın yeterince tanınmadığı ya da yanlış ellere emanet edildiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Genel itibariyle, savaş, sinema, aşk, kültür ve adaletsizliklerin ele alındığı eser, sanatsal açıdan oldukça niteliklidir ve özellikle son sahneleri ile izleyiciyi etkisi altına almaktadır. Başarılı İran yapımlarından biri olarak değerlendirebileceğiniz eser, sizi de pek çok konuda düşündürecek bir yandan da hüzünlendirecektir.

Hurie

Resim Havuzu

Film izlerken her insan biraz seçicidir ve her insan ayırt ettiği bu boş vakti dolu dolu geçirmek ister.  Bu kadar yoğun yaşanan bir hayatın içinde kendimize ayırdığımız vakit bizler için o kadar değerlidir ki bunu harcadığımız filmin de bir o kadar değerli olmasını isteriz. İşte tam da bu değere sahip, 2013 yılı İran yapımı “Resim Havuzu” filmiyle hem kendinize normal bir birey olarak dünyaya gelmemiş insanlara karşı bir farkındalık oluşturacak, hem de farklı bir kültüre sahip sinema filmi izleme zevkine doyacaksınız. Muhteşem bir yönetmenlik ve son derece güzel bir kurguya sahip bu filmi izleyerek kendinize güzel bir iyilik yapın.

Eğer drama tadında olan filmleri seviyorsanız bu film tam size göre… Ben izlerken oldukça fazla etkilendim. Film de kullanılan müzikler insanın yüreğine yüreğine dokunur cinsten. Hayata 1-0 mağlup başlayıp bu farkla yaşarken, normal bir çocuğa sahip olup bir de üstüne ona yetememek düşüncesi korkunç olmalı. Ancak bu güzel çift her şeye rağmen yetinmeyi bilerek ve daha fazlasını istemeyerek mutlu olma sanatında oldukça başarılı oluyorlar.

Karşıdan karşıya geçmek, resim yapmak, luna parka giderek buradaki oyuncaklara binmek ve hatta pizza yapmak ne kadar sıradan ise onlar için bunların her birinin sıra dışı olmasına şaşırmadan edemeyeceksiniz.

Hızlı bir tempoda hayatımızın geriye kalan günlerini tüketirken bu film sayesinde yaşadığınız dünyaya bambaşka bir pencereden bakarak ufkunuzun açıldığını ve genişlediğini fark edeceksiniz.

Herkes gibi normal bir insanı filmde canlandırmak her oyuncu için elbette çok zor olmayacaktır diye düşünüyorum. Ancak burada sergilenen oyunculuk o kadar gerçekçi ve doğal ki başrol oyuncularının gerçekten normal olmadığına inanabilirdim. Etkilendiğim filmleri düşündüğüm de hepsinin ortak noktası tabi ki hayatımda yaşadığım şeylere izlediğim filmlerde rastlamak olmuştur. Bu filmi izlerken bir an çocukluğum gözlerimin önünden çok klişe olacak ama adeta film şeridi gibi geçip gitti. O kadar içten ve gerçekçi bir film ki matematik dersinin zorluğundan şikâyet eden bir çocuğun, ödevlerini yapamaması ve annesinin okula gelmemesi için elinden geleni yapması eminim izleyenlere tanıdık gelecektir. Film de en etkilendiğim repliği söylemem gerekirse “ yalnız ağlarken başını dik tutup ağla” sözü olacaktır. Son derece anlamlı ve son derece manidar… Engelli bir babanın oğluna verebileceği en güzel nasihatti.

Ve son olarak filmin ilk dakikasından son dakikasına kadar duygusal bir yoğunluk yaşayacaksınız şimdiden kendinizi bu duygu seline kaptırmaya hazır olun, benden söylemesi 🙂

Özgee

Gülçehre

Gülçehre, Vahid Musaiyan imzasını taşıyan 2011 yapımı bir İran filmi. Başrollerini Mesut Raiyan, Laden Mustofi, Hidayet Haşimi ve Afşin Haşimi paylaştığı filmde, savaşın ortasında kalmış Afganistan halkına bir yandan moral ve motivasyon sağlamaya çalışan, diğer yandan da onların eğitilmesi amacını taşıyan bir adamın, halka sinema izletebilmek için verdiği mücadele anlatılıyor. Olaylar, Afganistan’ın başkenti Kabil’de geçmekte ve oldukça sürükleyici olaylar birbirini takip etmekte.

İran Sinemasını sevenler ya da ilgi duyanlar için mutlaka izlemelerini tavsiye edeceğim film de, savaş ve bağnazlık yüzünden köşeye sıkışmış bir halkın çaresizliği ve yeniliklere kapalılığın felaketi içlere işleyecek tonda anlatılmış. Dilerseniz filmimize kısaca değinelim.

Filmimizin kahramanı olan Eşref Han, savaştan bıkmış ve yılmış olan halka, dedesinden kalma sinemasını yeniden faaliyete geçirerek biraz moral sağlamak ster. Tabi işler onun hayalini kurduğu kadar kolay gitmez, hatta tüm her şeyin sebebi sinemadır. Taliban Kabil’de söz sahibidir ve Molla Kadir denilen liderleri Eşref Han’ı tehdit etmekle başlar işe. Sinemayı haram görür ve yeniden açılmasını istemez. Eşref Han bu tehditlere aldırmaz ama bir sorun vardır ortada; projeksiyon makinesi bozuktur ve Kabil’de tamir edilmesi mümkün değildir.

Kültür bakanlığı yapan dostu ona, İran’da bu tamir işini yapabilecek biri olduğunu söyler, Eşref Han hemen yola çıkar. Sınırda yaşanan tatsız olaylar ve arabasının çıkmasına izin verilmese de Eşref Han hedefinden vazgeçmez ve İran’a ulaşır. Aradığı tamirciyi bulur ve onu ikna ederek birlikte Kabil’e dönerler. Tamirci Guderz’de tıpkı Eşref Han gibi tam bir sinema aşığıdır ve oda ömrünü insanları sinemayla buluşturmak için harcayan biridir.

Guderz ve Eşref Han kolları sıvayarak işe başlar başlamasına ama bundan haberdar olan Taliban sürekli tacizlerine devam eder ve en sonunda sinemaya dinamit koyarlar. Dinamiti patlatmakta başarılı olamazlar ama bu esnada bir gencin ölümüne neden olurlar. Tüm olumsuzluklara rağmen Eşref Han azimle sinemasını yeniden kurmayı düşlemekte ve bu esnada da doktor Ruhsare Hanım kendisine büyük bir destek vermektedir. Ruhsare’ye karşı duyguları olan Eşref Han bunu hiçbir zaman dile getirememiş ama bu esnada da bunu dile getirmek için fırsat kollamaktadır, ancak konuşacakları esnada hep bir sorun çıkmakta, Eşref Han bir türlü konuşma fırsatı bulamamaktadır ve bu duygular tek taraflı değildir.

Tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen Eşref Han’ın işine devam etmesi, sonunda da sinemayı açmayı başarması Molla Kadir’i iyice kızdırır ve açılış günü sinemaya saldırı düzenler. Büyük hayallerle açılan sinema harabeye döner ve Molla Kadir, kültür bakanı Salar’a da, arşivlerinde olan tüm filmleri vermeleri, aksi halde ölümle cezalandırılacağını söyler. Çaresizlik içinde kıvranırken Guderz’in aklına parlak bir fikir gelir ve duvar örüp, tek filmleri ve negatif olanları saklayıp duvarı kapatırlar. Sabah olunca Taliban gelir ve bakanlıktan tüm filmleri alıp meydanda yakarlar.  Halka da sinemanın ve resmin haram olduğunu bu yüzden yasak olduğunu, kadınların özellikle sinema izleyemeyeceklerini, bunlara yönelenlerin cezasının ölüm olduğunu duyururlar. Haliyle Eşref Han’da halka fitne ve fesat yaymaktan tutuklanma emri çıkar.

Tüm bu sıkıntılı olaylar yaşanırken Eşref Han, Guderz, Ruhsare ve Bakan Salar birlikte hareket eder ve Eşref Han’ı saklarlar. Ülkesine bir türlü geri dönemeyen Guder’i İran’a gönderebilmek için elçiliğe giden Eşref Han orada yakalanır, onu kurtarmak için askerlerin yanına koşan Ruhsare’de tutuklanır. Artık Eşref Han için yapılacak bir şey kalmaz ve kendisini halkına biraz mutluluk yaşatmak isteyen bu adam idam edilir. Ruhsare ise Molla Kadir’e nikahlanır.

Ruhsare’nin bu rızasız evlilikten bir kızı olur ve Gülçehre ismini verir. Gülçehre, Eşref Han’ın sinemasının ismidir.

Gülçehre filmi gerçek bir konuya dayanıyor. Onu bu şekilde etkili kılan da aslına bakarsanız bu gerçeklik.

Tıpkı Eşref Han’ın dediği gibi, şartlar ne olursa olsun, herkesin bu dünyada mutluluğu tatmaya ve moral bulmaya ihtiyacı vardır.

Diyecek pek de söz yok. O halde iyi seyirler…

Ayşe Kaya

Gülçehre

Gülçehre’ İran sinemasının Afganistan’daki Taliban rejiminin baskısını anlatan 2011 yapımı muhteşem bir film. Yönetmenliğini Vahit Musaiyan’ın yaptığı Gülçehre filminde Afşin Haşimi, Hidayet Haşimi, Hüseyin Muhib Ahari, Laden Mustofi ve Mesut Reygan baş rollerde yer alıyorlar. Gülçehre filminin senaryo yazarılığnı ise yine yönetmen Vahit Musaiyan yapıyor. Filmdeki güzel sahneleri müzikle destekleyen kişi ise Fereydun Şahbaziyan. Filmin müziklerini yapmakla görevlendirilmiş çok da başarılı olmuştur.  Film gerçek bir hikayeye dayanıyor ve dönemin Afgan halkını tüm yönleriyle ele alarak işliyor.

Eşref han Afganistan’da yaşayan ve sinemayı filmi seven bir kişidir. Çevresinde de çokça sevilmekte herkese yardım etmeyi sevmektedir. Kominist rejimden yeni kurtulan ve her şeyin güzel olacağını uman Afgan halkı için bir sinema kurma hayali ile İran’a gider. İran’dan getirdiği  arkadaşı Guderz ile sinema aygıtını yeniden inşa etmeye başlarlar. Ancak Talban rejiminin hakim olduğu bir ülkede sinema ne kadar yer edinebilir? Eşref han ve arkadaşları Taliban rejimine rağmen sinema aygıtını yeniden yapmayı ve sinema salonunu açmayı başarırlar. Peki Taliban buna izin verecek midir? Eşref han sinema salonunu kullanabilecek midir?

Gülçehre Afganistan’daki Kominist Rusların ülkeyi terk etmesinden sonra ülkede Taliban rejiminin etkin rol oynamasını ve bu rejimin insanlar üzerindeki etkisini anlatan bir film. Filmde bol eleştiriye yer veren Vahid Mousasian Taliban rejiminin yıktığı hayatları hayalleri ve umutları konu edinmiş. Kadınların bir değerinin olmadığı dönemlerde kadın olmanın zorluğunu anlatmış aynı zamanda. Bir sahnede doğum yapan bir kadının seslerini işiten ve ekmek pişirmekte olan kadın kız mı olacak erkek mi diyerek ekmeği taş fırına yapıştırır. Ekmek yapışamaz ve ateşe düşer. Kadın ah çok yazık kız olacak der ve doğum yapan kadının kızı olduğunu yönetmen bize gösterir. Tam da burada aslında ülkede kızların ateşe atıldığı ironik biçimde izleyiciye verilir.

İran filmleri genelde filmin ortasından bir sahne ile başlar. Gülçehre filmi de bir kadının silahlı adamlarca bir arabaya bindirilip bir yere götürülmesi görüntüleriyle başlıyor. Bütün olayla olduktan sonra olay bu sahneye bağlanıyor. Gülçehre filminde Taliban rejiminin baskın havasını her karede görmek mümkündür. Her karede ezilen hor görülen kadın ve aptal olsa da erkek olduğu için itibar gören bir adam vardır. Ezilen, susan, her koşula boyun eğen bir kadın figürü çizilmektedir. Bir sahnede ise kadınların film izlemelerinin haram olduğu vurgulanarak, filmden anlamadıkları için sinema salonuna girmemeleri istenmektedir. Diğer bir sahnede ise hastalanan adam kadın doktora kendini muayene ettirmek istemez. Bir erkeğin onu muayene etmesinin üzerine kadın doktorun nefes al ver sözlerini duymazlıktan gelir. Doktor da olsa bilgili bir kadını dahi duymamaktadır Afgan erkeği…

Gülçehre filmini izlerken zamanın şartlarında insanların film izlemek için verdiği uğraşı göreceksiniz. Şimdilerde kırmızı rahat koltuklarda izlediğimiz her sinema filminin kıymetini bilecek ve dev ekranlarda izlediğiniz filmler için çok şükredeceksiniz. Birçok film arasından birini seçme ve beğenip beğenmeme lüksünüzü bu filmi izlerken unutacak ve Gülçehre filminde birkaç insanın Afgan tarihinin kaydı olan filmleri kaybetmemek için ne uğraş verdiklerini izleyeceksiniz. Televizyonlarını kendi elleriyle gömen, aile fotoğraflarını kendi elleriyle yakan bir Afgan halkı ile karşılaşacaksınız. Televizyondan, filmden, sinemadan, aile fotoğraflarından ve hatta resimlerden korkan bir Taliban rejimi izleyeceksiniz. Sinemanın insanın damarında dolaşan kanı besleyen bir ruh olduğunu bu filmde öğreneceksiniz.

Afganistan ve İran tarihine ait ne varsa en iyi öğrenebileceğiniz kaynaklar İran filmleridir.  Dönemin rejimlerini, halkın durumunu en iyi şekilde yansıtırlar. Gülçehre hiç hafızanızdan silinmeyecek ve her sinemaya gittiğinizde hatırlayacağınız müthiş bir İran filmi. Bir tavsiye; izlerken film izleme keyfinin Afgan halkı için önemine dikkat edin.

Menekşe G.

Resim Havuzu

Resim Havuzu” filmi başlangıç anıyla beni mest etmeye yetti. İlk andan itibaren oyunculuk anlamında gerçekten kaliteli ve başarılı bir oyuncu kadrosuyla karşı karşıya olduğumu anladım. Filmin baş karakterlerinden Meryem ve Rıza oldukça farklı bir zekaya sahip insanlardan. Dünyanın kötülüklerinden arınmış, insan olmanın sadece saf ve temiz özelliklerini almış kişilikte iki insan. Bir şekilde hayat yollarını kesiştiriyor ve bir aile kuruyorlar. Bu aileden de Süheyl isminde bir çocukları dünyaya geliyor.

Süheyl okul dönemi geldiği zaman ailesinin durumu yüzünden okula gelmelerini istemez. Hatta öğretmeni çok ısrar etmesine rağmen annesini dahi okula getirmek istemez. Ailesiyle çok güzel vakit geçirir ancak sanırım diğer insanlardan farklı bir anne babası olduğu için onlardan utanıyor. Bu sebeple de ailesini kendi çevresinde pek bulundurmak istemiyor. Küçük bir çocuk için toplum baskısı sebebiyle normal görülebilecek davranışlar sergiliyor aslında, insanın içini burksa da alay edilme korkusuyla ailesini saklama isteğinde olması Süheyl için çok ayıplanacak bir durum teşkil etmiyor. Çünkü onun için normal olan ailesinin büyüdükçe diğer insanlara göre farklı olduğunu görüyor.

Büyümekte olan bir çocuk her zaman ailesi ile sorunlar yaşar. Bununla baş edebilecek psikolojiye sahip aileler için bile bu oldukça zorlu bir dönemdir. Her şeyin en iyisini Süheyl için yapmaya çalışan Meryem ve Rıza’nın maalesef imkânları kısıtlıdır. Farklı olmaları sebebiyle belli işlerde çalışabilmektedirler. Bu nedenle kazançları da fazla olmamaktadır ve Süheyl’in her ihtiyacını karşılayamamaktadırlar. Süheyl üzerinde de normal bir ailede anne babanın çocuklarına uyguladığı baskıyı kolay kolay uygulayamazlar. Aslında onlar da Süheyl ile birlikte çocuk olmaktadır. Bu onların kötü birer ebeveyn olmasından değil tamamen saf duygularla çocuklarını sevmelerinden kaynaklanmaktadır.

Süheyl’in ailesinden kopma isteğine mi üzülsem, ailesinin içinde bulunduğu ve çıkamayacakları çaresiz duruma mı üzülsem bilemedim. İçim gerçekten burkuldu. Kötü şeyler bir başladı mı ardı arkası kesilmez ya, sanki Meryem ve Rıza’nı yeterince sıkıntıları yokmuş gibi başka dertler de üst üste gelir. Ekonomik anlamda sıkıntıya giren aile, Süheyl’in aykırı davranışlarıyla daha da sıkıntı çekmektedir. Ancak bu noktada bile Meryem ve Rıza’nın birbirlerine destek oluşlarına tanık olmak insanın içini ısıtıyor. Normal bir insan olarak onların yaşadıkları zorluklara kolay kolay göğüs geremeyecek insanlar için hayata tutunuşlarıyla büyük bir ders veriyorlar ve bu mükemmel insanlar sadece kendi hayatlarını değil diğer insanların hayatlarını da değiştiriyorlar. Hem de kendine akıllı diyebilecek birçok insandan daha masum ve daha güzel bir şekilde.

Çok etkileyici bir film, mutlaka her kesimden ve yaştan insanın izlemesi gereken bir yapıt olmuş.

Irene Monk