Kategori arşivi: İktibaslar

İran Filmleri Üzerine Alıntı Yazılar

Tabular Yıkılıyor Hazır Olun

Göbeği haram yemekten şişmiş, kalbi zina işlemekten, iftira atmaktan, fitne yaymaktan katran gibi kararmış, fırıldaklık yapmada hayâ perdeleri yırtılmış, BOP’çu ve Siyonist kalemşorlar…

Zamanın Firavun, Nemrut ve Yezitlerinin gözüne girmek, iltifatlarına mazhar olmak, sunduğu avantajlardan yararlanmak, çok çeşitli ve aldatıcı sofrasından istifade etmek için; Allah, peygamber, din, iman, ahlak, erdem ve onurlu yaşamı elinin tersiyle iten BOP’çu ve Siyonist yığınları…

Hiç ölmeyecek, ebedi yaşayacak, dünyaya kazık çakacak, hesap gününde hesap vermeyecek gibi, geçici bir hayatın ardına son sürat hızla koşuşturmaktalar.

Din adına yapılan zulümleri, hakaretleri, çirkinlikleri, adaletsizlikleri, haksızlıkları, yağmalamaları, hırsızlıkları, adam kayırmaları, tecavüzleri, haksız şekildeki ölümleri, talanları, ilahlık davasında bulunanları, ahlaksızlıkları, Lut kavminin helak oluşuna sebep olan fiiliyatları, iftiraları, yıkımları, yangınları, görmezden geldikleri yetmiyormuş gibi; bu yapılan gayri ahlaki ve gayri İslamî tavırlara

İslâm kılıfını giydirmeye çalışıyor olmaları da ayrı bir rezalet…

Lüks bir yaşam, araç, villa, sofra, giyim kuşam ve ay sonu hesaplarına yatacak olan bol sıfırlı yeşil dolarlardan olmama adına; tüm insanî ve İslami değerlerden, insanlıktan, ahlaktan, kişilikten, onurdan, şereften, haysiyetten, erdemli bir kişilik ve yaşamdan olmaya razı olmuşlardır.

Cehennemi cennet, cenneti cehennem…

Yezid’i Hüseyin, Hüseyin’i Yezid…

Doğruyu yalan, yalanı doğru…

Hakkı batıl, batılı hak…

Rahmeti şiddet, şiddeti rahmet…

Selamı lanet, laneti selam…

Hayâyı arsızlık, arsızlığı hayâ…

Zalimi mazlum, mazlumu zalim…

Helali haram, haramı helal…

İlahi emirleri şeytani, şeytani emirleri ilahi…

Temiz ve pak olanı kirli ve necis, kirli ve necis olanı temiz ve pak…

Harun’u Karun, Karun’u Harun… olarak göstermeye, boyamaya ve topluma kabul ettirmeye çalışıyorlar…

Kutsal olmayan değerleri kutsal, kutsal olan değerleri de ayaklar altına alıp; İslami ve insani olmayan tüm değerleri İslami bir emirmiş gibi topluma empoze etmeye tam hız devam ediyorlar…

Süslü yalanlarla algı operasyonları ile, halkın İslâm ve İslam tarihiyle tanışmasını, öğrenmesini önlemeye çalışıyorlar…

Allah tarafından insanlığa kurtuluş rehberi olarak gönderilen elçinin mesajını gölgede bırakmak, unutturmak ve kaybettirmek için kendilerinin üretimi olan sahte elçi mesajını yaymaya çalışıp duruyorlar…

Geçim kaynakları olmuş peygamberin gerçek mesajının, yaşamının, isteklerinin anlaşılmasını kesinlikle istemiyorlar…

Uğruna kendilerini feda edebilecekleri peygamberi değil, kendilerine feda olabilecek bir peygamber anlayışını ellerinden kaybetmek istemiyorlar; tıpkı bu gün kendilerine feda olabilecek halkı yaratmak istemeleri gibi…

Bundan dolayıdır ki son birkaç gündür, gösterime giren “Allah’ın elçisi Hz Muhammed” adlı İran yapımı filmin izlenilmesini istemiyorlar.

İzlenilmemesi için kuduz köpekler gibi oraya buraya saldırıyorlar…

Kimi bu filmi cinayet olarak görürken, kimileri de bu film yerine ‘po..o film’ izlemeyi tavsiye eder durumlara düşüyorlar…

Oysa Peygamberin hayatını anlatan filmi ‘po..o filmle’ kıyaslamanın kişiyi, Allah’ın ayetlerini şeytan ayetleriyle kıyaslayan Selman Rüşdi’nin durumuna düşüreceğini bile bilmeden sözde Peygamberi sevdiğini izah etmeye çalışabilecek kadar da cahildirler…

Oysa yıllardır bırak filmlerde normal hayatta gözlerimizin gördüğü, kulaklarımızın işittiği onca rezalet varken; küçük çocuklar toplu tecavüze uğrarken, küçük kız çocukları para karşılığında pazarlanırken, toplu kıyım ve cinayetler işlenirken, yaşam alanları yerle bir edilirken, farklı ses ve inançlar susturulurken, insanlar zalime itaate zorlanırken, Allah, peygamber, din ve insanlık düşmanı devlet ve oluşumlar dost kardeş ve müttefik ilan edilirken, Allah’ın sıfatlarını Allah’tan alıp kula verdirilirken, ırklar yok sayılırken, mezhebi taassuplar tavan yaparken, tefecilik başını alıp giderken, rahatsız olmayan yeşil dolar maaşlı Siyonist İslamcılar…

Ya da her gün televizyon ekranlarında şahit olduğumuz çarpık ilişkiler, yeğenin amca karısı ile, kaynın ağabey hanımıyla, üvey babanın kız çocuğu ile olan yasak aşk çirkinliği, çırılçıplaklık, ihanet, zina, evlilik programları, ‘Dallas’ dizileri, dedikodu, flört, anadan doğma çıplak mankenlerin dini tebliği, ayetleri okuması, Amerika filmleri, Brezilya dansları, aileyi yıkan filmler, ahlakı alt üst eden Türk dizileri, İslâm’a ve peygambere hakaret ve iftira içerikli filmler, müstehcen ve hatta po..o filmleri özendirici reklamlardan rahatsız olmayan ahlak düşmanı Siyonistler… ‘Hz Muhammed: Allah’ın elçisi‘ filminden rahatsız olmuşlar.

Rahatsızlıklarının sebebini Amerika, İsrail, İngiltere ve Suud’a hayranlıkları olarak dile getirme cesaretinde bulunamayıp, Peygamber sevgisi ve İslamî endişelerine bağlama yalanına sarılmışlardır…

Peygamber ve İslam’ı perde edip, İran’a olan kinlerini ortaya koymuşlardır.

Oysa ‘Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filmine olan alerjileri İslamî endişeden değil, Hz Muhammed’in mesajının yayılması, anlaşılmasındandır…

Asırlardır millete yutturmaya çalıştıkları sözde peygamber mesajının aslında peygamberi mesaj olmadığının ortaya çıkma korkusudur…

Asırlardır fazilet yükledikleri şahısların faziletli olmadıkları gerçeğinin ortaya çıkma korkusudur.

Madem peygamber anlayışınızdan o kadar emin, o kadar dini tam, o kadar itikadı sağlam ve sarsılmaz bir imana sahipsiniz; bir filmden, hem de Peygamberin çocukluk dönemini anlatan bir filmden bu korku niye!?

Neden bu filmin izlenilmemesi için bu kadar uğraş veriyorsunuz!?

Bir filmle itikadınız bozulacak ise, batsın o itikat…

Bir filmle peygamber anlayışınız değişecek ise, batsın o peygamber anlayışınız…

İmanınız bu kadar mı zayıf!?

Sizler zaten Peygambere değil, menfaatiniz icabı yarattığınız sahte peygamber(ler)e inanıyorsunuz…

Siz reis ve ‘po..o film’ izlemeye devam ededurun.

Hz Muhammed: Allah’ın Elçisi‘ filminin mesajı yerini bulacaktır…

Sizin korku ve endişenizin sebebi, Peygambere sahip çıkmaktan ziyade, gerçeklerin ortaya çıkması korkusudur…

Peygamberin çocukluk dönemini işleyen bu filmden bu kadar rahatsız olmanızın sebebi; filmin devamının gelmesi, gençlik yılları, peygamberlik dönemi, Peygamberin dostları, Peygamberin düşmanları, münafıkların ve gerçek iman edenlerin ortaya çıkacağı korkusu ve endişesidir.

Tabular yıkılıyor hazır olun. Derdinizi anlıyoruz!

Ayrıca filmi izledikten sonra başkalarının izlememesi yönündeki öneriniz İslam tarihinde Peygamberi dinlemeye gelen, konuşmak isteyen insanları, Peygamberle konuşmamaları, görüşmemeleri için ikna etmeye çalışıp, ondan sonra akşamları gizli gizli Peygamberi dinlemeye ve izlemeye çalışan nasipsizlerin, müşriklerin durumunu hatırlatıyor.

Bir film izlemeyle imanı gideceklerden zaten (kâmil anlamda) iman etmiş olmalarını beklemek abes olur.

Zira (makbul) olmayan bir imanın gitmesinden nasıl söz edilebilir ki!?

İman (güvenip dayandıklarınız) ettikleriniz zor durumda beyler.

İştirakî Dergisi

‘Hz. Muhammed, Allah’ın elçisi’ filmi üzerine

Hz. Muhammed, Allah’ın elçisi” filmini seyrettim. Linç edilerek üstüne gidilen bu filmin “Çağrı” filmi kalitesine ulaşamasa da insanlığa Allah’ın mesajını ulaştırmada katkısı olacağını düşündüm.

“Çağrı” filmini de ilk çıktığı günlerde izlemiştim. İslam dünyasının birçok yerinde “bazı sahabelerin tasviri yapıldı” vb. gibi nedenlerle protesto gösterileri yapılıyordu. Zamanla filmin gönül dünyamıza çok şey kattığını herkes fark etti, şimdi de aynısı… “Seyretmeyin” kampanyasını ciddi ciddi düzenleyen hocalara insanları rahat bırakmalarını, seyredip tartışma yapılmasını teşvik etmeye çağırıyorum. Bırakın artık herkes kendi aklıyla, fikriyle düşünsün, tartışsın, doğru, yanlış bulduğunu da özgürce söylesin.

Filme “Hz. Muhammed’in yüzü gösteriliyor” diye tepki gösterildi. Peygamberin yüzü gösterilmiyor ki bu kadar kıyamet koparılsın. Sinema diliyle yapılan tasvirleri abartarak filmin seyredilmesinin bile önüne geçilmesini büyütülen geleneksel kaygılardan olduğunu düşündüm. Filme karşı kampanya yapılmasını çok yanlış buluyorum.

Film İranlı bir yönetmenin eseri diye “Şii propagandası yapıyor” diye yaftalamak, günümüzde bir sanat eserine bile yaklaşımın ideolojik alerjiliklerle yapıldığının üzücü bir örneğidir.

Sinema dili farklı bir dildir, bazen motomot anlatımlar yerine kurgular üzerinden sanatsal mesajını vermeye çalışır. Mecidi de yer yer böyle yapmış, çağın ortamını ve Hz. Muhammed’in kişiliğini belki bilinmeyen olaylarla fakat genel durumu özetleyen sahnelerle sunmuş.

Film kötülüğün, benmerkezciliğin, çıkarı için hakikatı feda etmenin geçerli olduğu bir dünyaya doğan Hz. Muhammed’in karşılaştığı zorlukları anlatıyor. Doğmadan önce babası ölmüş Muhammed’in düşmanlara, engellere, sevdiklerini kaybetmeye rağmen ilahi bir el tarafından korunduğu teması son derece naif bir dille işlenmiş. Hz. Muhammed’in çocukluğundan itibaren Mekke cahiliyesine karşı olan merhamet eksenli duruşu güzel örneklerle anlatılmış. Tüm yakınlarını kısa sürede kaybeden mazlumiyeti yaşamış küçük Muhammed’in tüm ezilenlere olan gönülden sevgisi pek hoş işlenmiş. Yeni doğmuş kız çocuğunu “erkek değil” diye gömerek öldürmeye çalışan öfkeli babayı durdurup “bak gözleri sana benziyor, kız çocuğu rahmettir” diyerek durdurması, sonrasında çağının zulmünü merhametiyle nasıl yeneceğinin adeta ilk işareti olarak sunuluyor. Mağdur ve mazlumlara su taşıyan, bir dikeni bile incitmekten kaçınan bir merhamet örneğine bugünün kutuplaşmış, kalpleri katılaşmış insanlarının, Müslümanlarının ne kadar çok ihtiyacı var aslında.

Filmi tepkiyle karşılayanlara sorumluluk sahibi olmaları gerektiğini hatırlatıyorum. 7 yıllık bir sürede İran’ın dünya çapındaki yönetmenlerinden Mecid Mecidi’nin 30 milyon dolar harcayarak gerçekleştirdiği bir filmi görsel bahanelerle değersizleştirmeye hatta linç etmeye çalışmak, İslam dünyasının içinde bulunduğu hali göstermesi açısından son derece üzücüdür.

Filmde Peygamberi tasvir eden kişinin eli göründü diye kıyamet koparanlar çağımızda onun ruhunun, niyetinin unutulduğunu görmüyor mu? O çağdaki ilahi mesajların dünyevi çıkarlar uğruna çiğnendiği teması günümüze dair hiç mi birşey hatırlatmıyor?Asıl kıyameti yanlışa “yanlış” diyemeyen günümüz Müslümanları için koparmaları gerekmez mi?

Çocukluk bölümünden sonra ikinci ve üçüncü bölüm olarak gençlik ve peygamberlik bölümlerini de çekmeyi planlayan Mecidi’ye başarılar diliyorum. Daha iyisini kendisi yapmak yerine var olanı mahkum etmeye çalışan günümüz İslami anlayışının da kendi hastalığını anlamadan başkasını hastalıklı olarak ilan etmeye çalışan problemli bir ruh hali olduğunu vurgulamadan geçemeyeceğim.

Ömer Faruk Gergerlioğlu – T24

Bu Film Herkese İyi Gelecek

Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ adlı İran filmi muhteşem görselliği, etkileyici atmosferi ve anlamlı mesajlarıyla İsamofobi’ye güçlü bir itiraza dönüşüyor.

Beklenen gün geldi, daha yapım aşamasında tartışmalara konu olan Mecid Mecidi’nin yeni filmi ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, dün vizyona girdi. Konusu itibariyle İslam dünyasının yakından takip ettiği filmi sinema çevreleri de merakla bekliyordu. 40 milyonu bulan devasa prodüksiyonu, Suudi Arabistan ve Mısır’da konan yasaklar, Akkad’ın ‘Çağrı’sına yapılan vurgular ve son olarak filmin İran adına Oscar’a aday gösterilmesi ilgiyi doruğa çıkardı. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın olumlu görüş bildirmesiyle Türkiye’de gösterime giren ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, Hz. Muhammed’in hayatını konu eden Mecidi üçlemesinin ilk filmi. Cennetin Çocukları, Cennetin Rengi, Baran ve Serçelerin Şarkısı gibi unutulmaz filmleriyle tüm dünyada büyük beğeni toplayan yönetmen Mecid Mecidi, Hz. Muhammed’in hayatını da adeta bu çizgiyi devam ettirircesine çocukluk üzerinden ele almaya başlamış. Usta yönetmen, Fil Vakası, Hz. Muhammed’in doğumu, çocukluğu ve ilk gençlik yıllarından nübüvvete uzanan olayları, klasik İslam kaynaklarına yaslandırarak 3 saatlik bir görsel yolculuğa dönüştürüyor.

DÜNYA ÖLÇEĞİNDE BİR YAPIM

Görüntü yönetimindeki başarısı ve Mecidi’nin estetik olgunluğunu yansıtan şık kadraj, geçiş ve planların yanı sıra, ustalıklı görsel efektleriyle dikkat çeken film, günümüz dünya standartlarının üzerine çıkmayı başarıyor. Oscar ödüllü Hintli müzisyen A. R. Rahman’ın müzikleri ve gerçekliğe uygun biçimde oluşturulan etkileyici atmosferi, seyirciyi büyülü bir yolculuğa çıkarıyor. Mecid Mecidi, Fil Hadisesi başta olmak üzere Hz. Peygamber’in doğumu ve kimi mucize sahnelerinde yalnızca minimalist tarzda değil ana akım yapımlarda da büyük bir yönetmen olduğunu kanıtlamış.

ANCAK BU KADAR HASSAS OLUNUR

Gelelim filmin tartışma konusu olan Hz. Peygamber’in temsili ve olayların tarihsel gerçekliği meselelerine. Şunu kesin bir dille ifade edelim ki, Mecid Mecidi bir sinemacının gösterebileceği en yüksek hassasiyeti göstererek İslam inancının ‘tüm anlayışlarını’ gözeterek ortak bir dil yakalamayı başarmış. İslam’ın sahih kaynaklarına aykırı tek bir bilgi barındırmayan film, sahneleriyle de bu bilgilere sadık kalmış. Hz. Muhammed’in gösterilmesi mevzusunda aynı itidalli tavrı sürdüren yönetmen çocukluk ve gençlik yıllarını yüzünü göstermeden, sesi duyurmadan temsil sorununu büyük ölçüde çözüyor. Temsili karakterin yüzü gösterilmiyor, sözleri altyazı ile veriliyor. Filmin jeneriğinde temsili canlandıran oyuncuların isimlerine dahi yer verilmiyor. Hal böyle iken temsil mevzusundan yola çıkarak filme ve yönetmene ağır suçlamalarda bulunmak izahı mümkün bir durum değil. Aynı çevrelerin her yıl Ramazan ayında ekranlarda boy gösteren ve diğer peygamberlerin konu edildiği film ve dizilere bu tarzdan bir temsil itirazı yapmaması da ayrı bir tartışma konusu.

ELEŞTİRİLER HAKKANİYETSİZ

Yönetmen filmde hemen her sahnesini klasik siyer kitaplarına yaslamış. Filmde amcası Ebu Talip’in öne çıkarılarak Şii anlayışın vurgulandığı, Ebu Talip’in Hz. Peygamber’e olan desteğinin abartıldığı yönündeki yorumlar siyer okuma noktasındaki eksikliği gösteriyor. Zira ilk siyer kaynağı olarak anılan İbn-i İshak’ın meşhur Siyer’i ile İbn-i Kesir, Taberi, İbn-i Sad gibi Ehli Sünnet’in başucu kaynakları Ebu Talip’in Hz. Peygamber’i cansiperane biçimde koruduğu ve yeğeni için hayatını defalarca tehlikeye attığı olaylarla doludur. Öte yandan mucize sahneleri noktasında lirik bir üslubun tercih edildiği doğrudur ve bunun isabetli olup olmadığı tartışmaya açıktır. Ancak İslam tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber’e atfedilen sayısız mucizevi olay kayıtlı iken Mecidi’nin bunların yalnızca bir kısmını filme konu etmesi neden sorun teşkil ediyor, anlamak mümkün değil. Bununla birlikte filmi İslamofobi’ye bir cevap olarak planladığını söyleyen yönetmen Hz. Peygamber’in kölelik, kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kadın hakları, inanç ve fikir hürriyeti, hayvan hakları, sosyal adalet ve merhamet gibi çağımızın en önemli sorunlarını çarpıcı sahne ve diyaloglarla aktarmayı başarmış ve bu yönüyle vaadini yerine getirmiş. Dolayısıyla filmi Şii propagandası olarak yorumlamak ya da temsil meselesi nedeniyle ağır ithamlarda bulunmak hakkaniyetle uyuşmaz. Hz. Peygamber’e duyduğu muhabbeti herkesçe bilinen, nebevi mesajları tüm sinemasına incelikli biçimde işleyen, her konuşması, her açıklaması Hz. Peygamber’e duyduğu sevgi ve bağlılığı yansıtan bir yönetmeni peygambere saygısızlık ya da düşmanlıkla suçlamak zulümdür.

Çok Tartışılan O Filmi İzledim

”Aşkın Şehidi”, ”Aşkın Elçisi” ve ”Aşkın Secdesi” isimli Kerbela serisinin yazarı Ahmet Turgut son günlerde çok tartışılan Mecid Mecidi’nin ”Allah’ın Elçisi: Hz.Muhammed” filmini değerlendirdi….

Mecid Mecidi’nin 5 yıllık bir emekle ve 30 Milyon dolar bütçeyle çektiği “Allah’ın Elçisi: Hz.Muhammed” filmi etrafında bir sürü yorum-tenkit izliyoruz-okuyoruz. Teo-politik kaygılarla sadece olumsuzlayan ve hatta hakaretler sıralayan yorumlarla birlikte sinematografik, irfanî ve tarihi referanslar üzerinden dengeli kritikler yapan kalemlere-dillere de rastlıyoruz. Böylesi iki yorum kuşağının ulaşmak istedikleri hükümleri yazımızın son kısmına bırakarak filme dair kendi gözlemlerime ve kritiklerime geçiyorum.

ÖNCE SİNEMATOGRAFİ…

Mekân, kostüm, dekor, görsel efektler ve bilumum prodüksiyon unsurları itibariyle gayet görkemli bir yapım. 30 milyon dolarlık bütçenin hakkını fazlasıyla vermiş. Özellikle Fil Vakasının canlandırıldığı sahneler muhteşem. Anlıyoruz ki; imkan verildiği takdirde Ortadoğu’lu yönetmenler, Holywood’daki meslektaşları kadar başarılı sekanslar üretebilecek seviyedeler.

“Görkemlilik” vurgusu üzerinden bakınca rahatlıkla diyebiliriz ki; bu film, Çağrı’yı aşmış durumda…

Resimler ve planlar da gayet başarılı. Zaman zaman aksayan tek yön, kamera hareketleri…

Senaryonun vazettiği duygusal ortam pek çok sahnede seyirciye başarıyla verilmiş. Haliyle filmi izlerken yanınızda mendil bulundurmanızı hassaten tavsiye ederim. Lakin üç-dört sahne var ki; Mecid Mecidi eline geçen fırsatı tepmiş bence.

Görseldeki genel başarıyı müzik için ifade etmek zor. Sahne bazlı düşünüldüğünde hareket ritmi ve duygu durumuyla uyumlu müzikler yer alsa dahi lokalde yakalanan bu uyum, filmin geneline atılabilecek bir imza hüviyetinde değil maalesef. Üstelik Batılı enstrümanlar ve müzik kalıplarıyla seslendirilen kısımlar, belki Avrupalı-Amerikalı seyirciler için bir aşinalık oluşturabilir. Lakin Müslüman izleyiciler açısından gereksiz bir yabancılaşma efekti uyandırıyor. Hele de bu film ile Çağrı arasında müzik konusunda kıyas dahi yapılamaz.

İkinci-üçüncü derece roller dahil oyunculuklar genel anlamda iyi. Özellikle de Abdulmuttalip, Ebu Talip ve Halime karakterlerini oynayan oyuncular harika. Başroller içerisinde “Keşke daha iyi olsaydı” diyebileceğimiz tek performans, Amine karakterini canlandıran aktrise ait…

Çağrı filminde olduğu gibi burada da senaryoda keskin geçişler var. İslam Tarihine vakıf olmayan izleyiciler bu geçişler esnasında konu bütünlüğünü yakalayamayabilirler. Böylesi bir sorunu aşabilmenin -bilinen sinema tarihindeki- tek yolu kurguyu (hayal gücünü) artırmak. Lakin filmin konusu Peygamber Efendimiz (sav) olduğu için (Çağrı’da olduğu gibi bu filmde de) senaristler kurgu konusunda rahat davranamamışlar. Haliyle böylesi sert geçişler kullanmak zorunda kalmışlar. Yukarıda yönetmenin fırsat teptiğini belirttiğimiz kısımlarda daha çok senaryo tercihlerinin payı olduğunu da ifade edebiliriz.
Ez-cümle: Reji, prodüksiyon, senaryo ve oyunculuklar açısından başarılı bir yapım. Teknik manada aksayan tek saha müzikler…

İRFÂNÎ ve SOSYAL MESAJLAR AÇIDAN…

Çağrı filmi Efendimizi (sav) daha çok katılmış olduğu savaşlar üzerinden anlatmış ve hikayenin merkezine yiğitler yiğidi Hamza karakterini almıştı. 1976 yapımı olduğu için dönemin ruhunu da dikkate alarak ‘inananlar-inanmayanlar’ ayrımını daha çok ‘zengin-fakir’ farklılığı üzerine inşa etmişti.

Bu filmde Efendimiz (sav) savaşlardan ziyade sevgi ve rahmet boyutuyla öne çıkarılıyor. ‘İnananlar-inanmayanlar’ ayrımı ‘Ümeyyeoğulları-Haşimiler’ ekseninde beliriyor.

Hikayenin merkezinde ise yiğitlik timsali Hamza karakteri yerine Efendimize (sav) iki nesil hamilik yapan Abdulmuttalip ve Ebu Talip karakterleri yer alıyor.

Efendimizin (sav) annesiyle olan bebeklik dönemine dair sahnelerde Meryem Anne ve Hz.İsa’ya (as) çağrışımlar yapılmış. Böylelikle Hristiyan izleyicilerin bilinçaltına “Tüm Nebiler kardeştir” mesajı verilmiş. Benzer şekilde filmin sonlarına doğru yer alan deniz sahnelerinde Hz.Musa’ya (as) dair göndermeler yer alırken bu kez Yahudi bilinçaltına müşterek değerler mesajı sunulmuş.

Kendi Kitabına ve geleneğine sadık Rahiplerin ve Hahamların ‘Müjdelenen Son Nebiden’ haberdar oldukları, buna rağmen bazı din adamlarının ırkçı-kimlikçi bakışlar ve dünyevi menfaatler uğruna bunu inkâra yöneldikleri de hassaten vurgulanmış. Filmin son kısmında okunan ayetler Ehl-i Kitap ile hangi zeminde uzlaşabileceğimizi hatırlatmış. Nitekim film, yukarıda da belirtildiği üzere İslamiyetin sevgi ve rahmet eksenini öne çekerek İslamofobik propagandalara cevap mahiyetinde başkaca mesajlar da iletiyor.

Filmde yer almayan ama Kütüb-i Sitte’den bildiğimiz bir hadis filmin özeti mahiyetinde…
“Yetime ikram edilen ev, evlerin en kerimidir.”

Gelelim, filmin üzerinde en çok fırtına koparılan üç ana başlığa…

Çoğu yorumcu Hulefai Raşidin’in filmde karakterize edilmemiş olmasından ve Efendimizin (sav) amcası Ebu Talib’in filmde Müslüman görülmesinden rahatsız. Üstelik Âlemlere Rahmet Efendimizin (sav) filmde gösterildiği iddiası da var.

Burayla ilgili söylenebilecek çok söz var. Lakin özetle şunları fikredebiliriz:

1) Peygamber Efendimizin (sav) yüzü hiçbir sahnede görünmüyor. Bebekken kolları ve bacakları görülüyor. Çocukluk döneminde elleri, topuğa kadar ayakları ve saçları görünüyor. Fıkhî açıdan bunu dahi zararlı-yanlış-haram gösteren yorumcuların Efendimizi (sav) simaen resmeden Osmanlı Nakkaşları hakkındaki yorumlarını da merak ediyoruz.

2) Efendimizin (sav) çocukluk dönemine dair bir sahnede gözü resmediliyor. Bu resim 3 kez tekrarlanıyor. Açıkçası filme hiçbir değer katmayan bir tekrar olan bu kısmı ben de yadırgamış bulunuyorum. Efendimizin (sav) gözü gösterilmemiş olsaydı daha nezih olurdu.

3) Filmi çeken ve filmin bütçesini ayarlayan kadrolar Şia mezhebinden. Erbabına malum olduğu üzere Şia tarih okuması ilk üç halifeden hazzetmez. Haliyle Şia kalemlerce yazılan bir senaryoda ilk üç halifenin görünmesini beklemek safdilliktir. Keza senaristler mezhepçi bir tutum takınacak olsalardı Ehl-i Sünnet’in değer verdiği sembol isimleri -henüz iman etmedikleri- müşrik zamanlarına dair -kız çocuğunu diri diri gömme misali- sahneler üzerinden hikayeye dahil edip onları ‘kötü adamlar’ kadrosundan gösterebilirlerdi. Şükür ki; senaristler öylesi alanlara girmemişler.

4) Unutulmamalı ki; Sünni kalemlerin senaryosunu yazdığı ve Sünni bir yönetmenin çektiği Çağrı filminde de Hulefa-i Raşidin karakterize edilmemişti. Dialoglarda dahi isimleri geçmiyordu.

5) Şia resmi tarih Efendimizin (sav) amcası Ebu Talib’in imanına kefildir. Sünni meşhur tarih binlerce sahabinin imanına kefilken Ebu Talib konusunda “Bizce meçhuldur” diyerek kararsızlık ifade eder. Bazı Sünni tarihçiler “Müslüman olmadı” derken, yine bazı Sünni tarihçiler ve günümüz kanaat önderleri buna itiraz eder ve onun Müslüman olduğunu söyler. Bugüne kadar hiçbir Sünni otorite “Ebu Talib’in imanını reddetmek Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olmanın şartıdır” diye bir kaide zikretmedi. Oysa pek çok film eleştirmeni “Ebu Talip Müslümandı” iddiasını değil mezhepten toptan dinden çıkmakla eş anlamlı sunmaktalar. Bu hadsiz tepkinin Ehl-i Sünnet ilkelerinde bir karşılığı bulunmamakta…

TARİHİ AÇIDAN…

Film senaryosunda yer alan Samuel-Eşmayel karakterinin kurgu olduğunu düşünüyorum. Bu kurgunun tarihsel izdüşümünde Yahudilerin henüz daha çocuk yaşlarda iken Efendimize (sav) karşı düşmanlık etme heveslerinin bulunması var. Bu kurgu bir tehdit unsuru olarak filmin ilk yarısı için heyecan-dinamizm sağlıyor. Öylesi bir kurgu hikayeye dahil edilmeyince dramaturji açısından senaryo tamamen çökme tehlikesiyle karşı karşıya. Nitekim içerisinde aşk ve aşıklar veya baş karakterin amacı ve ona engel olan diğer karakterler bulunmazsa ekrana sinema filmi değil belgesel yansımak zorunda…

Ebu Leheb karakteriyle ilgili kurgular daha çok aleyhte işletilmiş. Zira bildiğimiz tarih (en azından Sünni meşhur versiyonda) Ebu Leheb, Efendimize (sav) Nübüvvet sonrasında düşman olmuştu. Doğumu ve çocukluk yıllarında Efendimiz (sav) ile amcası Ebu Leheb arasında karşılıklı sevgi-saygı hukuku hakimdi. Öyle ki; iki kızını amcası Ebu Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlamıştı. Filmde gösterildiği ve dialogla altının çizildiği üzere Ebu Leheb çirkin bir kimse değildi. Hatta parlak, aydın, güzel bir simaya sahip olduğu için ona Ebu Leheb unvanı verilmişti. Oysa bu filmde Nübüvvet sonrası için ‘kötü adam’ sayılabilecek karakter, Nübüvvet evvelinde de ‘kötü adam’ kontenjanında yer almakta…

* * *

İzleyerek veya izlemeyerek sadece söven yorumcuların ortaya koydukları eleştiri-hakaret donelerine ve bunları ifade ediş üsluplarına bakınca bu yorumların şu mesajları içerdiğini anlıyoruz.

1) “Ey Müslümanlar!.. Peygamberiniz (sav) ile ilgili film çekmeyin!.. Onu (sav) ve mesajını eskimiş bir masal olarak bırakın!.. Geniş kitlelere, gençlerinize ve çocuklarınıza Onu (sav) modern imkanlarla anlatmayın!..”

2) “Ey Müslüman Sanatçılar!.. 40 yıl arayla da olsa Hz.Muhammed’e (sav) dair filmler çekecek olursanız ananızdan emdiğinizi burnunuzdan getiririz. Sonra da oturur, niye bizde de Hz.İsa (as) veya Hz.Musa (as) hakkında çekilenler gibi filmler yok diye yine size küfrederiz…”

3) “Ey Sünniler!.. İranlıların çektikleri filmleri izlemeyin!.. Holywood’un on binlerce filmle başaramadığı çözülmeyi İranlı yönetmenler mazallah iki filmle başarır, vs…”
İzleyip olumlu-olumsuz eleştiriler ve zaman zaman öneriler getiren yorumcuların genel mesajları ise şunlar olsa gerek…

1) 1976’da Kaddafi Libya’sı Çağrı filmini çekmişti. Yenisi için 40 yıl bekledik. Bu kez 2056’ya kadar bekleyecek sabrımız yok…

2) Mecid Mecidi, Mustafa Akkad’ın Çağrı’sının üzerine bir şeyler çıkabildi. Bu iki filmin-tecrübenin üzerine şimdi neler ekleyebiliriz?

3) Türkiye olarak Çağrı ve Allah’ın Elçisi filmlerinde içimize sinmeyen yerleri dahi aşacak bir çalışmaya imza atacak mıyız? Yoksa kenarda bekleyip emek sahiplerini tenkit etmekle mi yetineceğiz?..

SON SÖZ…

Mukaddesatı anlatmanın ne denli zor ve karın ağrısı bir iş olduğunu yakinen bilen-hisseden biri olarak; Mecid Mecidi’nin şahsında bu filme emeği geçen herkese şahsım adına teşekkür ediyorum. Niyetlerinin ve emeklerinin karşılığını ‘anlatmaya çalıştıkları’ Nebinin (sav) elinden alsınlar inşallah…

Tüm dostlara bu filmi maaile izlemelerini tavsiye ederim. Herkes kendi fikrini-kanaatini izledikten sonra daha sağlıklı edinecektir zaten…

Musavvir olan Allah, bu filmden daha iyisini-güzelini ortaya çıkarmak isteyenlerin yar ve yardımcısı olsun, bizleri de inşallah öylesi çalışmaların bir ucundan tutabilmekle lütuflandırsın!..

Kalın sağlıcakla…

İslami Vahdet

Mucize, coşku ve sevgi

Merakla beklenen “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminin basın gösterimi dün yapıldı. Film, peygamberin çocukluk ve ilk gençlik yıllarını anlatıyor, dini mucizeleri coşkulu bir sinema diliyle resmediyor.

Film, Kureyşlilerin lideri Ebu Sufyan’ın, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) ve Müslümanları Mekke’den uzaklaştırmak istediği dönemde başlıyor.

Sonra Hz. Muhammed’in doğduğu geceye dönüyoruz. Kutsal kitaplardaki kehanetlerde adı geçen kurtarıcının o gece Mekke’de doğan çocuklardan biri olduğuna inanan Yahudi Samuel, filmin büyük bölümünde Hz. Muhammed’i arıyor.

Abdulmuttalip de torununu Samuel ve adamlarından kaçırıyor; onu gözlerden uzakta tutuyor. Final sahnesinde yeniden Mekke’ye dönen film bir mucizeyle sona eriyor.

SİNEMAYLA KUTSUYOR

1976 yapımı “Çağrı” filmi İslamiyet’in doğuşunu anlatıyordu. “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” ise Hz. Muhammed’in çocukluğu ve gençliğine odaklanıyor. Yönetmen Mecid Mecidi, doğum gecesinden başlayarak Hz. Muhammed’in hayatındaki önemli anları, mucizeleri sinema sanatıyla adeta kutsuyor… Mecidi, İtalyan görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’nun gösterişli kadrajları ve Hintli besteci A.R. Rahman’ın müzikleri eşliğinde seyircileri çok duygulandıracak, gözlerini yaşartacak birçok sahneyi peş peşe sıralıyor. Dedesinin putperestlerin tepkilerine rağmen çocuğuna Muhammed ismini koyduğu ya da sütannesi Halime’nin onu kucağına aldığı anlarda seyirciye Yaradan’ın varlığını hissettirmeyi hedefleyen uhrevi bir sinema dili yakalamaya gayret eden Mecidi, doğum gecesinde Kâbe’de yıkılan putlardan başlayarak mucizeleri görkemli sinema anlarına çeviriyor. Özellikle Peygamber’in sütannesine şifa verdiği sahne çok etkileyici. Deniz kenarında geçen ve Hz. Muhammed’in putperestlerin kurban edeceği insanları kurtardığı sahne de görkemli; ama ben kendi adıma Mecidi’nin müzikle coşkuyu zirveye çıkarmaya çalıştığı sahnelerden ziyade sözgelimi Peygamber’in kızını öldürmek isteyen bir babayı konuşarak değiştirdiği ya da annesiyle ilişkisini anlatan daha sade bölümleri sevdim.

HOŞGÖRÜ MESAJI

Mecidi, Hz. Muhammed’in putperestlere karşı çıkan ve Hz. İbrahim’in öğretileriyle tek tanrıya inanan bir aile çevresinde büyümesini özellikle vurguluyor. Film bu yanıyla dinler arasındaki kardeşliği öne çıkaran bir yaklaşıma sahip. Özellikle bir Hıristiyan rahibin Hz. Muhammed’i ilk gençlik yıllarında görür görmez onun bir peygamber olacağını hissettiği sahne ve Ebu Talip’e söyledikleri etkileyici. Doğduğu geceden başlayarak onun kutsal kitaplardaki kurtarıcı olduğunu bilen Yahudi Samuel’in yaşadığı değişim de önemli…

Film boyunca bembeyaz giysilerin içindeki Hz. Muhammed’in yüzünü hiç görmüyoruz. Sadece küçük bir çocukken ellerinin arasından gözlerini görüyoruz. Mecidi, Peygamber’in uzun, düz siyah saçlarını ve ellerini sık sık gösterirken sesini hiç kullanmıyor; konuşmalarını ise altyazıyla veriyor.

Mehmet AÇAR – HaberTürk

Sakin ve Destansı

Ve Hz. Muhammed’in hayatından kimi kesitler, ikinci kez büyük yapım olarak beyazperdede. 1976 tarihli ünlü klasik ‘Çağrı’dan sonra bu kez İranlı Majid Majidi ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ (2015)’nde, İslamiyet’in doğuşuna ama asıl olarak peygamberin yaşadıklarına odaklanıyor.

İki yıllık araştırma süreci dahil toplam yedi yıllık bir emeğin ürünü olan yapım, daha çok Hz. Muhammed’in çocukluk dönemi eşliğinde İslam’ın temel felsefesini perdeye taşıma derdinde. Film, ilk kez geçen yıl Montreal Film Festivali’nde gösterilmişti.

Organizasyon dahilindeki basın toplantısında yönetmen Majidi, yapıtına ilişkin, “İçinden geçtiğimiz şu dönemde dünya yüzeyindeki kimi şiddet olaylarının ve eylemlerin yarattığı algının aksine İslam barış, dostluk ve sevgi dinidir; filmde bunu göstermeye çalıştım” şeklinde konuşmuştu. Ayrıca Majidi’nin de altını çizdiği gibi bugüne kadar Hz. İsa hakkında 200’e, Hz. Musa hakkında da 100’e yakın film çevrilmiştir. İranlı yönetmenin çalışması, Hz. Muhammed hakkındaki ikinci büyük yapım olarak sinema tarihine geçecek.

Toplam süresi 178 dakika olan ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, Mekke’de Müslümanlığı kabul edenlere zulüm yapıldığı dönemde başlıyor ve geçmişe uzanarak Hz. Muhammed’in doğumundan çocukluğuna kadar uzanan dönemi annesi Amine, dedesi Abdülmuttalip, amcası Ebu Talip ve süt annesi Halime karakterleri etrafında anlatıyor. Görüntü yönetmenliğini İtalyan büyük usta Vittorio Storaro’nun (‘Kıyamet’, ‘Kızıllar’, ‘Son İmparator’) üstlendiği yapımın müziklerini de ünlü Hintli besteci A. R. Rahman yapmış.

YENİ ‘ÇAĞRI’ MI?

40 milyon dolara mal olan ve Tahran’ın 70 km. güneyindeki Allahyar Köyü’nde kurulan sette çekilen film, destansı bir anlatım tuttururken Majidi, ele aldığı son derece hassas meselelerde bence dertlerini aktarmayı başarmış. Peygamberin çocukluğunu yüzünü göstermeden sırt çekimleriyle perdeye taşıyan filmde Hz. Muhammed’in sesi kullanılmamış, konuşmaları altyazı olarak perdeye yansımış. Öte yandan bir sahnede çocukluk dönemindeki Hz. Muhammed’in suya hükmetmesini ve açlık çeken bir topluluğa bereket getirmesini izliyoruz. Bu bölüm, kadrajları, draması ve müziğiyle filmin sinematografik açıdan en etkili yanı olarak dikkati çekiyor.

Salondan çıktıktan sonra elbette şu soru akıllara geliyor: ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’, şimdiki zamanın ‘Çağrı’sı olur mu? ‘Rahmetli’ Mustafa Akkad’ın yapıtı ele aldığı dönem itibariyle aksiyonel özelliklere sahipti, dolayısıyla aynı etkiyi yapmaz ama Majidi’nin yapıtı da sakinliği ve dertleri itibariyle farklı bir yeri tarif ediyor ve bu yanıyla ilgiye değer. Filmin bir yerinde, farklı inanç toplulukları arasındaki meseleler konuşulurken sarf edilen “Komşuluk hakkı, kaderlerini birbirlerine bağlıyor” cümlesi de, o dönemlerden günümüze, ait olduğumuz zamana dair hatırlatmalar içinde, bence en kıymetlisiydi.

Uğur VARDAN – Hürriyet

(Not: Hz Muhammed Resulllah (2015) filmi, İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin konu hakkında çekeceği üç filmin ilkidir. İran Peygamber-i Ekrem hakkında iki film daha çekecek inşallah. yenikaynak.com)

Kırık Kalplerde Yaşayan Peygamber

Vizyona girmeden olay olan Hz. Muhammed’in çocukluk ve gençlik yıllarını anlatan ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ sinemalarda. Yönetmen Majid Majidi’nin filmi bakın nasıl olmuş…

Majid Majidi ile 2012 yılında Mardin’de bir görüşme yapmıştık. O dönemde ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminin çekim hazırlıkları sürüyordu. Majidi projeyi anlatırken radikal bir söylemde bulunmuş “Peygamberimiz günümüzde yaşasaydı dinimizi anlatmak için mutlaka sinemayı kullanırdı” demişti. Gerçekten de sinema artık bu kadar önemli. Bu yüzden Hz. İsa ve diğer peygamberleri anlatan yüzlerce film varken bizim dinimizi ve yüce Peygamberimizi anlatan film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Gelelim filme, doğal olarak bu filmi karşılaştıracağımız tek bir yapım var, o da Mustafa Akkad’ın ‘Çağrı-Messenger’ı. İki film arasında konu olarak en büyük fark ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filminin Peygamberimizin çocukluğuna odaklanması. ‘Çağrı’ bilindiği gibi Müslümanlığın çıkışını ve yayılışını anlatır. Temelinde savaşlardan, acılardan çok Peygamberimizin doğuş döneminde onun gelişini müjdeleyen mucizelerle başlıyor film. Daha sonra ise dedesi Abdul-Muttalip ve amcası Ebu Talip’in korumasında gelecekteki mucizelerinin izlerini görüyoruz.

Filmin bir özelliği de Arap kabilelerinin o dönemdeki sosyal ilişkilerini ve aile bağlarını neredeyse belgesele yakın bir tarzda bize veriyor olması. Kuran’ı Kerim’deki bir çok ayetin burada nasıl çıktığını kendine göre yorumlamış Majidi. Özellikle dikkatimi çeken Peygamberimizin kadınlara verdiği değeri filmde birçok yerde görmemiz; emsela Peygamberimizin kız çocuğunu öldürmek üzere olan adamın kucağına bebeği vererek “Gözlerine bak aynı sen” demesi ve adamın o minik gözlere bakarken geçirdiği değişim.

Film Müslümanlığın diğer dinlerden farklı olarak ezilen insanların, fakirlerin, mağdurların dini olduğunu bize bir kere daha hatırlatıyor. Bir papaz onun peygamberliğini sorgularken “Yaradanı nerede bulursun” dediğinde Hz. Muhammed’in “Kırık kalplerde bulurum” diye cevap veriyor. Yazarken bile tüylerim diken diken oluyor… Ben bir filmden başka ne beklerim ki? Tabii bu filmin diğer bir önemli mesajı da günümüzün Müslüman coğrafyasına geliyor: “En kötü durumda bile umudunu ve inancını yitirme.”

[…] Filmde o kadar etkileyici müzikler var ki filmi seyrederken gözlerimden çok kulaklarımla özümsedim. Filmin soundtrack’ını sabırsızlıkla bekliyorum. Gelelim Peygamberimizin filmde nasıl gösterildiğine; uzun zamandır filmde peygamberin cisminin gösterilmesi eleştiriliyor. Gerçekten de peygamberimizin çocukluğu ve gençlik hali yüzü gösterilmeden ama bir oyuncu tarafından canlandırılarak yer alıyor. Aynı zamanda sesi de filmde kullanılmıyor. Onun yerine Peygamberimiz konuştuğunda bir sessizlik var ve alt yazılarla onun söyledikleri veriliyor. Ben dini olarak bu duruma bir eleştiri getirmiyorum ama ‘Çağrı’ filminin peygamberimizin ne cismini ne de söylediklerini alt yazı ile vermemesine rağmen etkileyiciliğinin daha fazla olduğunu düşünüyorum. Bunda ‘Çağrı’ filmindeki oyunculukların ‘Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi’ filmindeki oyuncu performanslarından daha iyi olmasının etkili olduğuna inanıyorum.

“Yaradanı nerede bulursun” sorusuna Peygamberimiz, “Kırık kalplerde” demiş.

Serdar AKBIYIK – Star

Gerçek İslam Bu İşte!

“Çağrı”dan sonra nihayet İslam aleminin gurur duyacağı büyük bir sinema filmi daha oldu… 2015 yapımı “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” sinemalarda… Dinler tarihinden uyarlanan filmlerin kıvamını tutturmak kolay değildir pek. Dini hassasiyetler taşıyan kitleleri yaralamayacak ama kalıcı ve etkili olabilmek için fanatizm boyutlarına varmayan, slogan atar gibi olmayan ama dramatik etkisi sağlam bir senaryoya, yüksek bir bütçeye ve iyi bir yönetmene ihtiyaç vardır.

Hz. Muhammed’in peygamber olarak çıkışından, son haccında tüm İslam alemine yaptığı Veda Hutbesi’ne kadarki süreci anlatan, 1976 yılı yapımı Mustafa Akkad imzalı “Çağrı” (The Message) filmi türünün en iyi örneklerinden biriydi ve tüm dünyadaki müslümanları derinden etkilemişti. O zamandan beri de güçlü bir islam tarihi filmi çekilemedi. Zaten Hz. Muhammed’in yüzünün tasvir edilmesi ve resmedilmesi ‘örfen’ yasaklanmıştır. Yönetmen Akkad da filminde bu yasağa harfi harfine uymuş, onun görüntüsünü ve sesini en ufak bir sahnede bile tasvir etmemişti. Şimdi İranlı usta yönetmen Majid Majidi ise bu konuda kendisini riske atıp, ana karakterini gösterememe dezavantajını aşabilmek için sınırları elinden geldiğince zorlamış Hz. Muhammed’i ilk kez uzaktan gösteren, ya da eline, koluna, ayağına, yanağına, saçlarına yaklaşan bir üslup var bu sefer sinemada. Majidi bu sahneleri yılların tecrübesiyle kimsenin rahatsız olabileceği bir duruma izin vermeden halledebilmiş. Peygamberin söylediklerini ise duymuyoruz ama ‘italik’ altyazıyla okuyabiliyoruz.

DİNİN ANLAMI…

Majidi’nin filmi, Hz. Muhammed’in doğumuyla başlayıp peygamberliğini ilan edene kadarki sürecine odaklanıyor. Yönetmenin asıl derdi de zaten islam dininin hangi ortamda ve ihtiyaç zamanında ortaya çıktığının altını çizmek. Köleliğin, açlığın, adaletsizliğin ve yozlaşmanın ortasında doğan yeni bir din ve onun habercisinin hikayesi bu. Asla bağnazlığa izin vermeyen, savaşmayı en son çare olarak gören, her şeyden önemlisi ‘insanseven’, mazlumların yanında olan bir dinin elçisinin insanlığa gelişi… Bu doğum birilerini rahatsız edecek ve daha en baştan tehlikeli görünen bu bebeğin büyümesini istemeyeceklerdir.

Filmde bu ana hikayenin dışında güçlü bir ‘annelik’ hikayesi anlatmayı da başarıyor yönetmen. Kocasını henüz kaybetmiş olduğu için sütten kesilen Amine’nin bebeğini besleyememesi ve onun güvenliği için ondan uzak kalma zorunluluğu etkileyici sahnelerle işlenmiş. Süt annesi olarak Halime’nin hikayeye girişi de son derece duygusal bir etki yaratıyor. Hem Amine’yi oynayan Mina Sadati hem de Halime rolünde izlediğimiz Sareh Bayat izleyicilerin kalbine dokunmayı başarıyor.

EPİK BİR ANLATIM

Majidi’nin 40 milyon dolarlık dev bir bütçeyle çektiği filmde dünyanın en usta görüntü yönetmenlerinden biri olan İtalyan Vittorio Storaro’nun (Son İmparator, Kıyamet, Çölde Çay) enfes görüntü çalışmasına Hintli müzisyen A.R. Rahman’ın (Milyoner) müzikleri başarıyla eşlik ediyor. Belli ki yönetmen Hollywood’un epik macera filmleriyle şimdiye dek çekilmiş önemli peygamber filmlerini elden geçirmiş ve büyük bir film yapmanın peşine düşmüş.

İslam dinini yozlaştırmaya çalışanlara ya da diğer dinlerin düşmanı gibi göstermeye çalışan tüm gruplara karşı sinemanın gücünü kullanmayı hedeflemiş Majidi. “Çağrı”nın ele aldığı tarih aralığının getirdiği kimi avantajlardan yoksun olmasına rağmen, 178 dakikalık süresi boyunca yer yer heyecanlı, dramatik ve insanın derinlerine, imanına seslenen bir film çıkartmayı başarmış. İslam’ın ve diğer dinlerin aslında ne işe yaradığını unutanlara anlamlı bir hatırlatma yapmış.

Burak Göral – Sözcü

(Mecid Mecidi yönetmenliğindeki bu İran filmi, üçleme filmin ilkidir. İslami İran, Peygamber-i Ekrem’in hayatı hakkında iki film daha çekecek inşallah. yenikaynak.com)

Doğulu Bir Bollywood Filmi

Günün birinde iki kişinin gelip size bir torba dolusu para verdiğini düşünün, tepkiniz ne olurdu? Torbayı hemen alır ardınıza bakmadan gider miydiniz, yoksa bu durumu sorgulayıp kendi alın teriniz olmadığı için geri mi verirdiniz?

Peki ya bir bagaj dolusu parayı koşulsuz bir şekilde muhtaç kişilere dağıtır mıydınız?

Bu soruların cevabını öğrenmek isterseniz Sade İkram’ı izlemelisiniz.

Ütopik ve sıradışı konusuyla ilginç bir film olan Sade İkram, Kave ve Leyla adında iki kişinin dağlık bir savaş bölgesine gidip içi para dolu naylon torbaları ihtiyaç sahiplerine dağıtmasını anlatıyor. Tabi bu dağıtım sırasında Kave ve Leyla’nın bu insanlarla kurduğu diyalogları, onlara karşı olan tavırları ve aldıkları tepkileri de beraberinde veriyor.

Filmin yönetmen koltuğunda Ferhadi’nin Derbare-i Elly adlı filminden âşina olduğumuz Mani Hakiki oturuyor ve baş rolünü de Terane Alidosti ile beraber paylaşıyorlar. Derbare-i Elly’de biraz pasif kalan Alidosti, burada Hakiki ile paslaşarak oyunculuğunu konuşturuyor.

Yönetmen, filmde farklı çekim teknikleri kullanarak ve geleneksel İran sineması ile Hollywood tarzını bir arada harmanlayarak ortaya farklı bir film çıkarmayı başarıyor. Örneğin; Leyla’nın elinde tuttuğu silahın gösterildiği ve buna benzer bir kaç sahne daha çekim olarak fotoğrafsal ögeler sunuyor. Haghighi bu sahneleri film için anlamı olan nesneler (silah, başörtüsü gibi) üzerinden veriyor.

Film, başlangıç sahnesinden itibaren bize alışılmışın dışında bir İran filmi izleyeceğimizi haber veriyor. Film Bakara suresinin bir ayeti ile başlıyor ve bu ayetten hareketle ilerliyor. Filmin akışı sırasında Kave ve Leyla’nın parayı dağıttığı kişilerle her kurduğu münasebette bu ayet akla geliyor:

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.”

Filmde aksayan ve durağanlığa uğrayan sahne yok, aksine filmin akışında hep bir dinamizm mevcut ve seyircinin dikkati hep diri tutuluyor. Dağlık bölgede parayı verecek kişiyi ararken arabada Leyla ve Kave’nin aralarında yaptıkları dikkate değer konuşmalarla geçişler güzel bir şekilde dolduruluyor. Bunun yanı sıra ikili sadece parayı verip yola devam etmiyor, bu insanlarla ilginç münasebetlerde bulunarak belli bir olay örgüsüne sahip olmayan filmin bir çerçeve hikâyesi oluşuyor.

Bu çerçeve hikayeleri de Kave’nin hep kendi kendine bir mahkeme kurup insanları yargılaması, yardımı kimin hakedip kimin haketmediğine karar vermesi ve ikisinin parayı dağıtmak için çok rahat bir şekilde uydurdukları yalanlar, parayı kabul etmeyenlerin tepkileri ve bunun karşısında Kave ile Leyla’nın bu kişilere ahmak gözüyle bakması gibi olgular dolduruyor.

Filmde dikkati çeken unsurlardan bir tanesi de Leyla’nın giyim tarzı oluyor. İran filmlerinde bayan oyuncularda görmeye alışık olduğumuz şal, tunik veya çarşaftan farklı olarak, Leyla burada gri beresiyle ve paltosuyla yer alıyor. Ayrıca Leyla, filmdeki tek bayan oyuncu olarak yer alıyor. Bu durumda düşünecek olursak, senaryoya o yöreden başka bir bayan karakter dahil edilseydi, onun giyimi alışılmış geleneksel tarzda olması gerekirdi. Bekçinin evindeki bayanın da gösterilmemesi de bu tezi doğruluyor. Ayrıca Leyla’nın, tuvaletin orada kendisini giyiminden dolayı eleştiren kişinin ona verdiği pembe yazmayı daha sonra sakat katırın ayağına bağlaması da buna dahil edilebilir.

Başka bir açıdan bakacak olursak da yönetmen belki de hiç bayan oyuncusu olmayan filmde Alidosti’yi erkek formatında göstermek istemiş olabilir ya da Hollywood tarzı bir film olduğu için bayan karakterini de formata uydurmaya çalışmış olabilir.

Bu paraların nereden geldiği, dağıtmak için neden bir dağlık bölgenin seçildiği, Kave ve Leyla’nın neden bu görevi üstlendikleri, aralarındaki ilişkinin ne olduğu (karı-koca, kardeş, arkadaş vs.) gibi merak unsurlarıyla film, seyirciyi sürüklüyerek kendini sonuna dek izlettiriyor. Final ise karakterlerin değil ama seyircinin mutlu sonu oluyor.

Sade İkram (2012) farklı bir İran filmi görmek için güzel bir seçim. İran sineması severler bu filmi listelerine mutlaka almalı. İyi seyirler…

Gamze Beşenk, İzdiham

Ghesse-ha (2014)

Ghesse-ha (Tales – Masallar) adlı 2014 yapımı İran filmi; Rahşan Beni-İtimad’ın sekiz yıl aradan sonra çektiği ilk uzun metrajlı film olmasının yanı sıra, önceki filmlerindeki karakterleri de tekrar ziyaret ettiği bir film.

İran’da toplumun durumu ve sorunlarını yedi kısa hikâyeyle farklı insanlar üzerinden işleyen yönetmen; karakterlerini, öğrencilerden, memurlardan, işçilerden seçmiş, bu insanların sorunlarını ve ilişkileri de en ortak dil olan sevgi üzerinden anlatmayı tercih etmiş. Masallar, bu insanların hikâyelerini olabildiğince dürüst ve cesurca anlatan bir film.

Masallar; haklarını almak için mücadele etmek zorunda olan kadınların ve erkeklerin hikayesini anlatır: Kadınlar, yönetmenler, işçiler, entelektüeller, devlet memurları, sosyal hizmet görevlileri… Hepsinin tek bir ortak noktası var: Tutkulu ve aşıklar.

Masallar, daha iyi bir yaşam için mücadele etmeye devam edecek gücü ve karşılaştıkları zorlukları aşma umudunu aşkta ve tutkuda bulan kadın ve erkeklere dair bir aşk hikayesi…

Filmmor, Ankara Film Fest