— Efendim çocuklarınızı bu filmden uzak tutun, izletmeyin.
— Niye izletmesinler?
Annesini seven, hastalandığında başından ayrılmayan bir Muhammed anlatılıyor diye mi?
Çocuklarla yiyeceğini paylaşan bir Muhammed’i örnek almasınlar diye mi?
Kölelere gece vakti su ve yemek veren bir Muhammed’i kimse görmesin diye mi?
Büyüklerinin sözünü dinleyip onlara saygılı olan Peygamberleri olduğunu bilmesinler diye mi?
Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunu kurtarıp kızın babasına o yaşta öğüt verip güzelliklerden bahseden bir Peygamberi hayatlarına almasınlar diye mi?
Merhametin, adaletin, şevkatin değerini anlamasınlar diye mi?
Ya da sayabileceğimiz birçok insani değerler üzere büyümesinler diye mi?
Bunu izletmesinler de, senin anlattığın gibi namazı bırakıp cima’ya mı koşsunlar?
Sahi niye izletmesinler?
Onur Çetinkaya
admin tarafından yazılmış tüm yazılar
Hazreti Muhammed filmini konuşuyoruz!
Bismihi Teâla.
İran İslam İnkılabından Üstad Mecid Mecidi gibi başarılı bir yönetmen ve ekibinin 5 yıl süren çalışmalarının neticesi olan Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi (2015) filmini (bir yıl gecikmeyle de olsa) sinema salonlarımız sunabildi bize. Ve birkaç hafta içinde 500.000 kadar vatandaşımız tarafından izlendi bu harika film. Ki, filmin DVD’si sunulunca ve/veya internete düşünce de daha fazla izleneceğine eminim. Elhamdulillahi, hazâ min fadli rabbi.
Ancak, İslami İran Sinemasına aç olan Peygamber ve ehl-i beyt aşığı halkımızın bu muhabbet ve ilgisi, bazılarının hoşuna gitmemiş olsa gerek. Ki, komşu ülkelere düşman olup, onlarla savaşmamızı hedefleyen bu biçareler; bu amaçla her alanda çalıştıkları gibi, sinema alanında da çalışmalarına son sürat devam etmişlerdir. Öyle ki; satın aldıkları kalemler, ahlaksız Hollywood filmlerini öneriyor ve bu vasıta ile gençlerimizi kimlik ve kültürlerinden ve dolayısı ile komşularımızdan da koparmak istiyorlar. Ve ne zamanki ülkemizden veya komşu ülkelerden (kültürel-ahlaki) bir sinema sunulursa piyasaya; bu değersiz kalemler eleştiriyor bu başyapıtları; feyiz alıp özümüze dönmeyelim, hem de sinema alanında aşağılık kompleksinden kurtulmayalım için. Ki, Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi (2015) gibi güzide bir İran filmi elbetteki bu eleştirilerden nasibini alacaktı. Film, bazı çanak yalayıcı kişilerce HENÜZ İZLENMEDEN haram ilan edilecek; bazı sözde entellektüellerce eleştirilecekti.
Ve eleştirildi de cennet rayihası saçan bu eşsiz film, pislik böcekleri tarafından. Çünkü, bu doğalarında var böceklerin. Güzel kokuya dayanamaz, çatlarlar öylece. Lakin bizi üzen satın alınmış kalemlerin pislik dolu eleştirileri değildir asla. Onların çatlaması normal.
Bizi üzen şey; filmi beğenen düşünürlerimizin, farkında olmadan filmde fıkhi açıdan veya siyer konularında hatâ var sanmalarıdır. Ki, haddimiz olmasa da onlarla burada dertleşip muhabbet etmek, görüş paylaşmak isteriz. Ki, inşallah bu vesile ile hakikatler ortaya çıkar da bu filmden daha çok feyiz alırız ve çekilecek diğer iki filme de hazır oluruz.
Şimdi, izninizle BUYURALIM İNŞALLAH..
Filmde olduğu varsayılan fıkhi ve islam tarihi konulu yanlışları birlikte inceleyelim.
Beğendiğiniz bu filmde gördüğünüz veya görülen hatalar nelerdir? Yorum olarak yazar mısınız?
Teşekkürler.
“Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” Filmi Üzerinden Mezhepsel Çatışma Zemini
Bu kısa girişten sonra son haftaların önemli tartışma konusu “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminden söz etmek istiyoruz.
Söz konusu film piyasaya sürüldüğü günden bu yana, birçok kesim tarafından yoğun eleştiri bombardımanına tabi tutuluyor. Film hakkında yorum yapmak biraz da isbat-ı vücut anlamı taşımaya başladı, biz de varız demek istiyorlar.
Biz filmi sinema teknikleri açısından inceleyecek değiliz. Buna salahiyetimiz de yok müktesebatımız da. Eleştirinler de “tekniği iyi ama” diye başlıyorlar zaten.
Acaba bu filmi bu haliyle batılı bir yönetmen yapsaydı aynı tepkileri olacak mıydı merak ediyorum. Hangi mesajından rahatsız oldukları da net değil. Keşke konunun uzmanı Müslüman ve insaflı bir film yapımcısı çıkıp eleştirseydi.
Televizyon bağımlısı ve okumayan bir toplum olarak kitaptan okuyup Peygamberin hayatını öğrenmediğimizden filme mahkum olduğumuz göz ardı ediliyor. Batının bunu kullanarak dinimizi tahrif edecek bir çok ögeyi film yoluyla soktuğu unutuluyor.
***
Bir Arap kanalında gördüğüm yönetmen Macidi, filmin içeriğinden çok yönetmen ve yapımcı ülkeye tepkiden dem vurarak “seyredin, öyle eleştirin” diyordu.
Kendisi de eleştirileri baştan tahmin etmiş olacak ki filmin başına “bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayrılmaya sevk etmesin” (Maide 5/8) ayetini koymuş.
Yapılan açıklamalardan öğrendik ki yapımcı, çekimler esnasında Diyanet İşleri Başkanlığı’yla görüşmüş, görüş almış ve büyük ölçüde uyarıları dikkate almış.
Bize göre film Müslümanların bir açığını kapattı. Böyle bir filmi kim yaparsa yapsın ona şapka çıkarılır.
Film hakkında müsbet yorumda bulunanlar bile mahalle baskısı çekincesiyle “ne şiş yansın ne kebap” yorumda bulunuyorlar. Eleştiri maddeleri sıralıyor, sonra izlenmeli yararlı diyor.
İnsafsız eleştirenler, Şia düşmanlığından kaynaklı bakış açısıyla “bunlardan İslam’a gelecek hayır batsın” diyor.
Bize göre bugün yapılması gereken şey hocalarımızın ileriki bölümler için şimdiden katkı verme gayretinde olmalarıdır.
Konjonktüre göre şekil alan kişilerin sözüne ne kadar itibar edileceği ayrı bir konu. Film içerik itibarıyla eleştirilebilir. Eleştiriler genel olarak, Yahudiler abartılmış, mistik havası yoğunmuş, Ebu Talip Müslüman olarak gösterilmiş, Ümeyye oğullarıyla Haşimoğulları kavgası ön plana çıkarılmış ve Peygamberimizin siluetini gösterilmiş şeklinde.
Bizce bu iddialar zorlama. Çünkü Peygamberimizin nübüvvet öncesi çocukluk çağı anlatılıyor. Aksine filmde Hz. Peygamber’in şahsını göstermemek için ne kadar çaba sarf edilmiş.
***
Kanaatimizce sorulması gereken soru şu; bu kadar maliyetli bir filmle “daha güzel mesajlar verilebilir miydi” Umarım eleştirileri dikkatte alır gelecek bölümler düzgün olur.
Siyer kaynağı olarak defolu, ama film olarak Peygamberimizi anlatan güzel bir film demek doğru olur. “Müslümanlara özel olarak gidin filmi seyredin” diye teşvik etmek gerekmeyeceği gibi, batılı toplumların İslam hakkında bilgi sahibi olacakları bir yapım.
Özetlemek gerekirse; birileri mezhepsel çatışma zeminini körüklemek için eline geçen her fırsatı sonuna kadar tepe tepe kullanıyor.
Ülkemizde yüzlerce rezil, aileyi yok eden ahlaksız televizyon dizilerine, dinimize hakaret eden filmlere, tarihimize saldıran belgesellere ses çıkarmazken, yorum yapmazken; konu İran olunca birden ehli sünnet hamisi kesiliveriyorlar.
Dr. Necmettin Çalışkan – Milli Gazete
Mecidi sen ne yaptın?
Sinema, çağımızın mucizesi ve hayatımızın vazgeçilmezi… Hani keyifle bir film izleyelim demeyen kaç aile var bilmiyorum. Var elbette ama çok az olduğundan şüphem yok. Onlar da bir süre sonra bu mucizeye tanıklık edecek ve izleyecekler, bundan kaçmak mümkün değil. İnsan fıtratı bu… Yüce kitabımız Kur’an Nebilerin kıssalarını aynı sebeple işlemiyor mu?
Televizyon öncesi dönemi bilen orta yaş gurubu olanlar hatırlarlar, büyüklerden bin bir gece masallarını dinlemeyi. Artık o naif masalcı dedeler kalmadı. Onun yerine vahşi Hollywood hikâyeleri girdi. Zihnimizi kontrol ettiğimizde bildiklerimizin çoğunu filmlerden, dizilerden aldığımızı fark edeceğiz. Belki sen, ben etkilenmiyoruz ama ya çocuklarımız?
Korkunç bir sinema açlığı içindeyken eli yüzü düzgün bir film girdi hayatımıza. Hani ailece gidilebilecek bir film, hem de siyer-i Nebi’den… Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi…
Filme yazılan eleştirileri okuyunca şok oldum.
Filmde Ehli Sünnete saldırı varmış.
Filmde Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) gösteriliyormuş
Filmde Hristiyanlık propagandası varmış.
Filmde tarih çarpıtılmış.
Filmde bazı şahsiyetler bilerek gösterilmemiş ve bazı şahsiyetler gözümüze gözümüze sokulmuş.
Aslında eleştirenlerin birçoğu filmi izlememiş ve “izlemeden filme eleştiri yazma sanatı”nı geliştirdikleri için adlarını sinema tarihine yazdırmış olduklarının farkında bile değiller.
Çağrı filmi ilk gösterime girdiği zaman bundan daha fazla eleştiri aldığını söylüyorlardı da inanmıyordum, ta ki gazete kupürlerini görünceye kadar. Demek sorun sadece İran değil, sorun kafalarda.
Ya kardeşim, film hakkında dile getirilen eleştirilerden hangisi gerçekten yerli yerinde? Neredeyse hiçbiri. Bana göre hepsi de art niyetli.
Vay efendim subliminal mesajlar varmış. Birçok yazar bunu yazdı. Hem de bunu İslami kalemler yazdı ve bu insanların diline dolandı. En çok kanıma dokunan da filmde Hristiyanlık propagandası var diyenler. Bu cümleleri kurarken izleyicilerin zekâsıyla dalga geçtiklerini bir gün yüzlerine vurulmayacağını mı sanıyorlar?
Yok, efendim tıpkı Hz. İsa portrelerine benzer sahneler kurgulanmış. Evet, öyle kurgulanmış, çünkü sinema sahne teknikleri açısından İlahi bir portre yapılacaksa böyle yapmak gerekiyor. Allah’ın Elçileri sinema diliyle anlatılacaksa yapılması gereken bu. Bunu kim yaparsa yapsın böyle yapmaktan başka çaresi yok.
Efendimizi resmetmişler diyorlar, yandan, arkadan, parmaklarının arasından, öyle ya da böyle bizi kandırıp tam olarak resmetmiş diyorlar. Allah aşkına filmi izleyenlere sorun, aklınızda bir resim kaldı mı diye? Ben izledim ve zerre kadar bir resim yok hafızamda.
Tarihsel bilgileri kendilerine göre değiştirmişler, Ebu Talip çok fazla ön planda, dört halifeden eser yok diyorlar. Hani ehli Sünnet tarih kitaplarında Peygamber Efendimiz ‘in 12 yaşına kadar olan bölümünde bundan farklı bir şey olduğunu ispat edecek biri çıksın o zaman. Ya biz yanlış siyer kitapları okumuşuz ya da birileri bizi aptal yerine koyuyor.
Bilemiyorum, bilmek istiyorum ama bilemiyorum.
Film gösterime girmeden evvel orijinalini izlediğimde film olarak benim de eleştirilerim vardı. Siyasi, mezhebi ya da İran’ın dış politikasına dayalı eleştiriler değildi bunlar. Salt bir sineme izleyicisi gözü ile birkaç eleştirim vardı. Şöyle olsa idi, böyle olsa idi diyebileceğim… Lakin filme bunca saldırıdan ve bilinçsizce linç edilişini izledikten sonra iyi yaptın Mecidi diyorum. Her ne yaptın ise hakkını verdin ve iyi yaptın. Sinema tarihine bir Nur’un çocukluğunu yazdın. İki kez izledim ve gözyaşı içinde.
Filmden çıkınca Reulullah’ı (s.a.v) o denli kendime yakın hissettim ki okuduğum hiçbir siyer kitabında bunu hissetmemiştim. Ben O’nun yetim oluşunu, acısını, çocuk yüreğini hiç böylesine hissetmemiştim. Oysa hissetmeli insan…
Siz siz olun imkânınız varsa özellikle çocuklarınızı bu filmden mahrum etmeyin. İmkânınız yoksa da sabredin, çok sürmez internette izlersiniz.
O Mübarek Yetim Çocuğu (s.a.v) Mekke çöllerinde, Medine sokaklarında koşarken izlemenin keyfine doymayacağınızdan eminim vesselam.
Ayşe Yıldız
Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi (2015) Filmi Üzerine
Daha küçük bir çocukken Ramazan aylarının vazgeçilmezi ile tanıştırmıştı babam beni. Her sahurda kalkar televizyonu açar filmi birlikte izlemek için bizi yönlendirirdi. Yaşıma oranla bazı siyasi gelişmeleri anlayamazdım ancak ben de babamla birlikte bu filme hayran kalmıştım. Önceleri 7 uyuyanlar daha sonra Ashab-ı Kehf diye ismini öğrendiğim olağanüstü harika bir filmdi.
İran sineması ile tanışmam bu şekilde olmuştu. Eminim birçoğunuz da benim gibi İran sinemasından birçok film izlemişsinizdir. Hatta birçoğunuz bu filmlerin İran sinemasına ait olduğunu bilmeden seyretmiş olabilirsiniz. Vicdanını hakikate kapatmayanlar bilirler ki bu filmler insanların aklına, fıtratına, kalbine ve vicdanına tam olarak hitap etmektedir. Hz. Yusuf’u izlerken; ihaneti, teslimiyeti, sabrı, şefkati, acıyı, hüznü ve onlarca duyguya en kapsamlı şekilde şahit olduk. Hz. Eyyub’u izlerken evlat ve mal ile imtihanı, şeytanın hilelerini, sabrın zirvesini ve sabırla birlikte gelen müjdeye şahit olduk. Ashabı Kehf’i izlerken; zalim hükümdara karşı canından geçen bir grup gencin eşsiz kahramanlıklarına, bu uğurda Allah tarafından korunmalarına, hakiki imanı elde eden insanların tek başına kalsalar dahi gerekirse dünyaya bile meydan okuyabileceklerine şahit olduk. Hz. Meryem’i izlerken iffetin zirvesine şahit olduk. İzlerken Cennetin Rengi’ni gözü görmeyenlerin görenlerden daha fazla hakikati gördüklerine şahit olduk. İzlerken Heşt Beheşt’i (8 Cennet) iyilik eken insanların eşkıyaları bile evliya konumuna getirmelerine şahit olduk.
İran sinemasını takip edenler bileceklerdir ki buraya aldığımız filmler yüzlercesinden birkaç tanesi. Hepsinin ayrı bir güzelliğinin olduğuna bütün vicdan ehli şahittir. Hz. Meryem ve Ashabı Kehf gibi filmler ile birlikte vicdanı körelmemiş yüzbinlerce ehli kitap Müslüman olmuştur. Bu ve diğer filmler ile birlikte milyonlarca Müslüman kendine çeki düzen verme zorunluluğu hissetmiştir.
Bilenen en açık gerçeklerdendir ki insanın görsellik duyusu ile işitsellik duyusu aynı değildir. Herkeste aynı olmamakla birlikte genel olarak görsellik daha etkilidir. Bir kitabı okumak ile o kitabın filmini izlemek arasında kıyaslanamayacak kadar muhteşem bir oran mevcuttur. Bunun çok iyi farkında olan Siyonist güçler çok etkileyici bir tarzda görselliği kullanmakta; sapık, amaçsız, faydasız, bütün ahlaki ve dini değerlerden uzak bir nesil yetiştirmek için milyonlarca doları bu yatırıma harcamaktadırlar. Ve yaptıkları bu harcamalarla başarılı olduklarına üzülerek şahit olmaktayız.
Düşmanın silahıyla silahlanıp en güzel ve en faydalı şekilde kullanmayı kendine şiar edinen İran İslam Cumhuriyeti medyayı da en güzel şekilde kullanmayı başarmış, kararmış- karartılmış, gönüllere medya aracılığı ile ulaşmayı hedef edinmiştir. Bu amaç uğruna dini, ahlaki, kültürel filmlere İran; devlet olarak destek olmuş, yönetmenlere insanların öze dönmesi hakkında filmler yapmayı teşvik etmiştir.
Bu amaç çerçevesinde yapılan son film Hz. Muhammed filmi olmuştur. İslamifobia’nın zirveye çıktığı bu zamanda yapılan bu film, Peygamberimizin rahmet peygamberi olduğu gerçeğini tüm dünyaya özellikle Hristiyan alemine göstermek istemiştir. 30 milyon dolar harcanmış 7 yıl araştırma ve çekim sürmüştür.
Filmi izleyen Hristiyan alemi emeği geçenleri ayakta alkışlarken Ehli sünnet adı altında ortaya çıkanlar ise Ehli Nifak olduklarını bir kez daha kanıtlamışlardır. Suudi Arabistan ve Mısır daha film gösterime girmeden izlenmesinin caiz olmadığını belirtip sözü dinlemeden sözün yanlış olduğuna kanaat getirip Zümer süresi 18. Ayete açıkça cephe almış ve tabanda bulunan halkın, sözü değerlendirmesine engel olmuşlardır. Bunun yanında Türkiye, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerin sözde Ehli Sünnet reelde ise Ehli Nifak alimleri bu filme olağanüstü bir şekilde cephe almayı kendilerine vacip bilmişlerdir.
Bu ehli Nifak Alimleri nedense insanlığın en büyük düşmanı olan ABD sinemasına karşı bir fetva vermeyi asla aklına getirememişlerdir. Her gün 1 film çıkaran büyük şeytanın sinemasına cephe almamış aksine kanallarında teşvik reklamları yapılmıştır. İran’ın çıkardığı bu filme Şii tehlikesi diye düşmanlık beslemiş, içindekileri kusmuş ABD sinemasını ise Ehli Sünnet! olarak kabul etmişlerdir.
Kendini Ehli Sünnet’in savunucusu olarak gören Türkiye İslam dini adına hiçbir şey yapmamış aksine olacak şekilde çok yoğun bir şekilde çalışmıştır. Soruyoruz Türkiye’deki sözüm ona alimlere; ehli sünnetin hangi alimi zinayı serbest bırakmıştır, hangi alim içki- fuhuş- kumarı devlet kendi eliyle yaptırılabilir diye fetva vermiştir? Hangi alim milleti dinsizleştirecek görseller helaldir diye fetva vermiştir? Ehli sünnetin 4 imamından hangisi siyasi otoritenin nikahsız eşi olmuş ve yaptıklarına caizdir fetvası vermiştir?
Medyanın tamamında İslami ve Ahlaki hiçbir şey bulunmamakta, hoca bozuntuları dansözlerle televizyon kanallarına çıkmakta, cinsellik algısının her şey diye kabul edildiği programlar yapılmakta, fuhuş açıkça teşhir edilmekte, aile dinamikleri yıkılmakta, madde kullanımları açıkça özendirilip teşvik edilmektedir. İran’ın, peygamberi anlatan filmine cephe alan ehli fitne alimleri bu programlara sesini etmemekte Müslüman olduğunu iddia eden RTÜK ve DİYANET bunlara karşı en ufak bir ses çıkarmamaktadır.
Şu kesindir ki kendileri fuhuş üretirken İslam adına hiçbir şey yapmayanların bu filmi hiçbir yönden eleştirmeye hakkı bulunmamaktadır. Üretmeyenler eleştiremezler. Çağrı filmini yapanlar kısmen de olsa eleştiri yapma hakkına sahip olabilirler bunun dışındakilerin konuşma hakları bile yoktur aslında.
Allah biliyor ki Müslümanların hem ferdi hem de devletler bazında hayırlarda yarışmalarını (Bakara 148) çok isterdik. Devletlerin İslami ve ahlaki medya kullanma konusunda birbirine karşı yarışmalarını isterdik. Ancak görüyoruz ki 50 küsur İslam ülkesinden hiçbir tanesi İran kadar emek vermemekte hatta hepsinin toplam emeği İran’a yetişmemektedir.
Ey Ehli Fitne Alimleri; sizler bir kavmi sevmeyebilirsiniz, hatta o kavimden nefret de edebilirsiniz, ancak adaletsiz olamazsınız- olmamalısınız. Adaletsizliğiniz ile Allah’ın ayetine kafa tutar hale gelmiş durumdasınız. (Maide 8) Bir kavme olan kininiz; sizi kör etmiş, adaletsizleştirmiş, canileştirmiş, yamyamlaştırmış, şeytanlaştırmış…
Sünni camiasından olmakla birlikte size sesleniyoruz;
Ey ehli Fitne Alimleri siz bizden olamazsınız, sizin bırakın Sunnilikle İslam ile bir bağlantınız olamaz; fuhuş programlarına ses çıkarmadığınız için İmam Ahmed Bin. Hanbel’in mezhebinden olamazsınız, içki devlet eliyle serbest olduğu için İmam Şafii size lanetler yağdırıyor, din adı altında kumar oynatılırken İmam Malikin fıkhından olamazsınız, siyasi otoritenin ve büyük şeytanın gönüllü kölesi olduğunuz için İmam Ebu Hanife’nin zihniyetinden olamazsınız.
Son olarak asıl meselenin Ebu Talibin imanı olmadığı, Hz. Ebubekir ve diğer bütün sahabelerin bu fitne ekibi için gerçekte hiçbir önemlerinin olmadığını bildiğimizden konuşulan ithamlara cevap verme gereği bile duymuyoruz. Nitekim film tamamen ortak tarihi belgelere dayanmış peygamberimizin sosyal yönü harika bir şekilde işlenmiştir. Şu da bir kesinki eleştiri yapıp kendi tabanlarının bu filme gitmemesi için yırtınanların, önüne konan malzeme tek elden çıkmış hepsinin delillerini dinleyince aslında önlerinde bulunan delillerin! tek bir kişi tarafından hazırlandığını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.
Eğer bu filmi ABD yapmış olsaydı Ehli Nifak Alimleri kıblelerini Washington yapıp secdelerini açıkça beyaz saray için yapacaklardı.
Bizler Ehli Sünnet mezhebinden olanlarız ve sizin gibi Ehli Fitne ekibinden uzağız. Unutmayın ki cehennemin en alt katı münafıklar için hazırlanmıştır (Nisa 145) ve unutmayın ki kininizden geberseniz de (Ali İmran 119) Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff 8)
Musa Güneş – Halk Haber
Hz. Muhammed Allah’ın Elçisi: Fıtrata dokunmak
Mustafa Akkad’ın ÇAĞRI filminden bu yana kırk yıl geçti. Kırk yıldır Peygamberimizle ilgili hiç film çekilmemesi Müslüman âlemi için büyük bir ayıp, İslam adına ise ciddi bir eksiklikti. Işık doğudan yükselircesine imdadımıza ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filmi ve yönetmeni Mecid Mecidi yetişti.
“İslam ve Peygamber düşmanları, dünya insanına yanlış bir İslam ve Peygamber imajı sunuyor, islamofobi gittikçe yayılıyor, ben istedim ki, doğru, aslına uygun bir Peygamber ve İslam tanıtımı yapalım, bunu da en etkili araç olarak sinema yoluyla gerçekleştirelim.”
Filmi izledikten sonra Mecidi’nin bu sözleri aklıma geldi. Film tamamen BATI DÜNYASINA TEBLİĞ AMAÇLI yapılmış dersem abartmış olmam. Hedef kitle HİRİSTİYAN ve YAHUDİ dünyası. -Tabi ki içimizdeki münafıklarda unutulmamalı-
Çağrı filminde Hz.Hamza merkezli bir anlatım varken ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminde ise Ebu talip merkezli bir anlatım görmekteyiz. Bunun nedeni de herkesçe malum olsa gerek İslam’ın Peygamber algısının gelenekte yer ediş tarzı. Peygamber efendimizin çocukluk dönemi anlatılıyor. Yaklaşık üç saat sürüyor. Kısmen de olsa parçalı anlatım tarzını kullanmış. ‘Fil Vakası’nı canlandırılan sahne, en son sahnelerdeki denizin kabarıp mucizenin gerçekleşmesi Hollywoodvari efektler, kostüm, müzik, mekân ile farklı bir Mecidi karşımızda. Yine de önceki filmlerinde olduğu gibi insan fıtratına dokunan sahneleri bize yeniden Mecidi estetiğini hatırlatıyor.
Sanat eserini kıymetli kılan unsurların başında metaforik anlatım, metinler arası göndermeler, metafizik fısıltılar, gelenekten beslenme gelir. Mecidi bu filmde eski filmlerinde olduğu gibi -ki daha az kullanmış- sembolik ifadeler kullanmış. Doğum esnasında yıldız kayması, Amine annemizin Meryem Ana’ya benzetme şeklindeki göndermesi, balıkçı köyünde Hz.Musa’nın Kızıldeniz tecrübesini andıran gelgit sekansı, cüzamlılara sarılması, açları doyurması vd… Sürekli bir şekilde İsa ve Musa( a.s.) peygamberleri anımsatan sekansların Peygamberimiz üzerinden verilmesiyle batı zihin dünyasına sahip insanlara şu mesaj veriliyor: İsa Musa ve Muhammed –Allah’ın selamı üzerlerine olsun- peygamberdir. Üçü de Hz. İbrahim’in çoçuklarıdır.
Bu filmde, insan fıtratının diliyle film yapıldığında kalplere nasıl nüfuz edileceğini görebiliriz. Tıpkı diğer Mecidi filmlerinde olduğu gibi.
Batı dünyasındaki ‘olumsuz Hz. Muhammed’ (s.a.a.) imajını yıkacağını umuyorum. Hz. Muhammed (s.a.a.) hakkında çirkin iftiraların yazılıp çizildiği İslam denilince sürekli kafa kesen Müslüman imajı pompalanan Avrupa ve Batı dünyasının insanlarına bakın sandığınız gibi değil demenin etkili bir yolu. Sinema diliyle bir ilk. Her ne kadar ilk olmak zor olsa da, -çünkü ilkler zordur- filmin en son sahnesinde okunan ayetler Hıristiyan ve Yahudileri tek Allah’a iman etmeye, adaletli olmaya davet etmesi kayda değer bir nokta.
Türkiye’de bazı çevrelerin film ile ilgili teo-politik tartışmalara girmesini anlayamıyorum. Az çok hepimiz İslam tarihini biliyoruz. Bu bilgiler ışığında filmi izleyip fıtratımızda olan ‘iyiyi ve güzeli sevme’ özelliğini yitirmeden, hiç kimsenin zihinlerimize ipotek koymasına izin vermeden âlemlere rahmet olan Efendimiz’in pak çocukluk dönemini sinema diliyle izleyip ruhumuz bir nebzede olsun huzur dolsun hepsi bu. Filmi izleyen insanların özellikle de batı dünyasının kalbinde İslam Peygamberi sevgisi oluşabilirse -ki inanıyorum oluşacağına- işte bundan Müslümanlar olarak mutluluk duymalıyız.
İsa Nebi’nin diliyle söylersek; Tanrı’yı nerede buldun? Kırık kalplerde…
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen” (Şeyh Galip)
Muharrem Çalışkan – İntizar.web
“Usta” Yönetmenin Figüranları
Varlığıyla nur olup karanlığın her zerresini tar-u mar eden, her alanda hakkın keskin kılıcı olan, hak düşmanlarının mazlumların kanıyla renklenmiş rüyalarına son veren ve gözyaşı akıtmayı kaderleri zanneden mahrumlara cennet asa bir dünyanın kapılarını aralayan İran İslam İnkılabı’nın zulmün, küfrün ve nifağın üzerine gönderdiği son füzesi olan “Muhammed (s.a.a.) – Allah’ın (c.c.) Elçisi” filmi öyle bir etki yarattı ki alemde, kiminin imanı arttı kiminin küfrü, kimi şükrederken Allah’a (c.c.), kimi isyan ederek tepki verdi, kimi kalbindeki cevheri keşfetti, kimi gizlediği kini kustu ve her ne olursa olsun gündem İslam İnkılabı tarafından belirlenmiş oldu.
Bundan önceki süreçte ellerindeki medya gücünü ve sinema sanatını her daim batılın hizmetine sunanların, batılın reklamını yapmak için ve onu yenilmez göstermek için kullananların, hakkın taraftarlarında güçsüzlük hissi yaratmaya uğraşanların dünyaları öyle bir darbe aldı ki bu film ile, artık karşılarında hangi cephe olursa olsun direnebilecek bir gücün varlığını kabullenmek zorunda kaldılar. Artık dünyanın “düştükleri atlar” ile rahatça cirit atabilecekleri bir yer olmadığını ve dünyanın asli sahiplerine dönüş hazırlığı yaptığını anladılar. “Kendileri istemese de Allah’ın (c.c.) nurunu tamamlayacağının” farkına vardılar ve bu nurun giremeyeceği herhangi bir alan olmadığına kani oldular. Yani anlayacağınız bir silahları daha direniş cephesinin kontrol merkezi tarafından tesirsiz hale getirildi, bir silahları daha kendilerine karşı kullanılmak üzere mazlumlara teslim edilmiş oldu.
Peki bu duruma karşı tepkileri ne oldu?
Tıynetlerinde böğürmek olanların verdiği tepki daha önceki hezeyanlarından farklı olmadı tabi ve bu durumda bizi şaşırtmadı. Çünkü düşmanımızı ve onun hakka olan kinini o kadar iyi biliyorduk ki böyle bir tepki biz de hiç de şaşkınlık yaratmadı. Halbuki her işlerine geldiğinde Resulullah’tan (s.a.a.) O’nun (s.a.a.) dinini tahrif etmek için bahseden bu tiplerin, Resulullah’ın (s.a.a.) hayatını anlatan bir filmle karşılaştıklarında en azından izlemeleri veya izleyenlere engel olmamaları beklenirdi ama tabi bu durum samimi olsalardı geçerli olurdu. Oysa biliyoruz ki karşımızdaki düşman “kininden gebermek” üzere olan bir düşmandır, kudurmuştur ve itlaf vakti çoktan gelmiştir. Bu yüzden hakkı anlatan bir film ile karşılaştıklarında “usta” yönetmenlerinin figüranları olarak o filme saldırmak hem de en edepsiz şekliyle muhalif olmak, hiçbir sınır belirlemeden başka taraflarından çıkması gereken sözleri ağızlarından kusmak bunların varlıklarının gereğidir ve eğer böyle davranmazlarsa yalayacak bir çanak bulamayacaklardır.
Hal böyle olunca biz de bunların filmi hangi yönden eleştirdikleri bir göz attık ve aslında mevzunun eleştiri değil tam da düşündüğümüz gibi güneşi balçıkla sıvama çabası olduğunu farkettik. İlk olarak dikkatimizi çeken şey bu eleştirileri yapanların “Kur’an bize yeter” diyen iki yüzlüler ile olan amaç benzerliği oldu. Her iki nifak güruhu da Resulullah’ın (c.c.) varlığından ve mesajından rahatsızlık duymakta, birisi Resulullah’ı (s.a.a.) sıradan insan gibi gösterip ümmeti O’ndan (s.a.a.) uzaklaştırmak için çaba gösterirken, diğeri Resulullah’ı (s.a.a.) güya yüceltip sanki bu dünyada hiç yaşayamayacak ve insanların kendisini örnek alamayacakları, takip edemeyecekleri, bir konuma getirerek yine ümmeti ve insanlığı O’nun (s.a.a.) mesajından soyutlamaya çalışmaktadır. Bu ikinci güruh zaten Kur’an’ı da aynı şekilde sadece bir teberrük aracı kılmak için yıllardır uğraş vermektedir. Bahsi geçen ilk güruh ise Kur’an’ı sıradan bir kitap gibi tanıtıp herkesin elinde değersizleştime derdine düşmektedir. Ve filme eleştiri yöneltip Resulullah’ı (s.a.a) güya savunmaya çalışanların ilk hedefi O’nu (s.a.a) ümmetten soyutlamak olarak somutlaşmaktadır.
Resulullah’ın (s.a.a.) bedenen tasvirine bunca feryad figan edenlerin, aynı Resulullah’ın (s.a.a.) saçının telini cami cami dolaştırıp halka göstermeleri ve hatta bu saç telini yıkadıkları suyu paketleyip satmaları ise işin aslının Resulullah’a (s.a.a.) saygı olmadığını bize göstermektedir. Çünkü bunların tanınmasını istediği Resulullah (s.a.a.) suya sabuna dokunmayan ama kendilerine para kazandıran, saltanatlarını sürdürmelerini sağlayan ve o saltanatları onaylayan bir peygamberdir ve bu film bu isteğe ciddi darbe vurmaktadır. Ayrıca her gece rüyalarında (haşa) Resulullah (s.a.a) ile sanki kankaymışlar gibi sohbet edenlerin, O’ndan (s.a.a) cennet müjdesi(!) alanların hatta başbakanlarını O’na (s.a.a.) seçtirenlerin filmde Resulullah’ın (s.a.a.) tasvirine karşı olduklarını düşünmek pek de mümkün değildir. Olsa olsa bunlar halka “siz O’nun (s.a.a.) uzuvlarını dahi tasvir etme, görme hakkına sahip değilsiniz” diyerek Resulullah’ın (s.a.a.) tekellerine alma derdine düşmüşlerdir.
Bugüne kadar hiçbir film için “bunu izlemeyin de neyi izlerseniz izleyin” türünden açıklama yapmamış olan zevatın bizce bir diğer derdi de filmin menşei ve hedefidir. Bu zevatta çok iyi bilmektedir ki bu filmin kaynağı olan İran İslam İnkılabından hayra hizmet eden işlerden başkası ortaya çıkmayacaktır ve hayra hizmet eden herşey batılın neferlerini uykusuz bırakmaktadır.Hakkı olduğu gibi insanlığa sunan bir İnkılabın düşmanı olan bu zevat o İnkılabın meyvelerine de ister istemez düşman olacaktır ve bu da eşyanın tabiatına uygundur.Zira bu film İslam’ın gerçek özünü ortaya koymakta, Resulullah’ı (s.a.a.) o muhteşem varlığı ile olduğu gibi anlatmakta, böylece de gayr-i müslimlerin kalplerinin İslam’a ısınmasına vesile olmaktadır ve bu durum “usta” yönetmenin figüranlarının ekmeğini ellerinden almak demektir. Siyonizmden önce dallarının budaklarının feryadı da bundandır.
Hele bir de film için siyonist yahudilerin Resulullah’a (s.a.a.) olan kini de işlenmiştir ki bu durum bile siyonistlerin yerli uşaklarının kalbinde filme karşı nefretin uyanmasına yetmiş ve artmıştır bile. Zira bugün de Resulullah’ın (s.a.a.) torunlarıyla o dönemin siyonistlerinin torunları arasındaki savaş olanca şiddetiyle devam etmekte ve süfyaninin başını çektiği siyonist cephe İmam’ın başını çektiği hak cephesiyle her alanda mücadele etmektedir. O halde bu öfkeleri de bizim için anlaşılabilir bir öfkedir.
Bir de filmde Ebu Süfyan ile Ebu Talip (a.s.) mevzusu işlenmiştir ki bu da süfyaninin evlatları için bardağı taşıran son damla olmuştur. Zaten muhtemelen fikren ve eylem olarak Ebu Sufyan’ın devamı gibi davranacağı için kendisine Süfyani denen şahsın (ki çoktan boynuz kulağı geçmiş, Ebu Sufyan süfyaniye secde etmiştir) fikir atasının Ebu Talip’le (a.s.) mücadele etmesi gibi bugün İmam ile mücadele etmesi de hak batıl kavgasının kadimliğini ortaya koyması ve hakkın da batılın da tıynetinin asla değişmeyeceğini göstermesi açısından önemlidir ve yukarıda bahsettiğimiz zevata vurulan bir diğer darbedir.
Son olarak filmde resmedilen Resulullah’ın (s.a.a.) mazlumlara olan şefkati, elinde olanları onlara sunması ve sade yaşantısı, “Allah c.c. ile aldatılan” halkların kendilerini aldatanlara karşı uyanmalarına vesile olacak cinstendir ve bu bile filmin bahsi geçen zevat açısından “öcü” ilan edilmesi için yeterli sebeptir. Çünkü bunların varlığı saray İslam’ının varlığına bağlıdır ve bunlar ellerindeki dini ancak saraylarda pazarlayabilecek olanlardır.
Ve nihayetinde film, Allah (c.c.) Resulünü (s.a.a.), İslam adına bunca cinayetin işlendiği bir dünyada, gerçek çehresiyle özellikle Hristiyan alemine tanıtmak için çekildiğinden, bazılarının eleştirdiği müzikleri de dahil her alanda gayet başarılı bir yapımdır ve üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirecektir. Bu tür çalışmalar çoğaldıkça da süfyani ve ekibi Allah’ın (c.c.) izniyle daha çok kuduracak, daha çok yanlış yapacak ve “kinlerinden gebereceklerdir”. Bu yüzden filmden ziyade onların feryatlarının tatlı tınılarını dinlemek kalbimize neşe vermekte, yok oluş çığlıkları ile huzur bulmaktayız. Bize bugünleri gösteren Rabb’imize (c.c.) sonsuz hamdolsun…
Tabular Yıkılıyor Hazır Olun
Göbeği haram yemekten şişmiş, kalbi zina işlemekten, iftira atmaktan, fitne yaymaktan katran gibi kararmış, fırıldaklık yapmada hayâ perdeleri yırtılmış, BOP’çu ve Siyonist kalemşorlar…
Zamanın Firavun, Nemrut ve Yezitlerinin gözüne girmek, iltifatlarına mazhar olmak, sunduğu avantajlardan yararlanmak, çok çeşitli ve aldatıcı sofrasından istifade etmek için; Allah, peygamber, din, iman, ahlak, erdem ve onurlu yaşamı elinin tersiyle iten BOP’çu ve Siyonist yığınları…
Hiç ölmeyecek, ebedi yaşayacak, dünyaya kazık çakacak, hesap gününde hesap vermeyecek gibi, geçici bir hayatın ardına son sürat hızla koşuşturmaktalar.
Din adına yapılan zulümleri, hakaretleri, çirkinlikleri, adaletsizlikleri, haksızlıkları, yağmalamaları, hırsızlıkları, adam kayırmaları, tecavüzleri, haksız şekildeki ölümleri, talanları, ilahlık davasında bulunanları, ahlaksızlıkları, Lut kavminin helak oluşuna sebep olan fiiliyatları, iftiraları, yıkımları, yangınları, görmezden geldikleri yetmiyormuş gibi; bu yapılan gayri ahlaki ve gayri İslamî tavırlara
İslâm kılıfını giydirmeye çalışıyor olmaları da ayrı bir rezalet…
Lüks bir yaşam, araç, villa, sofra, giyim kuşam ve ay sonu hesaplarına yatacak olan bol sıfırlı yeşil dolarlardan olmama adına; tüm insanî ve İslami değerlerden, insanlıktan, ahlaktan, kişilikten, onurdan, şereften, haysiyetten, erdemli bir kişilik ve yaşamdan olmaya razı olmuşlardır.
Cehennemi cennet, cenneti cehennem…
Yezid’i Hüseyin, Hüseyin’i Yezid…
Doğruyu yalan, yalanı doğru…
Hakkı batıl, batılı hak…
Rahmeti şiddet, şiddeti rahmet…
Selamı lanet, laneti selam…
Hayâyı arsızlık, arsızlığı hayâ…
Zalimi mazlum, mazlumu zalim…
Helali haram, haramı helal…
İlahi emirleri şeytani, şeytani emirleri ilahi…
Temiz ve pak olanı kirli ve necis, kirli ve necis olanı temiz ve pak…
Harun’u Karun, Karun’u Harun… olarak göstermeye, boyamaya ve topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar…
Kutsal olmayan değerleri kutsal, kutsal olan değerleri de ayaklar altına alıp; İslami ve insani olmayan tüm değerleri İslami bir emirmiş gibi topluma empoze etmeye tam hız devam ediyorlar…
Süslü yalanlarla algı operasyonları ile, halkın İslâm ve İslam tarihiyle tanışmasını, öğrenmesini önlemeye çalışıyorlar…
Allah tarafından insanlığa kurtuluş rehberi olarak gönderilen elçinin mesajını gölgede bırakmak, unutturmak ve kaybettirmek için kendilerinin üretimi olan sahte elçi mesajını yaymaya çalışıp duruyorlar…
Geçim kaynakları olmuş peygamberin gerçek mesajının, yaşamının, isteklerinin anlaşılmasını kesinlikle istemiyorlar…
Uğruna kendilerini feda edebilecekleri peygamberi değil, kendilerine feda olabilecek bir peygamber anlayışını ellerinden kaybetmek istemiyorlar; tıpkı bu gün kendilerine feda olabilecek halkı yaratmak istemeleri gibi…
Bundan dolayıdır ki son birkaç gündür, gösterime giren “Allah’ın elçisi Hz Muhammed” adlı İran yapımı filmin izlenilmesini istemiyorlar.
İzlenilmemesi için kuduz köpekler gibi oraya buraya saldırıyorlar…
Kimi bu filmi cinayet olarak görürken, kimileri de bu film yerine ‘po..o film’ izlemeyi tavsiye eder durumlara düşüyorlar…
Oysa Peygamberin hayatını anlatan filmi ‘po..o filmle’ kıyaslamanın kişiyi, Allah’ın ayetlerini şeytan ayetleriyle kıyaslayan Selman Rüşdi’nin durumuna düşüreceğini bile bilmeden sözde Peygamberi sevdiğini izah etmeye çalışabilecek kadar da cahildirler…
Oysa yıllardır bırak filmlerde normal hayatta gözlerimizin gördüğü, kulaklarımızın işittiği onca rezalet varken; küçük çocuklar toplu tecavüze uğrarken, küçük kız çocukları para karşılığında pazarlanırken, toplu kıyım ve cinayetler işlenirken, yaşam alanları yerle bir edilirken, farklı ses ve inançlar susturulurken, insanlar zalime itaate zorlanırken, Allah, peygamber, din ve insanlık düşmanı devlet ve oluşumlar dost kardeş ve müttefik ilan edilirken, Allah’ın sıfatlarını Allah’tan alıp kula verdirilirken, ırklar yok sayılırken, mezhebi taassuplar tavan yaparken, tefecilik başını alıp giderken, rahatsız olmayan yeşil dolar maaşlı Siyonist İslamcılar…
Ya da her gün televizyon ekranlarında şahit olduğumuz çarpık ilişkiler, yeğenin amca karısı ile, kaynın ağabey hanımıyla, üvey babanın kız çocuğu ile olan yasak aşk çirkinliği, çırılçıplaklık, ihanet, zina, evlilik programları, ‘Dallas’ dizileri, dedikodu, flört, anadan doğma çıplak mankenlerin dini tebliği, ayetleri okuması, Amerika filmleri, Brezilya dansları, aileyi yıkan filmler, ahlakı alt üst eden Türk dizileri, İslâm’a ve peygambere hakaret ve iftira içerikli filmler, müstehcen ve hatta po..o filmleri özendirici reklamlardan rahatsız olmayan ahlak düşmanı Siyonistler… ‘Hz Muhammed: Allah’ın elçisi‘ filminden rahatsız olmuşlar.
Rahatsızlıklarının sebebini Amerika, İsrail, İngiltere ve Suud’a hayranlıkları olarak dile getirme cesaretinde bulunamayıp, Peygamber sevgisi ve İslamî endişelerine bağlama yalanına sarılmışlardır…
Peygamber ve İslam’ı perde edip, İran’a olan kinlerini ortaya koymuşlardır.
Oysa ‘Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filmine olan alerjileri İslamî endişeden değil, Hz Muhammed’in mesajının yayılması, anlaşılmasındandır…
Asırlardır millete yutturmaya çalıştıkları sözde peygamber mesajının aslında peygamberi mesaj olmadığının ortaya çıkma korkusudur…
Asırlardır fazilet yükledikleri şahısların faziletli olmadıkları gerçeğinin ortaya çıkma korkusudur.
Madem peygamber anlayışınızdan o kadar emin, o kadar dini tam, o kadar itikadı sağlam ve sarsılmaz bir imana sahipsiniz; bir filmden, hem de Peygamberin çocukluk dönemini anlatan bir filmden bu korku niye!?
Neden bu filmin izlenilmemesi için bu kadar uğraş veriyorsunuz!?
Bir filmle itikadınız bozulacak ise, batsın o itikat…
Bir filmle peygamber anlayışınız değişecek ise, batsın o peygamber anlayışınız…
İmanınız bu kadar mı zayıf!?
Sizler zaten Peygambere değil, menfaatiniz icabı yarattığınız sahte peygamber(ler)e inanıyorsunuz…
Siz reis ve ‘po..o film’ izlemeye devam ededurun.
‘Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filminin mesajı yerini bulacaktır…
Sizin korku ve endişenizin sebebi, Peygambere sahip çıkmaktan ziyade, gerçeklerin ortaya çıkması korkusudur…
Peygamberin çocukluk dönemini işleyen bu filmden bu kadar rahatsız olmanızın sebebi; filmin devamının gelmesi, gençlik yılları, peygamberlik dönemi, Peygamberin dostları, Peygamberin düşmanları, münafıkların ve gerçek iman edenlerin ortaya çıkacağı korkusu ve endişesidir.
Tabular yıkılıyor hazır olun. Derdinizi anlıyoruz!
Ayrıca filmi izledikten sonra başkalarının izlememesi yönündeki öneriniz İslam tarihinde Peygamberi dinlemeye gelen, konuşmak isteyen insanları, Peygamberle konuşmamaları, görüşmemeleri için ikna etmeye çalışıp, ondan sonra akşamları gizli gizli Peygamberi dinlemeye ve izlemeye çalışan nasipsizlerin, müşriklerin durumunu hatırlatıyor.
Bir film izlemeyle imanı gideceklerden zaten (kâmil anlamda) iman etmiş olmalarını beklemek abes olur.
Zira (makbul) olmayan bir imanın gitmesinden nasıl söz edilebilir ki!?
İman (güvenip dayandıklarınız) ettikleriniz zor durumda beyler.
İştirakî Dergisi
‘Hz. Muhammed, Allah’ın elçisi’ filmi üzerine
“Hz. Muhammed, Allah’ın elçisi” filmini seyrettim. Linç edilerek üstüne gidilen bu filmin “Çağrı” filmi kalitesine ulaşamasa da insanlığa Allah’ın mesajını ulaştırmada katkısı olacağını düşündüm.
“Çağrı” filmini de ilk çıktığı günlerde izlemiştim. İslam dünyasının birçok yerinde “bazı sahabelerin tasviri yapıldı” vb. gibi nedenlerle protesto gösterileri yapılıyordu. Zamanla filmin gönül dünyamıza çok şey kattığını herkes fark etti, şimdi de aynısı… “Seyretmeyin” kampanyasını ciddi ciddi düzenleyen hocalara insanları rahat bırakmalarını, seyredip tartışma yapılmasını teşvik etmeye çağırıyorum. Bırakın artık herkes kendi aklıyla, fikriyle düşünsün, tartışsın, doğru, yanlış bulduğunu da özgürce söylesin.
Filme “Hz. Muhammed’in yüzü gösteriliyor” diye tepki gösterildi. Peygamberin yüzü gösterilmiyor ki bu kadar kıyamet koparılsın. Sinema diliyle yapılan tasvirleri abartarak filmin seyredilmesinin bile önüne geçilmesini büyütülen geleneksel kaygılardan olduğunu düşündüm. Filme karşı kampanya yapılmasını çok yanlış buluyorum.
Film İranlı bir yönetmenin eseri diye “Şii propagandası yapıyor” diye yaftalamak, günümüzde bir sanat eserine bile yaklaşımın ideolojik alerjiliklerle yapıldığının üzücü bir örneğidir.
Sinema dili farklı bir dildir, bazen motomot anlatımlar yerine kurgular üzerinden sanatsal mesajını vermeye çalışır. Mecidi de yer yer böyle yapmış, çağın ortamını ve Hz. Muhammed’in kişiliğini belki bilinmeyen olaylarla fakat genel durumu özetleyen sahnelerle sunmuş.
Film kötülüğün, benmerkezciliğin, çıkarı için hakikatı feda etmenin geçerli olduğu bir dünyaya doğan Hz. Muhammed’in karşılaştığı zorlukları anlatıyor. Doğmadan önce babası ölmüş Muhammed’in düşmanlara, engellere, sevdiklerini kaybetmeye rağmen ilahi bir el tarafından korunduğu teması son derece naif bir dille işlenmiş. Hz. Muhammed’in çocukluğundan itibaren Mekke cahiliyesine karşı olan merhamet eksenli duruşu güzel örneklerle anlatılmış. Tüm yakınlarını kısa sürede kaybeden mazlumiyeti yaşamış küçük Muhammed’in tüm ezilenlere olan gönülden sevgisi pek hoş işlenmiş. Yeni doğmuş kız çocuğunu “erkek değil” diye gömerek öldürmeye çalışan öfkeli babayı durdurup “bak gözleri sana benziyor, kız çocuğu rahmettir” diyerek durdurması, sonrasında çağının zulmünü merhametiyle nasıl yeneceğinin adeta ilk işareti olarak sunuluyor. Mağdur ve mazlumlara su taşıyan, bir dikeni bile incitmekten kaçınan bir merhamet örneğine bugünün kutuplaşmış, kalpleri katılaşmış insanlarının, Müslümanlarının ne kadar çok ihtiyacı var aslında.
Filmi tepkiyle karşılayanlara sorumluluk sahibi olmaları gerektiğini hatırlatıyorum. 7 yıllık bir sürede İran’ın dünya çapındaki yönetmenlerinden Mecid Mecidi’nin 30 milyon dolar harcayarak gerçekleştirdiği bir filmi görsel bahanelerle değersizleştirmeye hatta linç etmeye çalışmak, İslam dünyasının içinde bulunduğu hali göstermesi açısından son derece üzücüdür.
Filmde Peygamberi tasvir eden kişinin eli göründü diye kıyamet koparanlar çağımızda onun ruhunun, niyetinin unutulduğunu görmüyor mu? O çağdaki ilahi mesajların dünyevi çıkarlar uğruna çiğnendiği teması günümüze dair hiç mi birşey hatırlatmıyor?Asıl kıyameti yanlışa “yanlış” diyemeyen günümüz Müslümanları için koparmaları gerekmez mi?
Çocukluk bölümünden sonra ikinci ve üçüncü bölüm olarak gençlik ve peygamberlik bölümlerini de çekmeyi planlayan Mecidi’ye başarılar diliyorum. Daha iyisini kendisi yapmak yerine var olanı mahkum etmeye çalışan günümüz İslami anlayışının da kendi hastalığını anlamadan başkasını hastalıklı olarak ilan etmeye çalışan problemli bir ruh hali olduğunu vurgulamadan geçemeyeceğim.
Ömer Faruk Gergerlioğlu – T24
Bu Film Herkese İyi Gelecek
‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ adlı İran filmi muhteşem görselliği, etkileyici atmosferi ve anlamlı mesajlarıyla İsamofobi’ye güçlü bir itiraza dönüşüyor.
Beklenen gün geldi, daha yapım aşamasında tartışmalara konu olan Mecid Mecidi’nin yeni filmi ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, dün vizyona girdi. Konusu itibariyle İslam dünyasının yakından takip ettiği filmi sinema çevreleri de merakla bekliyordu. 40 milyonu bulan devasa prodüksiyonu, Suudi Arabistan ve Mısır’da konan yasaklar, Akkad’ın ‘Çağrı’sına yapılan vurgular ve son olarak filmin İran adına Oscar’a aday gösterilmesi ilgiyi doruğa çıkardı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın olumlu görüş bildirmesiyle Türkiye’de gösterime giren ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, Hz. Muhammed’in hayatını konu eden Mecidi üçlemesinin ilk filmi. Cennetin Çocukları, Cennetin Rengi, Baran ve Serçelerin Şarkısı gibi unutulmaz filmleriyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan yönetmen Mecid Mecidi, Hz. Muhammed’in hayatını da adeta bu çizgiyi devam ettirircesine çocukluk üzerinden ele almaya başlamış. Usta yönetmen, Fil Vakası, Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluğu ve ilk gençlik yıllarından nübüvvete uzanan olayları, klasik İslam kaynaklarına yaslandırarak 3 saatlik bir görsel yolculuğa dönüştürüyor.
DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BİR YAPIM
Görüntü yönetimindeki başarısı ve Mecidi’nin estetik olgunluğunu yansıtan şık kadraj, geçiş ve planların yanı sıra, ustalıklı görsel efektleriyle dikkat çeken film, günümüz dünya standartlarının üzerine çıkmayı başarıyor. Oscar ödüllü Hintli müzisyen A. R. Rahman’ın müzikleri ve gerçekliğe uygun biçimde oluşturulan etkileyici atmosferi, seyirciyi büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Mecid Mecidi, Fil Hadisesi başta olmak üzere Hz. Peygamber’in doğumu ve kimi mucize sahnelerinde yalnızca minimalist tarzda değil ana akım yapımlarda da büyük bir yönetmen olduğunu kanıtlamış.
ANCAK BU KADAR HASSAS OLUNUR
Gelelim filmin tartışma konusu olan Hz. Peygamber’in temsili ve olayların tarihsel gerçekliği meselelerine. Şunu kesin bir dille ifade edelim ki, Mecid Mecidi bir sinemacının gösterebileceği en yüksek hassasiyeti göstererek İslam inancının ‘tüm anlayışlarını’ gözeterek ortak bir dil yakalamayı başarmış. İslam’ın sahih kaynaklarına aykırı tek bir bilgi barındırmayan film, sahneleriyle de bu bilgilere sadık kalmış. Hz. Muhammed’in gösterilmesi mevzusunda aynı itidalli tavrı sürdüren yönetmen çocukluk ve gençlik yıllarını yüzünü göstermeden, sesi duyurmadan temsil sorununu büyük ölçüde çözüyor. Temsili karakterin yüzü gösterilmiyor, sözleri altyazı ile veriliyor. Filmin jeneriğinde temsili canlandıran oyuncuların isimlerine dahi yer verilmiyor. Hal böyle iken temsil mevzusundan yola çıkarak filme ve yönetmene ağır suçlamalarda bulunmak izahı mümkün bir durum değil. Aynı çevrelerin her yıl Ramazan ayında ekranlarda boy gösteren ve diğer peygamberlerin konu edildiği film ve dizilere bu tarzdan bir temsil itirazı yapmaması da ayrı bir tartışma konusu.
ELEŞTİRİLER HAKKANİYETSİZ
Yönetmen filmde hemen her sahnesini klasik siyer kitaplarına yaslamış. Filmde amcası Ebu Talip’in öne çıkarılarak Şii anlayışın vurgulandığı, Ebu Talip’in Hz. Peygamber’e olan desteğinin abartıldığı yönündeki yorumlar siyer okuma noktasındaki eksikliği gösteriyor. Zira ilk siyer kaynağı olarak anılan İbn-i İshak’ın meşhur Siyer’i ile İbn-i Kesir, Taberi, İbn-i Sad gibi Ehli Sünnet’in başucu kaynakları Ebu Talip’in Hz. Peygamber’i cansiperane biçimde koruduğu ve yeğeni için hayatını defalarca tehlikeye attığı olaylarla doludur. Öte yandan mucize sahneleri noktasında lirik bir üslubun tercih edildiği doğrudur ve bunun isabetli olup olmadığı tartışmaya açıktır. Ancak İslam tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber’e atfedilen sayısız mucizevi olay kayıtlı iken Mecidi’nin bunların yalnızca bir kısmını filme konu etmesi neden sorun teşkil ediyor, anlamak mümkün değil. Bununla birlikte filmi İslamofobi’ye bir cevap olarak planladığını söyleyen yönetmen Hz. Peygamber’in kölelik, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kadın hakları, inanç ve fikir hürriyeti, hayvan hakları, sosyal adalet ve merhamet gibi çağımızın en önemli sorunlarını çarpıcı sahne ve diyaloglarla aktarmayı başarmış ve bu yönüyle vaadini yerine getirmiş. Dolayısıyla filmi Şii propagandası olarak yorumlamak ya da temsil meselesi nedeniyle ağır ithamlarda bulunmak hakkaniyetle uyuşmaz. Hz. Peygamber’e duyduğu muhabbeti herkesçe bilinen, nebevi mesajları tüm sinemasına incelikli biçimde işleyen, her konuşması, her açıklaması Hz. Peygamber’e duyduğu sevgi ve bağlılığı yansıtan bir yönetmeni peygambere saygısızlık ya da düşmanlıkla suçlamak zulümdür.