Kategori arşivi: Yazarlarımızdan

İran Sineması Film Eleştirmenleri Ekibimiz

Melbourne [2014]

Hani bir söz vardır; kul kurar kader gülermiş, diye. İran sinemasının değerli örneklerinden biri olan Melbourne filmi işte tam olarak bu sözün beyaz perdeye aktarılmış hali olarak karşımıza çıkıyor. İran sinemasında dram türündeki sayısız, etkileyici ve başarılı film örnekleri ile karşılaşmamız mümkün ancak Melbourne filmi İran sinemasına adete yeni bir soluk kazandırarak dram ve gerilim türlerini bir arada izleyiciye çok başarılı bir şekilde sunuyor. Üstelik Melbourne filmi yalnızca İran sınırlarında kalmayıp 2014 Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nın açılış filmi olarak gösterilmiş ve bir çok festivalden ödülle dönerek, büyük övgü toplamış bir film.

Melbourne akış ve kurgu olarak çok basit gibi görünsede, izleyicinin bir dakika olsun filmden kopamadığı çok başarılı ve gerilim yüklü bir durum filmi. İzleyici filmin tüm yalınlığına rağmen, izlerken derin hayal kırıklıkları, yıkılan hayaller, zorlu ilişkiler ve sorular ile karşılaşıyor. Hatta çoğu zaman neyin doğru neyin yanlış olduğu bile birbirine karışıyor.

Yönetmen Nima Cavidi’nin ilk uzun metrajlı filmi olan Melbourne, hayalleri ve kaderleri arasında kalmış Sara ve Emir çiftinin hayatlarının kısacık ama belki de en önemli anlarına şahit ediyor bizi. Sara ve Emir sevdiklerini geride bırakma pahasına, hayallerinin peşinden koşarak, üniversite öğrenimi görmek için İran’dan ayrılarak Avusturalya’nın Melbourne şehrine doğru yola çıkmaya hazırlanıyorlar. Onlar heyecanla ve telaşla taşınma hazırlıkları yaparken ve uçaklarının kalkmasına bir kaç saat kalmışken, bizde onların bu tatlı telaşesine ortak oluyor, hayallerini paylaşıyoruz.

Hayatta bütün başımıza gelen felaketler hiç beklemediğimiz anda, birden bire oluverir ve bizi savunmasız yakalar ya, işte Sara ve Emir için de o anda o evin içinde başlarına gelen talihsiz bir olaydan dolayı herşey tam tersine dönüyor ve adeta kabus dolu saatler başlıyor. Çok zor bir sınav bu ikisi için de. Bir tarafta vicdanları bir tarafta hayalleri…İzleyici olarak bizim de sorgulamalarımız o olaydan sonra başlıyor, sürekli alacakları kararları merak ediyor, çalan her telefon ve kapı zili ile irkilmeye başlıyoruz. Melbourne filmi öyle doğal ve gerçek ki, zaman zaman film olduğunu bile unutturuyor bize. Hayatta herkesin başına hiç beklemediği bir kötü olay gelmiştir çünkü. Herkesin hayalleri illaki bir zaman yıkılmıştır başına. O anlarda aldığımız kararlar ise kaderimize yön verir artık. Doğru olandan yana olmak, vicdanlı davranıp gerekirse hayallerimizden vazgeçebilmek mi? Yoksa hayatımız boyunca içimizde yük olarak taşıyacağımızı, vicdan azabı çekeceğimizi bile bile, bencilce yanlış olduğunu bile bile hayallerimizin peşinden koşmak mı? İşte bu sorular arasında gidip geliyor durmadan Sara ve Emir’de…Film yalnızca onların hissettiklerini aktarıyor bize, bu doğru, bu yanlış demiyor.

Bir çiftin başlarına gelen bir felaket karşısında zaman zaman nasıl çatıştığını ama yine de nasıl birbirlerine saygı ile kenetlenebildiklerini gösteriyor.

Filmi izledikten sonra sizde kendinize dürüst olun ve cevaplayın bakalım;

Siz olsaydınız ne yapardınız?

Melbourne – İran Filmi

melbourne

Melbourne, 2014 yılı İran yapımı bir filmdir. Filmin oyuncu kadrosunda, Peyman Muadi, Nigar Cevahiriyan, Şirin Yezdanbahş, Mani Hakiki ve İlham Kurda yer alıyor. IMDB puanı 6,8 olan filmin senaryosunu yazan ve aynı zamanda yönetmen koltuğunda oturan isim ise Nima Cavidi, Melbourne’un kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olması da filmin dikkat çeken özelliklerinden bir tanesi.

Nima Cavidi’nin yazıp yönettiği İran sinemasına ait bu filmde, öğrenimlerini devam ettirmek üzere Avustralya’nın Melbourne şehrine gidecek olan genç bir çiftin hayatı anlatılıyor. Öyle ki, eşyalar toplanmış, valizler hazırlanmış, eş, dost, akraba ile görüşülmüş. Gitmek için sadece uçak saatinin gelmesine ihtiyaç var. Fakat hayatın her alanında olduğu gibi, burada da bazen planlar dâhilinde olmayan, ani ve çarpıcı gelişmeler yaşanıyor ve bu genç çiftin, yeni bir ülkede yeni bir hayata başlama heyecanı yerini birden korku, endişe ve paniğe bırakıyor.

Dilerseniz şimdi, filmin künyesine bir göz atalım.
• Yönetmen: Nima Cavidi
• Oyuncular: Peyman Muadi, Nigar Cevahiriyan, Şirin Yezdanbahş, Mani Hakiki, İlham Kurda
• Tür: Dram
• Yapım Yılı: 2014
• Senaryo: Nima Cavidi
• Ülkesi: İran İslam Cumhuriyeti
• Süre: 87 Dakika
• Orijinal İsim: Melbourne

“Kader, insanın elinde mi şekil alır yoksa önceden yazılmış ve yaşanmayı mı beklemektedir?” Melbourne, bize bunun cevabını çok güzel ve etkileyici bir şekilde veren bir film. Genç bir çift, eğitim için dünyanın öbür ucuna gitmek için tüm hazırlıklarını yapmış, ev sahipleriyle konuşup anlaşmışlar. Eşyalar toplanıp, satılıyor. Çünkü planları Melbourne’de 3-4 sene kalma niyetindeler, gelince belki de yeni bir evde yeni eşyalarla yaşamlarını devam ettirecekler. Emir Ali ve Sara. Genç çift, valizlerini hazırlamış, tanıdıklarıyla son görüşmelerini yapıyor, helalleşiyorlar. Ancak, öyle gelişmeler oluyor ki, değil Melbourne hayallerinin suya düşmesi, yüreklerinde onulmaz bir yaranın açılması ve ömürleri boyunca duyacakları bir vicdan azabı edinmeleri kaçınılmaz oluyor.

Filmde İran’daki sosyal yaşantının nasıl işlediği, karı – koca arasındaki ilişkinin düzeyi, komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin yanı sıra, arkadaşlık ilişkileri de iyi bir şekilde yansıtılıyor. Hayat, olduğu gibi devam ederken, ortaya çıkan bazı olumsuzlukları çözmeye çalışan Emir Ali ve Sara çiftinin kendileriyle sürekli çatışmaları da filmin can alıcı sahnelerini oluşturuyor.

Filmin başında kulaklarınıza misafir olan bir küçük sözün, sonlarına doğru karşılık bulması filmdeki bütünlüğün korunması açısından çok büyük önem arz ediyor. Özellikle yönetmen Nima Cavidi’nin ilk filmi olması bu tür konularda dikkatli olan sinemaseverleri de filmi daha dikkatli izlemeye sevk edecektir.

Melbourne filminin, bütünüyle bir ev içerisinde geçmesi daha önceden örnekleriyle karşılaştığımız bir tekniktir. Emir Ali ve Sara’nın aslında aynı şeyleri düşünürken tartışmaları ise çiftler arasındaki ilişkinin dış etkenlerin tesiriyle nasıl şekil alabildiği ve erkeğin stres, korku altında nasıl kapsayıcı, sorumluluk alıcı ve sakinleştirici tutumlar izlemeye çalıştığının da bir göstergesi.

Emir Ali ve Sara çiftinin başlarına gelen felaketten nasıl sıyrılmaya çalıştıkları ve bu süreç içerisinde kendileriyle, birbirleriyle ve diğer insanlarla nasıl çatışmalar yaşadıkları, sinir krizleri, sakinleşme çabaları ve tüm hayallerinin başlarına yıkılması endişesi ile bir çıkış yolu aradıkları Melbourne filmi, henüz bir “ilk film” olmasının da getirdiği tolerans ile fazlasıyla iyi… Bu türün izleyicisi için, güzel bir örnek teşkil etmekte ve dikkat çekmektedir.

Başlarına ne gelirse gelsin, kavga edip, tartışsalar dahi, birbirlerine olan sevgileri ve saygılarından ödün vermeyen bir çiftin, bir felaketle olan mücadelesini heyecanla izleyeceğinizi düşünüyoruz. Ayrıca, Emir Ali’nin yer yer karısı Sara’ya aşkla “Saracan” diye seslenişi de içinizi ısıtacak.

Keyifli seyirler…

Candide

Melbourne (2014)

Doğrularla mutluluğa ulaşabilmek mümkün iken insan neden yalanlardan koza örer etrafına? Bu yalanların sizi daha zor duruma sokacağını bile bile üstelik. Yalanlar doğrulardan daha mı kolaydır, belki daha eğlenceli, belki de insanoğlu kendine acı çektirmekten hoşlanıyordur.

İyiliği sadece kendimiz için mi dilemeliyiz herkes için mi? İyi olduğunu düşündüğümüz benliğimiz herhangi bir kötülük karşısında ne yapardı? Kendimizi mi aklardık yoksa doğru olanı mı yapardık? Sınanmayan iyilik, iyilik midir? Vicdanımızın sesini dinlemek gerçekten önemli midir yoksa işimize gelmeyen yerlerde vicdan o kadar da önemli değil midir? Çıkarların sesi dünyanın bütün seslerini bastırabilir mi? Gerçekten suçsuz muyuz? Filmi izlerken aklımdan bu düşünceler silsilesi geçti.

Eğitimlerine devam edebilmek için Avusturalya’ya gitmeye çalışan Sara (Nigar Cevahiriyan) ve Emir’in (Peyman Muadi) hikayesi. Kendi halinde duru bir hikaye anlatacak diye düşünürken gerilimi yüksek bir ortama sokuyor izleyenleri. Uçuşlarına saatler kala komşu emaneti bir bebekle işler hiç istemedikleri bir noktaya getiriyor onları.

Birbirimize aslında ne kadar güvenmediğimizi ya da güvenimizin ne kadar kolay kırılabileceğini düşündüm izlerken. Yanlış şeyler konusunda etrafımızı suçlamanın en akılcı yol olduğu yanlışına sıklıkla düştüğümüzü ve iyiliklerin başıma bela açabileceğini unutmamız gerektiğini de tekrar hatırladım.

Nerdeyse bir odada ve iki karakter arasında geçmesine rağmen diyalogları itibariyle seyir zevki yüksek bir film diyebiliriz fakat ilk yarısında akıcılığı ile öne çıkarken ikinci yarısının aynı etkiyi yakalayamadığını düşünüyorum. İzlerken sürekli karakterle empati yaparken buluyorsunuz kendinizi. Diken üstünde izliyorsunuz yani gerilimi o anlamda etkileyici gelecektir.

İran filmlerinin dünyanın her yerinde ilgiyle takip edildiğini biliyorsunuzdur. 2014 yapımı ‘Melbourne‘ Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftasının açılış filmi olarak kendine yer bulmuş. Aynı zamanda yönetmen Nima Cavidi’nin ilk uzun metrajlı filmi olması sebebiyle de dikkatleri çekmektedir.

Semra Savuk, YeniKaynak

Rüsvaylık (Utanç)

Yönetmen : Mesud Dehnamaki
Yapım : 2012 – İran
Tür : Dram, Komedi
Süre: 102 Dak.
Oyuncular : Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç, İlnaz Şakirdost, Emir Nuri
Senaryo : Mesud Dehnamaki
Yapımcı : Mesud Dehnamaki

İran sineması değerlere, kültürel ögelere önem verir. İçerisinde dram türünde hayat, ölüm, ayrılık, aşk, inanç, yoksulluk, kimlik çatışmaları gibi temaları işleyen filmleri barındırır. İran filmleri dram türünü ve bu temaları duygusallık ve şiirsellik ile harmanlayarak, kelime oyunlarıyla, görsel şölen ile insanı derinden etkiyecek şekilde kurgular. Bu nedenle izleyiciyi filmin içerisine çekmeyi ve filmde tutmayı hep başarır. Karakterler çoğu zaman sakindir ve izleyiciyi yormaz. İzleyiciye açık açık mesaj da verilmez İran filmlerinde. İzleyici kendine filmin içerisinde bir rol bulur ve filmleri kendi çıkarımlarından yola çıkarak değerlendirir ve yorumlar. Bu yönüyle izleyiciyi rahat bırakan, mesajını izleyiciye dikta etmeden usulca verebilen filmler ile İran sinemasında sıkça karşılaşırız.

2012 İran yapımlı Rüsvai (Utanç) filmi için İran sinemasının mistik örneklerinden biri diyebiliriz. Senaryo ve yönetmenliğini Masoud Dehnamaki’nin üstlendiği Rüsvai filmi tasavvufa dair barındırdığı güçlü vurgular ve İslam’ın pratik ve mütevazi tarafını anlatan konusuyla gerçekten de altı çizilerek izlenecek bir film olarak karşımıza çıkar. Filmin konusuna bakacak olursak; filmin ana karakteri olan Efsane, toplum kurallarının dışında davranışlara sahip, genç, güzel, alımlı bir kadındır. Güzelliği ve cesur davranışları nedeniyle erkeklerin ilgi odağıdır. Efsane kendisine ahlaki değerlerin dışında kalan bir hayat benimsemiş ve bu nedenle kendine hırsızlık bile yapabilmeyi hak gören ve kendisini eleştiren insanlara karşı tahammülsüzlük göstermektedir. Başına gelen ailevi sorunlar nedeniyle zor günler geçirmeye başlayan Efsane, bu sorunlar ile uğraşırken, gitgide çıkmazlara düşmüş ve inancı ve değerleri iyice zayıflamış bir genç kadına dönüşmektedir. Efsane bu sorunlara kendi yöntemleri ile çaresizce çıkış yolu aradığı zamanlarda, bir şeyh ile tanışır. Toplumda yüksek bir itibarı olan şeyh ile tanışması Efsane’nin hayatı için önemli bir kurtuluş umudu ve dönüm noktası olacak, şeyh sayesinde Allah’tan, inançlarından uzak kaldığı yaşantısını sorgulamaya başlayacaktır.

00

İşte filmde tam olarak bu karşılaşmadan itibaren olay ve anlam kazanacaktır. Efsane’nin başına dert olmuş, ona âşık ve onunla evlenmek için her türlü yola başvuran, toplumun itibarlı kişilerinden olan yaşlı Hacı Ağa ise olmayacak şeyler yaparak niteliğini ortaya koyacaktır. Rüsvai filmi bize kitlelerin birbirlerini nasıl etkileyip harekete geçirdiği konusunda önemli bir örnek sergiler, her bireylerin kendi davranışları da çokta sorgulaması gerektiğini ortaya koyar.

Toplumdaki din istismarlığının varlığını ve hangi boyutlara ulaşabildiğini, başkalarını yargılamanın ne derece kolay olduğunu anlatır bize bu film. İnsanların gözünde itibar ve şöhret sahibi olmaktansa, asıl değerli ve anlamlı olanın Allah katında değerli ve itibarlı olmak gerektiği açıkça ifade eder. Bu çoğu insanın bildiği fakat pratikte hep eksik kaldığı bir durumdur. İnsanlar bazen dünya hayatına, telaşesine kendilerini öyle bir kaptırırlar ki, yavaş yavaş inançlarından, Allah’tan uzaklaştıklarının farkında bile olmazlar. Fakat neticede insan kusurlu bir varlıktır ve hataya düşse, yanlışlar yapsa da Allah’a dair umudun her daim diri olması ve ondan yardım elinin asla çekilmemesi gerekir.

Rüsvai filmi karşılıksız yapılan iyilik ve fedakârlıkların asla boşa gitmeyeceğinin altını çizmeye çalışıyor, güzel olmanın, güzel elbiseler giymenin insanlığın bir göstergesi değildir ve insan olabilmek için öncelikle nefse hâkim olmak, başkalarını incitmemek, düşenin elini tutmanın gerekliliğini göstermeye çalışıyor. Film boyunca Allah’tan ve kendinden uzaklaşmış kişilerin tekrar özlerine dönmeleri hikayesini manevi bir bakış açısı ile izliyoruz. Gerçek hayatta etrafımıza baktığımızda bir çok Efsane’ler görebiliriz. Hatta belki de bu filmi izledikten sonra çok uzağa gitmeden önce kendi benliğimizi ve yaşantımızı sorgular ve İslam’ın gerçek ve mütevazi taraflarına biraz daha sarılırız. Çünkü “yaşantının samimiyeti ve doğruluğu bir takım imtihanlardan geçilse bile istikametten ayrılmadığı sürece her daim korunacaktır.”

İyi Seyirler

Bilge Kepir

Dramatik Aşk Hikayesi

NAHİD: Dramatik Aşk Hikayesi

Yönetmen: İda Panahandeh
Tür: Dram
Yapım: İran
Süre: 1 saat 45dk
Oyuncular: Sare Bayat, Nesrin Babaei, Pejman Bazeği

İran sineması dram türü ile özdeşleşmiş, insanı derinden etkileyen, kültürel unsurları gerçeklik ile destekleyerek birbirinden değerli yönetmenler ile dünyaya sesini duyurabilmiş filmler ile doludur.

Nahid filmi İran sinemasının tüm karakteristik özelliklerine sahip ve tüm yalınlığı ile izleyicisini derinden etkilemeyi başaran bir film olarak karşımıza çıkıyor. Daha önce kısa metrajlı filmleri, belgeselleri ve televizyon filmleri ile tanınan İranlı yönetmen Ayda Panahandeh’in ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Nahid aslında yönetmenin 15 yıllık tecrübesinin sonucunda ortaya çıkmış ve başarısı bu birikimden geliyor. Başarısı diyorum çünkü; Nahid filmi Cannes Film Festivali’nde resmi seçkiler arasında gösterime girmiş ve başarısını uluslararası sinema platformlarında da kanıtlamış bir film.

01

Nahid filminin bu başarısının ve etkileyiciliğinin altında Ortadoğu kültüründe kadın olmayı, kadın ve erkek ilişkilerini, aşkı, ayrılıkları, tüm sadeliği ile ele alıp, sorgulayıp, kartpostal tadında görüntüler ile izleyiciye aktarması yatıyor. Bu başarıda elbette oyunculukların da katkısı çok büyük. Nahid filminin başrollerini Sareh Bayat ve Pejman Bazeği ikilisi paylaşıyor.

Film konu itibariyle Nahid adında erken yaşta, kötü bir evlilik yapmış ve çocuk sahibi olmuş genç bir kadının, geçmişi ile geleceği arasında yaşadığı kararsızlıkları, acıları, gücünü, çabasını, git gellerini anlatıyor. Filmin düzlemi Nahid çerçevesinde gibi görünsede aslında film boyunca anne oğul, baba-oğul, gibi bir çok farklı açıdan, bir çok farklı ilişkiye şahit oluyoruz. Kimi zaman Nahid’in hırçınlıklarına anlam veremiyor, kimi zaman oğlunun babasına kızıyor, kimi zaman oğlu için üzülüyoruz. Nahid filmi durgun bir temposu olmasına rağmen kendine öyle bir bağlıyor ki film boyunca asla kopamıyoruz.

02

İran’da boşanmış bir kadın olmak kültür itibariyle zordur. Nahid de film boyunca bu zorluklar ile başa çıkmaya çalışıyor. Nahid’i ayakta tutan, hayata bağlayan en önemli şeyin 10 yaşındaki oğlu olduğunu görüyoruz. Nahid’in hayatının en güzel zamanlarını çalan, uyuşturucu bağımlısı ve sorumsuz bir baba olan boşanmış olduğu eşi, oğulun velayetini, Nahid’e tekrar evlilik yapmaması koşuluyla veriyor. Fakat Nahid, kendisini koşulsuz ve tutkuyla seven bir adama tertemiz bir aşk ile bağlanıyor ve Nahid için zor günler başlıyor. Bir yandan geçmişi onun peşini asla bırakmıyor, bir yandan da yaptığı tüm hataları düzelterek tüm hırçınlığı ile geleceğini istediği, mutlu olacağı şekilde inşa etmeye çalışıyor. Bir tarafta canından çok sevdiği ve onun için her şeyi göze alabileceği oğlu, bir yanda tutkuyla ve aşkla sevdiği iyi yürekli adam…Nahid anne rolü ve kadın rolü arasında sıkışıp kalıyor ve bu çıkmazda kendine yollar arıyor.

03

Nahid filminde yönetmen Ayda Panahandeh her ne kadar kültürel ögeleri, boşanmış bir kadın olmanın zorluklarını izleyiciye yansıtmış olsa da aslında Nahid filmi yalnızca İran’da yaşayan bir kadının dramatik aşk hikayesi…

İyi Seyirler…

Bilge Kepir

Davul Dengi Dengine

davul-dengi-dengine-196

Davul Dengi Dengine – İran Filmi

Filmin ilk sahnesi sıcak evrensel bir hitapla başlıyor. Bismillah’ir-Rahman’ir-Rahim (Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla). Ve bu hitapla film sizi ilk andan itibaren sarıyor.

Sahneler, mekânlar doğal; filmde değil de, mahallenizdeki bir bakkalda, kırtasiyede hissediyorsunuz kendinizi. Oyuncular da sanki, dayınızın oğlu, teyzenizin kızı gibi. Alışkın olduğumuz ful makyaj, markalı kıyafetler yok. Bayanlarda tesettüre dikkat edilmiş ve gerçek tesettür. Mat renkler ve beden hattını belli etmeyen bollukta…

Konu orjinal olmamasına rağmen öyle güzel resmedilmiş ki sıkılmıyorsunuz… Akıcı ilerliyor. Madden fakir ama gönlen zengin insanlar ve mutluluğun, aşkın, sevginin kısmet olduğunu erken ya da geç kavramından uzak, önemli olanın kişilerin ruhen huzurlu hissettiği kişiyi keşfetmeleri üzerine diyaloglar kurulmuş. Mecazi aşk çok güzel tarif ediliyor. Türk dizilerinde sözde aşkı tarif eden yakınlaşmalardan uzak bir film ve anlıyorsunuz ki gerçek sevgi bakışlarda ve davranışlarda…

Abi Said’in davranışları, hırsın vicdanı körelttiğini gösteriyor bazen. Hırsızlık yapması bunlardan biri… Kendisinin, bir meyve alan çocuğa yüklenmesi ile Muhteşem Hanım’ın kendisine karşı tutumundaki tezatlık; hoşgörü ile bakışı vurguluyor. Abinin, hanımefendinin karşısındaki davranışı karşısında ağlaması, pişmanlığın derin bir tarifiydi.

Fizikçi

Nahid

Nahid, uyuşturucu bağımlısı kocasından boşanarak özgürlüğüne kavuşmuş biri olarak çocuğunun velayetine sahip olma şansını başka biri ile evlenmeme şartı ile elde etmiş bir kadındır. Bu filmin asıl konusunu bu oluştursa da filmin olay örgüsü o kadar güzel örülmüştür ki, birden fazla konuya değindiğini gözlemleyebilirsiniz.

Filmin devamında ise Nahid’in hayatında belkide ilk defa kendisine gerçekten değer veren bir insan ile tanışıp birlikte olma, evlenme isteği ile çocuğundan uzaklaşmama isteği arasındaki vicdani savaşını görüyoruz. Hoşlandığı adamın varlıklı olup Nahid’in olmaması ise film dokusunda işlenen başka bir detay konudur. Adam sürekli yardım etmek istese de Nahid’in bu konuda hırçın davranması aralarına soğukluk girmesine neden olur.

Nahid, sevdiği adam ile çocuğunun velayetini kaybetmemek adına kimselere duyurmadan geçici evlilik yapar. Başta çok mutlu olan çift, Nahid’in çocuğunu kaybetme korkusu ile çekilmez bir hal alır. Etraftan da bu evlilik duyulmaya başlanmış, Nahid eskiden kabul gördüğü yerlerde bile dışlanıp ayıplanmaya başlanmıştır.

Sonunda eski kocasının da geri dönme isteklerine dayanamayan ve bunu istemeyen Nahid çocuğuna kavuşur ve eski kocasını reddeder. Bir kadın zor bir hayatta nasıl dimdik durur izlemek istiyorsanız bu film çok güzel bir seçim. Hayatın ta kendisinin sadece anlatılmakla kalmayıp izleyiciye adeta yaşatıldığı dokunaklı bir hikaye olmasıyla beğeni toplamıştır.

Sükût

İran filmi; Sükût (1998)

Gözleri görmeyen küçük Hurşid, Tacikistan’da küçük bir kasabada ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Durumları iyi olmayan bu çekirdek ailenin babası Rusya’ya çalışmaya gitmiş, anne ise balıkçılık yapmaktadır. Annesi ile yaşayan Hurşid, kiralarını bile ödeyemeyecek durumda olmalarından dolayı çalışmaya başlar. Görme duyusunun yerini keskin bir kulak almıştır ve müziğe tutkuyla bağlıdır. Bu sebeple gözleri görmemesine rağmen her gün türlü zorluklar ile gidip gelmekte olduğu bir müzik aletleri yapım evi vardır. Burada çırak olarak çalışmaktadır ve kendisine eşlik eden bir de arkadaşı (Nadire) vardır. Bu arkadaşı sayesinde filmin içerisinde Tacikistan’da yaşayan küçük bir kızın özendiği hayatı da gözlemleme fırsatı buluyoruz. Gerçek yaşam içerisinden en detay motiflerle süslü filmde insanı içine çeken bir yapı var. Sanki siz de orada yaşıyor, o hayata ortak oluyorsunuz…
Bir gün işe otobüsle giden Hurşid; aşk öyküleri seslendiren bir müzisyeni dinler ve hayran kalır. Bu arada işe geç kalmaya başlayan Hurşid’i patronu işten kovar. Bir yandan annesi her gün kirayı sorsa da o, tutkusunu aramaya karar vermiştir. Gözleri görmese de sahip olduğu bütün duyuları kullanarak müzisyenin peşine düşer ve elbette kaybolur.

Filmdeki en dikkat çekici repliklerden biri;

“Gözler, insanın dikkatini dağıtır. Eğer gözlerini kapatırsan daha iyi öğrenirsin.”

Aslında ne kadar haklı olduğunu, müzisyeni bulmasıyla beraber anlıyorsunuz. Tutkunun önünde hiçbir şeyin duramayacağı, öyle doğal öyle gerçek bir biçimde işleniyor ki, bir saniye olsun ilginiz azalmıyor. Aksiyon aramayan sanatsal filmlere şans verenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film.

Heiran (Aşkın Ardından)

“Neden masallarda hep biri kayboluyor ve diğeri hep onu aramak zorunda kalır?
Allahım ben bu masalın neresindeyim? Başında mı, ortasında mı, sonunda mı?”

Heiran” 2009 yapımı bir İran filmi. Yönetmenliğini Şalize Arifpur yapmış. Oyuncu kadrosu ise Baran Kevseri, Hüsrev Şekibai, Farhat Aslani, Mehrdad Sadıkiyan, Jale Samedi’den oluşmakta. Türü dram , romantik olarak geçiyor. Aşk temalı bir film olsa da dram yönü ağır basıyor. Filmin müziklerinin bestecisi Ali Rıza Hohanderi çok iyi bir iş çıkarmış.Müziklerden ne kadar bahsedilse de güzelliğini kelimlerle tarif etmek mümkün değil. 88 dakikalık film nasıl başladı, nasıl bitti anlayamadım. Heiran naif, sade ve samimi bir film.

Mahi lise son sınıfta bir genç kız. İki erkek kardeşiyle okula gidip geliyor. İyi bir öğrenci olduğu için ailesi ondan umutlu ve bir sene sonra üniversitede okuyacağıyla ilgili hayalleri var. Babası iranda bir göçmen. Kardeşleri, annesi, babası ve dedesiyle gayet sıradan bir hayatı var. Çiftçilik yapan bir ailesi var. Bir gün okuldan gelirken otobüste heiran ile karşılaşıyor. Heiran afganistanlı, tahran da üniversite okuyan bir öğrenci. Üniversite parası için geçici işçilik yapmaya geldiği bu yerde Mahi’yi görüyor ve görür görmez de aşık oluyor.

Bu iki genç kısa süren otobüs yolculuklarına devam eder ve o saf duyguları artık içlerinde tutamadıkları için Mahi’nin ailesine açılırlar. Lakin ailesi kızlarının bir afganla evlenmesine izin vermez. Afganistanda savaş vardır ve Mahi ‘nin babası kızının oraya gitmesinden korkmaktadır. Mahi öyle aşıktır ki kimseleri dinlemez. Asi mi inatçı mı yoksa sadece kararlı mı bilmem bir türlü vaz geçmez ve zavalllı dedesini kandırarak Heiran’ın peşine düşer.

Tertemiz bir aşk hikayesi izliyoruz. Öyle ki o iki genç adeta iki çocuk, sadece sevmeyi biliyorlar. Yetişkinlerin endişe ve tasalarını anlamayan birer çocuk. İnsan izlerken bu masum duyguların esiri oluyor.

Karakterlere gelirsek Heiran’ın babası Abbas‘ı anlamamak elde değil onunla empati kurdum. Hele kızının başında beklerken ki o halleri çocuğuna kıyamayan bir babayı çok iyi yansıtmış. Dede karakteri ise ancak bu kadar gerçekçi olurdu. Onun o hallerine ekran başında yazık bu adama diye dövünerek eşlik ederken buldum kendimi.

Heiran sayesinde göçmenler ve onların yaşadığı sıkıntıları anlamış olduk. İzin belgesi olmadan çalışamayanlar, sınır dışı edilenler, geride kimlerin kaldığı bir kağıt parçasından daha önemli değil.

Mahi ise olması gerektiği gibi güzel, masum ve genç. Çok deneyimsiz bir çocuk Mahi. Yalnızca bir yetişkinden daha kararlı ve bir yetişkinden daha çok biliyor ne istediğini. Azimle mücadele ederken ekranda devleşiyor adeta. Daha iyi bir hayat mümkün ama onun için mutluluk sadece Heiran ile başlıyor Heiran ile son buluyor. O yaşlarda insanın hayata nasıl baktığını hatırlatan, izlerken içinizi ısıtan ama bir tarafınızı buruk bir acıyla sarsan, samimi, gerçekçi, içimizden çıkan hikayelerden biri Heiran.

Heiran bir aşk hikayesi, bir göçmen hikayesi, bir savaş hikayesi, bir aile hikayesi ama bunlardan çok Heiran aşktan geriye kalanın hikayesi. Hüzünlü, sıcak ve sadakatle dolu bir aşkın küllerinin hikayesi.

Otobüsle başlayan otobüsle biten bu masal yüreğime işledi.
Mahi’den bir alıntıyla bitirmek istiyorum.

“Sen gidiyorsun, tozlar içinde kayboluyorsun”
“Ben sözümden çıkmadım, sen de sözünden çıkma”

Heiran bir masal, biz bu masalın başına mı ortasına mı sonuna mı şahit olduk acaba?

Rezalet

“Bu âlemin merdiveni ben ve biz lafıdır. Netice ise merdivenden yere çakılıştır.

İnsan ne kadar yükseğe çıkarsa, yere düştüğünde sesi daha çok çıkar.”


2012 yılı yapımı olan “Rüsvai” 101 dakikalık bir İran filmi. Türü için dram demek daha uygun olur. Yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlenen Mesut Dehnameki ayrıca filmin senaryosunu da yazmıştır. Başrollerini Kamuran Tefti, Ekber Abdi, İsmail Hallaç , İlnaz Şakirdost paylaşmaktadır.

Efsane yaşadığı toplumun kurallarına uymayan, aykırı bir genç kız. Kadın olarak, güzel bir kadın olarak dahası toplumda yalnız ve çaresiz kaldığı bir durumda bile Efsane hiç kimse ve hiç bir şeye önem vermeden istediği ve bildiği gibi yaşıyor hayatını. Hırsızlık yapıyor, tasvip edilmiyor ama onu yargılayan insanların da kendi kusurlarından dolayı Efsane’yi eleştirmeye hakları olmadığını düşünüyor. Alımlı ve bakımlı olunca da erkeklerin gözleri üzerinden eksik olmuyor. Babasının vefatından sonra küçük erkek kardeşi ve hasta annesiyle borç içinde kalmış. Bu sebeple babasının borç senetlerinin ödemek, evden atılmamak gibi dertlerin içinde inancı zayıf düşmüş . Haksızlığa uğradığını düşünmekte. Ev sahibi onu evden atmak ve senetleri ödemezse hapse atmak gibi tehditlerle onunla evlenmek isteyince Efsane bu senetleri çalmaya karar verir. Hırsızlığı yaptıktan sonra polisten kaçarken de bir eve sığınır. Sığındığı evde bir Şeyh/Molla yaşamaktadır ve Efsane ile Şeyh’in yolları kesişir. Hikayemiz burada başlar.

Bu film tasavvufi yönleri ile insanı içine çekiyor. Sahte dindarları yani aslında söylediği ile yaptığı bir olmayan insanları, riyakarlığı, dindar görünüp de amelleri ile bunu gerçekleştirmeyenleri anlatıyor. Şeyh’in filmin bir noktasında dediği gibi ‘Noksan olan İslam değil noksan olan bizim müslümanlığımız’. Şeref ve onur üzerinde duruyor. Şeref üzerine çokça söz verilecek kadar ucuz değil, itibar ise toz misali uçabilecek kadar güvenilmez. İnsanlar ‘ne der’ diye değil de Allah ‘ne der’ diye düşünerek yaşamadığımızdan dem vuruyor.

Her şeyin bir bedeli var; güzelliğinki yalnızlık, malınki hesap vermek, şöhretinki ise rüsvaylık . Filmin ismi içinde geçen bu güzel söylemden geliyor olmalı. Filmin içinde öyle şairane bir anlatım var ki şiir kullanılmadıysa özlü söz, o da yoksa atasözü kullanılarak konuşmalara ahenk verilmiş. Hem Farsçanın güzel söyleyişine tanık oluyoruz hem de ders veren o özlü sözlerle durup düşünüyoruz. İçinde çokça fikir barındırıyor bunlardan biri ise kitlelerin nasıl birbirini etkilediği, insanların bir araya gelince nasıl da durup kendine bakmadan hareket ettiği oysa insan, insanın aynasıdır. Ve tabi ki Şeyh’in ağzından dökülen “Sizin asıl sorununuz din ve imanı benden almanızdır, din ve imanı kuldan değil, kaynağından almak gerekir azizim.” sözcükleri. Anlatılmak istenen basit, İnsan inancında yalın ve samimi olsa, kendi içine baksa, kendi aynasını kendi kalbinde bulsa.

Bu mistik havanın yanında filmin oyuncularının performansları, sokak çekimlerinin başarısı –sanki o sokaklarda kendiniz geziyor gibi hissettiren o çarşı pazarları – filmin başlangıcında verilen o çinilerin göz dolduran renkleri, vermek istediği mesajları yormadan ve göze sokmadan basit bir şekilde anlatması ile beni etkileyen bir film oldu. İran sinemasını diğerlerinden ayıran sanırım bu doğal oyunculuklar ve gerçekçi anlatımlar. Durup düşünmek ve şairane bir yolculuğa çıkmak için bu film ideal.