Kategori arşivi: İktibaslar

İran Filmleri Üzerine Alıntı Yazılar

Sessizlik ve Öfke

Asghar Farhadi, “Bir Ayrılık” gibi bir başyapıta imza attıktan sonra her filmi merakla bekleniyor. Bu filmle kazandığı Yabancı Dilde En İyi Film Oscar Ödülü’nün ardından bir kez daha aynı ödüle aday gösterildiği filmi “Satıcı” bu hafta sinemalarımızda. İlk kez gösterildiği Cannes Film Festivali’nde senaryo ve erkek oyuncu ödüllerini kazanan yapım, “Bir Ayrılık”ta olduğu gibi İran toplumunun kılcal damarlarında geziniyor.

Satıcı”, Arthur Miller’ın “Satıcının Ölümü” oyununu sahneye koyan tiyatrocu bir çifte odaklanıyor. Rana yeni taşındıkları evde bir saldırıya uğruyor. Saldırının ardından Rana sessizliğe gömülüp bu travmayı kendi içinde atlatmaya çalışırken, kocası İmad yaşananları hazmedemeyip intikam alma yoluna gidiyor. Farhadi, “Bir Ayrılık”ta boşanmak üzere olan bir çiftin izini sürerek İran’da kadın-erkek rollerine ve hukuk süreçlerine ilişkin güçlü bir hikaye çıkarmıştı karşımızda.

Satıcı” da aslında bir anlamda bu süreçlerin özellikle kadınlar için çok da tercih edilen bir yol olmadığını, devlet kurumlarıyla ilişki kurmaktansa meseleyi kendi içlerinde halletmeyi tercih ettiklerini gösteriyor seyirciye. Ama bunun ötesinde ülkedeki ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ rollerine dair önemli gözlemler içeriyor. Farhadi’nin hikayelerinde kadınların üstlendiği roller tartışmalı olsa da – çünkü kadının bir talebi ya da başına gelen bir şey erkekleri zor durumda bırakıyor- sonrasındaki gelişmelerin İran toplumunun işleyişi hakkında önemli verilerle dolu olduğunun altını çizmek gerek. Burada da meselenin gelip düğümlendiği yer ‘suç ve ceza’ oluyor aslında. Farhadi’nin senaristliğinin yönetmenliğinden çok daha güçlü olduğu bir gerçek. Filmde suçlunun kurbana dönüşüm sürecini öylesine ustaca anlatıyor ki, finalde kendinize şaşırıp kalıyorsunuz.

“Bir Ayrılık” kadar güçlü bir film olmasa da “Satıcı” yalnızca İranlıların değil, insan doğasının derinliklerinde gezinmeyi başaran usta işi bir yapım olarak görülmeyi hak ediyor.

Şenay Aydemir, Gazete Duvar

Suç, ceza ve intikam

İranlı yönetmen Asgar Ferhadi’nin yeni filmi “Satıcı” (Forushande), Tahranlı genç tiyatrocu çiftin taşındıkları yeni evde başlarına gelen kötü bir olay sonrası yaşadıkları süreci anlatıyor

“Bir Ayrılık” (2011) ve “Geçmiş” (2013), daha önce benzerlerine pek rastlamadığım filmlerdi. Ferhadi, anaakım sinemanın burun bükeceği orta sınıf hikâyelerinden yola çıkarak şaşırtıcı bir düşünsel derinliğe ulaşıyordu. Bu filmler sıradan insanları ele alan büyük dramlardı. Arthur Miller’in Amerikan tiyatrosuna yaptığı en büyük katkılardan biri de, gündelik hayatın gerçekliğini sahneye taşımaktır. Dolayısıyla İmad ve Rana’nın, Miller’in “Satıcının Ölümü”nü sahneleyen bir tiyatro topluluğunda görev almaları tesadüf değil. Tiyatro, her ikisinin entelektüel yanını da temsil ediyor. İmad, öğrencileriyle iletişim kurmada başarılı bir öğretmen aynı zamanda. İlk sahnede, apartman tahliye edilirken engelli bir komşusunu sırtlamasını unutmayalım. Özetle, İmad sorumluluk sahibi, aydın bir insan. Ama Rana ile taşındıkları yeni evde yaşadıkları kriz sürecinde başka bir İmad çıkıyor karşımıza. Öğrencisinin “özel hayatıma müdahale etmeyin” uyarısına aldırmayıp cep telefonunu kontrol ettiği sahnede gelecekte neler yapabileceklerini hissediyoruz aslında. Ama Ferhadi, İmad’ın derinlerine gömülü diğer erkeğin ortaya çıkışını telaşsız, önyargısız bir tavırla anlatıyor.

ERKEK KİBRİNİN KARANLIK YANI

“Satıcı”ya “erkeklik halleri” eleştirisi olarak bakmak mümkün. Ferhadi’nin “Bir Ayrılık”ta ele aldığı erkek kibri, burada daha karanlık yanıyla işleniyor. İmad, erkeklik kültürünün bütün tuzaklarına düşüyor. Öğrencilerine okuttuğu kitaptaki gibi başka bir kişiye dönüşüyor. Ferhadi, tuzakların toplum tarafından nasıl hazırlandığının altını da çiziyor. Miller’in dahi sansürsüz oynanamadığı bir toplumdayız. Kadınlara erkeklerin namusu olarak bakılıyor. İmad da bu yaklaşımın dışında tanımlayamıyor kendini. Güvensizlikten değil, utançtan dolayı gidilemiyor polise… Utanç, kadını mahkûm eden toplumsal baskının ta kendisi. İmad’ın bir noktadan sonra Rana’yı değil, kendi itibarını düşündüğünü görebiliyorsunuz. Entelektüel olması onu yumuşatmıyor; zekâsı onu daha da acımasızlaştırıyor.

ADALET ARAYIŞI

“Satıcı”, adalet arayışı üzerine ilerleyen bir filmken son bölümde merhametsizliğe odaklanıyor. İmad’ın polis gibi davrandığı sahnelerde Ferhadi rengini belli etmiyor ama “savcı, yargıç ve infaz memuru” olduğu sahnelerde “Satıcı”nın asıl meselesi billurlaşıyor. Her şey kibir ve merhametsizlikle ilgili… Öyle bir finale varıyoruz ki filmin hukukun anlam ve gerekliliği üzerine çekildiğini dahi düşünmek mümkün.

SİNİR BOZUCU FİNAL

“Bir Ayrılık” ve “Geçmiş”, vicdani hesaplaşmalar üzerine filmlerdi. “Satıcı” ise intikam, ceza ve merhamet temaları üzerine odaklanıyor. Ne var ki, Ferhadi’nin önceki iki filmdeki gibi benzersiz anlar yakaladığını söylemek zor. Öykü “Satıcının Ölümü”yle derin bir akrabalık bağı taşımıyor. Açılıştaki oyuncusuz tiyatro dekoru fikri, görsel hoşluğun ötesinde anlamlı bir yere bağlanmıyor. İlk 30 dakikadaki hareketli kamera, Ferhadi’nin sade üslubuna pek uymuyor. Özetle tüm bunlar filme çok şey katmıyor. Ama Ferhadi, bir öykü anlatıcısı olarak günümüzün en ilgiye değer sinemacılarından biri. “Satıcı” sık sık “Ben olsam ne yapardım?” diye düşündüren, finalinde ise sinir bozucu ama seyre değer bir film.

Mehmet Açar, Haber Türk

Çağdaş İran toplumundan manzaralar

Satıcı (2016) geliyor, özellikle Abbas Kiarüstemi’nin yakın zamanda ölümünden sonra babasız kalan ve birçok bilinen ismi de artık pek çalışamayan bir ülkenin en önemli sinemacısı adına yine bizlere heyecan veriyor.

Ardında yarım düzine film bulunan 1972 doğumlu yönetmeni, 2009’da sanırım Berlin’de keşfettiğimiz Elly Hakkında’dan beri merakla izliyoruz. Festivallerin gözdesi olup Bir Ayrılık’la 2012’de en iyi yabancı film Oscar’ını da alan yönetmen, az ama öz çalışıyor. Fransa’da çektiği Geçmiş adlı filmini de sevmiştik, ama bu yeni filmi öncekilerin düzeyine çıkan bir alçakgönüllü başyapıt.

Film İran’ın kültürlü üst sınıfları arasında, özelikle de sanatçı bir çevrede geçiyor. Hemen başta, bir gece çökmek üzere olan bir binada oturanların binayı telaşla terketmelerini izliyoruz. Gerçi çökmüyor, ama boşaltılıyor ve o tehlikeli durumda kalıyor.

O gece tanıdığımız İmad ve Rana çifti, tiyatrocudurlar. Ve o sırada Arthur Miller’in ünlü oyunu Satıcının Ölümü’nü sahneye koymaktadırlar: İmad yönetmen, Rana baş oyuncu olarak…

Aceleyle taşındıkları yeni dairede, Rana bir akşam aşağıdan çalan zilin İmad olduğunu düşünüp kapısını açık bırakır. Ve girdiği banyoda saldırıya uğrar. Komşuları tarafından yaralı ve baygın bir halde bulunup hastaneye kaldırılır.

Anlaşılır ki orada kötü şöhretli bir kadın uzun süre oturmuş ve kendine devamlı müşteriler edinmiştir. Onun için gelen bir adam da Rana’ya saldırmıştır.

Öyle bir sorundur ki bu, o ülkede bir kadının dile düşmesi olabilecek en korkunç şeydir. Bu açıdan, koca polise gitmekte alabildiğine çekingen davranır. Ayrıca kadına nasıl saldırıldığı, yani tecavüze uğrayıp uğramadığı bilinmez: ne kadın söyler, ne de adam sorar!.. Üstelik erkeğin kadına gerçekten sahip çıkması ve böyle bir durumda onu sımsıcak bir sevgi ve şefkat mantosuyla sarması da pek gerçekleşmez.

Oyun yeniden başlar, ama ikisinin de aklı bu sorundadır. Erkeğinki daha çok adamı bulup intikamını alma yönünde olsa da…

Ferhadi her zamanki gibi son derece sakin ve soğukkanlı olan sinemasını, amansız bir dürbün gibi toplumuna yöneltiyor.

[…] Bu sapasağlam kişisel dram, büyük bir inandırıcılık ve sadeliği içinde bir soyluluk duygusu içeriyor. Ve yüzyılların kültürünü yaşamış bir toplumun günümüzdeki durumu ve birçok şeyin arasında sıkışıp kalmışlığı üzerine görkemli bir parabol oluşturuyor.

Son olarak, yabancı film dalında Oscar’a aday gösterilen filmin çok başarılı kadın oyuncusu Tarane Alidosti’nin ABD’ye ayak basmama kararını alkışlıyorum. Sanatçı “Trump’ın İranlılara vize yasağı koyması bir ırkçılıktır. Bu karar, bir kültürel etkinliği içersin ya da içermesin fark etmez. 2017 Akademi Ödülleri’ne katılmayacağım ve protesto edeceğim” diyerek açıkladı kararını…

Ve bence yapması gerekeni yapmış oldu. Böyle anlarda her gerçek sanatçı muktedirlerin baskı ve anlayışsızlığına karşı çıkmalıdır çünkü…

Atilla Dorsay, T24

Ferhadi’nin ‘Satıcı’ Filminde de Tekrar Ettiği Anlatımın Kodları

İran Sineması’nda yeni bir kuşağın ilk temsilcisi olan Asgar Ferhadi’nin son filmi Satıcı (2016), kimi kısmi farklarla beraber Ferhadi sinemasının tipik bir örneği. Bu sinemanın temelinde iki usta yönetmenin filmlerini üzerine bina ettikleri yapı yer alıyor. Bunlar Hitchcock gerilimi ve Kiyarüstemi gerçekçiliği. Ferhadi, bu iki ustanın filmlerine hâkim dokuyu mezcederek başarılı bir anlatı kurmayı başarıyor. Bu anlatıyı kurarken klasik dile getirdiği açılım da oldukça önemli.

Klasik sinema dilini deforme ediyor

Asgar Ferhadi, iyi bir yönetmenden çok iyi bir senarist aslında. Klasik sinemanın anlatı kurma kodlarını kullanarak, değişken özdeşleşme durumları ile seyircinin konumunu film boyunca sürekli değiştiriyor. Bu yapı, klasik sinemanın baştan çok belirgin biçimde seyirciye özdeşleşmesi için sunduğu karakter yapısının deforme edilmesi demek aslında. Seyirci, filmi izlerken kime yakın duracağını ve kimi suçlu ilan edeceğini bir süre kestiremiyor. Daha sonra olağan şüpheliler tek tek ortaya çıkıyor. Her şüpheliden sonra da seyircinin ahlaki olarak durduğu yer ve bu ahlakla özdeşleştirdiği karakter değişiyor.

Suçlu kim?

Yargılarımızı Satıcı filmi özelinde örnekleyecek olursak, “Rana’ya saldırıp yaralanmasına sebep olan suçlu kim” sorusu filmin merkezinde duruyor. Emad ve Rana çiftinin taşındıkları yeni evi kendilerine kiralayan ve evin eski kiracısı hakkında yeterli bilgi vermeyen arkadaşları mı, eşyalarının bir kısmını evde bırakıp giden eski kiracı mı, gelenin kim olduğunu bilmeden kapıyı açan Rana mı, yahut bunların dışında eve gelen ve panikle arabasını ve telefonunu almadan giden meçhul kişi mi? Seyirci tüm bu ihtimaller içerisinde hangi karaktere yakın olacağını, kimi suçlu, kimi kahraman ilan edeceğini uzun süre kestiremiyor. Ferhadi, bundan önceki filmlerinde olduğu gibi Satıcı’da da filmin en başında seyirciden aldığı “iyi” ve –kayıp- “kötü” sayesinde hem seyircisini hem de filmini dinamik tutmayı başarıyor.

Suçlu bulununca suç kaybolur

Film ilerledikçe yeni bilgiler ve bağlantılar çıkıyor ortaya. Ve ortaya çıkan her bilgi suçluya yaklaştırırken aynı zamanda filmin gerilim yükünü arttırıyor. Seyircinin konumu da bu gerilime bağlı olarak daha radikal biçimde değişiyor. Suçluya yaklaşıldığında veya suçlu bulunduğunda ise suçun mahiyeti çeşitlenmeye başlıyor. Satıcı’da suçlunun bulunmasından sonra asıl suçun bir insanın yaralanmasına sebep olmak mı, ihanet mi ya da suçluyu bulmak yerine intikam alma duygusuna kapılmak mı olduğu ile karşı karşıya kalınıyor.

Tüm bu suç ve suçlu sarmalı içerisinden herkesin ve her şeyin suça ortak olduğu, suçluluğun toplumsallığın merkezini teşkil ettiği gibi bir sonuç çıkıyor Ferhadi filmlerinden. Yahut insan varsa suç ve suçlu vardır gibi bir neticeye varılıyor.

Analitik senaryo, bütünlüklü film

Asgar Ferhadi’nin son derece analitik bir yerden film senaryolarını dokuduğu aşikâr. Fakat bu analitik yapı, filme dönerken film lehine zayıflıyor ve bazen de tamamen ortadan kalkıyor. Yönetmenin senaryoyu eklektiklikten kurtarıp bütünlüklü bir yapıda filme aktarmasında kullanmış olduğu gerçekçi dilin katkısı da büyük şüphesiz.

Ve Oscar

Ferhadi’nin 2012 yılında Bir Ayrılık filmiyle Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı’nı almasında ve de Satıcı filmiyle tekrar aday olmasında klasik dile getirmiş olduğu bu açılımın katkısı büyük. O, her filminde, geliştirdiği bu dili tekrar etse de ahlaki meseleleri bu dille tartışmak yoluna gitmesiyle festival ve ödüllerin vazgeçilmezi oluyor. Tabi söz konusu İran olunca işe politikanın kendiliğinden katılıyor oluşu da ödül mekanizması açısından işin avantası, belki de temeli.

Serdar Arslan – Dünya Bizim

Sarhoş Atlar Zamanı

Sarhoş Atlar Zamanı – İran Filmi

Soğuk kış günlerinde at ve katırlara donarak ölmemeleri için viski içirilir. Filmin ismi de katırlara içirilen viskilerden esinlenerek verilmiştir. İran, Irak ve Türkiye sınırında çekilen film, annesi ve babasını kaybetmiş üç kardeşin dramını anlatır. Eyüp annesi ve babasını kaybettikten sonra engelli abisi ve ablasına bakmak için kaçakçılık ve değişik işlerde çalışmaya başlar. Kaçakçılık yaptığı zamanlarda atlara insanlardan daha iyi bakıldığını fark eder. Filmde savaşın enkazları sırasında yoksul insanlarından yaşadığı dramlar gözler önüne çok iyi şekilde gösterilmiştir.

Eyüp engelli ağabeyi Madi’nin tedavisi için gereken parayı kazanmayınca ablası Emine yardım teklifiyle gelen evlilik teklifini kabul eder. Eyüp ablasını evlendirmek istemez ama mecburdur. Eyüp, abisini Irak’ta tedavi ettirmeye götürmeye çalışır. Lakin Irak’a gitmek için mayınlı arazilerden, teröristlerden ve sınır askerlerinden kaçmaları gerekir.

2000 yılında Behmen Gubadi’nin yönetmenliğini yaptığı Farsça/Kürtçe dillerinde çekilen bu filmdeki oyuncuların hiçbiri profesyonel oyuncu değildir. Cannes Film Festivalinde Altın Kamera ödülü ve bunun dışında da yedi ödül daha almıştır. Filmdeki Madi hala tedavi olmak için gereken parayı bulamamıştır.

Gürsel Gerçek, İçerik Makinesi

Allah’ın Elçisi

Çok tartışılan filmi izledim. Herkese de tavsiye ederim. Fırsatını bulup mutlaka izleyin.

Gelelim tartışmalara. “Bu film kesinlikle izlenmez” diyenlerin de görüşlerine saygı duyarak kısa bir yorum yapmak istiyorum. (İzleyin demek de filmdeki her şeye olduğu gibi katılıyorum demek değildir.)

Görsel efektler ve bilumum prodüksiyon unsurları itibariyle gayet görkemli bir yapım.

Birincisi: Bazıları filmi İran filmi olduğu için kabul etmiyor. Filmin yönetmeni İran’lı Mecid Mecidi. Kendisi daha önce ‘Cennetin Çocukları’, ‘Cennetin Rengi, ‘Serçelerin Şarkısı’, ‘Baran’ gibi çok güzel filmlere imza atmış birisidir. Bu filmleri de kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Filmde mezhepsel veya siyasi bir yön ortaya konmuş değildir.

İkincisi: Film Efendimiz’in (s.a.v.) doğumundan öncesini ve 12 yaşına kadar olan hayatını anlatıyor. Efendimiz’in (s.a.v.) yüzü hiçbir sahnede görünmüyor. Bazı sahnelerde elleri, saçları, ayakları görünüyor. Filmde Efendimiz’i (s.a.v.) tasvir eden kişinin eli göründü diye kıyamet koparanlar çağımızda onun ruhunun, niyetinin unutulduğunu görmüyor mu?

1977 yapımı Çağrı filminden başka bugüne kadar Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını anlatan tek bir film çekememişken, çekilen filmlere bu şekilde sövüp saymalar akıl karı değildir.

Efendimiz’i (s.a.v.) ve mesajlarını sinema yoluyla çok büyük kitlelere ulaştırmak varken O’nu bir masalmış gibi geride bırakmayı mı arzuluyorsunuz?

Her film yapıldığında bu kadar yaygara koparırsanız bir başka yönetmen Efendimiz’in (s.a.v.) hayatını anlatan filme imza atmak ister mi sizce?

Filmin eleştirilecek yerlerini eleştirin, şöyle olsaydı daha iyi olurdu deyin ancak film kesinlikle izlenmez demeyin.

7 yıllık bir sürede İran’ın dünya çapındaki yönetmenlerinden Mecid Mecidi’nin 30 milyon dolar harcayarak gerçekleştirdiği bir filmi görsel bahanelerle değersizleştirmeye hatta linç etmeye çalışmak, İslam dünyasının içinde bulunduğu hali göstermesi açısından son derece üzücüdür.

Çağrı ve Allah’ın Elçisi filmlerinde içimize sinmeyen yerleri dahi aşacak bir çalışmaya imza atacak mıyız? Yoksa kenarda bekleyip emek sahiplerini tenkit etmekle mi yetineceğiz? Zamanla göreceğiz.

Velhasıl Mecid Mecidi’ye böyle bir film ortaya çıkardığı için teşekkür ediyorum.

Cemal Alçık

Cennetin Çocukları

Çocukken izlediğim ve geçenlerde derste konusu geçtiği için tekrar açıp izlediğim harika bir İran Filmi, Cennetin Çocukları.

Fakirliğin verdiği ezikliği, sınıfsal uçurumları, ve iki kardeşin bir çift ayakkabıyı paylaşmalarını anlatan bir film.

Ali’nin gözleri için o acı bakışları için bile izlenir bu film.

Hala izlemediyseniz kesinlikle izleyin. Özellikle benim gibi dram sever bir mazoşistseniz kaçırmayın derim.

Afrikalı Penguen

Bir Film: Cennetin Rengi

Bir İran filmi tanıtmak istiyorum bugün. İçindeki ufak ayrıntılarla sevdiğim bir film. İsmi ‘Cennetin Rengi’, Muhammed’in hikâyesini anlatıyor.

Muhammed âmâ ve Tahran’da bir görme engelliler okuluna gidiyor. Okul yatılı, Muhammed bir senedir ailesinden uzak ve o gün, sonunda üç aylık yaz tatiline çıkacaklar. Film de burada başlıyor. Babası, bir yük olarak gördüğü Muhammed’i almak için epey geç kalıyor, okula vardığında onu tatilde de orada bırakmak istiyor ve bunun mümkün olmadığına ikna olunca, Muhammed’i de yanında götürmek zorunda olduğunu kabulleniyor, birlikte köylerine doğru yola çıkıyorlar. Köyde onları bekleyenler Muhammed’i çok seven ninesi ve iki kız kardeşi.

Muhammed’i canlandıran oyuncu, Muhsen Ramazani’nin gerçek hayatta da âmâ olduğunu öğrendim. İzlediklerimiz rol icabı değil, bir yaşanmışlığı perdeye yansıtmış adeta.

Filmdeki ufak ve insanın içini ısıtan birkaç sahneden bahsetmek istiyorum, olabildiğince spoiler vermemeye çalışacağım.

-Çocukların tebessümleri cidden çok içten ve sevimliydi. Onlar güldükçe ben de güldüm diyebilirim.

-Kuşları, suyu, bitkileri, kısaca tüm doğayı dinleyerek ne dediklerini anlamaya çalıştı hep Muhammed, bir insanın en iyi kalbiyle gördüğünün en güzel temsilcilerindendi.

-Muhammed’in otobüs penceresinden kolunu çıkarıp rüzgârı yakalamaya çalışması harikaydı.

Başta da dediğim gibi içindeki ufak ayrıntılarla sevdim ben bu filmi, ama en güzellerinden biri de aşağıdaki diyalogdu.

“Ellerin niye bu kadar beyaz nine?” diye sorar Muhammed. Ninesi “Kim demiş?” dediğinde “Kendim anladım.” der. “Ellerin bembeyaz.”

“Ömür boyunca tarlada çalıştığım için kapkara ve nasırlılar.” Diye itiraz eder ninesi, ama Muhammed düşüncesinde ısrarlıdır: “Hayır, ellerin yumuşacık ve güzel.”

Çok güzel bir çekim kalitesi falan sunmuyorum size, içten bir film bu. Tamamen hayatın içinden alınmış bir parça gibi. Belki de bu yüzden çocukların tebessümleri bu kadar samimiydi.

Selametle…

doremifasulye

“Hz Muhammed(saa): Allah’ın Elçisi” filmi hakkında…

Antitez üreten, üretmek zorunda olan kaybeder, tezi olan, tezini sunan, tezini kabul ettiren kazanır.

İran İslam Cumhuriyeti, ‘Hz Muhammed (saa): Allah’ın Elçisi’ filmi ile filmi izlemeden hakaretvari eleştiri yapma aptallığında bulunan zavallıların ve çanaklarını yaladıkları ağababalarının sunamadığı, sunmaya güçlerinin yetmediği ve yetmeyeceği bir tez ile insanlığa yeni bir hizmette daha bulunmuştur.

Son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim, film bir sevgi filmidir, yüreğinde sevgi olmayan, baştan aşağa haset, kin, nefret, düşmanlık, saldırı, yıkım duygularıyla kaplı olanlara hitap etmemektedir, o yüzden zaten onlar filmin ismini duyar duymaz gitmeyin propagandası yaptılar ama bilmeden yine İslam İnkılabı’na hizmet ettiler.

Nasıl mı?

Filmde geçen bir diyalogla cevap verelim.

Ambargo döneminde Arabistan’ın dört bir yanında para karşılığı yiyecek aramaya giden Hz.Hamza (ra) eli boş bir şekilde Hz.Ebu Talib (ra)’in huzuruna çıkınca:

-Kureyş, dört bir yana haber salmış, kimse bizim paramızı alıp bize yiyecek vermiyor dediğinde;

Hz. Ebu Talib (ra): Onlar bilmeden bizim mesajımızı ulaştırmışlar diyor.

Aynen filmi izlemeden “şia propagandası”, “İran tehlikesi” diye ağzından salya akıtarak hiç alakası olmayan yorumlarda bulunanlar gibi…

Bunların yaptıkları reklamla film ilk 3 günde yüzbinlerce insan tarafından izlenmiş ve izlenmeye de devam ediyor.

Filmi izlemeden önce, -izlemeye gitmek zorunda kaldım- zira her gören izledin mi? Peygamberimizin yüzünü mü göstermişler? Yanlış mı tanıtmışlar? Şiilik propagandası var mı? İran’ın yaptığı filmden ne hayır gelir? gibi sorularla sıkıştırıp duruyordu.

Biriyle yaşadığımız diyalogtan:

-Peygamberimizin yüzünü gösteriyorlarmış!
-Gördün mü sen?
-Yok öyle diyorlar!
-Kim diyor?
-Diyorlar işte?
-Ne diyorlar?
-Yüzü görünüyor diyorlar.
-Başka ne diyorlar?
-Çarptırmalar varmış!
-Ne gibi mesela?
-Bilmiyorum, diyorlar.
-Kim diyor?
-Diyorlar işte…

Bu noktadan sonra kısır döngü: Diyorlar işte…

Her türlü olay için geçerlidir. Bilgisiz yorum olmaz. Bu önyargıdır. Cahilliğin göstergesidir.

İzlemeden kefil oldum filme, gidelim, birlikte izleyelim bir yerinde en ufak bir gayri İslami ve insani durum var ise ilk eleştiriyi ben yapacağım, bu yanlışı yapanları kınayacağım ve karşılarında olacağım diye.

Gittik, izledim, gayet güzel ve izleyen bir çok kişinin de belirttiği gibi insan olan herkesin duygulanacağı, hüzünleneceği, mutlu olacağı, işte benim Peygamberim diyeceği bir sevgi filmi yapılmış, İnşAllah daha iyileri de yapılır.

Peygamber efendimizin doğumu sırasındaki bazı mucizeler de işlenebilirdi. Mesela;

– Kisra Sarayı’nın sütunlarının yıkılması,
– 1000 yıldır yanan ateşin sönmesi,
– Save gölünün kuruması gibi.

Bazı izleyicilerin benzeri bir eleştiri olarak bazı müzikleri ben de sevmedim. Zevkler ve renkler tartışılmaz tadındaki bu eleştiriyi de yapalım da İran filmi diye kayıtsız şartsız beğeniyor eleştirisini ortadan kaldıralım 🙂

Son olarak siyonist omurgaya indirilmiş darbelerden biri olan bu güzel çalışmayı yapan herkese teşekkür eder, böyle değerli bir çalışmaya ciddi bir bütçe ayıran İran İslam Cumhuriyeti’ne bir müslüman olarak saygılarımı sunarım. İzleyin, izlettirin…
Vesselam.

Ahmet Cevahir ÇINAR

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi

Bugün birçok eleştiriye maruz kalmış bir film hakkında konuşalım istedim. İki gün önce gittim Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi filmini izlemeye. Doğrusu bir film olarak çok beğendim. Birçok Holywood yapımı filme taş çıkartacak cinsten.

İlahiyatçı veya İslam tarihçisi olmadığım için filmde anlatılan olayların ne kadarı doğru bilemem ama üniversitedeyken gördüğüm Arap Tarihi derslerinden yola çıkarak baktığımda, İslam öncesi cahiliyye dönemindeki zihniyetin doğru bir şekilde yansıtıldığını gördüm. Malum o dönemde kölelik had safhada ve kadınlara verilen değer sıfırdı.

Film Hz. Muhammed’in doğumunu ve yaşamını konu almıştı.

Filmin islamofobik nefreti izale etme çabası takdire şayandı. Filmin müzikleri bu konuda usta olan A R Rahman’a teslim edilmiş. Kesinlikle doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Heyecan ve gerilim dolu sahneleri, yaşattığı duygu patlamaları son derece etkiliydi. Zaten filmin yönetmeni Mecid Mecidi olunca beni direk kendisine çeken bir film oldu.

Mecid Mecidi’nin diğer filmlerini de izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. İran yapımı olması, şii müslümanların filmi olması vs nedenler ile ön yargı oluşmuş olsa da bence ön yargılarınızdan kurtulup bu filmi izlemeye gidin. Her şeyden evvel kültürel bir etkinlik… Beğenip beğenmemek size kalmış.

Eğer aranızda filmi izleyenleriniz varsa lütfen yorumda görüşlerinizi belirtmeyi unutmayınız.

Benden mini bir tavsiye: Filmi orijinal seslendirmesiyle alt yazılı olarak izleyin 🙂

Berika’nın Günlüğü