Abbas Kiarostami ve Köker Üçlemesi!

Çocukların en yalın hali, hayatın ta kendisi, ölüm ve yaşam, çaresizlik ve umut… İran sinemasının önemli yönetmenlerinden Abbas Kiarostami’nin Köker Üçlemesi’nde… (Arkadaşımın Evi Nerede, Ve Yaşam Sürüyor, Zeytin Ağaçları Altında)

İran devriminden sonra filmlerin yasaklanması ve yoğun sansüre maruz kalması elbette Kiarostami’yi de etkilemiş fakat o bu yasakların çemberinde kamerasına aldığı hayatlardan hep bir umut çıkarmasını becerebilen nadide yönetmenlerden biridir.

1990 yılında İran’da meydana gelen 7.4 şiddetindeki depremde binlerce kişi hayatını kaybetti ve birçok yerleşim yeri yerle bir oldu.

Üçleme, Köker Köyü’nde deprem sonraki hayatı resmediyor.

ARKADAŞIMIN EVİ NEREDE? (1987)

Köker Üçlemesinin ilki olan ve başrolünde Ahmed Ahmed Poor’un yer aldığı film, sınıfa giren öğretmenin, öğrencileri hizaya (!) çekmeye çalışması ile başlıyor.

Ödevleri kontrol etmeye başlayan öğretmen, Ahmed’in sıra arkadaşı olan Muhammed Rıza Nimetzade’nin ödevini deftere değil de kâğıda yazdığını görünce, öğrencilerin gözü önünde ödev kâğıdını yırtarak çocuğun ağlamasına neden olur. O anlarda kamera özellikle Ahmed’in gözlerine odaklanır.

Ödevini yapmış, sorumluluğunu yerine getirmiş bile olsa öğretmenin kuralı çiğnenmiş ve bu kendisini çok kızdırmıştır. Burada Muhammed Rıza’yı cezalandıran öğretmeni, toplum otoritesinin temsili olarak görürüz.

Öğretmenin kuralları ve disiplin bir çocuğun duygularından, emeğinden uğraşından ve göz ardı edilen hayat şartlarından daha önemlidir çünkü (!)

Öğretmen, Muhammed Rıza’yı bir daha deftersiz gelmesi halinde sınıftan atmakla tehdit eder; sınıfa geç gelenleri de sert bir dille uyarır.

Toplumsal otoritenin aileden başlayıp, okulda devam ettiğini özellikle bu filminde çok iyi resmetmiştir yönetmen…

Eve gelip ödevlerini yapmaya başlayınca Muhammed’in defterini yanlışlıkla aldığını gören Ahmed, defterini arkadaşına götürmek için annesinden izin ister. Fakat annesi “eğer okuldan atılırsa bunu hak etmiştir” der ve Ahmed’i sık sık babası yoluyla korkutmaya çalışır.

Ahmed, annesine ısrarla ve sakin bir şekilde derdini defalarca anlatmaya çalışsa da annesinden olumlu yanıt alamaz.

Ahmed’in aklında tek şey vardır… Arkadaşına defteri teslim etmek ve onu cezadan kurtarmak…

Gizlice defteri kaptığı gibi arkadaşının oturduğu Posteh’e doğru koşmaya başlar. Fakat Posteh büyük bir yer olduğu için Ahmed bir türlü arkadaşının evini bulamaz.

Film tam anlamıyla bir çocuğun, belki bir yetişkinin bile sahip olamadığı vicdan, sorumluluk, bağlılık kavramlarına ne kadar iyi tutunmuş olduğunu, bunları nasıl içselleştirdiğini anlatır.

Kiarostami filmin en başında, koşarken yere düşen Muhammed’i yerden kaldıran, dizlerine bulaşan çamuru suyla temizleyen Ahmed’in temiz dünyasına yavaş yavaş girmemize olanak sağlar.

Otorite ve başkaldırıyı karşı karşıya getiren yönetmen, bu savaşı bir çocuk yüreğiyle verir ve izleyiciyi vicdanı ile acımasızca baş başa bırakır.

Okulda öğretmen, evde anne-baba, sokakta ise dede, disiplini, kuralları ve metacı yaklaşımı temsil eder.

Ahmed ise duyarlılığı, saflığı, ahlakı ve vicdanı…

Seyirci “Ahmed arkadaşını bulacak mı?” sorusuyla gerilim yaşarken, o kendi çözümünü üretmiştir bile.

Usta yönetmen filmin sonunda Ahmed’in ışıl ışıl parlayan gözleriyle izleyiciye umudu hediye eder.

VE YAŞAM SÜRÜYOR (1992)

Bu filmle ilk defa sabit kamera tekniğini kullanan yönetmen, bir baba ve oğlunun deprem sonrası Köker’e ulaşmak için çıktıkları yolculuğu anlatır.

Kiarostami sık sık yaptığı gibi bu filmde de hayatı hemen hemen arabanın içinden izletir seyirciye.

Kader-yazgı olgularının da en bariz nüfus ettiği (sorgulandığı) bu filmde deprem sonrası hayatın ne şekilde devam ettiği ve depremin nedenselliğinin bölge halkı tarafından nasıl algılandığı işlenir.

İnsanlar yaşadıkları felaketin nedenini sorgular… Depremi ya ceza olarak görür ya da aç bir kurda benzetirler…

“Hiç bu kadar acı ve üzüntü görmemiştim. Bu sanki bir ceza gibi… Köylerimiz bunu hak etmek için ne yaptı bilmiyorum.”

“Bütün bu olanlar sanki aç bir kurdun işi… Yoluna çıkan insanlara saldırıyor ve hırsla yalayıp yutuyor. Çıkmayanları bırakıyor ki yaşasınlar. Hayır, bu tanrının işi değil. Onun kullarına ihtiyacı var…

… Hayatta kalmaya çalışmak bir sanattır”

Binlerce kişinin hayatını kaybettiği felaketin ardından enkazdan çıkardıkları eşyalarla hayatta kalmaya çalışanlar, Kiarostami’nin en gerçekçi sunumu ile gelir karşımıza.

Kökerliler’in yerle bir olmuş evlerin arasında hala hayata sıkı sıkı tutunmaya çalıştığını izlerken bunun bir tık daha ötesini de sunar bize yönetmen.

Yaşam sürüyordur… Depremin ertesi günü evlenecek kadar ve o kadar felaketten sonra halkın Brezilya-İskoçya maçına kilitlenecek kadar…

Çünkü dünya kupası 4 yılda bir, deprem ise 40 yılda bir oluyordur.

Sinekler hayat kurtarır mı dersiniz?

ZEYTİN AĞAÇLARI ALTINDA (1994)

Film yine Köker’de geçiyor. Yönetmenin üçlemedeki diğer filmlerini izlemeden bu filmini anlamak biraz zordur.

‘Ve Yaşam Sürüyor’un çekim sürecini anlatırken, bu bağlamda sevgisinin karşılığını alamayan ve yönetmenin kendisine yardım etmeye çalıştığı bir gencin duygularına değinilir.

Burada zeytin metaforunu, yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgiyi temsil etmesi olarak da okuyabiliriz.

Diğerlerinde olduğu gibi bu filmde de kıvrılan yolları, yolların kenarlarındaki ağaçları, toprağın ölüm ve yaşamla bağlantısını ve elbette çocukların yine en içten ve saf hallerini izleriz.

Filmin sonunda sevdiği kıza zeytin ağaçları arasında evlilik teklif eden Hossein, aldığı cevap karşısında koşarak uzaklaşır. Kiarostami sonu yine izleyiciye bırakır…

Serap ÖZTÜRK, Yeni Dönem

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir