Kategori arşivi: Yazarlarımızdan

İran Sineması Film Eleştirmenleri Ekibimiz

İran Yetimhanesi

Dünya sinemasında tartışılmayacak derecede önemli bir yeri olan ve ürettiği eserler ile her zaman ses getiren İran sinemasının en yeni örneklerinden biri olan İran Yetimhanesi, hem bir dönem filmi olması hem de izleyiciyi kendine bağlayan bir yapıya sahip olması sebebi ile unutulmaz filmleriniz arasına girmeye aday…

Film, 27 Ekim 2016’da vizyona girmiş olmasına rağmen henüz 2 yıl içerisinde IMDb’de 6,7 puana ulaşmış ve birçok kişi filmi sevilenlerine eklemiş. Filmin başlıca İranlı oyuncuları Baharek Salehniya, Aliram Nurai ve Ferruh Nimeti iken yabancı oyuncular Tommie Grabiec ve Paul Dewdney de filmde rol alan isimler arasında…

Birinci Dünya Savaşı’nın korkutucu, buhranlı ve karanlık yıllarında geçiyor İran Yetimhanesi… Seneler 1917 – 1920 arası… İran ile İngiltere savaşıyor ve her zaman her yerde olduğu gibi savaşın en büyük mağdurları yine çocuklar… Film, bu karanlık ve korkutucu dönemde Ebu’l Fazl isimli bir adamın bir yetimhane açma öyküsünü konu alsa da, izleyici alt metinlerde hep emperyalist düşüncenin tarih boyunca insanları düşürdüğü o kötü ve aşağılık hali ve bu düşünceye karşı yapılan şanlı direnişleri görüyor.

“Bir savaşın içerisinde nasıl yaşanır ve yeni hayatlar nasıl kurulur?”, “Kurulmaya çalışılan bu yeni hayatlar nasıl korunur?” ve “Her şeye rağmen insan yüreğinde umudu nasıl muhafaza eder?” sorularına bir cevap niteliğinde olan İran Yetimhanesi, kendine has dokusu ile izleyiciyi daha ilk dakikalarından itibaren kendisine çekmeyi başarıyor. Ayrıca bunu yaparken kullandığı coşkun anlatım dili ve sunduğu görsellik de izleyicinin hikayeyi daha derinden hissetmesindeki en büyük etkenlerden…

Film, izleyicisine çocukları merkeze alarak çarpıcı ve eleştirel bir savaş anlatımı sunuyor. Çocukların dünyasından, onların gözünden ve onların hayal gücünden hareketle, yaşanan bir savaşın yine çocuklar üzerindeki etkileri ve kendini çocukların geleceğine vakfetmiş bir insanın fedakârlıkları üzerinden bir anlatım benimseyen film, bir yandan da Birinci Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin İran’da sebep olduğu yokluk, açlık ve kıtlığın korkunç yüzünü gözler önüne seriyor. Birinci Dünya Savaşı’nda İran’da 9 milyon insanın ölümü ile sonuçlanan bu kıtlık ve yokluğun ardında bıraktığı derin izler ve unutulmayan acılar İran Yetimhanesi ile bir kez daha gözler önüne seriliyor…

Sunduğu gerçeklikler ve içtenlik ile İran Yetimhanesi, unutulmazlar arasındaki yerini almaya hazır olsa da eksiklikleri yok değil. Yönetmenliğini adını daha önce Savaşın Çocukları, Boş Eller ve Altın Sahipleri filmlerinden de hatırlayacağımız Ebul Kasım Talibi’nin yaptığı İran Yetimhanesi, bir dönem filmi olmasına rağmen, geçtiği tarihin dokusunu izleyiciye hissettirmek konusunda biraz eksik kalıyor…

Ancak yine de bu film için ayrılan bütçe için, filmin sahip olduğu derin mesajlar ve anlattığı hikayenin orijinalliği için, filmin sorgulayıcı yapısı için ve en önemlisi de İran sinemasının çarpıcı eleştirilerinden birine sahip olduğu için İran Yetimhanesi kesinlikle izlemeniz gereken filmlerin başında geliyor.

Şahsi kanaatim, bazı filmlerin onlara ayrılan bütçeler için, bazı filmlerin sadece yönetmenleri bazılarının sadece oyuncuları için, bazı filmlerin ise işlediği konular için izlendiği yönündedir. Ancak İran Yetimhanesi’ni izlerken bu filmin hangi kategoride yer alacağına bir türlü karar veremedim. Oyunculuklar beklediğimden iyi, bütçe beklediğimden fazla, yönetmen ise deneyimli bir yönetmen… İşlenen konu da böylesine orijinal bir konu olunca, İran Yetimhanesi, benim bu kategorilerin dışında kalan ancak yine de kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden oldu…

Eğer mutlaka bir gerekçe belirtmem gerekirse, Birinci Dünya Savaşı’nın o buhranlı günlerine tanıklık etmek istiyorsanız, İran Yetimhanesi’ni açıp arkanıza yaslanmanız yeterli olacaktır…

Şimdiden keyifli seyirler…

Candide, Yeni Kaynak

İran Yetimhanesinde Bir Savaş Dramı

Bir dönem filmi olma özelliği gösteren İran Yetimhanesi, insanın duygularını harekete geçiriyor ve içini titretiyor. Ancak izledikçe görüyorsunuz ki çok da uzak olduğumuz olaylar değil, çok da yabancı olduğumuz duygular değil anlatılanlar. Kendi tarihimizde tanık olduğumuz pek çok detaya rastlıyoruz ilerleyen her bir dakika. Ayrıca filmin duyguları harekete geçiren yanı, tarihi değerleri açıklama noktasında çeşitli gelgitler ile dengeliyor ve izleyicinin dikkatini dağıtmıyor. Rahatlıkla aileniz ile birlikte izleyebileceğiniz film, bize çok da uzak olmayan bir dönemi işaret ettiğinden, izlediğinize pişman olmayacağınız bir tarihi yapım. Filmin asıl odak noktası olan çocuklar ise unutulmamalı. Filme ismini veren yetimhane iç acıtan cinsten. Hadi sözü çok uzatmadan biraz filmimizin içeriğine bakalım.

Hikâyeye dair çok da bilgi vermemek gerek elbette ama genel olarak 1917 ile 1920 yılları arasında gerçekleşen İngiliz zulmünü ve bu sırada en büyük hasarı alan çocukları konu ediniyor bu yapım. İngilizler dokunduğu topraklarda kan akıtırken, İran’da da durum çok farklı olmuyor. Milyonlarca insan yaşamını yitiriyor bu dönemde. Tam anlamı ile bir tarihsel kaynak olarak nitelenemese de filmde oldukça önemli tarihsel göndermeler söz konusu. Ülkemizde de benzer bir kurtuluş mücadelesi olan Kurtuluş savaşı yaşanmışken bizim anlamakta çok da zorlanmayacağımız acılar gözler önüne seriliyor. Adı emperyalizmin ile özdeşleşen Rothschild ailesini görmek bile aslında senaryoyu aşağı yukarı anlamak için yeterli. Bugüne kadar dünyanın farklı noktalarında uygulanan taktiğin İran’da da uygulandığı ve aynı acı sonuçları verdiği görülüyor. Adeta bir ortaçağ Avrupası ile aynı kaderi yaşama durumunda bırakılan bu insanlar, filmin belli noktalarında İngilizlere son derece manidar sözler ile ders veriyor. İnsanın içini titreten, tüylerini ürperten bu anlar filmin zirve dakikaları diyebiliriz. Bir de insanların cahilliği, yokluk zamanları, ölümler ve mücadele çerçevesinde yaşanan bu büyük acılar, çocuklar çerçevesinde gözler önüne serilince belki de en çok insana dokunan bu durum oluyor.

Bu tür tarihi yapımların hayata geçirilmesinde en önemli nokta tarihsel araştırmalardır. Hikâyenin doğru bir şekilde aktarılabilmesi, verilmek istenen mesajın doğru bir şekilde verilebilmesi gerekir. İran Yetimhanesinde küçük senaryo boşlukları sezilebilse de genel anlamda başarılı bir çalışmanın ortaya konduğunu görebiliyoruz. Çok fazla tarihi bilgi birikimine sahip olmadan izleyen birinin gözüyle bakılsa dahi İran Yetimhanesi anlatmak istediğini izleyene ulaştırabiliyor. En önemlisi de savaşların insanlara yaşattığı acıları, en çok yara alanların ise her zaman çocuklar olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Her zaman, her tarihi yapımda benzer hikâyeler ile insanların yaşadığı acılar ve özellikle de çocukların yaşadıkları gözler önüne serilir. Bu kez de durum farksız oluyor ve her bir karakterin yaşadıkları ayrıca ilgi çekiyor. Savaşın yanı başında gelişen olaylar ve ilgi çekici bir hikâye sizi bekliyor bu filmde. Tarihin tekerrür etmediği bir gelecek için öncelikle bu tür filmleri genç nesillere izletmemiz gerektiğini unutmayalım.

İran Yetimhanesi, özellikle de İran filmlerine ilgi duyanlar için iyi bir başlangıç olabilir.

Hurie, Yeni Kaynak

İran Yetimhanesi

İran Yetimhanesi [2016] Film İncelemesi

Filmin hikayesi 1917 – 1920 yıllarında İran’la savaş halinde olan İngiltere’nin milyonlarca İranlıyı öldürmesi sırasında, Ebu’lfazl isimli bir adamın ailesinden kaybolan çocuklar için bir yetimhane açmasını içeriyor.

Konusundan da anlaşılacağı gibi bu bir dönem filmi, duygusal ve dokunaklı olması beklenen drama yönü kuvvetli olması gereken bir film gibi gözükmesinin hakkını daha ilk yarısında fark ettiriyor.

Savaşın acımasız yüzü, vicdanınızı şöyle bir okşarken epik bir anlatıma yakın görselliği ile de hikayenin içinde yer almanızı sağlıyor.

Tarih konusunda çok fazla çalışılmamış olmasına rağmen o dönemi en azından bilgilendirme anlamında şöyle bir anlatıyor, asıl durum, savaşın yakınında süregelen hayatlarla ilgili.

Odak noktasını çocuklardan alan film bu noktada, duygu sömürüsü ve drama arasındaki ince çizgiyi çok ufak adımlarla geçip geri çekiliyor, insanı bunaltmayan fakat hafızalarda uzun süre yer alacak şekilde etkilemeyecek bir gel git gibi.

Duygusal ve hikaye anlatımı başarılı olsa da tarih ve oyunculuk kısımlarında muadillerine göre sanırım bir adım geride kalmış.

Yine de ailenizle birlikte oturup güzel bir film izlemek isterseniz İran Sineması tercih edecekseniz, mutlaka seçeneklerinizden biri olsun. Hani bazı filmler vakit geçirmelik güzeldir, bazıları ise mesajlarıyla insana değer katar. Bu film çok etkileyici olmasa da içerdiği mesajlar ve yeterli bütçesi ile sorular soracak.

Tabii bunun için bir çok kavram yer alıyor, kapitalist düzene bir sorgu, lümpen sınıfına bir sorgu. Entelektüel sınıfla ilgili mesajlar da ilginçti. Bir yandan siyasi açıdan çekilen sıkıntılar, bir yandan kıtlık, açlık derken kara bulut gibi üste çöken o psikolojiyi anlatmada yine başarılı buldum.

İran Yetimhanesi Filmi

Yetimhane Tasviri Üzerinden Savaş Yıllarındaki İran Fotoğrafı; İran Yetimhanesi Filmi

İran birinci dünya savaşı sırasında Türk-Rus savaşı nedeniyle topraklarına ister istemez savaş gelmiş ve cihan harbinde yer almıştır. İlk önce Ruslar tarafından işgal edilen İran, Rusya’da Ekim Devrimi gerçekleşmesi sonrasında Rusların geri çekilmesiyle oluşan boşluğu İngilizler doldurmuş ve Bakü petrollerine giden yolda İran’ı kullanmıştır. İran Yetimhanesi filmi işte bu dönemi anlatmaktadır.

Ülkemizde de verilen kurtuluş mücadelesi sırasında görülen mandacılık ve himayenin bir benzerini İran’da görüyoruz. Emperyalist güçlerin Şah ve halkın üzerinde büyük baskıya sebep olması halkın irili ufaklı direniş hareketleriyle karşılık vermesine sebep olmuştur. Bu tepki aynı bizdeki Kuvay-ı Milliye hareketinin benzeridir.

Filmde bulunan yetimhane aslında savaş yıllarındaki İran’ın bir fotoğrafıdır sadece ve bazen bir fotoğraf çok şeyler anlatır. İngiliz subayının söylediği sözler dönemin fotoğrafını güzel bir şekilde çekiyor; “Sizler liyakatsizsiniz. Halkının arkasında duran güçlü yönetimlere herkes saygı duyar. Sizin son yüzyılda büyük liderleriniz inzivada öldü.” Bu sözler ile aslında sadece İran’ın değil bütün bir coğrafyanın özetini çıkartıyor. Tarih okumak ve bunu değerlendirebilecek kapasiteye sahip olmanın önemini vurguluyor. Ayrıca filmde bir gazetecinin tarih konusunda bilgisiz olması dikkat çeken bir başka husustur. Gazeteciliğin körü körüne bir kaynaktan aktarmanın ötesinde bir görevi vardır. Olayları tahlil edememesi sonucunda gerçekler bir İngiliz subayı tarafından tokat gibi çarpıldığında yapabileceği tek şey şaşırıp kalmasıdır.

İnsanların aç ve hasta düşmesi planının arkasında her zamanki gibi İngilizlerin olduğunu görüyoruz. Filmde görülen bir karakter olan Lord Rothschild’ın görülmesi de tarihsel bir gönderme olarak görebiliriz. Emperyalizm ile isimleri yan yana gelen bu ailenin bölgenin zenginliklerinde kesinlikle gözlerinin olduğu aşikardır. Böl, parçala ve yönet taktiğini geliştiren Rothschild, bunu uygulamak için bizzat İran’a gelmiş ve hiç acımadan uygulamıştır. Bunu tarihsel olarak Naziler de ikinci dünya savaşında Sovyet Rusya üzerinde uygulamıştır. Savaşarak alamadıkları Stalingrad’ı aç bırakarak almaya çalışan Almanlar sonunda büyük bir bozguna uğrayarak geri çekilmişler ve orada milyonlarca insanı aç bırakarak ölüme terk etmişlerdir.

Bilgisizliğin ve cehaletin en boyutlarda olduğunu da görüyoruz bu filmde. İnsanların veba ve tifo gibi hastalıkların olmasına rağmen önlem almaması hastalıkların hızla yayılmasına sebebiyet veriyor. İngilizlerin de yardımıyla İran resmen ortaçağ Avrupası’nı yaşıyor. İngilizler, İran’da yaşattıkları bu kıtlık ve veba sonrasında 18 milyonluk nüfusunun yarısı olan 9 milyon insanı ölümün kollarına göndermiştir.

Bu kadar insanını kaybeden İran, içerisinden Mirza Küçük Han gibi kahramanları ve onları takip edenleri çıkartmıştır. Halk direniş hareketi sayesinde büyük gayretler sonucunda İngilizlerin elinden ilaçlar alınmış ve halka dağıtılmıştır.

Filmin bir bölümünde köye baskın düzenleyen İngilizler bir köylü kadın ile karşılaşır ve kadın onlara şunu söyler;  “Eğer liderimiz olsaydı sınırdan adım attığınız anda bu millet sizi rezil ederdi”. Bu sözler filmin ana düşüncesiyle aynıdır. Yönetmen Ebulkasım Talibi, filmin ana düşüncesini bu konu etrafında şekillendirmiş ve dönemin yöneticilerini korkaklıkla suçlamıştır.

Dönem filmlerini çekmek çok zordur. Tarihsel gerçeklikleri göz ardı etmeden olanı olduğu gibi vermek basit görünse de bir o kadar zordur aslında. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır” sözü aslında hem o İngiliz subayının, gazeteciye tarihi okuyup öğrenme hususundaki düşüncelerini hem de filmi çeken yönetmenin göz önünde bulundurmaları gereken bazı noktalar olduğuna işaret etmektedir.  İşte bu sebeple dönem filmleri çekilirken dikkat edilmesi gereken bir tarih vardır. Bu noktalara gayet güzel bir şekilde dikkat edildiğini de görebiliyoruz. Son derece etkileyici ve aynı dönemlerde kendi ülkemizi kurtarma mücadelesine girmemizden dolayı uzak duyguları yaşatmayan bir film. İzlerken kendi ülkemizin kurtuluş mücadelesindeki o bireysel ve toplumsal çabaları bu filmde de hissettim.

Özkan Köprülü

İran Yetimhanesi

İran Yetimhanesi, 114 dakikaya sığdırılmış bir tarihi gerçekliktir. Şöyle bir bakıldığında tarihi bir olaydır fakat kimse bilmez. Çünkü birileri bilinmesini istememiş. Ve zaten İran’a bunu yaşatan da yine o birileridir.

Filmden kısaca bahsedecek olursak, İngiliz eliyle baştan indirilenler ve yine İngiliz eliyle yayılan bir veba var. Zaten veba planlanmış bir şey, bunun sonucunda İran Halkı kırılır, büyük bir sefalet içine düşer. Sayısız insan ölür, günlerce aç kalırlar, yine de büyük bir dayanışma içindedirler ve sonunda vebayı atlatırlar.

Film ile ilgili şunu söylemek istiyorum. Kesinlikle İran Sineması’na başlar başlamanız izlemeniz lazım. Ki anlayamacağınız kadar ağır bir film değildi. Hatta her şey çok kolaydı, ufak bir dikkat ile izlemeniz bile dönen entrikayı, İran Halkının liyakatsizleştirimek istendiğini ve bunun başarıldığını anlamanız için gayet yeterli.

İzlediğim İran filmleri arasından oyunculuğu en iyi olanı, tartışmasız İran Yetimhanesi’dir. Birçoğunun dekoru, oyunculuğu, senaryosu güzel ve akıcı ama bu filmde her şey fazla güzeldi. Dekorlar, renklerin kameraya yansıyışındaki gerçeklik bile muazzamdı. Özellikle mekanlar döneme oldukça uygundu, herhangi bir set hatası da göremedim açıkçası.

Geçenlerde izlediğim bir dizide daha aynen şu sözler geçiyordu. “İngilizlerin dostu yoktur, çıkarları vardır.” Bu filmde de aynı replik geçti. Gerçekten tüm Ortadoğu ülkeleri olarak neyin ne olduğunun farkındayız ama elimiz kolumuz bağlı. Çünkü güçsüzüz. Yine filmde geçen bir replikle güçsüzlüğümüzün sebebini açıklamak istiyorum. “Bu beyler üniversitede Paris’i, Londra’yı öyle bir methediyorlar ki, gençlerin ağzının suyu akıyor böyle ülkelerde kölelik etmek için.

Fazla söze gerek yok, mesaj gayet yerinde. Ki İran’a oynanan oyunlar bizim ülkemize de oynandı yakın zamanda fakat kimse İran’dan ders almadı çünkü öğrenciler tarih okumuyor, okusa da İran’ın başına gelenler yazmıyor kitaplarda. Bunu da film öyle güzel yansıtmış ki, insan duygulanmadan edemiyor.

Filme puan verecek olsam tam puan verirdim muhtemelen.

Elif YAMAN

Altın ve Bakır

Selamun aleyküm. Uzun bir süredir film izlemeye ara vermişken Altın ve Bakır gibi inanılmaz güzel ve iz bırakan bir filmle geri dönüş yapmak beni çok mutlu etti.

Altın ve Bakır şimdiye kadar izlediğim İran filmleri arasında konu, anlatış biçimi ve oyunculuk konusunda en iyisiydi. Birincilik tahtında bulunan Kalbi Kırık filminin tahtını salladı ve oraya bir güzel yerleşti. Önce kısaca konusundan bahsetmek istiyorum.

KONUSU :

Başrolümüz Seyyid Rıza alim olma yolunda ilim talebesidir. Bu süreçte eşi Zehra Sadat onun en büyük yardımcısıdır ve onun yapması gereken görevleri de yaparak eşinin sadece ilimle meşgul olmasını sağlıyor. Hayatlarını bu şekilde sürdürürken kader onlara bir oyun oynar ve Zehra Sadat, MS (emes) hastalığına yakalanır. Bütün işler, hayatı boyunca sadece ilimle meşgul olan Seyyid Rıza’ya kalır. Bu film ise Seyyid Rıza’nın hayatta en çok sevdiği iki şey; eşi ve kitapları arasındaki mücadelesini ve sonundaki seçimini anlatır.

Bundan sonrası spoiler içerir.

Film hakkındaki bazı düşüncelerimi maddeler halinde belirtmek isterim.

1- Zehra Sadat bize bir kadının mutlu olduğunda yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği hiçbir şeyin olmadığının kanıtı gibidir. Kısacası “Bir kadın mutluyken dünyaları bile sırtında taşıyabilir ama o kadın mutsuzsa yerden bir iğne kaldırsa gözüne batar”. Bunun için eşlerinizi mutlu edin.

2- Filmin giriş kısmı çok başarılıydı. Bir yandan film ekibinin isimleri yazarken bir yandan film hakkında kısa kesitler verilerek izleyiciyi film hakkında alt yapı oluşturulmuş oldu. Böylece gereksiz uzatılma olmadan verilmek istenen konu izleyiciye daha etkili bir şekilde ulaştı.

3- Zehra Sadat; Ne kadar güzel iyi kalpli, yardımsever biri. Çok fazla ilmi olmasına rağmen İslam’ı yaşayan yüreklere dokunan bir kadın.

4- Zehra’nın hastalığı sonucunda kendi kendine yetememesi ve birisinin yardımına muhtaç olması, hele o mutfak sahnesi (kızı Afife’ye makarna yapmak isterkenki sahnesi) bir kadın için ne kadar acı ve zor bir durum.

5- Filmin başında Zehra’nın Seyyid’i sevdiği kadar Seyyid’in Zehra’yı sevdiğini düşünmüyordum, ama beni öyle bir ters köşe yaptı ki en sevdiği şey ilim ve kitaplar olan Seyyid, eşine yardım etmek için onlardan vazgeçti ve derse gidemez, kitap okuyamaz oldu.

6- Filmin son sahnelerinden biri olan Zehra’nın “Bana uzun zamandır Kuran okumuyorsun” deyip ona Kuran’ı uzattıktan sonra Seyyid Rıza’nın gözlerinin artık görmediğini fark etmesi ve eşine hiçbir şey belli etmeden İnşirah süresini okuyup ona sevdiğini söylemesi belki de filmin en güzel sahnelerinden biriydi.

Bu film kalbime o kadar dokundu ki, şu zamanda ufak tefek sorunlardan dolayı boşanan o kadar insan varken Zehra ve Seyyid’in bunca sıkıntıya birlik olarak göğüs geriyor olmaları bana Aşkın ne demek olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Bir Kalem Bir Dünya

Deli Yüz – İran Filmi Eleştirisi

Birbirinden farklı ve çoğu zaman sıradışı yapıtlarla tanıdığımız İran sinemasının yeni ve etkileyici örneklerinden biri olan Deli Yüz (orijinal adıyla Rokhe Divaneh) çarpıcı senaryosu ve kendine hayran bırakan olay örgüsü ile İran sineması severleri bir kez daha haklı çıkaracak bir film niteliğinde…

11 Mart 2015’te vizyona giren Rokhe Divaneh’i Türkçeye Deli Yüz olarak çevirsek de film çevirisinin aslı “Deli Kale” olarak da çevrilebilir. Bu da filmin dayandığı temel fikre bir atıf yaparak insan hayatının bir satranç oyunuyla karşılaştırılması ve yeri geldiğinde bazı insanların satranç oyununda galibiyet için kendini feda eden bir kale gibi davranmasıdır.

Senaryosunu Abolhassan Davoodi ve Mohammad Reza Gohari’nin yazdığı filmin yönetmen koltuğunda da senaristlerden Abolhassan Davoodi oturmaktadır. Hem usta oyuncuları hem de genç yetenekleri bünyesinde barındıran zengin bir kadroya sahip olan Deli Yüz’de Mandana rolüne Tannaz Tabatabayi, Kaveh rolüne Saber Abar, Mesud rolüne Saed Soheili, Gazel rolüne Nazanin Bayati, Piruz rolüne Amir Jadidi, Şukufe rolüne ise Sahar Hashemi can vermektedir.

İran sinemasının usta oyuncularından Bijan Emkanian’ı Gazel’in babası Müştak Bey, Gohar Kheirandish’i ise Mandala’nın annesi olarak görmek de filmi zengin kılan detaylardandır.

Tüm çekimleri İran’ın başkenti Tahran’da yapılan Rokhe Divaneh, 6,9’luk iMDb notuyla şimdiden en çok beğenilen İran filmleri arasında girmiştir.

“Modern dünya” dediğimizde aklımızda oluşan kavramları bir düşünün. Sosyal medya, kısa süreli ve derinliksiz arkadaşlıklar, ahlakdışı heyecanlar ve bu heyecanlardan duyulan zevkler, zayıflamış aile ilişkileri, bağımlılıklar ve daha nicesi… Rokhe Divaneh, tüm bu kavramlara bakılması en zor olan pencerelerden birinden, İran’ın gözünden bakıyor…

Beklenmedik ve alışılmışın dışında bir kurgu, kaliteli bir alt metin ve sürprizlerle dolu bir olay örgüsü barındıran Rokhe Divaneh, Facebook üzerinde “Annesizler ve Babasızlar” , “Annesi Bırakıp Gidenler” , “Yalnız ve Kimsesizler” gibi kendilerini tanımlayan ve kendileri gibi olanlarla tanışmak amacıyla kurulan gruplarda tanışan ve düzenlenen gizli partilerde arkadaş olan gençlerin hikayesi…

Bu gruplardan birinde tanışarak samimi olan Mesud ve Piruz’un uyuşan fikirleri ve dünya düşünceleri onları daha da yakınlaştırır ve birlikte bir partiye giderler. Bu iki arkadaş, parti sonrası kendisi henüz küçükken annesinden ayrı düşen Gazel, Gazel’in çiçeği burnunda eşi Kaveh, ailesini trafik kazasında kaybetmiş Şukufe ve uyuşturucu bağımlısı Mandana ile geceyi devam ettirirler. Edilen sohbetlerden, yiyilen yemeklerden ve ısınan arkadaş ortamından sonra Mandana, macerasever ve alaycı yönüyle herkesi lüks bir evin önüne götürür ve burada Mesud’a reddetmesi mümkün olmayan bir teklifte bulunur. Teklif gayet açıktır: “Eğer cesursan bu eve gir ve içerideki tüm değerli eşyalara sahip ol. Korkma, bu bir arkadaşımın evi ve kendisi ailesiyle birlikte şuan tatilde, ev boş. Seçim senin.” Ayrıca Mesud eğer eve girerse, çıkışında sahip olduğu değerli eşyaların yanı sıra Mandala’nın telefonuna da sahip olacaktır. Gecenin başından beri gözlerini Mandala’dan alamayan Mesud, birden bire kendini karanlık evin merdivenlerinden yukarı çıkarken bulur.

İşte filmin kırılma anı da burasıdır. Eve orada bulunan kimsenin tanımadığı biri gelir. Mesud tüm aramalara ve ikazlara rağmen evi terk etmez, kısa bir süre sonra çıktığında ise üstü başı yırtık, terlemiş ve korkmuştur. Adamla karşılaşmış, boğuşmuş ve galiba öldürmüştür. Üstelik bunlarla kalmamış, telefonu da evde düşürmüştür…

Bu dakikadan itibaren her kafadan bir ses, her sesten bir fikir çıkar… Gerilen ortamda Mesud ve Piruz, kendilerinin hatalı olmadıklarını söyleyerek çekip giderler. Şukufe de geç olduğunu söyleyip taksiyle oradan ayrılır. Geride kalan Kaveh, Gazel ve Mandala’yı ise yeni bir sorun, polis kontrolü beklemektedir…

Aynı zamanda Mandala’nın Mesud tarafından içeride unutulan telefonu da bu olasu cinayetin failleri ve tanıkları arasında bir köprü görevi görecektir…

Filmin bu kısmından itibaren kendimizi filmin senaristlerinden de olan yönetmen Abolhassan Davoodi’nin büyülü dünyasında buluruz… Film, satrança benzer şekilde hamlelerle süregelen yedi oyuna ayrılır… Bu oyunların her biri olaya orada bulunan her farklı birinin gözünden oynanmaktadır. Bir gece yarısı talihsizliğiyle yolları kesişen bu insanlardan Gazel’in annesiyle neden ayrı kaldığını, Mandala’nın neden uyuşturucu bağımlısı olduğunu, Mesud ve Piruz’un iç dünyasını, Şukufe’nin şaşırtıcı hikayesini ve Kaveh’in bildiği sırların perde arkasını öğreniriz.

Ancak ne her şey öğrendiğimiz gibidir ne de final tahmin ettiğimiz gibi…

Rokhe Divaneh, eşine az rastlanır bir olay örgüsüyle birbirine bağlanmış bu çarpık hayatların dayandığı temel değerleri, modernitenin etkisinde kalan insanların hayatlarını yeniden kurma amaçlarını ve tüm bunların yanında menfaate, erdeme ve mertliğe dayanan insan ilişkilerini derinlemesine incelemekte, buradan çıkardığı fikirlerle de bize harika bir seyir zevki yaşatmaktadır…

Şimdiden iyi seyirler…

Candide

Rokhe Divaneh

2014 İran yapımı olan Deli Yüz, İran Sinemasında pek de eşi benzeri bulunamayacak cinsten sürükleyici bir film. Aslında filmimizi sadece dram kategorisinde değerlendirmek haksızlık olacaktır. Nitekim dramın yanı sıra gerilim ve kurgunun da yeri yadsınamaz ölçüde.

Deli Yüz’ün ilk sahnesinde yine ana karakterimiz Piruz’un hayatı hakkında bazı bilgiler alıyoruz. Piruz vaktinin çoğunu ortak noktaları olan insanları birleştiren chat ve viber gruplarında geçirir. Bu grupların toplantılarından pek haz almasa da katılma fırsatı yakalar ve arkadaşta edinir. Buradan tanıştığı arkadaşlardan biri olan Mesut, Piruz’u anne veya babası olmayan ya da her ikisi de olmayan insanların bulunduğu gruba dahil etmek ister. Karakterimiz pek istekli olmasa da arkadaşının teklifini kabul eder ve grup toplantısına katılırlar. Toplantıda filmimizin 6 ana karakteri bir araya gelir ve hikayemiz burada hareketlenir.

Diğer karakterlerimizden de bahsetmeden geçmeyelim. -Zira filmimiz 7 oyundan oluşuyor ve bu 7 oyunun 6’sı 6 karakterimizin bakış açılarından meydana geliyor. Esasında filmin asıl heyecan verici kısmı buralar çünkü aynı olay farklı gözlerden anlatılıyor ve bu da filmimize farklı bir anlam katıyor.- Kaveh yine bu sosyal medya gruplarından Mesut’un arkadaşı, Gazel ise Kaveh’ in çiçeği burnunda karısı. Son iki karakterimiz de Mandana ve Şukufe. Mandana zengin, madde bağımlısı ve biraz da sert bir tipleme, Şukufe ise anne veya babası olmayan çocuklar için komisyon kurmak adına kendini çalışmalara adamış hırslı denebilecek biraz da kurnaz bir karakterimiz.

Piruz’ un söylediği bir cümle bizlere ilk bakışta biraz anlamsız gelse de filmi bitirdikten sonra aslında ne kadar anlamlı olduğunu hatırlıyoruz. “arkadaşının tuvalete düşen telefonu kaderini belirlemesi ne kötü.” Grubumuz toplantıdan krize girmek üzere olan Mandana’ ya uyuşturucu almak için ayrılıyorlar ve işte tüm hikayemiz buradan sonra başlıyor. Mesut’ un tanımadığı birinin evine girmesi ve bunun ardından yaşanan olaylar çıkmazı…

Yönetmenimiz Abolhassan Davoodi 7 bölümde de verdiği geri dönüşlerle her bölümde bize ipuçları vermekle kalmayıp gizemi de hat safhaya çıkarıyor. Deli Yüz filmine başlarken ve bitirirken ki duygu durumunuz eminim birbirinden oldukça farklı olacak çünkü İran sinemasında bu tarzda bir filmle karşılaşma olasılığımız oldukça düşük.

Elif Sena

Nefes

Nergis Abyar’nin yönetmenliğini üstlendiği bu film her şeye rağmen mutlu olmak ve hayata umutla bağlanmanın ne demek olduğunu bizleri derinden etkileyerek öğretiyor. 70’lerin İran’ı hakkında bizi büyük ölçüde bilgilendiren Nefes dört küçük kardeş Bahar, Meryem, Nedim ve Kemal’in, astım hastası babaları Gaffur’un ve onun üvey annesi babaannelerinin yaşam öyküsünü tüm gerçekliğiyle bizlere sunuyor. Anneleri vefat etmiş bu dört küçüğün kendileri kadar küçük hayatları ve mutlulukları insana şükretmeyi öğretecek cinsten.

Asıl karakterimiz ve aynı zamanda filmdeki iç sesimiz olan Bahar’ın en iyi arkadaşları hayalleri. Bunlara bazen bir duvara çizdiği resimler bazen de dayısından aşırdığı kitaplar eşlik ediyor. Hayal dünyasında olduğu kadar okulda da başarılı olan Bahar’ın mütevazılığı yürek burkacak cinsten. En büyük hayali ise doktor olup babası gibi olan tüm astım hastalarını iyileştirmek olan Bahar’ın, bu hayali uğruna yapamayacağı hiçbir şey olmadığını görüyoruz. Bunların arasında saçlarını her gün taramak bile var.

Oscar ödüllerinde İran Sinemasını temsil edecek olan Nefes filmi, izleyicileri en kuytu köşelerdeki duygularıyla baş başa bırakıyor. Topraklarındaki karışıklıklara ve yokluklara rağmen bir insan nasıl bir hayat sürer işte bunun cevabını bu iki saatte bulabiliyoruz. Gerçek manada yüreğinize dokunacak bu film içimizdeki hırsımızı bir kenara bırakmamız için bir fırsat belki de. Dünya malı için savaştığımız onca zamanı birbirimizi anlayarak geçirsek belki de hiçbir zaman Bahar’lar böyle hayatlar sürmeyecek.

Elif Sena

Deli Yüz

Tehlikeli oyunların insanları hangi boyutlara taşıyabileceğini gördüğümüz, gerilim sahneleri ile süslenmiş, sürükleyici bir İran filmidir Deli Yüz. 2015 yapımı, orijinal adı Rokhe Divaneh olan film, çok da alıştığımız İran sineması özelliklerini taşımıyor. Sınırları zorlayan, kurgusu ile insanı büyüleyen bir yanı var. İran sineması için büyük bir değer olduğu ve benzeri başarılı işler için ilk adım olacağı kesin. Merak edenler için çok da detay vermeden filmin genelinden söz edecek olursak, her şey internet dünyasında başlar. İnternet bir sosyalleşme aracı olarak görülür, aynı zamanda belki de ortak noktalara sahip olan insanları bir araya getirmenin de en iyi yolu olduğu düşünülür. Bu amaçla kurulan sosyal medya gruplarının gerçekleştirdiği buluşmalar ise bir grup genci bir araya getirir. Filmimizin asıl kahramanları da bu tür bir buluşmada bir araya geliyorlar. Sonrasında ise bir kaosun içine sürükleniyor, heyecanı yaşarken izleyiciye de yaşatıyorlar.

Bölümlere ayrılarak karşımıza çıkan Deli Yüz, her kahramanın kendi içinde bir kaosa sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü bu gençleri bir araya getiren sosyal medya grubu, annesiz ve babasız gençlerden oluşuyor. Yani bu arkadaşların her biri hem grup arkadaşlarına benzeyen, hem de hiç benzemeyen acılara sahiptir. Belki de yaşadıkları her şey, tam da bu acıların yarattığı duygu durumundan kaynaklanır. Mandana, içinde taşıdığı öfkesi, sahte neşesi ve umursamazlığı ile en çok merak uyandıran karakter olarak karşımıza çıkıyor ve umursamazlığı ile bir oyun başlatıyor. Bu oyunu ise yeni oyunlar takip ediyor. Mesut, Mandana’nın oyununun ana kahramanı ama aynı zamanda olayları farklı boyutlara taşıyan kişi, dolayısıyla da sizi düşünmeye itecek olan kişi. Gazel ve Kaveh mutlu, sorunsuz ve âşık bir çift gibi görünüyor ama her ikisinin de aileleri ile ilgili ciddi sorunları var. Şükufe ise can alıcı noktalarda devreye giren ilginç bir karakter… Her bir bölümün bir karakter üzerine kurulduğu ve her birini yakından tanıma fırsatı bulduğumuz filmin bir de Piruz adında önemli bir karakteri var. Film Piruz ile başlıyor, Piruz ile bitiyor. Kim neyi hak etti, böyle mi olmalıydı, kim nerede hata yaptı diye düşünebilirsiniz ve daha pek çok detay sizi düşünmeye itebilir.

İran filmlerine yeni bir soluk getirdiği şeklinde yorumlanan yapım, aldığı yüksek puanlar ile de dikkatleri çekiyor. Kesinlikle zamanınızı boşa harcamayacağınız, aksine film bittikten sonra da düşünmeye devam edeceğiniz bir hikâye. Oyunların içinde oyunların gizli olduğu, zaman zaman gerilim sahneleri ile birebir sizi filmin bir parçası haline getiren bir film ile karşı karşıyasınız. Eğlenmek üzere bir araya gelen gençlerin eğlencenin ayarını kaçırması, bahislerin olayları getirdiği nokta ve son olarak da ebeveynlerin yaptıkları hataların, çocuklarına nasıl yansıdığı ile ilgili iyi bir kurgu söz konusu. Hikâyede boşluklara rastlamıyor, hatta siz de bu oyunların bir parçası oluyorsunuz. Dolayısıyla Klasik İran yapımı filmlerin dışında bir şeyler izlemek istiyorsanız, doğru yerdesiniz.

Hurie