Herkes Uyurken

Herkes Uyurken’ İran yapımı bir filmdir. 2006 yılında vizyona girmiştir. Filmde Tazi Abad köyünün yaşlı ebesi Selime ninenin hacca gitme öyküsü anlatılmıştır. Gençliğinde bir kez doğum yaptırdıktan sonra artık köyün ebesi olan ve köydeki çocukların hepsini doğurtan ebe Selime olmuştur. O zamanlar Ali ile evleneceklerdir ama Ali’den onu Hacca götüreceğine dair söz alır; fakat Ali’nin ömrü bu sözü tutmaya yetmez. Aradan seneler geçer artık Selime köyün ninesidir. Hac Kurumundan Hacca gideceğine dair yazı gelmiştir. Köydeki herkesle vedalaşır ve yola koyulur; fakat köyde Hacı olmak isteyen Kerim yolda postacıya rastlar ve mektubu okur. Mektupta Selime ninenin tahlillerinden dolayı Mekke’ye gidemeyeceği yazmaktadır. Hemen nineye bunu yetiştirmek isterler. Nine işitme cihazını takmadığı için duymaz. Köyün çocukları ve köydeki herkes bu duruma çok üzülürler; çünkü her ebelik yaptığında para yerine Hac duası isteyen ninenin Allah’ın evine gitmesini istemektedirler. Köy çocukları ninenin iyi görmediğini bu yüzden Mekke’yi tanımayacağını başka bir yere gitse de oraya gitmiş olacağını düşünerek planlar yaparlar. Köyden iki çocuk, köyün delisi dedikleri Nasir ve sevdiği kız Gülnar ile nine yola koyulur. Bunu öğrenen Kerim de peşlerine düşer. Kerim’in Nasir’e kötü şeyler yapacağından korkan üç köylü de onların peşinden giderler. Böylece uzun bir yolculuk başlamıştır. Dağları aşarak Sefa Taşına gitmeye çalışırlar. Yolda birkaç macera yaşarlar. En sonunda nine taşa ellerini sürer ve Allah’ın evine geldiğini düşünür. Aslında herkes oranın Mekke olmadığını bilmektedir; ama her yerin Allah’ın evi olduğunu söyler Selime Nine. Film böyle son bulmaktadır.

Filmde çekimler ve oyuncular o kadar doğal ki, izleyici adeta kendini o köyde yaşayan biri gibi hissediyor. İran kültürünü, köy yaşamını ve köy halkının sosyolojik gözlemini yapabileceğimiz etkileyici bir film. Özellikle çocuk oyuncular o kadar içten ki, onların gözünden köy halkına bakmak mümkün oluyor. Köy halkının İslam dinini ve kültürünü yaşattığı ve İslam’ın kurallarına göre yaşadıklarını görebiliyoruz. Köydeki herkes Hac’ca gitmek istiyor ve Selime Nine’yi çok seviyor. Selime ninenin tek isteği Hacca gitmek olduğu için onun gidemeyeceğini öğrenenler, bunu ondan gizlemeye çalışıyor. Küçük ve herkesin birbirini tanıdığı bir köy olduğu için herkese getireceği hediyeyi, kime ne dua edeceğini biliyor. Köy çocuklarından ikisi ninenin Mekke’yi önceden görmediğini bu sebeple herhangi bir yere götürseler de onun mutlu olacağını düşünüyorlar. Eğer büyüklere söylerlerse olmaz veya günah derler diye sadece Nesir ve nineye bakması için de Gülnar’ı yanlarına alıyorlar. Bu süreçte köylerden dağlardan geçerek gittikleri yollarda manzaralar çokça yer kaplıyor. İran’ın yeşilliklerini, sulak alanlarını görebiliyoruz. Hatta teleferiğe bindikleri bir bölüm bile var.

Sonuç olarak ‘Herkes Uyurken’ filmi izleyiciyi içine alan samimi bir filmdi. Köy halkını gözlemlemek, İran kültüründen bir şeyler yakalamış olmak çok güzel bir deneyimdi. Doğal ve gerçek hayattan bir kesit olduğu için şimdilerde bulamayacağımız güzellikte bir filmdi.

Meryem Oğlu

Meryem Oğlu (1998) adlı İran filmi, Müslüman bir sütçü ve aynı zamanda müezzin olan Rahman ile Hristiyan yaşlı keşişin arkadaş olmaları ve Müslüman genç Rahman’ın, keşişin son dileğini yerine getirmek için verdiği çabayı seyirciye sunuyor. 1998 yapımı olan film çekim kalitesi açısından incelendiğinde ve çekildiği zaman koşulları değerlendirildiğinde başarılı olmasının yanı sıra konusu açısından da oldukça mesaj içeren bir kurguya sahip.

İnsanların arasında din ayrımı olmaması gerektiğini, her dinden kişinin nasıl yardımlaşabileceğini ve arkadaş olabileceğini gözler önüne süren senaryo, herkesin sıkılmadan, keyifle izleyebileceği bir akıcılıkla aktarılmış. Dinler ne olursa olsun Allah’ın tek olduğu olgusu üzerinde durulan filmde, Allah’ın evinin Mekke’de, kilisede yani inançlarla özdeşleşen yerde olduğu vurgulanmış.

Meryem Oğlu, her yaştan insanın izlemesi gereken bir film.

Tales [2014]

Senaryo ve yönetmenliğini ünlü Müslüman kadın yönetmen Rahşan Beni-İtimad’ın üstlendiği İran yapımı film قصه‌ها Gısseha (KıssalarHikayelerMasallar) (2014) aslında birbirleri ile uzaktan da olsa ilintili hikayeleri işlemekte..

FİLMİN KONUSU:

Elinde kamera, farkındalık oluşturmak için bir belgesel çekmek isteyen yönetmen, insanların hikaye ve sorunlarını dinlemekte, onları filme almaktadır. Bu amaçla yola çıktığında konuşkan taksi şoförünü dinlemek zorunda kalır ve aslında işine başlamış olur.

KARANLIK GEÇMİŞİ OLAN BİR ŞOFÖR

Yurtdışına çıkarma vaadiyle kandırılan Abbas dolandırılmış, daha sonra borçlarını temizlemek için kaçakçılık işlerine bulaşmış, onu da yüzüne gözüne bulaştırmıştır. Şimdi alıcılarından kaçarak yaşamakta ve taksi şoförlüğü yapmaktadır..

ESKİ BİR KOMŞU, ŞİMDİ FAHİŞE

Abbas’ın taksisine tanıdık bir kadın biner. Çocukken adı gibi Masum olan bu kadın; ağabeysinin iftiraları yüzünden evden kaçmış ve kötü yola düşmüştür. Abbas’ı dinleyince hüzünlenerek masum olduğu o zamanları hatırlar.

ÇOCUKLARI İÇİN ÇIRPINAN YAŞLI BİR DUL KADIN

Tuba Hanım, başları derde girmiş iki oğlu için çabalayıp durmaktadır. Hem uyuşturucu kaçakçılığı yapmış Abbas’ı, hem de siyasi suçlu olan diğer oğlunu kurtarmak isteyen, Tuba Hanım zor zamanlar geçirmektedir.

BİR ÖMÜR ŞEREFLE HİZMETİN ARDINDAN GÖRÜLEN SAYGISIZLIK

Eski Bütçe Planlama departmanında yıllarca emek vermiş ve vatan ve milletine hizmet etmiş olan Muhammed Cevad, şimdi, sosyal sigortanın ödemeyi reddettiği ameliyatın acil olduğunu ve bu yüzden en yakın özel hastanede yapıldığını isbat etmek için sözünün yetmeyişine inanamaz. “Her küstaha sözümü ispat etmek için pantolonumu indirip ameliyat yerini mi göstereyim?” diye eseflenir.

İŞİNİ YAPMAYAN MASA BAŞI MEMURLARI

Günlük yaşamımızda hep karşılaştığımız bu tipler; hayatın içinden olan İran sinemasında tabi ki yerini bulacak, resmedilecektir. Ghesse-ha filmindeki işini yapmayan memur, okey oynamak ile değil de; hem eşini hem de metresini idare etmekle meşgul olan bir puşttur.

ÇIKMAZ İÇİNDE KALAN ZENGİN ÇOCUKLARI

Metro yolculuğu sahnesinde karşımıza çıkan iki genç; zengin bir babanın şımarık çocuklarıdır. Hayatlarında verdikleri yanlış kararlar (yanlış eş seçimi veya işyeri batırmaları) yüzünden sorun yaşayan abla ve kardeş; babalarının neden kendi arkalarında durmadığını sorgularlar ve çareyi kaçırılma numarası yaparak babalarından fidye almakta bulurlar.

CEPHEDE GÖREV YAPMIŞ GAZİ BİR DOKTOR

Sonraki sahnede karşımıza bir doktor çıkıyor. Hem savaş hem de barış zamanında kendini insanların hizmetine adamış bir doktor. Mukaddes savunma savaşında kolunu kaybeden Dr. Debiri, şimdi de gönüllü olarak bir rehabilitasyon merkezinde, madde bağımlısı kızlara ruhsal tedavi vermektedir.

MADDE BAĞIMLISI EŞİNDEN SÜREKLİ ŞİDDET GÖREN CEFAKÂR KADIN

Nergis, uyuşturucu bağımlısı kocasından sürekli şiddet gören bir kadındır. Son olarak kocası, yüzüne kaynar su atmış ve onu hastanelik etmiştir. Hapse atılmaması için kocasını şikayet etmez ve tüp patlamasında yüzünün yandığını söyler polise. Kocasına da bunu yaptığı takdirde bir rehabilitasyon merkezine gidip tedavi görmesini şart koşar.

FABRİKADAN ÇIKARILAN VE MAAŞI VERİLMEYEN İŞÇİLER

Gerek İslami İran’a uygulanan uluslararası yaptırımlarla beraber gelen ekonomik sıkıntı, gerekse yanlış yönetim ve el değiştirmenin sonucunda, bir fabrika çoğu işçiye artık istihdam sağlayamamaktadır. Fabrikanın yeni sahipleri de çıkarılan işçilere tazminat ve eski maaşlarını ödemeyince işçiler protesto için fabrika önüne gider ancak fabrikanın güvenlik görevlileri ile sorun yaşarlar. İşçilerin tek istedikleri medyanın kendi sorunlarını duyurması ve yetkililerin olaya el atmasıdır.

ESKİ KOCADAN GELEN MEKTUP

Nober Kurdani Hanım, daha önce muta nikahı ile evlilik yaşamış bir kadındır. Kocası Haci Bey sekte geçirince, sağlık sorunlarını bahane eden üvey kızları, babalarını yurt dışına göndermiş ve nikahın tazelenmesine vaya daimiye çevrilmesine mani olmuşlardır. Sonraları Rıza Bey, kendisine talip olur ve evlenir. 10 yıllık cefalı ama vefalı ve mutlu evlilik, çoluk-çocuk ile de süslenmiştir lakin tüm bu düzenleri eski kocadan gelen mektup ile bir anlığına değişir.

ÇARESİZ KIZLARA YARDIMA KOŞAN BİR KADIN

Sara Hanım, uyuşturucu bağımlıları, aids hastalıkları ve diğer sorunlarla karşı karşıya gelen genç kızların yardımına koşup rehabilitasyon merkezinde gönüllü olarak çalışmaktadır.

GERÇEĞİ BİLEN BİR AŞIK

Hamit Bey, mühendislik okurken üniversiteden atılmış bir gençtir. Şimdi ise çocuklara özel ders veren bir öğretmen ve aynı zamanda rehabilitasyon merkezi için çalışan bir servis şoförüdür. Sara Hanım’a aşık olan Hamit Bey, ona bir durup etrafına (ve kendisine) bakmasını söyler. Çünkü, onun insanlara yardım için koşuşurken kendisi ve hayatı ile ilgilenmediğini düşünür. Sevgisini belli eden Hamit Bey reddedilir. Ancak reddedilişinin sebebi kendisi değildir. Sara Hanım, AIDS hastası olduğu için Hamit Bey ile evlilik ve mutlu bir gelecek hayali kuramaz. İşin ilginç tarafı, Sara Hanım hastalığını kimseye söylemese de Hamit Bey bunu bilmekte ve yine de sevgisinden vazgeçmemektedir.

AZİM VE KARARLI BİR YÖNETMEN

Tales (2014) filminin (metro sahnesi hariç) her sahnesinde karşımıza çıkan belgesel yönetmeni; kamerasını halkın sorunlarına çevirmektedir. Bu bağlamda bazı sorunlar ile karşılaşsa da film çekimini bırakmayacağını söyler. Çünkü, ne de olsa çekilen filmler çekmecede saklı kalmayacak, muhakkak birileri tarafından bir yerlerde izlenecektir.

SONUÇ OLARAK…

Masallar (2014) kamerasını halkların ortak sorunlarına yönelten, geçim sıkıntısı, işsizlik, torpil, uyuşturucu bağımlılığı gibi… türlü türlü sorunlara el atan harika bir dram filmi.

Film rehabilitasyon merkezi etrafında döndüğü için uyuşturucu bağımlılığı üzerinde biraz fazlaca durulmuş ve durumlar abartılı-aşırı olmuş ancak yine de sahne arası geçişler ile toplumun karşılaştığı çoğu diğer sorun da dile getirilmiştir ki böylece inşallah İran’daki İslami yönetim bu sorunların çözümünde daha etkili yöntemler arayışına geçsin ve bulabilsin.

KÜÇÜK BİR NOT:

“İran’daki İslam Cumhuriyeti yönetimi sinemacılara baskı yapıyor, film çekiminde sansür uyguluyor” diye iddiada bulunanlara cevap niteliğinde güzel bir filmdir, Masallar (2014).

Sinemada özgürlüğe sahip oldunduğu söylenen ülkemizde, bu filmin gösterdiği sorunların onda biri bir sinema filminde gösterilebilir mi? Hiç sanmıyorum.

BİR ANNE ŞEFKATİ: MİM MESLE MADAR

Bir anne şefkatini anlatmak için hangi kelimeleri yan yana getireceğini bile şaşırıyor insan. Acaba yanlış bir söz sarf eder miyim diye kılı kırk yarıyor. Tüm buhranların içerisinde açan bir kardelen çiçeği anne. Destanların, şiirlerin, hikayelerin asıl kahramanları…

Sinema sanatında da yeri ayrı annenin…Her yönetmen, o olağanüstü duyguları bünyesinde barındıran bu mucizeyi kendi penceresinden ele almış ve beyaz perdeye aktarmış. Ben de günün önemine ilişkin olarak, ‘anne’ temalı, çölde kum tanesi sayılacak eserlerden birine dikkatlerinizi çekmek istedim. Yönetmenliğini Rasul Mollaguli’nin yaptığı 2006 yapımı bir dram filmi Mim Mesle Madar…Türkçesi ‘Anne Gibi…’

Gülşifte Farahani, Hüseyin Yari ve Cemşit Haşimpur’un gerçekten kayda değer bir performans sergilediği filmin konusuna değinelim. Sepide başarılı bir keman virtüözüdür. Eşi Süheyl de ülkenin önemli diplomatlarından biri. İkili arasında tutkulu bir aşk vardır. Sepide’nin hamile olması, çiftin mutluluğun katbekat artırır. Çift, bebeklerinin cinsiyetini öğrenmek için doktora gittiklerinde hayatlarının akışını etkileyecek gerçeği öğrenir. İran-Irak savaşında sağlık görevlisi olarak çalışan Sepide, bu esnada kimyasal gaza maruz kalmıştır. Bu durum da çocuğunun sakat doğma riskini artırmıştır. Eşi Süheyl, bu durumdan hoşlanmaz. Çocuktan kurtulmanın yollarını arar. Ama Sepide bunu kabul etmeyecektir. Oğlu Said’in doğması ile de zaten eşini çoktan terk etmiştir. Artık, Sepide ile oğlu Said’i zor günler beklemektedir. Sepide, oğlunun sağlığı için tüm fedakarlığını ortaya koyarken, diğer yandan da onun hayata tutunması için olağanüstü bir çabanın içerisine girer. Burada da anahtar olarak müziği kullanır. Sepide, engelli çocuklardan kurulu bir orkestra kuracaktır. Ancak, bir yandan Süheyl’e duyduğu özlem, çocuğunun da babasına biriktirdiği hasret, işi zorlaştıracaktır. Yoğun bir duygu seli yaşatacak olan film, annenin evladı için gösterebileceği fedakarlıklar, oldukça etkileyici bir biçimde ele alınmış. Filmin müzikleri, duygusallığın zirve yapmasına en büyük katkıyı sunuyor diyebilirim. Her nota adeta bir gözyaşı gibi akıyor piyanonun tuşlarından, kemanın tellerinden…Sizi filmin o can alıcı müziğiyle baş başa bırakıyorum…

İlkay Göçmen, Kolektif Sanat

Sevginin Aşamayacağı Engel Yoktur

Engel, zihinde ya da bedende değildir, kalplerdedir… Sevgi Zamanı, engelleri aşabilmenin yalnızca sevgiyle mümkün olabileceğini anlatıyor. Başlangıçta ailesi tarafından istenmeyen ve yük olarak görülen Babek’in, tüm dışlanmalara rağmen ailesini sevmekten hiç vazgeçmeyerek neler başarabileceğini gösteren, harika bir film.

Babek 8 yaşında ve engelli bir çocuktur. Yaşları yakın olan erkek kardeşi Afşin, Babek’i dışlamakta ve ondan utanmaktadır. Her fırsatta kardeşine şiddet uygulayan Afşin, kendisiyle dalga geçilmemesi için Babek’i kendi arkadaş ve okul ortamından uzak tutmaktadır. Babek’in annesi Peri, onu en karşılıksız ve saf sevgiyle seven kişidir. Babası, Babek nedeniyle sürekli izin aldığı için işten atılmıştır. Bir gün, iki kardeş arasındaki kavgalara daha fazla dayanamaz ve çareyi Babek’i özel bir bakım evine yatırmakta bulur. Peri buna müsaade etmez ancak Muhsin kafasına koymuştur. Peri’ye söylemeden Babek’i bakım evinin bahçesine bırakır ve eve döner. Peri bu durumu öğrendiğinde evlilikleri yıkılma noktasına gelir. Peri, her şeye rağmen oğlunu orada bırakmaz ve onu alır. O günden sonra her şey yavaş yavaş değişecektir…

Bakım evine bırakıldıktan sonra Babek, aile bireyleri dışında kimseye görünmeme konusunda çok daha hassastır. Herhangi birinin onu görmesi durumunda evden kovulacağını düşündüğü için eve birileri geldiğinde daima odasında kalmaktadır. Afşin’in doğum günü sebebiyle tüm arkadaşları evde toplandığı bir günde Babek ve Mecit’in şefkat dolu arkadaşlığı başlar. Çocukların saklambaç oynadığı sırada Afşin’in sınıf arkadaşı Mecit’in yanlışlıkla Babek’in odasına girmesiyle Babek ile Mecit karşılaşırlar ve aralarında önce arkadaşlık sonra sevgi bağı oluşur. Mecit, Babek’in neden bir odada tutulduğuna anlam verememektedir. Onu da diğer çocuklardan ayırmayan Mecit, Babek’e yazı yazmayı, okumayı, matematiği ve sayıları gizli gizli öğretmeye başlar. Bu gizli dostluk, Babek için dış dünyanın kapılarını aralamak üzeredir.

Mecit, Babek’i okul görmesi için gizlice okula getirir. Afşin’in sınıfına giren Babek’le tüm sınıf dalga geçer. Ancak öğretmen bu durumdan çok etkilenir ve Babek için bir şeyler yapması gerektiğini anlar. Ailenin evlerine gider ve onlarla konuşur. Her iki kardeşle de birebir ilgileneceğini fakat Babek’i bir odaya hapsetmemeleri gerektiğini söyler. Baba Muhsin başta bu işe karşı çıkar fakat sonra kabul eder. Öğretmen her iki kardeşle de eşit şekilde ilgilenmekte ve derslerine yardım etmektedir. Ancak Babek hâlâ okula gitmiyordur. Kardeşiyle olan çatışmaları da henüz son bulmamıştır. Kardeşi her fırsatta Babek’i aşağılamaya, itip kakmaya devam ediyordur.

Zaman geçer ve Babek derslerinde çok büyük ilerleme kaydeder. Onun bu başarısı en çok annesini gururlandırmaktadır. Bir gün Babek matematik dersinde Afşin’e yardım etmeyi teklif eder. Bu günden sonra Muhsin ve Peri, Babek’i de okula yazdırmaya karar verirler. Babek, okuldaki sınavları başarıyla verir ve kayıt olma hakkı kazanır. Afşin henüz buna hazır değildir, evde problemler devam etmektedir. Bir gün sokaktaki çocuklar Afşin’i döverken onu kurtarmaya Babek gelir. Afşin, o gün kardeşinin onu ne kadar karşılıksız sevdiğini anlar. Mevsimler geçer ve gerçek sevginin gücüyle iki kardeş birlikte okula gidip gelmeye başlarlar.

Sevgi Zamanı, engelleri aşmanın ancak sevgiyle mümkün olabileceğini gösterirken, aynı zamanda engelli bireyleri dışlamanın eğer aileden başlarsa çok daha kötü sonuçlar doğurabileceğini gözler önüne seriyor. Toplum baskısıyla, kendi kanından utanan anne babalar ve hatta kardeşler, engelleri aşılmaz hale getirebiliyor. Eğer ailede kabullenme ve engelli bireye saygı oluşursa, toplumun o bireyi kabullenmesi de o kadar kolay oluyor. Fırsat verildiğinde engel diye bir şeyin olmayacağını gözler önüne seren bu duygu dolu filmi severek izleyeceksiniz.

Zeynep Ece

 

Gerçeğin Gölgesinde: Nahid

İranlı yönetmen Ida Penahande’nin ilk uzun metrajlı sinema filmi Nahid, 2015 Cannes Film Festivali Belirli Bir Bakış Gelecek Vaat Eden Film Özel Ödülü kategorisinde yarıştı ve festivalden Avenir ödülüyle döndü. Filmin oyuncu kadrosunda; Asgar Farhadi’nin Bir Ayrılık (2011) filminde tanıdığımız Sareh Bayat yer alırken Pejman Bazeghi, Navid Mohammad Zadeh, Milad Hossein Pour, Pouria Rahimi de Sareh Bayat’a eşlik eden diğer önemli isimler.

2015 yapımı olan Nahid, tek başına bir kadının çocuğunu büyütme mücadelesini ve bu eksende toplumsal baskının ve ahlaki değerlerin söz konusu olduğu filmde Nahid’in bir anne ve bir kadın olarak derin bir mücadelesini, vicdanını, seçim yapmak zorunda kaldığını anlatıyor.

Eşinden genç yaşta boşanmış olan Nahid, 10 yaşındaki oğluyla birlikte Kuzey İran’da Hazar Denizi kıyısında küçük bir kasabada yaşamaktadır. Çocuğun velayeti İslami İran’daki yasalara göre babaya verilir. Fakat baba, Nahid’in tekrar evlenmemesi koşuluyla çocuğun velayetini anneye vermeyi kabul eder. Nahid’in hayatı kendisi ile evlenmek isteyen başka bir adamla tanışınca değişir. Bu yeni ilişki Nahid’i anne ve kadınlık arasında sıkıştırır. Oğluyla sevdiği adam arasında bir tercih yapmak zorunda kalan Nahid, kendisini bir çıkmaza sürükler.

Nahid; eski kocası, abisi, oğlu ve sevdiği adam arasında kalmış, kıskacın içinde hep bir yetme ve yetişebilme derdinde. Sevdiği adamın yanında iken oğlunu, oğlunun yanında iken sevdiği adamı özlüyor. Orta Doğu’daki kadın sorunu işleyen bu film kadın – erkek ilişkisini gayet başarılı bir şekilde ele alırken, Nahid’in annelik mi? kadınlık mı? duygusu altında, seçime zorlandıran baskıyı ve ahlaki değerleri çok iyi anlatmıştır. Boşanmış bir kadının sorunlarına odaklanan, geçici evlilikleri (muta) sorgulayan, kadınların hayatlarını ve sorunlarını bize yansıtan, bizi gerçeklerle yüzleştiren bir film, Nahid. Bunların yanı sıra Nahid’in çocuğun da etkisi altında kaldığı görülüyor. Yıkılmış bir aile ve tekrar evlenmek isteyen Nahid’in bunu oğluna nasıl açıklayacağı konusunda bir çekingenliği vardır. Oğlunun vereceği tepkiden korkuyordur. Demek – dememek arasında bir tereddütte kalmıştır. Ailevi sorunlar ve baskı çocuğa yansımış ve okula gitmek istememiştir. Fakat Nahid’in ailesi destek çıksaydı bu durum hiç yaşanmamış da olabilirdi.

Filmde anlatıldığı gibi birçok ülkede bu sorun vardır. Halbuki bir kadın boşanmış olsa da; anne de olabilir, aşıkta olabilir, tekrar evlenebilir de… Neden hep kadınlar bir şiddetin, baskının eşiğinde ya da içinde! Küçük bir kasabada yaşamış olması insanların dedikodu yapması, toplumsal baskı, kadının üstünde statü kurulması. Sen sadece bir annesin ve annelik vazifesini yap demek gibi sığ düşünceler vardır. Bir nevi kadın, annelik ve annelik yapmak gibi kavramların altında yok ediliyor. Bir baskı görmediğini hisseden tüm kadın aslında her şeyi yapabilir.

Her birey özgürdür! Kültürel anlamda bir değişim söz konusu olması gerek. Geleneksel toplumlarda kadının pek bir önemi yoktur. Onların en önemli görevi anne olmak, çocuğuna bakmak, ev işi yapmaktır. Bu düşünceden ne zaman koparsak o zaman gelişme kat etmiş oluruz. Gün geçtikçe bazı filmler, gözümüze bu gerçekleri bu yaşantıları çarpar ve bizler etkisinde kalırız. Farkındalık her zaman için öncüdür. Toplumun kıskacından kurtulmak için bir şeyler yapmak zorundayız. Bize yapılan baskıya baş eğmemeliyiz. Aksini dik bir şekilde karşılık vermeliyiz.

Gül Çelik, 5Haber

İnsan İle İnsani Arası: Bir Ayrılık

İran sineması zor şartlarda kendini var edebilmiş sinemadır. İranlı yönetmenler gerek kendi ülke sınırları içinde ve gerek ülke dışında çektikleri filmlerde kendi kültürlerini yansıtmayı asla bırakmamışlardır. Köklere bu denli bağlılık sinemalarına muazzam bir lezzet vermiş ve İran sinemasını dünya çapındaki film festivallerinde ön sıralara taşımıştır.

İran sinemasının son yıllarda dünyaya bakan yüzü Asgar Ferhadi 2011 yılında gösterime girmesiyle tüm sinema dünyasında büyük bir etki yaratan filmi Bir Ayrılık ile Oscar ödülünü kazanan ilk İranlı yönetmen olmuştur. Böylece İran sineması aleyhindeki önyargılı turum bir kez daha yıkılmıştır.

Ferhadi “Bir Ayrılık” filminde boşanmanın eşiğinde olan orta sınıf bir çiftin birbirlerine ve en sonunda da kendilerine yabancılaşmasını kompoze eder. Yönetmen İranlı orta sınıf bir ailenin minimal hikayesi ve problemleri üzerinden evrensel problemlere temas eder. Bir yanda Alzheimer hastası bir baba ve bir yanda da eğitimine devam eden kızları ve de birbirlerinden kopmak istemeyen ama kopmak zorunda olan karı koca… Asgar Ferhadi klasik aile hikayelerini alışık olunmayan bir dille ele alır. Bu ele alış biçimi onun sinema dilinin yansımasıdır. Filmlerinde bireylerin yaşamlarına dair aldıkları kararları ve bu kararlar sorası gelişen olayları realist bir dille işler. Toplumda erkek olmak, kadın olmak, çocuk olmak, etkin ve pasif birey olmak konusunda oluşturduğu dünyalar, izleyici üzerinde soğuk duş etkisi yaratır.

Bir Ayrılık filminde aile üyeleri tartışmalarını birbirleri ile konuşarak gerçekleştirir. Kadının da söz hakkı erkek ile eşittir. Çocuk figürünün aile içindeki önemi ve söz hakkı ise şaşırtıcı derecede kuvvetlidir. Tüm bunların yanında anne figürü çekirdek aileyi bir arada tutmaya çalışırken baba figürü ise kültürel bir miras olan geniş aileyi önemsemektedir ve bu yüzden de hasta babasını bırakıp başka bir yere gitmek istemezken anne ise çocuğu ve kocası ile daha iyi bir gelecek için bulundukları yerden ayrılmak istemektedir. Genel geçer bir durum olarak İran’da göç; savaş, yaptırımlar ve toplumsal buhranlar neticesinde gerçekleşirken Bir Ayrılık filminde tamamen daha iyi bir hayat ve eğitim imkanları doğrultusunda yapılmak isteniyor.

Asgar Ferhadi’nin “Bir Ayrılık” filmi konusu ve işleyişi ile izleyiciyi çaresiz bırakan bir film. Ferhadi filmde yaşanan olayları ve karakterleri tamamen izleyicinin inisiyatifine bırakır. Filmde kimin haklı ya da haksız olduğunu, hangi olayın iyi ya da kötü olduğu ve sonuçlarının beraberinde getirdiği şeylerin kıstasını izleyicinin vicdanına bırakır. Bu durum izleyiciyi hem filme daha çok bağlar hem de düşünmeye iter. Böylece sinema esas görevlerinden birini yerine getirmiş olur.

Yönetmenin oyuncu yönetimi, müzik kullanımı, diyaloglar… filmin anlatım dilini kuvvetlendirirken alt metnindeki öğretici mesajları ile farklı ama tanıdık bir film bir ayrılık

Süleyman Yakupoğlu, 5Haber

Cennetin Rengi

Cennetin Rengi, görme engelli bir çocuğun, Muhammed’in sadece dokunma ve duyma hislerini kullanarak dünyayı ve çevresini anlama çabasını konu edinmektedir. Muhammed’in annesi hayatta değildir. Babası ve iki kız kardeşi ve birde çok sevdiği babaannesi şehre uzak bir köyde yaşamaktadırlar. Muhammed şehirde okula devam etmektedir. Fakat yaz dönemi geldiği için okul kapanır ve Muhammed köye babasının yanına dönmek durumunda kalır.

Babası yeni bir eş adayı ile evlenmeyi düşünmektedir fakat görme engelli Muhammed’in bu evlilikte sorun olacağını düşünür ve onu köye getirmek istemez. Dram türündeki İran yapımı bu film baba -evlat ilişkilerini, görme engelli bir çocuğun hayatın anlamını, Allah’ı anlama çabasının yoğun duygular içinde işlemektedir.

Hayatı kapalı gözler ile yakalamaya ve ona dokunmaya çalışan bir çocuğun hikayesinde, insana dair çok şey var. Sosyal Hizmet gönüllülerinin bu filmden keyif almanın dışında da çok şey elde edeceği kanaatindeyim.

Sosyal Çalışma

CENNETİN RENGİ’Nİ GÖRMEK

Biliyorum hiç belli olmayacak. Ancak yazarken en çok duygulandığım yazı bu olacak… 1999 yapımı “Cennetin Rengi” filminden bahsetmek istiyorum. Bu filmdeki duygular öyle gerçekçi ki… Bir film insanı bu kadar etkileyebilir. Yazarken bile filmin bazı sahnelerini düşündükçe içim parçalanıyor. Yönetmen, muhtemelen bu çarpıcı etkiyi yaratmak istemiş ve çok güzel başarmış…

Cennetin Rengi, görme engelli bir çocuk olan Muhammed’in hikayesini anlatıyor. Tahran’daki körler okulunda yatılı eğitim gören Muhammed, yaz tatili için ailesinin yanına gelir. Babaannesi ve iki kız kardeşi onu sabırsızlıkla beklerken; babası onu almaya bile geç gelmiştir. Annesi öldüğü için, babası yeniden evlenecektir. Ancak Muhammed kör olduğu için, onu bu evliliğe engel olarak görür ve ondan kurtulmayı ister….

Görme engelli bir çocuğun dünyası bu kadar güzel anlatılır. Muhammed’i canlandıran çocuk oyuncu Muhsin Ramazani de görme engelli… Yani rol yapmıyor, kendini oynuyor. Öyle güzel oynuyor ki… Bazı sahneleri gerçek hayatında da yaşadığını anlıyorsunuz. Bunu bilmek sanki insanı çok daha derinden etkiliyor. Hani bir an, “Film icabı, rol icabı işte…” dersiniz ya… İşte burada diyemiyorsunuz!

Muhammed ve babaannesi Aziz’in sevgileri görülmeye değer… Her sahnesi akıllarda kalacak kadar etkili… Babaannesi ona okumasını öğütlerken “…Senin durumunda meslek sahibi olmuş pek çok insan var. Tek engel cehalettir…” diyor. Yaşlı, eğitim almamış, köylü bir kadının ferasetine hayran kalıp “İnsan olmak başka bir şey…” diyorsunuz.

Bir sahnede Muhammed, elinden tutan babaannesine “Senin ellerin bembeyaz, aziz…” diyor. Babaannesi “Ne beyazı, iş yapmaktan nasırlaşmış, kırışık kuru bir el işte…” diye cevaplıyor. Muhammed bunun üzerine “Sen çok iyi birisin. Senin ellerin bembeyaz…” diye karşılık veriyor. Anlıyoruz ki Muhammed’e göre iyiliğin ve iyilerin rengi beyaz!

Filmde öyle dokunaklı sahneleri var ki… Hele Muhammed’in ağladığı sahne insanın içini koparıyor. Yanında kaldığı marangoz ustasına “Kimse beni sevmiyormuş. Ben ona ağlıyorum. Ama sebebini biliyorum. Beni kör olduğum için istemiyorlar. Öğretmenimiz Allah’ın körleri sevdiğini söyler. Ben de bir keresinde “Madem seviyor neden bizi kör etti? Neden kendisini görmemize izin vermedi? diye sormuştum. Öğretmen de Allah’ın görünmez olduğunu söylemişti. Ama O’nu her an her yerde hissedebilirmişiz. Ellerimizi uzatırsak O’na ulaşabileceğimizi söylemişti. O günden beri her yerde Allah’ı arıyorum. Ellerimi uzatıp O’na ulaşmayı bekliyorum.” dediği sahne için bile seyredilir.

Cennetin Rengi‘nin sade, duygu yüklü, sürükleyici ve etkileyici bir anlatımı var. Yönetmen Mecid Mecidi çok başarılı… Senaryo da kendisine ait… Filmde oyunculuk, müzik, görsellik hepsi mükemmel… Yer yer belgesel tadında görüntüler var. Aldığı ödülleri fazlasıyla hak ediyor. İran sinemasını takdir etmemek mümkün değil… Onlar bu işi biliyorlar.

Cennetin Rengi‘ni görmediyseniz mutlaka seyredin. Film, gören görmeyen herkese bir şeyler söylüyor. Bu filmi seyrederken bir kez daha anladım ki, engelliyi engeli değil; engeli nedeniyle istenmemek, işe yaramaz görülmek ve sevilmemek üzüyor… Muhammed engeli ile barışık, sevgi dolu bir çocuk. Onu üzen ve zorlayan engeli değil. İstenmemesi ve sevgiden mahrum kalışı…

Aliye YÜCEL

Cennetin Rengi

Yeni yılda  izlediğim bir film hakkında yazarak devam etmek istiyorum. Filmin adı “Cennetin Rengi” orijinal adı ile “Rang a Khoda (Reng-i Hüdâ)” yani “Tanrının Rengi”. Film endüstrisi ve reklam sisteminin gücü bir arada düşünülürse batı kültürünün üretmiş olduğu filmlerin kalitesi yadsınamaz bir gerçektir. Gene de profesyonellik ve kapitalizm kendi antitezini doğurarak bağımsız sinemanın kapılarının aralanmasını sağlamıştır. Güney Kore, Hindistan ve İran gibi ülkelerden yönetmenlerin ortaya koyduğu olağanüstü filmler bağımsız sinemanın oldukça güçlü örneklerini sergiliyor.

1999 yılında İranlı ünlü Yönetmen Mecid Mecidi’nin senaryosunu yazıp yönettiği Cennetin Rengi izlemeye başladığınız andan itibaren izleyiciyi sessiz bir bilgelikle kendisine çekiyor. Film Muhammed Ramazani isminde görme engelli bir çocuğun eğitim gördüğü Tahran Görme Engelliler Okulunun yaz tatiline girmesi ile başlıyor. Yönetmen filmin ilk  beşinci dakikasında görme engelli Muhammed’e yuvasından düşen yavru kuşu el yordamı ile buldurur ve ağaca tırmandırarak çığlıklar atan anne kuşun yanına bıraktırır. İzleyenler dünyanın en masum ve savunmasız kahramanını işte bu ilk beş dakikada baş tacı eder. Filmin geri kalanı artık kıyamet kopmadıkça izlenecek ve akılda kalan bütün soru işaretleri tek bir el hareketi ile ötelenecektir. Bu küçük kahramanlığın öncesinde Muhammed; okul bahçesinde saatlerce babasının gelmesini beklemiştir. Diğer öğrencilerin aileleri gelmiş ve yaz tatilini geçirmek üzere İran’ın çeşitli şehirlerine gitmişlerdir. Baba geçte olsa gelir ve evlerine gitmek üzere okuldan ayrılırlar.

Küçük Muhammedin ailesi İran’ın yemyeşil bir dağ köyünde yaşamaktadır. Annesi bir kaç yıl önce ölen Muhammedin Babası, iki kızı ve yaşlı annesiyle birlikte sade bir hayat sürmektedir. Baba komşu köyden genç bir kadınla evlenmek ister ve görme engelli oğlunun yeni evliliğinde uğursuzluk getireceğine inanmaktadır. Bir yandan evini yenilerken bir yandan da oğlundan kurtulmanın yollarını aramaktadır. İran dağlarının eşsiz tabii güzelliği içerisinde zaman geçip giderken olaylar hiç kimsenin istediği gibi gelişmeyecek ve dramatik bir hal alacaktır.

Gerçek hayatta da görme engelli olan Muhsin Ramazani oynamış yada yaşamış olduğu rol ile izleyenin düşünce dünyasını doyuracak kadar başarılıdır. Gözleriyle görememesi tabiata ve Tanrı ya olan merakını artırır ve herşeye dokunarak hissetmeye, anlamaya çalışır. Küçük Muhammed, kendi gibi küçük ellerini hissetmek için her uzattığında, dokunduğu sadece bir nesne değil sizin de kalbinizdir. Gönlünüzün derinliğinde kullanılmamaktan toz tutmuş olan karşıdakini anlama ve hissetme duyularınız harekete geçer ve kendinizi mutlu hissettirir. Acıma duygusu değildir hissettikleriniz, endişe etmeyin. Sadece uzun zamandır kimseye karşı kullanmadığınız karşıdakini anlama ve hissetme duyularınızın contaları gevşemiş su sızdırmaya başlamıştır.

Sinema izleyicinin nabzını tutan uluslararası Imdb sitesindeki oy oranı 10 üzerinden 8,2 yıldız alan film, kült filmler arasında olduğunu göstermiştir. Film Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’da gişe rekorları kırarak Oscar Ödülüne aday gösterilen ilk İran filmi olmuştur. Kanada Montreal Film Festivalinde Filmin Yönetmeni Mecid Mecidi Büyük Ödüle layık görülmüştür. Mecid Mecidi İran Sinemasını küresel film endüstrisinin gündeminde tutmaya devam edeceğe benziyor. İzlemiş olduğum bu ikinci film ile İran Sinemasını daha yakından takip etmem gerektiğini inanıyorum. Cennetin Rengini izledikten sonra yaptığım küçük bir araştırma sonucu Çok sevdiğim İranlı Müzisyen Muhsin Namcu’nun bu filme bir şarkı bestelediğini de öğrendim. Ben şarkıyı keyifle dinlerken filmi izleyecek olanlara da iyi seyirler diliyorum.

Serdar ÖZCAN, Okur ve Gezer