Şîva hanım, 1. sınıfa giden oğlu Amir Ali ile birlikte hayatına devam etmektedir. Kocası Rıza bir park yeri kavgasında adam öldürür. Bundan ötürü hapishâneye girer ve idâm karârın çıkmasını bekler. Olay üzerinden 5 sene geçmesine rağmen henüz bir karar alınmamaktadır. Şîva hanım oğluna babasını ‘ölü’ bir adam olarak tanımlar. Ne var ki okula başladıktan sonra maktülün ikiz kardeşi Amir Ali’nin onun çocuğu ile aynı okulda olduğunu keşfeder. Bunun üzerine okul müdürüne ‘çocuğumun bir kâtilin çocuğu ile aynı okulda eğitim almasını istemiyorum’ diye şikâyette bulunur. Olaylar bunun üzerine karışmaya başlar. Şîva hanım hayatın getirmiş olduğu ekonomik şartlar bir yana, oğlunun babasız büyümesini görmeye dayanmak durumundadır. Hem anne, hem baba olmaktadır. Bu arada, maktülün kayın biraderi ile 2 günde bir görüşmekte, ailesine diyeti kabul ettirmesi için ısrar etmektedir. Hatta evlerine kadar gider ve maktülün ikiz kız kardeşi ile görüşür. Kız kardeşi, Allah’ın vermiş olduğu hakkı kullanmanın onlar için verilmiş bir hak olduğunu ve Hakk’tan vazgeçmeyeceğini söyler. Konuşma öyle hararetli geçer ki Şîva hanım evden ‘kibarca’ kovulur. Rıza beyin hapishânedeki sicili temiz olduğu üzere müdür ve hapishâne görevlilerden bir tânesi ile iyi ilişkileri vardır. Kendisi ingilizce öğretmenidir ve hapishâne görevlisine ders vermektedir. Bunun üzerine 3 günlük izin alabilmektedir. Eve geldiği gün içerisinde, Amir Ali komşunun çocuğu ile kavga eder ve kendi evlerinden komşunun camına bir taş atar ve camı kırar. Rıza Bey eve gelir ve komşu olanları anlatır, Amir Ali’ye sorulur ama o yalan söylemeyi tercih eder (korkutuğunu daha sonra akşam uyumadan önce babasına zikreder). Babası ona, komşuya beraber gideceklerini ve onun şahsen özür dileyeceğini söyler. Nitekim öyle olur, ama komşuları (Babasının akşamleyin ‘neden affetmesin?’ sorusu üzerine) kabaca davranır, kapıyı suratlarına kapatır ve babası ‘herkes affetmeyebilir’ cevabı ile başını öne eğer. İznin sonunda maktülün ikiz kardeşinin son anda sorun çıkardığı ve diyeti kabul etmediği öğrenilir, Hakkı olanı, yâni idâmı istediğini dile getirir. Aile üyelerine rağmen kararından dönmez ve destekçi olarak arkasına kahrolan annesini alır. Öyle ki, ikisi de 5 yılın ardından acılarını dindirememiş haldedirler. Tabi Şîva Hanım ve Rıza Bey bu haberden sonra çöküntüye uğrarlar. Zîrâ Şîva hanım diyetin büyük bir kısmını toplamış, ödeme yapmaya hazır bir şekilde beklemektedir. Hapishâne müdürü, son bir deneme için Amir Ali’yi maktülün evine götürür ve ikrâmda bulunulurlar. O sırada Amir Ali evin annesinin yanına gider ve “Benim babam kötü bir şey yaptığı için onu tembih etmek istiyorlar. Ben, babam adına buraya sizden özür dilemeye geldim. Allah’ınızı severseniz babamı affedin. Ben, bir babam olduğunu 20 gün önce öğrendim. Benim babam çok iyi bir insan. Bana tahtadan bir at yaptı. Yunus (evin küçük oğlanı, Amir Ali’nin eski okul arkadaşı) için de tahtadan bir at yaptı. Benim babam bir öğretmen. Benim babam çok iyi bir adam. Pişman olmuş. Eğer babamı affetmezseniz… Babamı afferder misiniz?” der. Evin annesi sessizce gözyaşı döker ve ekran kararır…
Eleştirel Bir Bakış Açısı:
Bu kısmı filmi izledikten sonra okumanızı tavsiye ederim. Önceden zihninizi etkilemek istemem.
Film yorumlarına bakar isek, genellikle filmin neleri içerdiği anlatılır ve sanatsal yönü öne çıkartılır. Velakin üzerine eleştiri pek getirilmez (en azından benim gördüğüm kadarıyla). Filmin arka planındaki fikirler üzerine, filmin mesajı üzerine pek bir şey ifâde edilmez. “Eleştirinin olmadığı, düşünme eyleminin olmadığı yerde insan(lık) ölür”.
Şîva hanım ve maktül’ün ikiz kız kardeşi arasında geçen diyalog içeriği hakkında. Evet, Allah kısas hakkını -filmin özetinde sık sık karşılaştınız. Vurgulardan bir tânesi oraya idi- insana vermiştir. Bunu kullanmakta hiçbir sakınca yoktur. Hatta çeşitli korkulardan ötürü içinizden dilediğiniz halde bunu yerine getirmemekte sıkıntı var. Gerçekten, insan hakkını sonuna kadar savunmalı. Yeter ki mevzu bahis konuda hakkı ve haklı olsun.
Bunun içindir ki, (tartışmada) zora başvurmanız gerekirse, ancak onların sizi zora koştukları kadar zora başvurun. Fakat eğer kendinizi tutarsanız, bilin ki, güçlüklere göğüs germesini bilen kimseler için bu daha iyi, daha hayırlıdır. Nahl Suresi, 16.
Siz, ey imana ermiş olanlar! Öldürme (olayların)da adil karşılık (kısas) size farz kılındı: Hür için hür, köle için köle ve kadın için kadın. Ve eğer kardeşi tarafından suçlu kimse(nin suçunun bir bölümünü) bağışlanmışsa, bu (bağış) uygun şekilde tatbik edilmeli ve kardeşine tazminatı güzellikle ödenmelidir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Buna rağmen hak ve adalet sınırlarını bilerek ve isteyerek ihlal eden için şiddetli azap vardır. Bakara Suresi, 178.
Bu iki âyeti okuduktan sonra şunları dile getirmek isterim: Yakınınızı kayıp ettikten sonra her anlamda çöküntüye uğradığınızı sâdece tahmin edebiliriz. Bunu hissedebilmek için şahsen yaşamış olmak gerekir. Evin erkeği ise, ekonomik durum çökmüş, evin direği çökmüş, çocukların babası artık yok, yeni-eski bir evlilik bitmiş ve aile çökmüş. Evin hanımı ise, evin kurucusu/yapıcısı gitmiş, düzen bozulmuş, çocuklar annesiz kalmış, erkek için gözünün nûru gitmiş, aile çökmüş. Çocuklar ise, yeni bir nesil kayıp olmuş, evin neşesi kaçmış, anne babadan çok harap olmuş, aile çökmüş. Bütün bunlara rağmen eğer, âyetleri okuyup, Kur’an’ı anlayıp, kendi durumunuzu doğru, adâletli bir şekilde değerlendirip affetmeyi tercih ederseniz, Allah’ın nazarında kendi yerinizi bir düşünün. Şu anda durup bir hayâl edin. Bir insan için en zor durumlardan bir tânesi içerisindesiniz ve siz yüce olanı tercih ediyorsunuz. Affediyorsunuz.
Kin tutmak insana yakışmaz. İntikam duygusu insana yakışmaz. Evet. Sinir, öfke; Bunlar yerli yerince gerekli ve insana yakışır hasletlerdir ama affetmek, Allah için affetmekte insana gâyet güzel yakışır. Bâzen insanların yanlışarını gözlerinin önüne serebilmek için uç örnekler verilir. Bu film, gerçek bir vâkıayı ifâde eder mi? Bilemiyoruz. Ama vermek istediği mesaja dikkat ediniz. Size bir mesaj vermek istiyor. Af. Af kelimesini hatırlatıyor. İnsanların durumlarını göz önüne almayı hatırlatıyor. Az önce de söylediğim gibi, kendi durumunuzu kimsenin değil, sâdece Allah’ın baskısı altında hissedip adâletli bir şekilde karar vermelisiniz. Karar sizin ve elbette sorumlulukta sizin. Eğer ölümü hak ettiğini düşünür iseniz, hakktır. Af hakk ettiğini düşünür iseniz, yine hakk olabilir.
Diğer bir husus ise maktülün ailesinin tavrı. Kendinizi Şîva Hanımın ve Amir Ali’nin yerine koyun. 5 yılın ardından bir umut kapısı açılmış ve gerçekten bir fırsat daha verildiğine inanmışsınız. Birden tüm hayalleriniz ve umutlarınız yıkılıyor. Neden? Maktülün ailesi (ya da ikiz kız kardeşi) fikir değiştiriyor da ondan. Bana “e hani hakk hukuk diyordun? Ne iş” diyebilirsiniz. Bende “Hakkın ve hukukun bir âdâbı ve usûlu var” derim. Ne demektir insanların umutlarını boşu boşuna, oyuncak gibi evirip çevirmek? Oyun mu oynuyoruz burada? İnsanların hayatı ile, hayatın getirdikleri ile oynamak Allah’ın kanunlarına, nîzamına aykırı değil mi? Bir söz der ki: Ya olsun, ya olmasın. Olacak gibi olmasın yeter. İnsan net ve kesin olmalı. Sağ gösterip sol vurmamalı. Sözünü zamanında söylemeli.
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah nazarında en tiksinti verici şeydir! Saff Suresi, 3.
Europes Daily