Kategori arşivi: Yazarlarımızdan

İran Sineması Film Eleştirmenleri Ekibimiz

En İyi Yolculuk Kendi İçine Yapılan Yolculuktur

En İyi Yolculuk Kendi İçine Yapılan Yolculuktur; Kız Filmi

Kendimizi ve başkalarını affedemediğimiz anlar olur. Hayata bakışımız değişir, eski düzenimiz kaybolup yeni bir düzen gelir hayatımıza. Bazılarımız bunu hayatın öğrettiği bir ders olarak görür ve olgunluğun geldiğini düşünür. Bazılarımız ise kendilerini bir daha hiç affedemedikleri bir olaylar silsilesi…

İran sineması, kendi özünü işlemeyi çok iyi başarıyor. Toplumsal yapının İran Sinemasındaki yeri aşikâr. Bu sebeple ilk önce genel geçer toplumsal yapı hakkında bilgi sahibi de olmak gerekir aslında.

En büyük yolculuk insanın kendi özüne yaptığıdır. Yolda kendisiyle ve geçmişte yaptıklarıyla hesaplaşır. Belki de en büyük olgunluk o hesaplaşmadan sonra gelendir. Kız, gerçek anlamda bir yolculuk filmi olarak karşımıza çıkıyor. Azizi Bey, filmde her ne kadar sert bir babayı oynasa da aslında kendi özünde öyle biri değildir. Yaşadıkları onu tamamen sertleştirmiş ve o da ne kendisini ne de kız kardeşini bir türlü affedememiştir. Ama en çok da kendisini affedememiştir. Bunu filmin içerisinde net bir şekilde görebiliyoruz.

Kız filmi, bize aslında İran’ın toplumsal yapısına da bakmamıza müsaade ediyor. Kadınların da İran’da zor bir yaşamı olduğunu ve tek başlarına bir şeyler yapamadıklarını gösteriyor. Bu ortam gözle görülür biçimde karşımızda duruyor.

Filmin açılış sekansında kızların bir masa etrafında toplandıkları kafede konuştukları konular, İran’dan göç, evlenme vb. Bir ara kızlardan birisi şu tespiti yapıyor; “Babalarımız bizi direkt evlendirip koca evine göndermenin peşinde ve bizden bu yolla kurtulmaya çalışıyorlar” Bunun sebebi ne olabilir? Kadınlar neden böyle düşünüyor? Filmi izlerken aldığım notların içerisinde buna bir soru işareti koymak zorunda kaldım. Ancak aklıma bizim ülkemizde özellikle doğu bölgelerinde var olan kültür geldi aklıma.

Baba karakteri olan Azizi Bey, karakter yapısı olarak içine kapanık bir durum sergiliyor. Sanki kendisini tüm dünyaya kapatmış ve belli başlı doğruları olan bir adam profili çiziyor. Eskide yaşayan, eskiyi özleyen bir adam. Esas kırılma noktasının kız kardeşinin kendisinin istemediği bir adamla evlenmesi olarak göze çarpıyor. Bu sonuca Setare’nin arkadaşına söylediği şu sözden anlayabiliyoruz; “Babam, biz liseye gidene kadar çok iyi davranırdı. Daha sonra birden bire katılaştı” Bu noktadan sonra baba Azizi Bey, bir anda hayata küsüyor ve hem kendisine hem de çevresine daha katı bir şekilde davranmaya başlıyor. Öyle ki fabrikadaki işçiler bile ondan çok çekiniyor. Sadece bakması bile yeterli hale geliyor.

Baba karakteri her ne kadar katı olsa da içerisinde o iyi yüreğini her zaman saklıyor. Sadece etrafına göstermek istemiyor. Kızın babasından kaçıp halasına gitmesi de Azizi Bey için başka bir sayfanın açılmasına sebep oluyor. Bu sayede hem kız kardeşi ile arasını bir nebze olsun düzeltiyor hem de kızının yaptığı bu basit yanlışı hoş görme şansı oluyor.

İran sineması her zaman toplumsal hayat dersleri veren eserler meydana getiriyor. Oyunculardan hem Ferhat Aslani hem de Mahur Elvend mükemmel oyunculuklar çıkartmışlar. Yönetmen Rıza Mir Kerimi, bir babanın kendi içerisindeki yolculuğunu fazla duygusallığa kaçmadan gerçekçi bir şekilde anlatmış.

Özkan Köprülü

Davul Bile Dengi Dengine Çalar

Ali Hazayfer’in yazıp yönettiği romantik komedi-dram filmi “Davul Dengi Dengine” İslam Cumhuriyeti’nin Meşhed kentinde çekilmiş. Film, toplumsal beklentilerin ilişkilerine ayak bağı olduğu iki farklı çiftin hikayesini anlatıyor. Başlangıçta, film, iki ayrı merkezi olan iki farklı hikayeyi anlatıyor görünse de, ilerleyen sahnelerde bu ikisi arasındaki bağlantılar ortaya çıkıyor. Ve bu bağlantıların temel konusu, filmi tatlı bir komedi olmaktan çok öteye taşıyor.

Filmin ilgi çekici yanlarından birisi de küçük sosyal sınıf farklarını sunuş biçimidir. Yani, film, üst ve alt kesimin yaşam tarzı arasındaki farkları incelemiyor; bu iki kesim arasındaki toplumsal farkları inceliyor.

Filmde üç dizi farklı olaylar gelişmekte ve filmin ilk 12 dakikası bu olay dizilerine önsöz niteliği taşımaktadır.

A- Said ve Mahbube birbirine aşık yeni evli bir çifttir. Film zaten -İmam Rıza Mescidinde [1] gerçekleşen- bu izdivaç ve nikah töreni ile açılıyor. Sonraki sahnede ise babasının çeyiz [2] hazırlayamayışı nedeniyle Mahbube’nin eli boş olarak koca evine gitmesinin üzüntüsüne şahid oluyoruz. Mahbube alışık olduğu (buzdolabı, TV, vb.) ev eşyasına sahip değildir artık. Said ise işçi pazarına giden bir alçıcı olduğu için fazla bir gelire sahip değildir; bu sebeple -mutfağı komşuları ile birlikte kullandıkları- bir apartmanda yaşamak zorundadır. Said bunu pek umursamaz görünür ve Mahbube ile birlikte olduğu için çok mutludur.

B- Kasım Maliki, mahkemeye yakın bir yerde fotokopicilik yapar. Kasım 30 yaşlarında neşeli tombul bir kişiliktir. Dul babası ile birlikte yaşar, ki o da neşeli bir kitap kurdudur ancak oğlunun evlenmek için çok geciktiğini söyleyip bundan yakınır. Kasım’ın pek çekici olmayan tipi ve eş seçiminde ince eleyip sık dokuması uygun bir eş bulmasına mani olur. Öyle ki, “keşke şu fotokopi makinesiyle bir kopyamı yapabilseydim” der kendi kendine.

C- Said’in annesi, Banu Hanım, daha yaşlı ve yalnız olan İhtişam Hanım’ın yanında temizlikçi olarak çalışır. İhtişam Hanım ona çok iyi davranıp onu kendisine arkadaş olarak görse de, Banu Hanım, sosyal statü farkından haberdardır ve ona hürmetinde kusur etmez. Daha sonra İhtişam Hanım’ın rahmetli kocasının evinde sahip olduğu az bir gelirle yaşadığını öğreniyoruz. Ama bu gerçek yine de sosyal statüyü pek etkilemez.

İlk sahnelerde iki durum ortaya çıkıyor: karısını mutlu etmek için Said’in maddi durumunu düzeltmeye çalışması ve Kasım’ın eş bulmak için verdiği uğraş. Bu iki durumda da toplumsal beklentilere cevap verme çabasına tanık oluyoruz.

Kasım’ın kız bulma yolundaki sözde yardımcısı, yengesi olan Refet’tir. Refet kaynı için uygun kişi bulmak yerine üst sınıftan zengin bir kız bulma peşindedir. Bu yüzden Refet’in ayarladığı kız isteme merasimleri hüsranla sonuçlanır. Hatta bir tanesinde talip olunan kız şizofreni hastası taklidi yapar.

Sonrasında Kasım’ı kırtasiyesinde görüyoruz, ki Reyhane şikayet formu almak için yanına gider. Reyhane, çeyizini erkek kardeşinin götürdüğünü ve bu yüzden onu hırsızlık suçundan dava edeceğini açıklar. Erkek kardeşinin ona; “Seni şimdiye kadar isteyen olmadı, bundan sonra da istemezler. (Bu çeyiz sana lazım değil.)” dediğini asık suratla anlatır.

Daha sonra öğreniyoruz ki, Reyhane’nin erkek kardeşi bize ilk sahnede tanıtılmış olan Said’dir. Said, ablası Reyhane’nin çeyizini alarak, koca evine eli boş geldiğinden yakınan Mahbube’ye vermiştir.

Her neyse, Kasım doğal olarak Reyhane’nin cazibesine kapılır. İkisi de birbirinin hile-yalan ve gösterişten uzak olan saf ve sade yaşamlarını takdir eder (Kasım, ilkokul mezunu olduğunu, yakışıklı olmadığını vs. açıkça söyler). Kasım, Reyhane’nin doğru kız olduğuna karar verir ve yengesi Refet’ten kız isteme merasimini ayarlamasını ister.

Refet -kayınpederinin iknasıyla- bu işi yapmaya razı olur ve Reyhaneleri ziyarete gider. Ancak sosyete karakterli Refet, Reyhane’nin ailesinin bulunduğu sosyal sınıfı beğenmez, hor görür. Ona göre, ne de olsa, Reyhane, annesi Banu Hanım ile eski bir mahallede küçük bir evde yaşamaktadır ve ne ev kendilerine aittir ne de eşyaları vardır ve Banu Hanım evlerde temizlikçilik yapar. Refet bu evliliği onaylamaz ve Kasım’ın daha iyi durumlu üst sınıf bir aileden kız alması gerektiğini söyler. Refet için evlilik iki kişiden çok, iki ailenin birleşmesidir ve bu iki aile aynı toplumsal sınıftan olmalıdır. Evet; “Davul Bile Dengi Dengine Çalar.” [3]

Reyhane, Refet’in kibirli tavırlarıyla ezilir ve bu yüzden muhtemelen hayal kırıklığı ile bitecek bu evliliği reddeder. Kasım reddedilince çok üzülür ve bu reddin sebebinin kendi tipi veya mesleği olduğunu düşünür. Ancak biz seyirciye şu açıktır ki, Kasım ve Reyhane tam birbirlerine göredir ancak toplumsal önyargı ve beklentiler bu birlikteliğe engel olmaktadır.

Bu sırada Banu Hanım, İhtişam Hanım’ın evini temizlemeye gider ancak yetişemediği rafları temizlemesi için oğlu Said’i de yanında götürür. Said dayalı-döşeli bu güzel eve gidince şaşırır ve vesveseye kapılarak İhtişam Hanım’ın sandığa koymuş olduğu kolyesini çalır. Eve döndüğünde kolyeyi karısı Mahbube’ye verir, kolyeyi alçı işinin ödemesi olarak aldığını söyleyerek.

Hikaye artık hüzünlü bir hâl alır. Kasım ve Reyhane ayrı ve yalnızlardır. İkisi için de farklı isteme merasimleri ayarlanır ancak hiçbirisi de sözde “dengi dengine çalan bu davullar”ı istemez.

Ve tabi ki, İhtişam Hanım çalınan kolyesinin farkına varır ve hırsızın kim olduğunu çok iyi biliyordur. Ancak film -yanlışları açığa çıkarma veya düzeltme yoluyla değil- şefkat ve merhamet tecellileri ile insanı derinden etkileyen bir çözümle sonuçlanır:

  • İhtişam Hanım nedamet içerisinde olan Said ile konuşur ve onun zaten zengin olduğunu çünkü kendisini seven bir annesinin, ablasının ve karısının olduğunu hatırlatır. Evet, asıl zenginlik budur. İhtişam Hanım, Said’i affeder ve kolyenin parasını ödemesi(?) için Said’e evde birkaç küçük iş verir. İhtişam Hanım’ın şefkat ve merhamet dolu nurunu gördüğünden Said’in gözleri yaşarır.
  • Kasım olan-biten her şeyi derinden düşünerek Reyhane’nin olumsuz cevabının incelikten dolayı olduğunu anlar ve bu ilişkiyi diriltip evlilik teklif etmek için tekrar yola koyulur.

Hikayenin sonunda yine davulun dengi dengine çaldığını görüyoruz, ancak bu denkliğin ruh-kişilik ve karakter denkliği olduğunu, toplumsal-sosyal sınıf ve maddi denklik ile alakalı olmadığını anlıyoruz. Bu filmin başarısı da bu mesajın seyirciye ulaştırmasında saklı.

Sonuç olarak; “Davul Dengi Dengine” adlı İslami İran filmi görünürde sıradan bir hafif komedi filmine benzese de bunun çok ötesinde. Ve film; ilişkiler ve sorunların halli konusunda seyirciyi ruhen uruc ettiren çok güzel felsefi mesajlar içeriyor.

 

Çaykolik Derviş

 

Dipnotlar:

[1] İmam Rıza Mescidi ve Türbesi, on iki imamın sekizincisi olan İmam Ali bin Musa Rıza’nın türbesinin etrafında kurulmuştur. Kurulu bu alanda Güherşad Camisi, bir mezarlık, bir kütüphane, Kur’an müzesi, dört havza (ilim merkezi), Razavi İslami İlimler Üniversitesi, zâirler (ziyaretçiler) için koca bir yemek alanı, sayısız namaz yeri ve ibadetgâh ve daha birçok bina vardır. İmam Rıza Mescid ve Türbesi 598,657 metrekare alanı ve 500.000 kişilik kapasitesiyle dünyanın alan olarak en büyük camisi, kapasite olarak en büyük ikinci camisidir.

[2] Ülkemizde olduğu gibi İslami İran’da da çeyiz, Gelin Hanımın ailesince hazırlanır ancak bu çeyiz sadece dikiş ve nakış ve süsleme üzerine değildir. İran’da beyaz eşya ve mutfak eşyaları vb. de bu çeyize dahildir. Erkek isterse çeyiz hakkından vazgeçebilir, tıpkı bayanın da eşinden alması gereken mihr’i isterse maddi olarak belirlememesi veya kocasına hibe etmesi gibi.

[3] “کبوتر با کبوتر، باز با باز” (Güvercin Güvercin İle, Atmaca Atmaca İle) anlamına gelen Farsça deyimden ilham alınan filmin orjinal adı “کبوتر با کبوتر” (Kebuter bâ Kebuter) (Güvercin Güvercin İle)dir. Bunun Türkçe’ye “Davul Bile Dengi Dengine Çalar” deyimi ile çevrilmesi tam yerinde olmuş.

YERYÜZÜNDEKİ SON BEKAR

AHERİN MÜCERRED / YERYÜZÜNDEKİ SON BEKAR – Film izlenimleri

İran sinemasında izlediğim ilk komedi filmiydi.

Evlilik, evde kalma, nasip, kısmet gibi gençler için büyük sıkıntı olan konuların komedi olarak işlenmesiyle izleyiciye ters köşe yapılmak istenmiş gibiydi sanki.

Başrolümüz Veli’nin ise 43 defa kız istemeye gitmiş ama her seferinde hüsranla sonuçlanmasına rağmen hâla moralini yüksek tutup, aradığı kişiyi bir gün bulacağı ümidini taşıması; 1,2 defa kız istemeye gidip de umduğu sonucu bulamayınca hayata küsen gençler için bir örneklik taşıyor .

Film evlilik konusunda güzel bir yere de temas da bulunmuş; o da şudur ki eğer bu konularda başarılı olamıyorsanız birilerinden yardım alın. Veli’nin tevafuk üzere PDR bölümünde hoca olan bir bayandan ve halasından yardım alması gibi. Aslına bakarsak bu yardımlardan sonra Veli hayat arkadaşı ile karşılaşıyor.

Veli’nin dürüstlüğüne de değinmeden geçemeyeceğim. Bana kalırsa Peri’nin ailesinin Veli’yi kabul etme ve sevme nedenleridir dürüstlük. Gerçek hayatta da öyle değil midir? Tek yalanla nice aileler yıkılmıyor mu?

Fazla spoiler vermeden son sahneye gelecek olursak Peri’nin babasının bıraktığı vasiyeti tüm netliği ile öğrenmesi yani Veli ile evlenmelerine gerek kalmamasına rağmen ona evet demesi Veli’yi sevdiğini göstermez mi?

“Aradığın şey aslında yakınında, sadece bakmasını bil ”

Selametle …

Bir Kalem Bir Dünya

İtibar ve Şöhret

dervişler

– Selamun aleyküm. Bir bakışıyla toprağı altına dönüştürenler, bazı vakitler bize de göz ucuyla bir nazar eder mi?

– Aleyküm selam.

– Bizi ne zaman yoğurup şekillendireceksiniz, Mirza can? Diyorum ki, eğer size zahmet olmayacaksa, bizim de şu ağzımıza, dilimize bir iğne saplasanız. Çünkü, amelimiz sözlerimizle uyuşmuyor ama insanlar bizi bir balon gibi şişiriyor.

– “Bu alemin merdiveni “ben” ve “biz” lafıdır.
Netice ise, merdivenden yere çakılıştır!”

– Maşallah.

– İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar. Salik, rint (gönül eri) olmalı ki şöhret rüzgarına yenik düşmesin. Böylece eğer bir gün şöhret balonu patlarsa, fazla gürültü çıkarmaz.

– Doğru söyledin Mirza. Şöhretin şerri, faydasından fazladır.

– Tabi, bir faydası varsa. Her şeyin bir bedeli vardır. Güzelliğin bedeli yalnızlıktır. Servetin bedeli, hesabını vermektir. Şöhretin bedeli ise rüsvaylık, göz önünde olmaktır.

El öpmek için insanın önünde iki büklüm olan bu millet, ok yayına benzer. İnsanın önünde ne kadar çok eğilirse, ondan gelecek ok, daha zehirli ve öldürücüdür. [../..]

Bu güzel dervişler sohbetinin tamamı ve daha fazlası için “Rüsvaylık (Utanç)” filmini izleyin derim.

ANNE İÇİN BİR BEŞİK

ANNE İÇİN BİR BEŞİK – İRAN FİLMİ

Nergis, Rusya’da Rus Dili ve Edebiyatı okumuş olan bir genç kız. Okulu bittikten sonra ülkesi İran’a geri döner ve ilahiyat eğitimine devam eder. Nergis’in hayatta bir ağabeyi, bir de yaşlı annesi vardır. Kendisi Tahran’daki ilim havzalarında ilahiyat eğitimi alırken hasta ve yatalak annesine bakıcı aramaktadır. Ağabeyi ise annesiyle pek ilgilenememektedir.

Nergis’in en büyük hayali Rusya’ya geri dönüp oradaki yeni Müslüman olan öğrencilere İslam dinini tebliğ edebilmektir. Bunun için çok çalışmış, sınavlara girmiş ve en nihayetinde sınavı kazandığının haberini almıştır. Moskova Üniversitesi’ne kabul edildiğinin haberi gelmiştir. Normalde bekar bir kıza yurtdışına çalışmak için izin verilmezken Nergis’e bu izin bile verilmiştir. Geriye tek kalan şey annesinin rızasının olduğuna dair bir dilekçedir. Kalkıp gider annesini ziyarete ve görmeyi beklemediği bir manzara ile karşılaşır. Bakıcı o günün sabahında kaçmış, annesini yatağa mahkum bir şekilde yapayalnız bırakmıştır. Üstelik annesinin sırtında birçok yara oluşmuştur. Daha titiz bir şekilde bakılması gerekmektedir. Annesinin ihtiyaçlarını karşılar, yeni bir bakıcı tutar, yapması gerekenleri anlatır ve okuluna geri döner. Birkaç gün sonra o bakıcı da gider ve Nergis tekrar annesinin yanına dönmek zorunda kalır. Kendisinden başka kimse annesine onun gibi bakamamaktadır. Ağabeyinin ısrarlarına rağmen annesini huzurevine götürmeye de razı gelmez yüreği. Annesi ile İslam tebliği arasında bir seçim yapar ve kalır.

Filmin en önemli noktası İslam dininin bize dediklerini nasıl algıladığımızı yansıtan sahneleriydi. Bir başka ülkede çok sayıda öğrenciye İslam’ı tebliğ etmek önemli midir? Peki yanı başımızdaki annemizin hayır duasında olmak mı daha önemlidir? Bize verilen emeklerin karşılığını verebileceğimiz yetişkinlik günlerimizde, annelerimizin hakkını ödemek en iyisi değil midir?

İzlerken kendinizi de sorguladığınızı hissediyorsunuz. Kısa ama öz bir film. Tavsiye ederim.

Casilo

CENNETİN ÇOCUKLARI

Acı bir fakirlik hikayesi “Cennetin Çocukları”. Bir kısmımızın geçmişinden bildiği, kimimizin filmlerde, kimimizin de ancak haber bültenlerinde şahit olduğu bir fakirlik.

Ali ve Zehra birbirini çok seven, koruyan, kollayan, birbiri için yalan bile söyleyen iki kardeş. Zehra’nın biraz daha idare etsin diye tamire gönderilen yırtık pırtık ayakkabısını Ali eve getirirken, bir talihsizlik sonucu manavda kaybediyor ve eve geldiğinde sevinçle eski ayakkabısını bekleyen kız kardeşine gizlice ayakkabıyı kaybettiğini, eğer ayakkabıyı kaybettiğini söylerse babalarının parası olmadığı için çok üzüleceğini ve ikisine de kızacağını söylüyor. Ayakkabıyı bulmak için tekrar manava gidiyor ama ayakkabıyı bulamadan geri geliyor. Zehra buna ne kadar sinirlense de sesini çıkarmıyor. Ağabeyinin ısrarı üzerine onun ayakkabısı ile okula gitmeyi kabul ediyor. Anne babaya çaktırmadan, Zehra okuldan geldiğinde sokakta terlikle bekleyen Ali’yle ayakkabıları değişiyorlar ve Ali okula gidiyor, Zehra da eve dönüyor. Ayakkabı konusunda talihsizlikler sürekli birbirini kovalıyor. Zehra geç geldiği için Ali’nin okula yetişemeyip öğretmeninden azar yemeleri, Zehra’nın ayağına büyük gelen ayakkabıyı su kanalına düşürüp peşinden koşması, eski ayakkabının yeni sahibini bulup sevinmelerine karşın ayakkabıyı geri alamamaları… O kadar temiz, o kadar saf bir hikaye ki…

İran’la ilgili izlediğim ikinci film oldu, Cennetin Çocukları. İyi ki izlemişim dedim. Çocukluğumu hatırladım, ayakkabı tamir ettirmeyi hatırladım. Anne babadan korkup yapılan hatayı söyleyememeyi hatırladım. Şimdi hayatımız kolay, eskiyeni atıyor yenisini alıyoruz. Daha doğrusu böyle sanıyoruz ama bir yerlerde hala tamirci önünde zamk kokusunu içine çekerek tamir bekleyen çocuklar var. İzleyen kimsenin pişman olmayacağını düşündüğüm bir film. İzleyin siz de benim gibi içinizin ısındığını hissedeceksiniz.

Çocuk masumiyetimizi hiç kaybetmemek dileğiyle. İyi seyirler dilerim.

Casilo

CENNETİN ÇOCUKLARI

İranlı yönetmen, film yapımcısı ve senarist olan Mecid Mecidi bir çok uluslarası ödül almıştır. 1998 yılında Cennetin Çocukları adlı filmi yönetti ve En Yabancı Film dalında Akademi Ödülüne aday gösterildi.

Filmin ana teması zorluklar altında okula gitmeye çalışan iki küçük çocuğun elem dolu hikayesidir. Kardeşinin kaybolan ayakkabılarını bulamayınca, yaptığı fedarklıkların yanında, her şeye rağmen derslerinde gösterdiği başarı takdirliktir. Babasının ayakkabı alacak parası olmadığından, sırf kardeşine yeni ayakkabı alabilmek için, canı pahasına da olsa koşu yarışına katılan ve azminin sonucunda spor ayakkabıları kazan bir çocuk cennetin çocuklarından olmaz mı?

Filmde kullanılan replikler, ana tema ne kadar basit dursa da verdiği bir çok mesajla izleyicileri derinden etkilemiştir. Bir çok ilkokul çağındaki çocuğa örnek olabilecek sahnelerle dolu olan film aynı zamanda, anne babaya olan sevgi ve saygıyı da işlemiştir.

Film her yönüyle toplumsal bir sorunu ele alırken bu sorunların sonuçlarını da bizlere göstermiştir. Tahran’ın güney mahallelerindeki ailelerin yaşam standartlarının da ne kadar düşük olduğu gözden kaçmıyor. Filmi izlerken elimizdeki nimetlerin de şükrünü bir kez daha biliyoruz.

Her yaştan insanın kendinden bir şeyler bulacağı hatta bir çok insanı çocukluğuna götürecek bu film izlenmeye değerdir.

Anne için Bir Beşik

2012 yılın da vizyona giren İran yapımı olan “Anne İçin Bir Beşik” filmi dram türündedir.

Nergis adında bir genç kızın annesi için yapmış olduğunu fedakarlıkları anlatmaktadır. Annesinin bakımını yerine getirebilmek uğruna Moskova üniversitesinde yeni Müslüman olmuş çocuklara ders vermeye gidememiştir. Onu huzur evine bırakıp gitmeye gönlü razı olmayan Nergis tüm gençliğini annesine adamıştır.

Vefa ve merhamet sahibi olan bir genç kızın annesine sabırlı ve merhametli yaklaşımı filmde ön plana çıkarılmıştır.

Film diğer bir açıdan incelersek, giyim tarzları kültürlerinde İslam şeriatının etkisi çokça görülmektedir. Dini içerikli olan bu filmde Şii İslam mezhebinin tanıtılması için de iyi bir çalma olmuştur. İran sinemasının yapısını da göz önüne aldığımızda Nergis’in hayatı tüm genç kızlara örnek olacak bir hayat olarak sunulmuştur. Her yaştan insanın kendinden bir şeyler bulacağı sadelikte hoş bir filmdir.

Annem için..

2012 yapımı bir İran filmi olan Anne İçin Bir Beşik filmi, annesine ve dini değerlerine oldukça vefalı, başarılı genç bir kadının hikayesini anlatıyor.

Hikayenin başkahramanı Nergis, İran’da ilahiyat öğrenimi görmektedir. Başarılı bir öğrenci olduğu ve daha önce Rusya’da öğrenim gördüğü için, İran’daki okulu tarafından Rusya’daki bir okulda İslamiyet hakkında ders vermek için görevlendirilir.

Nergis bu görev için oldukça heyecanlansa da, annesiyle ilgilenen bakıcının işten ayrılmasıyla zor durumda kalır.

İdealleri ile hasta annesi arasında bir seçim yapmak durumunda kalan bu genç kadın, ideallerinden vazgeçmemesi yönündeki telkinlere rağmen annesini bırakmaz.

Başrol kahramanı Nergis (İlham Hamidi), kararlı duruşu ve vefasıyla izleyicinin takdirini toplayan bir karakter.

70 dakikalık bu film, oldukça ağır ilerleyen bir dram filmi.

Cennetin Çocukları

İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin 1997 yapımı bir filmi olan Cennetin Çocukları, Ali ve Zehra isimli yoksul bir aileden gelen iki kardeşin öyküsünü anlatıyor.

Ali, kız kardeşi Zehra’nın ayakkabısını kaybeder. Babasının yeni bir ayakkabı alacak durumu olmadığını bilen ve babasının öfkesinden korkan Ali, Zehra’dan bunu sır olarak saklamasını ister.

Aynı ayakkabıyı kullanmak zorunda kalan, birbirinin okul saatlerine göre ayakkabı değiş tokuşu yapan çocukların, kimsenin bilmediği bu dünyasında kurtuluş mücadelesine tanık oluyoruz.

Günlük hayatta bize hareket özgürlüğü sağlayan ayakkabı, filmde de kurtuluşun ve özgürlüğün simgesi.

Filmde tanık olmasak, günlük hayatta belki de üzerine hiç düşünmediğimiz bir mahrumiyet, her kesimden insana empati kurdurmayı başaracak kadar güçlü işlenmiş.

Kardeşlerin bu mücadelesinde siz de izleyici olarak neyin önemli olduğunu sorguluyorsunuz.

Başroldeki çocuk oyuncu seçimi de oldukça başarılı olan bu film, çeşitli festivallerde birçok ödüle layık görülmüştür.