admin tarafından yazılmış tüm yazılar

Melekler Hep Birlikte İner

Yine bir İran yine sıcak ekmek gibi bir durum filmi, daha doğrusu birilerinin hayatından bir kesit izliyormuşuz gibi doğal.

Melekler Hep Birlikte İner filmini, hastalık kısmı hariç olarak tıpkı “Altın ve Bakır“a benzettim.

Öyle sıcak sevgi dolu bir film; eşler arasında sevgi, sadakat, özveri, yardımlaşmayı anlatıyor diyebiliriz.

Tıpkı “Altın ve Bakır“daki gibi burada da baba bir molladır. Genç babamız hem eğitimine devam etmekte hem de inşaatlarda elektrik tesisatı yapmaktadır.

Üçüz çocuklarının olacağını duyunca hem şaşırır hem sevinirler. Çocuklar olunca geçimleri zorlaşır. O da pek kendisine göre olmayan ama ücreti iyi olan bir iş teklifini kabul eder.

İran filmlerini seviyorsanız özellikle “Altın ve Bakır“ı beğendiyseniz bunu da beğenmeniz muhtemel.

Bi Tutam Anı

Khabgah-e Dokhtaran

Yeni Kaynak‘ta altyazılı olarak bulabileceğiniz bu iran korku filmini dün izlemek nasip oldu.

Korku diyorlar ama bence sadece gerilim. Rahat rahat izleyebilirsiniz yani.

Ben şimdi iran filmlerindeki şiirsel ve de resim çizer gibi hikaye anlatmalarına o kadar alışmışım ki bu film bana acayip değişik geldi.

Hep böyle derin bir olay bekledim, manen ruhen ne bileyim tasavvufi birşey olacak diye gözümü acabildiğim kadar kocaman açtım ama film sadece gerilmelikmiş. Bunu bilerek izlemeye başlarsanız o zaman benim gibi filmin içinde bir arayışa düşmezsiniz, daha iyi olur.

Kız Yurdu Filminin Konusu:

Üniversite kazanan 2 arkadaş; Rüya ve Şirin, okulun bulunduğu biraz uzak olan şehre zar zor giderler, aileleri pek gönüllü değildir.

Neyse bunlar varır oraya. Kızlar yurduna yerleşir 2 kız. Pencereleri eski virane bir yapıya bakmaktadır. Yurt görevlisi Sakine Teyze (Safiye de olabilir) “sakın o binaya gitmeyin, orası cinli” der.

Rüya az korkusuz ve cesur bir kızdır. Bir gece binadan tuhaf çığlıklar gelince alır eline fenerini ve dalar binanın içine.

Sonra ne mi olur? İşte o söylenmez, izlenir.

Psikopatlıklar vardı filmde ama hazmi kolay olanlardan.

Oyuncular hem bilindik hem de sevdiklerimizden.

Onun için siz benim 3 leyen yıldızıma bakmayın ve filmi izleyin.

Arzu Akay

Rüsvai 2

1. bölümünü sabah izleyip hayran kaldıktan sonra hemen 2. bölümünü de izleyeyim dedim ve maalesef bunu çok sevemedim.

Alınacak çok dersler, herkesin kendine uyarı olarak nitelendirebileceği çok şey var filmde ama galiba ben sabahki izlediğim ilk bölüme çok takılı kaldığımdan bundan da o tür şeyler bekledim.

Tasavvuf daha az mıydı? Aslinda değildi.

Uçan kuşların yerleştirildiği sahneler çok çok anlamlıydı ama duygu yönünden eksik geldi bana biraz.

Rüsvai 2 Filminin Konusu:

Yine bizim tontiş Hacı Yusuf mollamız var filmde (Ekber Abdi).

Darağacına doğru yürüyen birkaç suçlu ibret-i alem olsun diye ulu orta yerde sallandırılmak istenir.

Mollamız bir şekilde onların kurtuluşuna vesile olur.

Ve orada konuşurken ağzından çıkan “Allah bizi sarsmadan biz biraz olsun kendimizi sarsalım” cümlesiyle yer yerinden oynar adeta.

İnsanlar bu cümleyi olacak bir depremle o kadar bağdaştırırlar ki şehri terkedip sokaklarda sabahlamaya başlarlar.

İşin içinden nasıl çıkılır peki?

Tabiki de Rabbime tevekkül ederek.

İlk bölümdeki o kartlaşmış zampik burdada vardi. Ne yüzle halen ortada geziyorsa bilemedim.

Bu bölümde de mollamızı rezil rüsva etme çabaları var ama birilerini rezil etmek de vezir etmek de sadece Rabbimin isteğiyle olur.

Çok anlamlı sözleri olan bu filmi izlemenizi tavsiye ederim ama ilk bölümden sonra beklentinizi hafif düşürüp izleyin.

Arzu Akay

Rüsvai 1

“El alem ne der” ya da “ne demiş” düşüncesini yaşam tarzı yapmış olan bir toplum olarak bu filmi izlemeliyiz.

Hiç “başkaları ne der” yerine “Rabbim ne düşünür, ne ister” dedik mi? Demişizdir inşallah ama el-aleminin diyeceği kadar ırgalamamıştır bizi.

Tasavvufu dibine kadar yaşayacağınız müthiş bir film Rüsvai / Utanç

Kim kimden neden utanmalı işte bu filmde görebilirsiniz.

Rüsvai Filminin Konusu:

Hafif meşrep denilen mahallenin çok güzel bi kızıdır, Efsane.

Babası öldükten sonra hem hasta annesi ve küçük kardeşine bakmak hem de babasının ardında bıraktığı borcu ödeyebilmek için ceşitli yollardan geçmiştir kendisi ki bu da adını lekelemiştir biraz.

Borçlandıkları müslüman görünümlü, özünde kart ve de tırt zampara olan adam kıza senetler karşılığı birlikte olmayı teklif eder.

Kız yüz verir gibi yapsa da adama katlanacak tahammülü yoktur, o sebeple senetleri dalavereyle çalıp kaçar ama nereye?

Kaçarken tesadüfen(!) çok müslüman bir mollanın evine sığınır.

İnancı da biraz kıt olan Efsane, o andan itibaren bu Mollanın nuruyla aydınlanmaya başlar ama insanlar o kadar adidir ki büzülmez torba tipli ağızları iğrenç bir dedikodu çıkartır.

Her duyduğumuza, hatta her değişik gördüğümüz şeye bile birden inanmamamız lazım.

Su-i zan kötü bir şey, yolu iftiraya çıkan.

Hacı dedemize bayıldım ben. Kalp gözününde biraz aralık oluşuyla ne güzel cümleler çıkıyordu ağzından.

Haşr suresi 21. ayet ile başlayan filmimiz Kasas suresi 83. ayet ile bitiyor.

Yani:

“İşte bu ahiret yurdu ki onu, yeryüzünde üstün olmak ve fesat çıkarmak istemeyenlere tahsis ederiz. Akıbet (güzel sonuç) muttekîlerindir (takva sahiplerinindir).”

Allah kelamının bol bol geçtiği bu film ruhunuza iyi gelecek.

Rabbim münafıklardan her daim korusun.

Arzu Akay

İran Yetimhanesi

Dünya sinemasında tartışılmayacak derecede önemli bir yeri olan ve ürettiği eserler ile her zaman ses getiren İran sinemasının en yeni örneklerinden biri olan İran Yetimhanesi, hem bir dönem filmi olması hem de izleyiciyi kendine bağlayan bir yapıya sahip olması sebebi ile unutulmaz filmleriniz arasına girmeye aday…

Film, 27 Ekim 2016’da vizyona girmiş olmasına rağmen henüz 2 yıl içerisinde IMDb’de 6,7 puana ulaşmış ve birçok kişi filmi sevilenlerine eklemiş. Filmin başlıca İranlı oyuncuları Baharek Salehniya, Aliram Nurai ve Ferruh Nimeti iken yabancı oyuncular Tommie Grabiec ve Paul Dewdney de filmde rol alan isimler arasında…

Birinci Dünya Savaşı’nın korkutucu, buhranlı ve karanlık yıllarında geçiyor İran Yetimhanesi… Seneler 1917 – 1920 arası… İran ile İngiltere savaşıyor ve her zaman her yerde olduğu gibi savaşın en büyük mağdurları yine çocuklar… Film, bu karanlık ve korkutucu dönemde Ebu’l Fazl isimli bir adamın bir yetimhane açma öyküsünü konu alsa da, izleyici alt metinlerde hep emperyalist düşüncenin tarih boyunca insanları düşürdüğü o kötü ve aşağılık hali ve bu düşünceye karşı yapılan şanlı direnişleri görüyor.

“Bir savaşın içerisinde nasıl yaşanır ve yeni hayatlar nasıl kurulur?”, “Kurulmaya çalışılan bu yeni hayatlar nasıl korunur?” ve “Her şeye rağmen insan yüreğinde umudu nasıl muhafaza eder?” sorularına bir cevap niteliğinde olan İran Yetimhanesi, kendine has dokusu ile izleyiciyi daha ilk dakikalarından itibaren kendisine çekmeyi başarıyor. Ayrıca bunu yaparken kullandığı coşkun anlatım dili ve sunduğu görsellik de izleyicinin hikayeyi daha derinden hissetmesindeki en büyük etkenlerden…

Film, izleyicisine çocukları merkeze alarak çarpıcı ve eleştirel bir savaş anlatımı sunuyor. Çocukların dünyasından, onların gözünden ve onların hayal gücünden hareketle, yaşanan bir savaşın yine çocuklar üzerindeki etkileri ve kendini çocukların geleceğine vakfetmiş bir insanın fedakârlıkları üzerinden bir anlatım benimseyen film, bir yandan da Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin İran’da sebep olduğu yokluk, açlık ve kıtlığın korkunç yüzünü gözler önüne seriyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da 9 milyon insanın ölümü ile sonuçlanan bu kıtlık ve yokluğun ardında bıraktığı derin izler ve unutulmayan acılar İran Yetimhanesi ile bir kez daha gözler önüne seriliyor…

Sunduğu gerçeklikler ve içtenlik ile İran Yetimhanesi, unutulmazlar arasındaki yerini almaya hazır olsa da eksiklikleri yok değil. Yönetmenliğini adını daha önce Savaşın Çocukları, Boş Eller ve Altın Sahipleri filmlerinden de hatırlayacağımız Ebul Kasım Talibi’nin yaptığı İran Yetimhanesi, bir dönem filmi olmasına rağmen, geçtiği tarihin dokusunu izleyiciye hissettirmek konusunda biraz eksik kalıyor…

Ancak yine de bu film için ayrılan bütçe için, filmin sahip olduğu derin mesajlar ve anlattığı hikayenin orijinalliği için, filmin sorgulayıcı yapısı için ve en önemlisi de İran sinemasının çarpıcı eleştirilerinden birine sahip olduğu için İran Yetimhanesi kesinlikle izlemeniz gereken filmlerin başında geliyor.

Şahsi kanaatim, bazı filmlerin onlara ayrılan bütçeler için, bazı filmlerin sadece yönetmenleri bazılarının sadece oyuncuları için, bazı filmlerin ise işlediği konular için izlendiği yönündedir. Ancak İran Yetimhanesi’ni izlerken bu filmin hangi kategoride yer alacağına bir türlü karar veremedim. Oyunculuklar beklediğimden iyi, bütçe beklediğimden fazla, yönetmen ise deneyimli bir yönetmen… İşlenen konu da böylesine orijinal bir konu olunca, İran Yetimhanesi, benim bu kategorilerin dışında kalan ancak yine de kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden oldu…

Eğer mutlaka bir gerekçe belirtmem gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın o buhranlı günlerine tanıklık etmek istiyorsanız, İran Yetimhanesi’ni açıp arkanıza yaslanmanız yeterli olacaktır…

Şimdiden keyifli seyirler…

Candide, Yeni Kaynak

İran Yetimhanesinde Bir Savaş Dramı

Bir dönem filmi olma özelliği gösteren İran Yetimhanesi, insanın duygularını harekete geçiriyor ve içini titretiyor. Ancak izledikçe görüyorsunuz ki çok da uzak olduğumuz olaylar değil, çok da yabancı olduğumuz duygular değil anlatılanlar. Kendi tarihimizde tanık olduğumuz pek çok detaya rastlıyoruz ilerleyen her bir dakika. Ayrıca filmin duyguları harekete geçiren yanı, tarihi değerleri açıklama noktasında çeşitli gelgitler ile dengeliyor ve izleyicinin dikkatini dağıtmıyor. Rahatlıkla aileniz ile birlikte izleyebileceğiniz film, bize çok da uzak olmayan bir dönemi işaret ettiğinden, izlediğinize pişman olmayacağınız bir tarihi yapım. Filmin asıl odak noktası olan çocuklar ise unutulmamalı. Filme ismini veren yetimhane iç acıtan cinsten. Hadi sözü çok uzatmadan biraz filmimizin içeriğine bakalım.

Hikâyeye dair çok da bilgi vermemek gerek elbette ama genel olarak 1917 ile 1920 yılları arasında gerçekleşen İngiliz zulmünü ve bu sırada en büyük hasarı alan çocukları konu ediniyor bu yapım. İngilizler dokunduğu topraklarda kan akıtırken, İran’da da durum çok farklı olmuyor. Milyonlarca insan yaşamını yitiriyor bu dönemde. Tam anlamı ile bir tarihsel kaynak olarak nitelenemese de filmde oldukça önemli tarihsel göndermeler söz konusu. Ülkemizde de benzer bir kurtuluş mücadelesi olan Kurtuluş savaşı yaşanmışken bizim anlamakta çok da zorlanmayacağımız acılar gözler önüne seriliyor. Adı emperyalizmin ile özdeşleşen Rothschild ailesini görmek bile aslında senaryoyu aşağı yukarı anlamak için yeterli. Bugüne kadar dünyanın farklı noktalarında uygulanan taktiğin İran’da da uygulandığı ve aynı acı sonuçları verdiği görülüyor. Adeta bir ortaçağ Avrupası ile aynı kaderi yaşama durumunda bırakılan bu insanlar, filmin belli noktalarında İngilizlere son derece manidar sözler ile ders veriyor. İnsanın içini titreten, tüylerini ürperten bu anlar filmin zirve dakikaları diyebiliriz. Bir de insanların cahilliği, yokluk zamanları, ölümler ve mücadele çerçevesinde yaşanan bu büyük acılar, çocuklar çerçevesinde gözler önüne serilince belki de en çok insana dokunan bu durum oluyor.

Bu tür tarihi yapımların hayata geçirilmesinde en önemli nokta tarihsel araştırmalardır. Hikâyenin doğru bir şekilde aktarılabilmesi, verilmek istenen mesajın doğru bir şekilde verilebilmesi gerekir. İran Yetimhanesinde küçük senaryo boşlukları sezilebilse de genel anlamda başarılı bir çalışmanın ortaya konduğunu görebiliyoruz. Çok fazla tarihi bilgi birikimine sahip olmadan izleyen birinin gözüyle bakılsa dahi İran Yetimhanesi anlatmak istediğini izleyene ulaştırabiliyor. En önemlisi de savaşların insanlara yaşattığı acıları, en çok yara alanların ise her zaman çocuklar olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Her zaman, her tarihi yapımda benzer hikâyeler ile insanların yaşadığı acılar ve özellikle de çocukların yaşadıkları gözler önüne serilir. Bu kez de durum farksız oluyor ve her bir karakterin yaşadıkları ayrıca ilgi çekiyor. Savaşın yanı başında gelişen olaylar ve ilgi çekici bir hikâye sizi bekliyor bu filmde. Tarihin tekerrür etmediği bir gelecek için öncelikle bu tür filmleri genç nesillere izletmemiz gerektiğini unutmayalım.

İran Yetimhanesi, özellikle de İran filmlerine ilgi duyanlar için iyi bir başlangıç olabilir.

Hurie, Yeni Kaynak

İran Yetimhanesi

İran Yetimhanesi [2016] Film İncelemesi

Filmin hikayesi 1917 – 1920 yıllarında İran’la savaş halinde olan İngiltere’nin milyonlarca İranlıyı öldürmesi sırasında, Ebu’lfazl isimli bir adamın ailesinden kaybolan çocuklar için bir yetimhane açmasını içeriyor.

Konusundan da anlaşılacağı gibi bu bir dönem filmi, duygusal ve dokunaklı olması beklenen drama yönü kuvvetli olması gereken bir film gibi gözükmesinin hakkını daha ilk yarısında fark ettiriyor.

Savaşın acımasız yüzü, vicdanınızı şöyle bir okşarken epik bir anlatıma yakın görselliği ile de hikayenin içinde yer almanızı sağlıyor.

Tarih konusunda çok fazla çalışılmamış olmasına rağmen o dönemi en azından bilgilendirme anlamında şöyle bir anlatıyor, asıl durum, savaşın yakınında süregelen hayatlarla ilgili.

Odak noktasını çocuklardan alan film bu noktada, duygu sömürüsü ve drama arasındaki ince çizgiyi çok ufak adımlarla geçip geri çekiliyor, insanı bunaltmayan fakat hafızalarda uzun süre yer alacak şekilde etkilemeyecek bir gel git gibi.

Duygusal ve hikaye anlatımı başarılı olsa da tarih ve oyunculuk kısımlarında muadillerine göre sanırım bir adım geride kalmış.

Yine de ailenizle birlikte oturup güzel bir film izlemek isterseniz İran Sineması tercih edecekseniz, mutlaka seçeneklerinizden biri olsun. Hani bazı filmler vakit geçirmelik güzeldir, bazıları ise mesajlarıyla insana değer katar. Bu film çok etkileyici olmasa da içerdiği mesajlar ve yeterli bütçesi ile sorular soracak.

Tabii bunun için bir çok kavram yer alıyor, kapitalist düzene bir sorgu, lümpen sınıfına bir sorgu. Entelektüel sınıfla ilgili mesajlar da ilginçti. Bir yandan siyasi açıdan çekilen sıkıntılar, bir yandan kıtlık, açlık derken kara bulut gibi üste çöken o psikolojiyi anlatmada yine başarılı buldum.

İran Yetimhanesi Filmi

Yetimhane Tasviri Üzerinden Savaş Yıllarındaki İran Fotoğrafı; İran Yetimhanesi Filmi

İran birinci dünya savaşı sırasında Türk-Rus savaşı nedeniyle topraklarına ister istemez savaş gelmiş ve cihan harbinde yer almıştır. İlk önce Ruslar tarafından işgal edilen İran, Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmesi sonrasında Rusların geri çekilmesiyle oluşan boşluğu İngilizler doldurmuş ve Bakü petrollerine giden yolda İran’ı kullanmıştır. İran Yetimhanesi filmi işte bu dönemi anlatmaktadır.

Ülkemizde de verilen kurtuluş mücadelesi sırasında görülen mandacılık ve himayenin bir benzerini İran’da görüyoruz. Emperyalist güçlerin Şah ve halkın üzerinde büyük baskıya sebep olması halkın irili ufaklı direniş hareketleriyle karşılık vermesine sebep olmuştur. Bu tepki aynı bizdeki Kuvay-ı Milliye hareketinin benzeridir.

Filmde bulunan yetimhane aslında savaş yıllarındaki İran’ın bir fotoğrafıdır sadece ve bazen bir fotoğraf çok şeyler anlatır. İngiliz subayının söylediği sözler dönemin fotoğrafını güzel bir şekilde çekiyor; “Sizler liyakatsizsiniz. Halkının arkasında duran güçlü yönetimlere herkes saygı duyar. Sizin son yüzyılda büyük liderleriniz inzivada öldü.” Bu sözler ile aslında sadece İran’ın değil bütün bir coğrafyanın özetini çıkartıyor. Tarih okumak ve bunu değerlendirebilecek kapasiteye sahip olmanın önemini vurguluyor. Ayrıca filmde bir gazetecinin tarih konusunda bilgisiz olması dikkat çeken bir başka husustur. Gazeteciliğin körü körüne bir kaynaktan aktarmanın ötesinde bir görevi vardır. Olayları tahlil edememesi sonucunda gerçekler bir İngiliz subayı tarafından tokat gibi çarpıldığında yapabileceği tek şey şaşırıp kalmasıdır.

İnsanların aç ve hasta düşmesi planının arkasında her zamanki gibi İngilizlerin olduğunu görüyoruz. Filmde görülen bir karakter olan Lord Rothschild’ın görülmesi de tarihsel bir gönderme olarak görebiliriz. Emperyalizm ile isimleri yan yana gelen bu ailenin bölgenin zenginliklerinde kesinlikle gözlerinin olduğu aşikardır. Böl, parçala ve yönet taktiğini geliştiren Rothschild, bunu uygulamak için bizzat İran’a gelmiş ve hiç acımadan uygulamıştır. Bunu tarihsel olarak Naziler de ikinci dünya savaşında Sovyet Rusya üzerinde uygulamıştır. Savaşarak alamadıkları Stalingrad’ı aç bırakarak almaya çalışan Almanlar sonunda büyük bir bozguna uğrayarak geri çekilmişler ve orada milyonlarca insanı aç bırakarak ölüme terk etmişlerdir.

Bilgisizliğin ve cehaletin en boyutlarda olduğunu da görüyoruz bu filmde. İnsanların veba ve tifo gibi hastalıkların olmasına rağmen önlem almaması hastalıkların hızla yayılmasına sebebiyet veriyor. İngilizlerin de yardımıyla İran resmen ortaçağ Avrupası’nı yaşıyor. İngilizler, İran’da yaşattıkları bu kıtlık ve veba sonrasında 18 milyonluk nüfusunun yarısı olan 9 milyon insanı ölümün kollarına göndermiştir.

Bu kadar insanını kaybeden İran, içerisinden Mirza Küçük Han gibi kahramanları ve onları takip edenleri çıkartmıştır. Halk direniş hareketi sayesinde büyük gayretler sonucunda İngilizlerin elinden ilaçlar alınmış ve halka dağıtılmıştır.

Filmin bir bölümünde köye baskın düzenleyen İngilizler bir köylü kadın ile karşılaşır ve kadın onlara şunu söyler;  “Eğer liderimiz olsaydı sınırdan adım attığınız anda bu millet sizi rezil ederdi”. Bu sözler filmin ana düşüncesiyle aynıdır. Yönetmen Ebulkasım Talibi, filmin ana düşüncesini bu konu etrafında şekillendirmiş ve dönemin yöneticilerini korkaklıkla suçlamıştır.

Dönem filmlerini çekmek çok zordur. Tarihsel gerçeklikleri göz ardı etmeden olanı olduğu gibi vermek basit görünse de bir o kadar zordur aslında. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözü aslında hem o İngiliz subayının, gazeteciye tarihi okuyup öğrenme hususundaki düşüncelerini hem de filmi çeken yönetmenin göz önünde bulundurmaları gereken bazı noktalar olduğuna işaret etmektedir.  İşte bu sebeple dönem filmleri çekilirken dikkat edilmesi gereken bir tarih vardır. Bu noktalara gayet güzel bir şekilde dikkat edildiğini de görebiliyoruz. Son derece etkileyici ve aynı dönemlerde kendi ülkemizi kurtarma mücadelesine girmemizden dolayı uzak duyguları yaşatmayan bir film. İzlerken kendi ülkemizin kurtuluş mücadelesindeki o bireysel ve toplumsal çabaları bu filmde de hissettim.

Özkan Köprülü

İran Yetimhanesi

İran Yetimhanesi, 114 dakikaya sığdırılmış bir tarihi gerçekliktir. Şöyle bir bakıldığında tarihi bir olaydır fakat kimse bilmez. Çünkü birileri bilinmesini istememiş. Ve zaten İran’a bunu yaşatan da yine o birileridir.

Filmden kısaca bahsedecek olursak, İngiliz eliyle baştan indirilenler ve yine İngiliz eliyle yayılan bir veba var. Zaten veba planlanmış bir şey, bunun sonucunda İran Halkı kırılır, büyük bir sefalet içine düşer. Sayısız insan ölür, günlerce aç kalırlar, yine de büyük bir dayanışma içindedirler ve sonunda vebayı atlatırlar.

Film ile ilgili şunu söylemek istiyorum. Kesinlikle İran Sineması’na başlar başlamanız izlemeniz lazım. Ki anlayamacağınız kadar ağır bir film değildi. Hatta her şey çok kolaydı, ufak bir dikkat ile izlemeniz bile dönen entrikayı, İran Halkının liyakatsizleştirimek istendiğini ve bunun başarıldığını anlamanız için gayet yeterli.

İzlediğim İran filmleri arasından oyunculuğu en iyi olanı, tartışmasız İran Yetimhanesi’dir. Birçoğunun dekoru, oyunculuğu, senaryosu güzel ve akıcı ama bu filmde her şey fazla güzeldi. Dekorlar, renklerin kameraya yansıyışındaki gerçeklik bile muazzamdı. Özellikle mekanlar döneme oldukça uygundu, herhangi bir set hatası da göremedim açıkçası.

Geçenlerde izlediğim bir dizide daha aynen şu sözler geçiyordu. “İngilizlerin dostu yoktur, çıkarları vardır.” Bu filmde de aynı replik geçti. Gerçekten tüm Ortadoğu ülkeleri olarak neyin ne olduğunun farkındayız ama elimiz kolumuz bağlı. Çünkü güçsüzüz. Yine filmde geçen bir replikle güçsüzlüğümüzün sebebini açıklamak istiyorum. “Bu beyler üniversitede Paris’i, Londra’yı öyle bir methediyorlar ki, gençlerin ağzının suyu akıyor böyle ülkelerde kölelik etmek için.

Fazla söze gerek yok, mesaj gayet yerinde. Ki İran’a oynanan oyunlar bizim ülkemize de oynandı yakın zamanda fakat kimse İran’dan ders almadı çünkü öğrenciler tarih okumuyor, okusa da İran’ın başına gelenler yazmıyor kitaplarda. Bunu da film öyle güzel yansıtmış ki, insan duygulanmadan edemiyor.

Filme puan verecek olsam tam puan verirdim muhtemelen.

Elif YAMAN

Altın ve Bakır

Selamun aleyküm. Uzun bir süredir film izlemeye ara vermişken Altın ve Bakır gibi inanılmaz güzel ve iz bırakan bir filmle geri dönüş yapmak beni çok mutlu etti.

Altın ve Bakır şimdiye kadar izlediğim İran filmleri arasında konu, anlatış biçimi ve oyunculuk konusunda en iyisiydi. Birincilik tahtında bulunan Kalbi Kırık filminin tahtını salladı ve oraya bir güzel yerleşti. Önce kısaca konusundan bahsetmek istiyorum.

KONUSU :

Başrolümüz Seyyid Rıza alim olma yolunda ilim talebesidir. Bu süreçte eşi Zehra Sadat onun en büyük yardımcısıdır ve onun yapması gereken görevleri de yaparak eşinin sadece ilimle meşgul olmasını sağlıyor. Hayatlarını bu şekilde sürdürürken kader onlara bir oyun oynar ve Zehra Sadat, MS (emes) hastalığına yakalanır. Bütün işler, hayatı boyunca sadece ilimle meşgul olan Seyyid Rıza’ya kalır. Bu film ise Seyyid Rıza’nın hayatta en çok sevdiği iki şey; eşi ve kitapları arasındaki mücadelesini ve sonundaki seçimini anlatır.

Bundan sonrası spoiler içerir.

Film hakkındaki bazı düşüncelerimi maddeler halinde belirtmek isterim.

1- Zehra Sadat bize bir kadının mutlu olduğunda yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir şeyin olmadığının kanıtı gibidir. Kısacası “Bir kadın mutluyken dünyaları bile sırtında taşıyabilir ama o kadın mutsuzsa yerden bir iğne kaldırsa gözüne batar”. Bunun için eşlerinizi mutlu edin.

2- Filmin giriş kısmı çok başarılıydı. Bir yandan film ekibinin isimleri yazarken bir yandan film hakkında kısa kesitler verilerek izleyiciyi film hakkında alt yapı oluşturulmuş oldu. Böylece gereksiz uzatılma olmadan verilmek istenen konu izleyiciye daha etkili bir şekilde ulaştı.

3- Zehra Sadat; Ne kadar güzel iyi kalpli, yardımsever biri. Çok fazla ilmi olmasına rağmen İslam’ı yaşayan yüreklere dokunan bir kadın.

4- Zehra’nın hastalığı sonucunda kendi kendine yetememesi ve birisinin yardımına muhtaç olması, hele o mutfak sahnesi (kızı Afife’ye makarna yapmak isterkenki sahnesi) bir kadın için ne kadar acı ve zor bir durum.

5- Filmin başında Zehra’nın Seyyid’i sevdiği kadar Seyyid’in Zehra’yı sevdiğini düşünmüyordum, ama beni öyle bir ters köşe yaptı ki en sevdiği şey ilim ve kitaplar olan Seyyid, eşine yardım etmek için onlardan vazgeçti ve derse gidemez, kitap okuyamaz oldu.

6- Filmin son sahnelerinden biri olan Zehra’nın “Bana uzun zamandır Kuran okumuyorsun” deyip ona Kuran’ı uzattıktan sonra Seyyid Rıza’nın gözlerinin artık görmediğini fark etmesi ve eşine hiçbir şey belli etmeden İnşirah süresini okuyup ona sevdiğini söylemesi belki de filmin en güzel sahnelerinden biriydi.

Bu film kalbime o kadar dokundu ki, şu zamanda ufak tefek sorunlardan dolayı boşanan o kadar insan varken Zehra ve Seyyid’in bunca sıkıntıya birlik olarak göğüs geriyor olmaları bana Aşkın ne demek olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Bir Kalem Bir Dünya