admin tarafından yazılmış tüm yazılar

Heiran (Aşkın Ardından)

“Neden masallarda hep biri kayboluyor ve diğeri hep onu aramak zorunda kalır?
Allahım ben bu masalın neresindeyim? Başında mı, ortasında mı, sonunda mı?”

Heiran” 2009 yapımı bir İran filmi. Yönetmenliğini Şalize Arifpur yapmış. Oyuncu kadrosu ise Baran Kevseri, Hüsrev Şekibai, Farhat Aslani, Mehrdad Sadıkiyan, Jale Samedi’den oluşmakta. Türü dram , romantik olarak geçiyor. Aşk temalı bir film olsa da dram yönü ağır basıyor. Filmin müziklerinin bestecisi Ali Rıza Hohanderi çok iyi bir iş çıkarmış.Müziklerden ne kadar bahsedilse de güzelliğini kelimlerle tarif etmek mümkün değil. 88 dakikalık film nasıl başladı, nasıl bitti anlayamadım. Heiran naif, sade ve samimi bir film.

Mahi lise son sınıfta bir genç kız. İki erkek kardeşiyle okula gidip geliyor. İyi bir öğrenci olduğu için ailesi ondan umutlu ve bir sene sonra üniversitede okuyacağıyla ilgili hayalleri var. Babası iranda bir göçmen. Kardeşleri, annesi, babası ve dedesiyle gayet sıradan bir hayatı var. Çiftçilik yapan bir ailesi var. Bir gün okuldan gelirken otobüste heiran ile karşılaşıyor. Heiran afganistanlı, tahran da üniversite okuyan bir öğrenci. Üniversite parası için geçici işçilik yapmaya geldiği bu yerde Mahi’yi görüyor ve görür görmez de aşık oluyor.

Bu iki genç kısa süren otobüs yolculuklarına devam eder ve o saf duyguları artık içlerinde tutamadıkları için Mahi’nin ailesine açılırlar. Lakin ailesi kızlarının bir afganla evlenmesine izin vermez. Afganistanda savaş vardır ve Mahi ‘nin babası kızının oraya gitmesinden korkmaktadır. Mahi öyle aşıktır ki kimseleri dinlemez. Asi mi inatçı mı yoksa sadece kararlı mı bilmem bir türlü vaz geçmez ve zavalllı dedesini kandırarak Heiran’ın peşine düşer.

Tertemiz bir aşk hikayesi izliyoruz. Öyle ki o iki genç adeta iki çocuk, sadece sevmeyi biliyorlar. Yetişkinlerin endişe ve tasalarını anlamayan birer çocuk. İnsan izlerken bu masum duyguların esiri oluyor.

Karakterlere gelirsek Heiran’ın babası Abbas‘ı anlamamak elde değil onunla empati kurdum. Hele kızının başında beklerken ki o halleri çocuğuna kıyamayan bir babayı çok iyi yansıtmış. Dede karakteri ise ancak bu kadar gerçekçi olurdu. Onun o hallerine ekran başında yazık bu adama diye dövünerek eşlik ederken buldum kendimi.

Heiran sayesinde göçmenler ve onların yaşadığı sıkıntıları anlamış olduk. İzin belgesi olmadan çalışamayanlar, sınır dışı edilenler, geride kimlerin kaldığı bir kağıt parçasından daha önemli değil.

Mahi ise olması gerektiği gibi güzel, masum ve genç. Çok deneyimsiz bir çocuk Mahi. Yalnızca bir yetişkinden daha kararlı ve bir yetişkinden daha çok biliyor ne istediğini. Azimle mücadele ederken ekranda devleşiyor adeta. Daha iyi bir hayat mümkün ama onun için mutluluk sadece Heiran ile başlıyor Heiran ile son buluyor. O yaşlarda insanın hayata nasıl baktığını hatırlatan, izlerken içinizi ısıtan ama bir tarafınızı buruk bir acıyla sarsan, samimi, gerçekçi, içimizden çıkan hikayelerden biri Heiran.

Heiran bir aşk hikayesi, bir göçmen hikayesi, bir savaş hikayesi, bir aile hikayesi ama bunlardan çok Heiran aşktan geriye kalanın hikayesi. Hüzünlü, sıcak ve sadakatle dolu bir aşkın küllerinin hikayesi.

Otobüsle başlayan otobüsle biten bu masal yüreğime işledi.
Mahi’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

“Sen gidiyorsun, tozlar içinde kayboluyorsun”
“Ben sözümden çıkmadım, sen de sözünden çıkma”

Heiran bir masal, biz bu masalın başına mı ortasına mı sonuna mı şahit olduk acaba?

Rezalet

“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır.

İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”


2012 yılı yapımı olan “Rüsvai” 101 dakikalık bir İran filmi. Türü için dram demek daha uygun olur. Yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenen Mesut Dehnameki ayrıca filmin senaryosunu da yazmıştır. Başrollerini Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç , İlnaz Şakirdost paylaşmaktadır.

Efsane yaşadığı toplumun kurallarına uymayan, aykırı bir genç kız. Kadın olarak, güzel bir kadın olarak dahası toplumda yalnız ve çaresiz kaldığı bir durumda bile Efsane hiç kimse ve hiç bir şeye önem vermeden istediği ve bildiği gibi yaşıyor hayatını. Hırsızlık yapıyor, tasvip edilmiyor ama onu yargılayan insanların da kendi kusurlarından dolayı Efsane’yi eleştirmeye hakları olmadığını düşünüyor. Alımlı ve bakımlı olunca da erkeklerin gözleri üzerinden eksik olmuyor. Babasının vefatından sonra küçük erkek kardeşi ve hasta annesiyle borç içinde kalmış. Bu sebeple babasının borç senetlerinin ödemek, evden atılmamak gibi dertlerin içinde inancı zayıf düşmüş . Haksızlığa uğradığını düşünmekte. Ev sahibi onu evden atmak ve senetleri ödemezse hapse atmak gibi tehditlerle onunla evlenmek isteyince Efsane bu senetleri çalmaya karar verir. Hırsızlığı yaptıktan sonra polisten kaçarken de bir eve sığınır. Sığındığı evde bir Şeyh/Molla yaşamaktadır ve Efsane ile Şeyh’in yolları kesişir. Hikayemiz burada başlar.

Bu film tasavvufi yönleri ile insanı içine çekiyor. Sahte dindarları yani aslında söylediği ile yaptığı bir olmayan insanları, riyakarlığı, dindar görünüp de amelleri ile bunu gerçekleştirmeyenleri anlatıyor. Şeyh’in filmin bir noktasında dediği gibi ‘Noksan olan İslam değil noksan olan bizim müslümanlığımız’. Şeref ve onur üzerinde duruyor. Şeref üzerine çokça söz verilecek kadar ucuz değil, itibar ise toz misali uçabilecek kadar güvenilmez. İnsanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşamadığımızdan dem vuruyor.

Her şeyin bir bedeli var; güzelliğinki yalnızlık, malınki hesap vermek, şöhretinki ise rüsvaylık . Filmin ismi içinde geçen bu güzel söylemden geliyor olmalı. Filmin içinde öyle şairane bir anlatım var ki şiir kullanılmadıysa özlü söz, o da yoksa atasözü kullanılarak konuşmalara ahenk verilmiş. Hem Farsçanın güzel söyleyişine tanık oluyoruz hem de ders veren o özlü sözlerle durup düşünüyoruz. İçinde çokça fikir barındırıyor bunlardan biri ise kitlelerin nasıl birbirini etkilediği, insanların bir araya gelince nasıl da durup kendine bakmadan hareket ettiği oysa insan, insanın aynasıdır. Ve tabi ki Şeyh’in ağzından dökülen “Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.” sözcükleri. Anlatılmak istenen basit, İnsan inancında yalın ve samimi olsa, kendi içine baksa, kendi aynasını kendi kalbinde bulsa.

Bu mistik havanın yanında filmin oyuncularının performansları, sokak çekimlerinin başarısı –sanki o sokaklarda kendiniz geziyor gibi hissettiren o çarşı pazarları – filmin başlangıcında verilen o çinilerin göz dolduran renkleri, vermek istediği mesajları yormadan ve göze sokmadan basit bir şekilde anlatması ile beni etkileyen bir film oldu. İran sinemasını diğerlerinden ayıran sanırım bu doğal oyunculuklar ve gerçekçi anlatımlar. Durup düşünmek ve şairane bir yolculuğa çıkmak için bu film ideal.

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!

altın ve bakır

Altın ve Bakır – 2011 – İran Filmi

Aşkın ne kadar yakınında, ne kadar uzağındayız? Sahi “aşk” denen bu duygu kilometrelerle ölçülemiyorsa uzak ya da yakın olduğunu nasıl bilebiliyor bu insanoğlu? Çözemediğimiz ve çözemeyeceğimiz tüm bu problemlerin yegane sığınağı olan aşk hakkında ne diyebiliyoruz? Daha doğrusu biz aşkı ne diye biliyoruz? Sadakat, güven, sevgi, muhabbet, samimiyet, dürüstlük, ten, tutku… Hangisi aşk? Bence hiçbiri. Tükenebilen hiçbir unsur aşkın tanımı olamaz. Sevmek, katlanmaktır. Sevense, sevdiğine en güzel katlanan. Çünkü aşkta tükenmeyen tek duygudur: “katlanmak” Nedenlerin ve niçinlerin ötesinde, mantığını sustururcasına bir katlanış. Düşünün, hangi beşeri sevgi sonuna kadar aynı yoğunlukta varlığını idame ettirebilmiştir? Aşkın destanını yazan Mecnun dahi bir noktadan sonra Leylasına ‘dur!’ diyebilmişse sen kimsin ki aştan söz edebiliyorsun? Mecnun dur diyebildi, çünkü onun hasretinin ıstırabına katlanmasını sağlayan sevgi tükendi. Yüreği rotasını safi sevgiden yana, Mevla’ya, çevirdi. Yani katlanmanın olmadığı tek sevgiye, en sevgiliye. Bu düsturu yol edinen bir filmdi size söz edeceğim: Tala ve Mes. Yani Altın ve Bakır. Sevginin katlanmak olduğunun en naif kanıtı. Yalnız sevgiliye değil, ondan gelen her belaya da katlanmak. Seyid’ in sevgisiyle imtihanı. Şimdi altın mı bakırı tüketti yoksa bakır mı altına rengini verdi, buna yüreğiniz hüküm versin. Ama hükmün hak olması için önce altın ve bakırın hikayesini dinleyin.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı, bir hazine ya da bir kimya, bir iksir. Mutluluğun sırrını yanlış şeyde aradılar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırdılar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir, ister buna anahtar deyin ister şifre. Ama hiç de öyle karmaşık değildi bu. Yüce Allah bu anahtarı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi. Buyurdu: ‘Benim için sev, benim için buğz et.’ İşte bundan ötürü tüm amellerin kabulünün anahtarı velayettir. Allah için sevmek. Allah kimleri seviyorsa sen de onları seversin. Allah’tan ötürü sevmek. Allah için sevmek. Kaş ve göz, dış görünüş için değil. Hatta kendi gönlünüz için değil, sadece Allah için. Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de, doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp yarı yolda kalanlar Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, O’na o kadar çok yaklaşırsınız. “O’nun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi. Evet, senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur.” Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.”

Büşra İşcan

Nahit

Nahit (2015) – İran Filmi

Kadın olmak, boşanmış bir kadın olmak, boşanmış çocuklu bir kadın olmak, toplum baskılarıyla her gün biraz daha fazla karşılaşmak, geleneklerin içine sıkıştırılmak, hayatınla ilgili kararları bile başkasının vermesi İda Panahandeh’in ilk uzun metrajlı filmi Nahit bu eksende bir kadın öyküsü ele alıyor. Filmin kadın başrol oyuncularından Sare Beyat’ın meşhur A Separation filmiyle Berlin’den ödülle döndüğünü hatırlatalım.

Filmde Nahit (Sare Bayat) alkol ve esrar bağımlısı kocasından ayrılmayı seçmiştir. 10 yaşındaki oğluyla bir yaşam mücadelesi içinde bulur kendisini. Şeriat kuralları gereği çocukların velayeti babalardadır. Nahit’in kocası başkasıyla evlenmemesi şartıyla velayeti kendisine vereceğini söyler ama Nahit’in karşısına sevdiği, saygı duyduğu, hayatını geçirebileceğini düşündüğü Mesut’un (Pejman Bazıği) çıkması Nahit’i oğlu ile Mesut arasında bırakacak ve zor olan hayatını biraz daha zorlaştıracaktır. Boşanmış bir kadın olarak toplumun baskısından kaçamayan Nahit, parasızlık yüzünden de zor zamanlar geçirmektedir. Okumaya pek gönüllü olmayan, anne babasının boşanması yüzünden annesini suçlayan oğlu Rıza da Nahit’in işini pek kolaylaştırmayacaktır.

Filmde annelik ve birini yaşamına kabul etme ikilemini yaşayan Nahit’e çok üzülüyorsunuz. Baskı altında kalmış bir kadın Nahit. Boşandığı için ailesi tarafından, kira parasını denkleştiremediği için ev sahibi tarafından, oğlu ile tek yaşadığı için komşular tarafından, sevdiği ve bir an önce birlikte bir yaşam kurmak isteyen Mesut tarafından sürekli bir sıkıştırma içinde. Bu cendere içinde Nahit ne olursa olsun güçlü durmayı ve isteklerini gerçekleştirmeyi başarıyor. Tüm kadınlar içindeki gücü fark ettiğinde hiçbir şey imkansız değil, başarabilirsin dersini almak mümkün.

Nahit adının İran Mitolojisinde Anahit adlı bir Tanrıçadan geldiğini düşünürsek filmin adı konuya çok uymuş diyebiliriz. Düşünenin aklına sağlık. Filmin ayrıca Cannes Film Festivali değişik kültürlerden filmler özel seçkisine seçildiğini hatırlatalım. İzlemeden geçmeyin.

Cafe Transit (Sınır Kafe)

 

Kadın olmak her dönemde, her toplumda ve her türlü yaşam biçiminde zor olagelmiştir. Geleneklerin etkisini kaybetmediği ve topluma müdahale etmeye hala devam eden İran toplumunda da daha da zordur. Ünlü İranlı yönetmen ve senarist Kambuzya Pertuvi’nin yazıp yönettiği “Sınır Kafe” filmi toplum baskılara boyun eğmeyen, cesur ve kararlı bir kadının hikayesini anlatıyor.

Filmde Reyhan (Fereşte Sadr Urefai) kocasının ölümü üzerine geleneklerin emrettiği üzere kocasının abisi Nasır (Perviz Perestui) ile evlenmek zorundadır. Fakat Reyhan bunu kolaylıkla kabul etmeyecektir. Hem kocasının anısına saygısızlık olduğunu düşünür hem de kendi ayakları üzerinde durmak istiyordur. Kocasının bıraktığı kamyoncuların yol üstündeki noktalarından biri olan kafeyi işletmeye niyetlenecektir. Fakat o yörede kadın olmak demek kadınların kafe işletememesi demek, toplum baskısı demek, erkeklerle içli dışlı bir ortamda olduğu iddia edilerek hakkında türlü dedikodular çıkarılması demek. Reyhan tüm bu zorluklara rağmen kimseye yük olmadan çocuklarını büyütmeye kararlıdır.

Filmin dikkat çeken diğer noktalarından biri de kamyoncuların yoğun olarak uğradığı bir yer olan kafenin değişik milletlerden insana ev sahipliği yapmasıdır. Yunan kamyoncu Zakaria’nın ve Rus kızı Svieta’nın hikayeleri derdini anlatmak için dil bilmenin bazen o kadar önemli olmadığını fark ettirecek size. Reyhan ile Svieta’nın birbirlerinin dillerine anlamamalarına rağmen dertleşmeleri, Reyhan’ın Svieta’ya kızı görüp herkesten korumak istemesi, savaş mağduru olan insanların yaşadıkları, acıları ve Zakaria’nın 5 yıl geçmesine rağmen dinmeyen acısı, belki memleket özlemiyle yaptığı sirtaki, karısının izlerini Reyhan’da görmesi sizi etkileyecektir. Sadece Yunan ve Rus izleri değil bizden de bazı izler görmeniz mümkün. Arkada çalan bir şarkıda, bir masadaki konuşmada bizim buraların izleri duyulabilir.

Sınır Kafe‘nin 79. Akademi ödüllerinde en iyi yabancı film dalında aday olduğunu hatırlatalım. Kadınların gücünü, azmini ve ne olursa olsun yılmamaları gerektiğini görmek açısından tercih edilesi bir film.

Howze Naghashi

Meryem ve Rıza aynı kaderi paylaşan bir çifttir. Fakat aralarına aynı kandan olup ayrı kadere sahip Süheyl katılır. Süheyl, yaşının getirdiği heyecanı ailesinde bulamamaktadır ve arayış içine girmiştir.

Meryem ve Rıza’nın monoton fakat huzurlu hayatı; aksilikler zinciri karşısında dik durmaya ve pişmanlıklarını telafi etmeye çalışacaktır. 6. uzun metraj filmi olan Maziar Miri, insan iç dünyasının, gerçek dış dünya kadar acımasız olmadığını fakat ondan daha güçlü olduğunu sübliminal mesajlar desteğiyle empoze etmiş. İran sinemasının saygın ve özgün örneklerinden birine imza atan Miri toplumsal mesajlara da yer vermiş, engelli bireylerin toplumda “normal olmayan” şeklinde tanımlanmasını gündeme getirmiş. 2001 yapımı olan “I am Sam” filmi ile paralel temaya sahip bir işlenişin yanı sıra oyunculuklar oldukça başarılı. Sean Penn tiplemesine yakın bir Shahab Hosseini oyunculuğu oldukça doyurucu olmuş.

Çaresizlik içinde olan bir çift ve tekdüze hayattan sıkılan, büyüme çağındaki bir çocuk ile arasındaki kopukluğu tutabilecek tek şey sevgi kavramıdır. Doğuştan gelen engellerle sistemin getirdiği engellerin birleşmesi, sevgi kavramını öldürmeye yeterli olabilecek mi? Rıza ve Meryem’in masum dünyası, Süheyl’in heyecanına ayak uydurabilecek mi? Hayatın içinden bir çok kesitlerle soruları cevaplayan film aynı zamanda İran kültürünü lanse etmeyi de iyi başarmış.

İnsanoğlunun çaresizliği ve toplumun “anormal” görünen insanlara karşı bakış açılarını sosyolojik bir açıdan yansıtmış. Aşk ve sevginin zeka ile değil de kalp ile bağlı olduğu ise psikolojik bir dille anlatılmış. Aklın kandırılması her ne kadar kolay olsa da insan kalbinin kolay kanmayacağını çarpıcı şekilde vurgulanmış.

Film, İran Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanmış ve aynı zamanda Asia Pasific ödüllerinde UNESCO ödülüne de layık görülmüştür.

Çarpıcı müzikleriyle filmin atmosferi ve duygusallık ön plana çıkmış. Aynı duygusallık repliklerle de desteklenmiş.92 dakikalık kısa süresi ve akıcı ilerleyişiyle sıkmayan, aynı zamanda izlerken düşündüren, kıymet kavramını vurgulayan bir film olmuş. Yer yer sistem eleştirisi de yapan, edebi cümlelerle senaryoyu güçlendiren yapısı var. Son zamanlarda yükselişe geçen “popüler teknoloji sineması”nın arasında unutulmuş, mumla aradığımız gerçek duygular yansıtan bir senaryoya sahip. İran kültür ve sinemasının popüler olamayan, kıyıda köşede kalmış nadide filmlerinden “Resim Havuzu” mutlaka izlenmesi gereken bir yapım…

Resim Havuzu

İran filmi; Resim Havuzu

Meryem ve Rıza zihinsel engellidir. Bu sebeple davranışları ve hayatı algılayışları diğer yetişkinlerden farklıdır. Oğulları Süheyl ilkokul çağına gelmiştir ve artık ailesinin diğer yetişkinler gibi olmadığını fark etmektedir. Süheyl, arkadaşlarının ailelerine özenmekte ve ailesinin toplum içerisindeki davranışlarından rahatsız olmaktadır.

Meryem ve Rıza birbirlerine aşk ile bağlıdır. Süheyl’in mutlu olması için de çabalamaktadırlar. Bir gün Süheyl’in okulundan annesine toplantı daveti gelir ve olaylar gelişir. Süheyl ailesini kendisine yakıştıramıyordur ve annesinin okula gelmesinden rahatsız olmuştur. Süheyl kendi ailesini seçmeye karar verir ve 10 yaşındaki bir çocuk için son derece radikal bir adım atacaktır.

Süheyl’in seçimi, vazgeçişi ve kararlı tavrı dikkat çekmektedir. Süheyl özgür iradesi ile seçtiği aileyi zamanla kendi ailesi ile karşılaştırmaya başlar. İnsanın dayatılmış toplum normlarına karşı aciziyeti ve duygusal bağa direnen duruşu muazzam işlenmiştir. Bir diğer taraftan ise uzak durulan anlarda dahi gönül bağı ile ilişki kurulanlardan ayrı kalınamayacağı sıcak ve farkındalık yaratan bir üslup ile anlatılmıştır.

Başrol oyuncuları Nigar Cevahiriyan ve Şahap Hüseyni film boyunca gerçek birer engelli gibi performans sergiliyor.

“İsminin anlamını biliyor musun?
Bir yıldızın adı…
Eğer görebilirsen çok güzel bir yıldızdır.”

Görebilme yetisini yeniden keşfedebilmek için beyaz perdeye taşınmış bir senaryo, her saniyesi izlemeye değer.

Altın ve Bakır

Molla olma yolunda kendini ailesinden ve toplumdan soyutlayan Seyyid ile dokunduğu hayata mutluluk ve hoşgörü tohumlarını serpen Zehra’nın evliliğinin zamanla değişimi konu alınıyor; Altın ve Bakır. Rahatsızlığı sebebi ile ailesinden ve çok sevdiği kocasından vazgeçmeyi göze alan Zehra, zamanla eşi Seyyid’in kendisi için yapabileceklerini görüyor.

Film İslami normların üzerine kurulmuş olsa da inanca farklı boyut getirerek izleyiciyi iyi insan olma, hayatı algılama ve Yaradan’dan ötürü sevmeyi hatırlatıyor. İnanç ve ibadetin bazen durmaksızın okumakla bazen ise tek kelime okuyamayacak hale gelip gönülden inanmaktan geçtiğini betimliyor.

Down sendromlu komşunun mum yakarak dua edişine karşı Molla adayı Seyyid’in tebessümle bakan gözleri de tüm inançlara olan saygıyı naifçe aşılıyor. Yanakları kızartan mahcubiyet ile işlenmiş, zarif bir aşk hikayesi. İzleyiciye verilen tüm mesajlara ek olarak; “Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynı ise yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi, hiçbir kitapta yazmaz.” der. Öylesine iç ürpertir, öylesine kendine aşık eder ki film, defalarca izleme isteği uyandırır.

Hamit Muhammedi’nin muazzam senaryosu, Humayun Esediyan’ın yönetmenliğinde hayata geçmiştir. Film naif dili ile İran sinemasının en önemli eserleri arasında yer alıyor. İzleyiciyi unutulmayacak kadar derin etkileyen bir film.

Ye’s ve Ümit

İran filmi; Her Gece Yalnızlık

Atiye daha önce babasının vefatına sebep olan hastalığa yakalanmıştır ve ameliyat olmayı reddeder. Atiye’nin eşi Hamit onu tekrar hayata bağlayabilmek için umut dolu yaklaşır ve Atiye’yi ameliyat olmaya ikna etmeye çalışmaktadır. Kadın ölümden korkmasına rağmen kendisini sessizce ölüme terk eder ve bu süreçte eşini kendisinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Hamit, Atiye’ye olan aşkından hiçbir şey kaybetmemiştir. Kadının yalnızlaşan ve vazgeçmiş tavırları Hamit’i çok etkilemekte; ancak adam eşine içinde bulunduğu durumu yansıtmamaktadır. Atiye’nin yeniden hayata tutunmak için bir sebebe ihtiyacı vardır. Bir gün ansızın ufak bir mucize ile karşılaşır. Atiye, yaşadığı mucize ile içindeki tüm insani duyguların harekete geçtiğine tanık olur. Kaybetmekten ve kendi içinde kaybolmaktan korktuğunun farkına varan kadın teslim olmak ile mücadele etmek arasındaki ayrıma gelmiştir. Artık Atiye için karar verme zamanıdır.

İran sinemasının kendine özgü dili ile anlatılan filmde İslami öğeler dikkat çekiyor. Filmin temeli inancını ve kendini kaybetmiş bir kadın üzerine kurulmuş olsa da yaşanan farklı hayatlara ilişkin sorgulayıcı tavır da dikkat çekiyor. Yaşamı sorgulayan, felsefesi olan filmlerden keyif alanlar için başarılı bir yapıt. Güven kavramına ilişkin birbirinden farklı çok sayıda duruma tanıklık edebilecek, filmde kendinizi bulabileceğiniz repliklere kulak verebileceksiniz. Leyla Hatemi ve Hamit Behdad muazzam oyunculukları ile dikkat çekiyor. Umut yorulabilir ama yanınızdakiler size sizden fazla inanıyorlarsa; yola yorgun da devam edilebilir. Çeşitli sebeplerle kendini ya da inancını kaybetmiş bireyler için hem sorgulatıcı hem de tedavi edici nitelikte bir film.

Allah Yakındır

KHODA NAZDİK AST (HÜDÂ NEZDİK EST) / GOD İS NEAR / ALLAH YAKINDIR

Yönetmen Ali Vezirian’ın gerçek aşkı (ilahi) anlatan 2006 yapımı ödüllü filmi Allah Yakındır. Rıza’nın bir köy öğretmenine olan mecazi aşkından ilahi aşkı bulmasını anlatan filmde Hâfız El Şirâzî’nin şiirlerine rastlamak mümkün.

Allah Yakındır, bir köy yerinde öğretmenlik yapmaya başlayan genç bir öğretmen ve onu kasabadan köye getirip götüren motosiklet sürücüsü olan Rıza arasında filizlenen aşk hikâyesini konu alıyor gibi görünse de Rıza’nın bu yolda ilahi aşka ulaşmasını anlatıyor. Yaşadığı köydekiler tarafından biraz aklı havada olarak tanımlanan bir gençtir Rıza. Bakış açısı gerçekten de yaşadığı çevredeki insanlardan biraz daha farklı olan bu genç, ana yol selden zarar gördüğü için geçimini motosiklet taksiciliği yaparak kazanmaktadır. Bir gün tesadüf eseri köyün yeni öğretmeni onun motosikletine biner. Rıza Bu genç öğretmene âşık olur. Bu aşk onu divane etmiştir.

“Beni âşık ettin ama vefâ etmedin,

Ey bânû cân!

Beni ayırdın aşkından sen,

Ey bânû cân!

Beni dünyada avâre bıraktın,

Ey bânû cân!

Ağaçlar şimdi çiçek açmaya başladı,

Ey bânû, bânû cân!”

Film ilmi ve felsefi açıdan yeterli diyaloğa sahip olsa da kişiler arsında geçen diyaloglarda durağanlıkların olması yer yer sıkılmaya sebep verebiliyor. Ama bazı yerlerde durup düşünebiliyorsunuz. Sizi can evinizden vuran diyaloglar bir kez daha izleme isteği doğuruyor. Felsefi açıdan değerlendirmek ve sindirerek izlemek gerek. Ayrıca diyalogların içine gizlenmiş sembolleri de ayrıca yorumlamak gerek. Film bu açıdan değerlendirildiğinde keşfedilmemiş güzelliklerle dolu.

Allah Yakındır filmi ile yönetmen İranlı yönetmen Ali Vezirianİran 25. Uluslararası Fecr” Film Festivalinde, En İyi Yönetmen ve İtalya’da “10. Din ve Günümüz” Film Festivalinde “Don Tonino Bello” ödüllerini kazandı. Ayrıca “Rıza” rolünde izlediğimiz Babek Hamidiyan da “Cambaz” filmindeki şahane oyunculuğuyla “İran Sinema Kutlaması”nda En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almış.

İran yapımlarını ve Tasavvuf filmlerini seviyorsanız Allah Yakındır’a mutlaka bir şans vermelisiniz.

“Geldi üzerime üç keder, bir anda yalnızlık, esaret ve sevgilinin hasreti.

Yalnızlık ve esaretin çaresi var, ama, sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti…”