Kategori arşivi: Film Kritikleri

İran Filmleri Üzerine Eleştri ve Yorumlar

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!

altın ve bakır

Altın ve Bakır – 2011 – İran Filmi

Aşkın ne kadar yakınında, ne kadar uzağındayız? Sahi “aşk” denen bu duygu kilometrelerle ölçülemiyorsa uzak ya da yakın olduğunu nasıl bilebiliyor bu insanoğlu? Çözemediğimiz ve çözemeyeceğimiz tüm bu problemlerin yegane sığınağı olan aşk hakkında ne diyebiliyoruz? Daha doğrusu biz aşkı ne diye biliyoruz? Sadakat, güven, sevgi, muhabbet, samimiyet, dürüstlük, ten, tutku… Hangisi aşk? Bence hiçbiri. Tükenebilen hiçbir unsur aşkın tanımı olamaz. Sevmek, katlanmaktır. Sevense, sevdiğine en güzel katlanan. Çünkü aşkta tükenmeyen tek duygudur: “katlanmak” Nedenlerin ve niçinlerin ötesinde, mantığını sustururcasına bir katlanış. Düşünün, hangi beşeri sevgi sonuna kadar aynı yoğunlukta varlığını idame ettirebilmiştir? Aşkın destanını yazan Mecnun dahi bir noktadan sonra Leylasına ‘dur!’ diyebilmişse sen kimsin ki aştan söz edebiliyorsun? Mecnun dur diyebildi, çünkü onun hasretinin ıstırabına katlanmasını sağlayan sevgi tükendi. Yüreği rotasını safi sevgiden yana, Mevla’ya, çevirdi. Yani katlanmanın olmadığı tek sevgiye, en sevgiliye. Bu düsturu yol edinen bir filmdi size söz edeceğim: Tala ve Mes. Yani Altın ve Bakır. Sevginin katlanmak olduğunun en naif kanıtı. Yalnız sevgiliye değil, ondan gelen her belaya da katlanmak. Seyid’ in sevgisiyle imtihanı. Şimdi altın mı bakırı tüketti yoksa bakır mı altına rengini verdi, buna yüreğiniz hüküm versin. Ama hükmün hak olması için önce altın ve bakırın hikayesini dinleyin.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı, bir hazine ya da bir kimya, bir iksir. Mutluluğun sırrını yanlış şeyde aradılar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırdılar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir, ister buna anahtar deyin ister şifre. Ama hiç de öyle karmaşık değildi bu. Yüce Allah bu anahtarı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi. Buyurdu: ‘Benim için sev, benim için buğz et.’ İşte bundan ötürü tüm amellerin kabulünün anahtarı velayettir. Allah için sevmek. Allah kimleri seviyorsa sen de onları seversin. Allah’tan ötürü sevmek. Allah için sevmek. Kaş ve göz, dış görünüş için değil. Hatta kendi gönlünüz için değil, sadece Allah için. Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de, doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp yarı yolda kalanlar Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, O’na o kadar çok yaklaşırsınız. “O’nun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi. Evet, senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur.” Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.”

Büşra İşcan

Nahit

Nahit (2015) – İran Filmi

Kadın olmak, boşanmış bir kadın olmak, boşanmış çocuklu bir kadın olmak, toplum baskılarıyla her gün biraz daha fazla karşılaşmak, geleneklerin içine sıkıştırılmak, hayatınla ilgili kararları bile başkasının vermesi İda Panahandeh’in ilk uzun metrajlı filmi Nahit bu eksende bir kadın öyküsü ele alıyor. Filmin kadın başrol oyuncularından Sare Beyat’ın meşhur A Separation filmiyle Berlin’den ödülle döndüğünü hatırlatalım.

Filmde Nahit (Sare Bayat) alkol ve esrar bağımlısı kocasından ayrılmayı seçmiştir. 10 yaşındaki oğluyla bir yaşam mücadelesi içinde bulur kendisini. Şeriat kuralları gereği çocukların velayeti babalardadır. Nahit’in kocası başkasıyla evlenmemesi şartıyla velayeti kendisine vereceğini söyler ama Nahit’in karşısına sevdiği, saygı duyduğu, hayatını geçirebileceğini düşündüğü Mesut’un (Pejman Bazıği) çıkması Nahit’i oğlu ile Mesut arasında bırakacak ve zor olan hayatını biraz daha zorlaştıracaktır. Boşanmış bir kadın olarak toplumun baskısından kaçamayan Nahit, parasızlık yüzünden de zor zamanlar geçirmektedir. Okumaya pek gönüllü olmayan, anne babasının boşanması yüzünden annesini suçlayan oğlu Rıza da Nahit’in işini pek kolaylaştırmayacaktır.

Filmde annelik ve birini yaşamına kabul etme ikilemini yaşayan Nahit’e çok üzülüyorsunuz. Baskı altında kalmış bir kadın Nahit. Boşandığı için ailesi tarafından, kira parasını denkleştiremediği için ev sahibi tarafından, oğlu ile tek yaşadığı için komşular tarafından, sevdiği ve bir an önce birlikte bir yaşam kurmak isteyen Mesut tarafından sürekli bir sıkıştırma içinde. Bu cendere içinde Nahit ne olursa olsun güçlü durmayı ve isteklerini gerçekleştirmeyi başarıyor. Tüm kadınlar içindeki gücü fark ettiğinde hiçbir şey imkansız değil, başarabilirsin dersini almak mümkün.

Nahit adının İran Mitolojisinde Anahit adlı bir Tanrıçadan geldiğini düşünürsek filmin adı konuya çok uymuş diyebiliriz. Düşünenin aklına sağlık. Filmin ayrıca Cannes Film Festivali değişik kültürlerden filmler özel seçkisine seçildiğini hatırlatalım. İzlemeden geçmeyin.

Cafe Transit (Sınır Kafe)

 

Kadın olmak her dönemde, her toplumda ve her türlü yaşam biçiminde zor olagelmiştir. Geleneklerin etkisini kaybetmediği ve topluma müdahale etmeye hala devam eden İran toplumunda da daha da zordur. Ünlü İranlı yönetmen ve senarist Kambuzya Pertuvi’nin yazıp yönettiği “Sınır Kafe” filmi toplum baskılara boyun eğmeyen, cesur ve kararlı bir kadının hikayesini anlatıyor.

Filmde Reyhan (Fereşte Sadr Urefai) kocasının ölümü üzerine geleneklerin emrettiği üzere kocasının abisi Nasır (Perviz Perestui) ile evlenmek zorundadır. Fakat Reyhan bunu kolaylıkla kabul etmeyecektir. Hem kocasının anısına saygısızlık olduğunu düşünür hem de kendi ayakları üzerinde durmak istiyordur. Kocasının bıraktığı kamyoncuların yol üstündeki noktalarından biri olan kafeyi işletmeye niyetlenecektir. Fakat o yörede kadın olmak demek kadınların kafe işletememesi demek, toplum baskısı demek, erkeklerle içli dışlı bir ortamda olduğu iddia edilerek hakkında türlü dedikodular çıkarılması demek. Reyhan tüm bu zorluklara rağmen kimseye yük olmadan çocuklarını büyütmeye kararlıdır.

Filmin dikkat çeken diğer noktalarından biri de kamyoncuların yoğun olarak uğradığı bir yer olan kafenin değişik milletlerden insana ev sahipliği yapmasıdır. Yunan kamyoncu Zakaria’nın ve Rus kızı Svieta’nın hikayeleri derdini anlatmak için dil bilmenin bazen o kadar önemli olmadığını fark ettirecek size. Reyhan ile Svieta’nın birbirlerinin dillerine anlamamalarına rağmen dertleşmeleri, Reyhan’ın Svieta’ya kızı görüp herkesten korumak istemesi, savaş mağduru olan insanların yaşadıkları, acıları ve Zakaria’nın 5 yıl geçmesine rağmen dinmeyen acısı, belki memleket özlemiyle yaptığı sirtaki, karısının izlerini Reyhan’da görmesi sizi etkileyecektir. Sadece Yunan ve Rus izleri değil bizden de bazı izler görmeniz mümkün. Arkada çalan bir şarkıda, bir masadaki konuşmada bizim buraların izleri duyulabilir.

Sınır Kafe‘nin 79. Akademi ödüllerinde en iyi yabancı film dalında aday olduğunu hatırlatalım. Kadınların gücünü, azmini ve ne olursa olsun yılmamaları gerektiğini görmek açısından tercih edilesi bir film.

Howze Naghashi

Meryem ve Rıza aynı kaderi paylaşan bir çifttir. Fakat aralarına aynı kandan olup ayrı kadere sahip Süheyl katılır. Süheyl, yaşının getirdiği heyecanı ailesinde bulamamaktadır ve arayış içine girmiştir.

Meryem ve Rıza’nın monoton fakat huzurlu hayatı; aksilikler zinciri karşısında dik durmaya ve pişmanlıklarını telafi etmeye çalışacaktır. 6. uzun metraj filmi olan Maziar Miri, insan iç dünyasının, gerçek dış dünya kadar acımasız olmadığını fakat ondan daha güçlü olduğunu sübliminal mesajlar desteğiyle empoze etmiş. İran sinemasının saygın ve özgün örneklerinden birine imza atan Miri toplumsal mesajlara da yer vermiş, engelli bireylerin toplumda “normal olmayan” şeklinde tanımlanmasını gündeme getirmiş. 2001 yapımı olan “I am Sam” filmi ile paralel temaya sahip bir işlenişin yanı sıra oyunculuklar oldukça başarılı. Sean Penn tiplemesine yakın bir Shahab Hosseini oyunculuğu oldukça doyurucu olmuş.

Çaresizlik içinde olan bir çift ve tekdüze hayattan sıkılan, büyüme çağındaki bir çocuk ile arasındaki kopukluğu tutabilecek tek şey sevgi kavramıdır. Doğuştan gelen engellerle sistemin getirdiği engellerin birleşmesi, sevgi kavramını öldürmeye yeterli olabilecek mi? Rıza ve Meryem’in masum dünyası, Süheyl’in heyecanına ayak uydurabilecek mi? Hayatın içinden bir çok kesitlerle soruları cevaplayan film aynı zamanda İran kültürünü lanse etmeyi de iyi başarmış.

İnsanoğlunun çaresizliği ve toplumun “anormal” görünen insanlara karşı bakış açılarını sosyolojik bir açıdan yansıtmış. Aşk ve sevginin zeka ile değil de kalp ile bağlı olduğu ise psikolojik bir dille anlatılmış. Aklın kandırılması her ne kadar kolay olsa da insan kalbinin kolay kanmayacağını çarpıcı şekilde vurgulanmış.

Film, İran Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanmış ve aynı zamanda Asia Pasific ödüllerinde UNESCO ödülüne de layık görülmüştür.

Çarpıcı müzikleriyle filmin atmosferi ve duygusallık ön plana çıkmış. Aynı duygusallık repliklerle de desteklenmiş.92 dakikalık kısa süresi ve akıcı ilerleyişiyle sıkmayan, aynı zamanda izlerken düşündüren, kıymet kavramını vurgulayan bir film olmuş. Yer yer sistem eleştirisi de yapan, edebi cümlelerle senaryoyu güçlendiren yapısı var. Son zamanlarda yükselişe geçen “popüler teknoloji sineması”nın arasında unutulmuş, mumla aradığımız gerçek duygular yansıtan bir senaryoya sahip. İran kültür ve sinemasının popüler olamayan, kıyıda köşede kalmış nadide filmlerinden “Resim Havuzu” mutlaka izlenmesi gereken bir yapım…

Resim Havuzu

İran filmi; Resim Havuzu

Meryem ve Rıza zihinsel engellidir. Bu sebeple davranışları ve hayatı algılayışları diğer yetişkinlerden farklıdır. Oğulları Süheyl ilkokul çağına gelmiştir ve artık ailesinin diğer yetişkinler gibi olmadığını fark etmektedir. Süheyl, arkadaşlarının ailelerine özenmekte ve ailesinin toplum içerisindeki davranışlarından rahatsız olmaktadır.

Meryem ve Rıza birbirlerine aşk ile bağlıdır. Süheyl’in mutlu olması için de çabalamaktadırlar. Bir gün Süheyl’in okulundan annesine toplantı daveti gelir ve olaylar gelişir. Süheyl ailesini kendisine yakıştıramıyordur ve annesinin okula gelmesinden rahatsız olmuştur. Süheyl kendi ailesini seçmeye karar verir ve 10 yaşındaki bir çocuk için son derece radikal bir adım atacaktır.

Süheyl’in seçimi, vazgeçişi ve kararlı tavrı dikkat çekmektedir. Süheyl özgür iradesi ile seçtiği aileyi zamanla kendi ailesi ile karşılaştırmaya başlar. İnsanın dayatılmış toplum normlarına karşı aciziyeti ve duygusal bağa direnen duruşu muazzam işlenmiştir. Bir diğer taraftan ise uzak durulan anlarda dahi gönül bağı ile ilişki kurulanlardan ayrı kalınamayacağı sıcak ve farkındalık yaratan bir üslup ile anlatılmıştır.

Başrol oyuncuları Nigar Cevahiriyan ve Şahap Hüseyni film boyunca gerçek birer engelli gibi performans sergiliyor.

“İsminin anlamını biliyor musun?
Bir yıldızın adı…
Eğer görebilirsen çok güzel bir yıldızdır.”

Görebilme yetisini yeniden keşfedebilmek için beyaz perdeye taşınmış bir senaryo, her saniyesi izlemeye değer.

Altın ve Bakır

Molla olma yolunda kendini ailesinden ve toplumdan soyutlayan Seyyid ile dokunduğu hayata mutluluk ve hoşgörü tohumlarını serpen Zehra’nın evliliğinin zamanla değişimi konu alınıyor; Altın ve Bakır. Rahatsızlığı sebebi ile ailesinden ve çok sevdiği kocasından vazgeçmeyi göze alan Zehra, zamanla eşi Seyyid’in kendisi için yapabileceklerini görüyor.

Film İslami normların üzerine kurulmuş olsa da inanca farklı boyut getirerek izleyiciyi iyi insan olma, hayatı algılama ve Yaradan’dan ötürü sevmeyi hatırlatıyor. İnanç ve ibadetin bazen durmaksızın okumakla bazen ise tek kelime okuyamayacak hale gelip gönülden inanmaktan geçtiğini betimliyor.

Down sendromlu komşunun mum yakarak dua edişine karşı Molla adayı Seyyid’in tebessümle bakan gözleri de tüm inançlara olan saygıyı naifçe aşılıyor. Yanakları kızartan mahcubiyet ile işlenmiş, zarif bir aşk hikayesi. İzleyiciye verilen tüm mesajlara ek olarak; “Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynı ise yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi, hiçbir kitapta yazmaz.” der. Öylesine iç ürpertir, öylesine kendine aşık eder ki film, defalarca izleme isteği uyandırır.

Hamit Muhammedi’nin muazzam senaryosu, Humayun Esediyan’ın yönetmenliğinde hayata geçmiştir. Film naif dili ile İran sinemasının en önemli eserleri arasında yer alıyor. İzleyiciyi unutulmayacak kadar derin etkileyen bir film.

Ye’s ve Ümit

İran filmi; Her Gece Yalnızlık

Atiye daha önce babasının vefatına sebep olan hastalığa yakalanmıştır ve ameliyat olmayı reddeder. Atiye’nin eşi Hamit onu tekrar hayata bağlayabilmek için umut dolu yaklaşır ve Atiye’yi ameliyat olmaya ikna etmeye çalışmaktadır. Kadın ölümden korkmasına rağmen kendisini sessizce ölüme terk eder ve bu süreçte eşini kendisinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Hamit, Atiye’ye olan aşkından hiçbir şey kaybetmemiştir. Kadının yalnızlaşan ve vazgeçmiş tavırları Hamit’i çok etkilemekte; ancak adam eşine içinde bulunduğu durumu yansıtmamaktadır. Atiye’nin yeniden hayata tutunmak için bir sebebe ihtiyacı vardır. Bir gün ansızın ufak bir mucize ile karşılaşır. Atiye, yaşadığı mucize ile içindeki tüm insani duyguların harekete geçtiğine tanık olur. Kaybetmekten ve kendi içinde kaybolmaktan korktuğunun farkına varan kadın teslim olmak ile mücadele etmek arasındaki ayrıma gelmiştir. Artık Atiye için karar verme zamanıdır.

İran sinemasının kendine özgü dili ile anlatılan filmde İslami öğeler dikkat çekiyor. Filmin temeli inancını ve kendini kaybetmiş bir kadın üzerine kurulmuş olsa da yaşanan farklı hayatlara ilişkin sorgulayıcı tavır da dikkat çekiyor. Yaşamı sorgulayan, felsefesi olan filmlerden keyif alanlar için başarılı bir yapıt. Güven kavramına ilişkin birbirinden farklı çok sayıda duruma tanıklık edebilecek, filmde kendinizi bulabileceğiniz repliklere kulak verebileceksiniz. Leyla Hatemi ve Hamit Behdad muazzam oyunculukları ile dikkat çekiyor. Umut yorulabilir ama yanınızdakiler size sizden fazla inanıyorlarsa; yola yorgun da devam edilebilir. Çeşitli sebeplerle kendini ya da inancını kaybetmiş bireyler için hem sorgulatıcı hem de tedavi edici nitelikte bir film.

Allah Yakındır

KHODA NAZDİK AST (HÜDÂ NEZDİK EST) / GOD İS NEAR / ALLAH YAKINDIR

Yönetmen Ali Vezirian’ın gerçek aşkı (ilahi) anlatan 2006 yapımı ödüllü filmi Allah Yakındır. Rıza’nın bir köy öğretmenine olan mecazi aşkından ilahi aşkı bulmasını anlatan filmde Hâfız El Şirâzî’nin şiirlerine rastlamak mümkün.

Allah Yakındır, bir köy yerinde öğretmenlik yapmaya başlayan genç bir öğretmen ve onu kasabadan köye getirip götüren motosiklet sürücüsü olan Rıza arasında filizlenen aşk hikâyesini konu alıyor gibi görünse de Rıza’nın bu yolda ilahi aşka ulaşmasını anlatıyor. Yaşadığı köydekiler tarafından biraz aklı havada olarak tanımlanan bir gençtir Rıza. Bakış açısı gerçekten de yaşadığı çevredeki insanlardan biraz daha farklı olan bu genç, ana yol selden zarar gördüğü için geçimini motosiklet taksiciliği yaparak kazanmaktadır. Bir gün tesadüf eseri köyün yeni öğretmeni onun motosikletine biner. Rıza Bu genç öğretmene âşık olur. Bu aşk onu divane etmiştir.

“Beni âşık ettin ama vefâ etmedin,

Ey bânû cân!

Beni ayırdın aşkından sen,

Ey bânû cân!

Beni dünyada avâre bıraktın,

Ey bânû cân!

Ağaçlar şimdi çiçek açmaya başladı,

Ey bânû, bânû cân!”

Film ilmi ve felsefi açıdan yeterli diyaloğa sahip olsa da kişiler arsında geçen diyaloglarda durağanlıkların olması yer yer sıkılmaya sebep verebiliyor. Ama bazı yerlerde durup düşünebiliyorsunuz. Sizi can evinizden vuran diyaloglar bir kez daha izleme isteği doğuruyor. Felsefi açıdan değerlendirmek ve sindirerek izlemek gerek. Ayrıca diyalogların içine gizlenmiş sembolleri de ayrıca yorumlamak gerek. Film bu açıdan değerlendirildiğinde keşfedilmemiş güzelliklerle dolu.

Allah Yakındır filmi ile yönetmen İranlı yönetmen Ali Vezirianİran 25. Uluslararası Fecr” Film Festivalinde, En İyi Yönetmen ve İtalya’da “10. Din ve Günümüz” Film Festivalinde “Don Tonino Bello” ödüllerini kazandı. Ayrıca “Rıza” rolünde izlediğimiz Babek Hamidiyan da “Cambaz” filmindeki şahane oyunculuğuyla “İran Sinema Kutlaması”nda En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almış.

İran yapımlarını ve Tasavvuf filmlerini seviyorsanız Allah Yakındır’a mutlaka bir şans vermelisiniz.

“Geldi üzerime üç keder, bir anda yalnızlık, esaret ve sevgilinin hasreti.

Yalnızlık ve esaretin çaresi var, ama, sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti… Sevgilinin hasreti…”

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır, orijinal adıyla Tala ve Mes, 2011 yılı İran yapımı bir filmdir. Filmin oyuncu kadrosunda, Negar Javaherian, Behrouz Shaibi ve Javad Ezati yer alıyor. IMDB puanı 7,6 olan filmin yönetmenliğini ise Humayun Esediyan yapmış.

Humayun Esediyan’ın yönetmenliğini yaptığı bu İran filminde, din öğrencisi Seyyid Rıza’nın hayatı anlatılmaktadır. Seyyid Rıza, dini ilimler ile meşgul bir öğrencidir. Eşinde MS (Multipl Skleroz) hastalığı teşhis edildikten sonra, öğrendiği ilimleri hayata geçirmek zorunda olduğunu düşünür. Esediyan’ın büyük bir başarı ile yönettiği filmde, Tahran’daki günlük hayat gayet güzel bir şekilde ele alınırken, dünyada herkesi ve her şeyi birbirine sıkıca bağlayan aşkı, seyirciye Hafız Şirazi ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin şiirsel anlatılarıyla bezeyip anlatmaya çalışıyor.

Dilerseniz filmin künyesine bir göz atalım:

• Yönetmen: Humayun Esediyan
• Oyuncular: Nigar Cevahiriyan, Behruz Şuibi, Cevat İzzeti, Mihran Recebi, Rıza Radmaniş
• Tür: Dram
• Yapım Yılı: 2011
• Senaryo: Hamit Muhammedi
• Ülkesi: İran İslam Cumhuriyeti
• Süre: 97 Dakika
• Orijinal İsim: Tala ve Mes

İnsanın içinde aşk varsa eğer, bakışları, söyledikleri, düşündükleri kısacası tüm hayatı değişir. Nasıl ki insanın içine ilk önce bir aşk ateşi düşer de sonra bu ateş, emek ile uğraşarak sevgi haline getirilir, işte bakır da altına dönüşmek için, tıpkı böyle bir emek ve uğraş gerektirir. Tıpkı, insanın içine düşen aşk ateşinin, sevgiye dönüşmesi gibi…

Homayoun Assadian’ın mükemmel yönetme kabiliyeti ve senaryo sahibi Hamit Muhammedi’nin tesirli dili ile sinemaseverler için adeta bir seyir zevkine dönüşen filmde, şu dünyada yaşayıp giderken, büyük şeylerin peşinde koşmaktan aslında daha küçük ve güzel şeyleri nasıl kaçırdığımız anlatılıyor. Bu film, gözlerimizi ufuktan ayırıp, ayaklarımıza bakmamızı sağlıyor…

Bu film, bilgiye, öğrenmeye, ilim görmeye aşık Seyyid Rıza ile Zehra’nın hayatında bir pencere açıyor bize. Aldığı muazzam eğitime rağmen hala bir arayış içerisinde olan Seyyid Rıza, Tahran’daki bir medreseye giderek, orada eğitimini tamamlamayı düşünür. Ömrünü ilim yolunda harcamaya niyetlenmişken, kendisine ve çocuklarına ömrünü adayan, can parçası eşinin, hastalığını öğrenir. Bu haber onu çok derinden etkiler ve düşüncelere dalar Seyyid Rıza…

Bir gece yarısında düştükleri hastanede düşünür Zehra, aniden ortaya çıkan ve tabiri caizse ocaklarını söndüren bu MS hastalığı, aslında aylardır iyiden iyiye kendini hissettiriyordur. Kocasına ne olacağını düşünür, çocuklarına kimin bakacağını ve onların akıbetlerini düşünür, ancak hiçbir sonuca varamaz.

Seyyid Rıza’yı artık bambaşka bir hayat beklemektedir. Bugüne kadar varlığı ile ilgili hiç düşünceye dalmamışçasına, karısının yokluğunu sonuna kadar hisseder. Yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çocukları okula göndermek onun için günlük rutin işler halini alır. Seyyid Rıza artık çok değişmiştir.

Film bize, kalp gözü açıksa eğer, yani kalbi sakat değilse insanın, diğer engellerin hiçbir önemi olmadığını öğretiyor adeta. Mesela Seyyid Rıza’nın komşusunun kızı Ayda, elindeki eski teypten sürekli aynı şarkıyı dinler. Seyyid Rıza’ya destek olur bu zor zamanlarında. Filmin bir can alıcı sahnesi ise, ocakta pişen yemeği gösteren Ayda’nın o yanan yemeği kendi kalbiyle özdeşleştirmesidir.

“Sizin hayır gibi gördüğünüz işlerde şer, şer gibi gördüğünüz işlerde ise hayır vardır. Ancak siz bilmezsiniz.” Ayet-i kerimesine binaen, film gerçekten de şerlerden hayır, hayırlardan şerrin nasıl çıktığını gözler önüne sermektedir. Mesela, Zehra’nın başına gelen bu felaket, bir ailenin dağılmasına engel olur, kaldığı hastanede Zehra’nın hemşiresi olan Sepide, Zehra’dan hayata ve evliliğe dair çok şey öğrenir. Bu sebeple, boşanmanın eşiğine geldikleri kocasına, evliliklerini kurtarmak için bir şans verir.

Sevgilerini de aşklarını da bakışlarının derinliklerinde gizleyebilen ve birbirlerine karşılıksız bir muhabbet besleyen karı koca olarak, Zehra ve Seyyid Rıza, hakikaten de gerçek aşkın nasıl olması gerektiğini, daha doğrusu aslında gerçek aşkın ne olduğunu, oyunculukları ile bize fazlasıyla gösteriyorlar.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir…
Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar.
İnsanların arayıp durduğu bu kimya aştır, gerisi çerçöptür.
Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı.
Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Bu dizeler, yetiyor filmin güzelliğini anlatmaya, şimdiden iyi seyirler…

candide

Senin Dünyanda Saat Kaç?

Anlık bir karar ile Fransa’dan Tahran’a dönen Guli kendi hayatına yabancılaştığını fark eder. Onu İran’a çağıran geçmişten gelen bir fotoğraf ve ufak bir nottur. Guli ülkesine döndüğünde onu şehrine bağlayan aile bireylerini çoktan kaybetmiştir fakat çocukluğu hala onu beklemektedir.

Ferhat, ilkokul yıllarından beri Guli’ye aşıktır. Öyle ki adam yarı meczup yarı akıllı olarak hayatına devam etmektedir. Ferhat’ın romantik hayalleri, beklentileri ve çocukluğundan biriktirdiği anıları vardır. Guli, hiç hatırlamadığı bu adamdan çocukluğunu dinler; yıllarca Paris’te yaşamış birisi için geçmişi, hayatı ve çocukluğu ile yüzleşmek hem cezbedici hem de korkutucudur. Guli hiç hatırlamadığı anılarını adeta bir hikaye gibi dinler. Tanımadığı biri tarafından kendisine dair her şeyin biliniyor olması Guli’yi rahatsız etmiş olsa da Ferhat’tan bir türlü uzaklaşamamaktadır. Aşkın meczup, sabırlı, masum ve çocuksu halleri ile birbir karşılaşma olanağı tanır Ferhat’ın alışıla gelmişin dışında kalan tavırları.

Guli, Paris’e gelen not ve fotoğrafın göndericisini aramakta ve hikayesini merak etmektedir. Fotoğrafın altından çıkan hikaye ile hem varoluşunu hem de aşkı yeniden sorgulamayı öğrenecektir. Ülkesine dönmesi ile beraber ailesinin izlerini, çocukluğunu ve kendini yeniden bulan Guli için Paris yavaş yavaş cazibesini yitirmektedir. Kimse tarafından tanınmadığı Fransa mı, 20 yıl sonra ani bir karar ile döndüğü, herkes tarafından tanındığı ve anılar ile karşılandığı İran mı; diye düşünmeye başlamıştır bile. 20 yıl boyunca yaşadıkları ve öncesinde olanları öğrenmesi ile karar vermek oldukça güçleşecektir. Guli, seneler sonra gerçekleştirdiği bu seyahatte başka bir Guli ve başka bir hayatla tanışacaktır. Daha önce hiç duymadığı fazlasıyla teslimiyetçi, romantik ve hatta delice bulacağı aşk hikayelerine tanıklık edecektir. Yönetmen Variş yağmurunun sesi ile izleyiciye filmin içinde duygusal geçişler vadediyor.

Senin Dünyanda Saat Kaç?” farklı coğrafyalarda yetişip başkalaşmış hayatların çocukluk evresinde atılan temeller ile özünde ayrışma ve birleşmelerini kendi üslubu ile usulca fısıldıyor. İran sinemasının başarılı örneklerinden birini izlemek, hayatın ve aşkın bambaşka algılarına tanıklık etmek için eşsiz bir örnek. “Bir başkasının gözünden kendini dinlemek keyifli mi yoksa ürkütücü mü?” karar izleyicinin.

myself