Etiket arşivi: Altın ve Bakır

Eşiniz Altın mı, Bakır mı?

İranlı yönetmen Humayun Esediyan’ın 2011 yılında yaptığı filmi “Tela ve Mes” yani “Altın ve Bakır”ı izlediniz mi? İzlemediyseniz peşin söyleyelim çok şey kaçırmışsınız.

İzleme fırsatı her zaman olabilir ve bugün ya da bir başka gün de izleyebilirsiniz. Lakin kaçırdığınız film izleme şansı değil, siz 2011 yılından beri gösterime giren filmi izleyerek hayatın anlamını daha iyi derk etme şansını kaçırmışsınız demektir. Öyleyse bu şansızlığınıza son verip hemen izleyin bence.

Film Tahran’a yerleşen bir medrese öğrencisinin sade yaşamını konu alıyor. Seyyid Rıza, Nişabur’daki medresesini, irfan ve ahlak dersleriyle meşhur bir üstattan ahlak dersi almak için bırakıyor ve zor şartlarda Tahran’a yerleşiyor.

Rıza bu güne kadar eline sadece kitap almamış ve buna rağmen hayatı kendi merkezinde sanmış, hepimiz gibi. Geçim için gerekli parayı bulup getiren biz olunca gerisini teferruat saymıyor muyuz? Öyle değilmiş ama!

Cefakâr eşi Zehra hayatı kolaylamak adına ne gerekiyorsa esirgemiyor ve hayatın her alanında varlığını gösteriyor. Bir gün yere yığılıyor ve MS hastalığına yakalandığı ortaya çıkıyor. Evinin temizliği, yemek, çocuklar, eğitim ve maddi destekler derken ortay çıkan işler Rıza’ya hayatın kaç bucak olduğunu gösteriyor. Elden ayaktan düşen sanki eşi değil kendisidir.

Trajikomik hikâyeler, Rıza’nın bitirim arkadaşı, komşularının yardımına koşması, küçük çocuğuyla kapı önünde ders dinleme çabası ve bir türlü pişirmeyi beceremediği makarna… Bütün bu işler arasında Zehra Hanım hangi ara halı dokumuş anlaşılır gibi değil. Ama Rıza öğrenecek, hayat ona öğretecek!

Rıza ahlak dersleri almaya gelmişti ve bunun fazlasıyla alıyor eşinden. Hayatın zorluklarına karşı direnebilmek için metroda fal kartları satan kıza karşı umursamaz tavırları nasıl da değişiyor? Ya da sorunlu olan müzikler dinlediği için belki de küçümseyerek baktığı komşunun özürlü kızına eşinin Kuran dersi verdiğini duyunca duyduğu hayranlık… Bu kadar mı? Hemşire hanıma hangi arada hayatı öğretti, onların dağılan yuvalarına ne ara onardı? Bütün bunlar Rıza’nın dersleri…

Hemşire hanım yani filmdeki diğer bir figür. O da kadın, Zehra gibi. Üstelik okumuş ve iş güç sahibi. Yani o da altın… Ama henüz değil. Altına benziyor sarı ve parlak, aldatıcı. Ama Zehra’nın yanında pişmesi ve altına dönüşmesi gereken bir bakır. Bakırı altına dönüştürecek simya ne olabilir? Ebetteki fıtrat… Yani Allah’ın ona vaz ettiği, mayasına işlediği kadınlığın kodlarına geri dönmek, hayata tepeden değil içinden bakmak, büyük şeylere gözünü dikmek değil ufak ve ayrıntılara dikkat etmek, hayatı oralardan yakalamak… Evet, buradan bakmayı öğrenince hemşire de altın ocağında yanmaya başlıyor ve yuvasını kurtarmak için harekete geçiyor. “Yuvayı dişi kuş yapar!”

Bizim alacağımız dersler yok mu? Mesela diyor ki; “…İlim üstüne ilim biriktirmek, karanlık üstüne karanlık… Ama amel olmadıkça ne fayda? Daha fazla biriktirmek yerine daha fazla amel edin…”

Ahlak dersi almak istiyorsan insanlara hizmet et, al ayakkabılarını düzelt ve temizle. Mesela diyor ki: “…İnsanların arayıp durduğu bu kimya, aşktır. Gerisi çer çöptür…”

Mesela diyor ki; hayatın herhangi bir yerinde Yusuf’un imtihanıyla karşılaşabilirsin. O zaman sen de üstüne kapanan kapıları ve perdeleri açmaya hazır mısın?

Mesela diyor ki; bu güne kadar senin elin ayağın olan eşin elden ayaktan düşerse ona duyduğun sevgi sakıt olur mu? Yoksa aranızdaki bağ aşk mı? Öyleyse ne mutlu size…

Ve siz kadınlar, altın olması gereken kadınlar… Hani henüz elden ayaktan düşmemişsiniz, Allah korusun! Bakmanız gereken çocuklarınız, yetişmesi lazım olan ev işleriniz ve sevgiye muhtaç eşini var. Hayat zor; bazen maddi, bazen manevi sorunlarla karşı kaşıyasınız. Peki, tam da burada yani sıkıntı ve dertlerin arasında ortaya çıkan ve sorunları yok eden, kederleri dağıtan, sevgiyi bütün varlığıyla bayraklaştıran, bir sükûnet ve huzur limanı olan kaç kadın var? Az değil mi? Altın da az olduğu için bakır değildir zaten…

Ahmet Demir, Doğru Haber

Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!

altın ve bakır

Altın ve Bakır – 2011 – İran Filmi

Aşkın ne kadar yakınında, ne kadar uzağındayız? Sahi “aşk” denen bu duygu kilometrelerle ölçülemiyorsa uzak ya da yakın olduğunu nasıl bilebiliyor bu insanoğlu? Çözemediğimiz ve çözemeyeceğimiz tüm bu problemlerin yegane sığınağı olan aşk hakkında ne diyebiliyoruz? Daha doğrusu biz aşkı ne diye biliyoruz? Sadakat, güven, sevgi, muhabbet, samimiyet, dürüstlük, ten, tutku… Hangisi aşk? Bence hiçbiri. Tükenebilen hiçbir unsur aşkın tanımı olamaz. Sevmek, katlanmaktır. Sevense, sevdiğine en güzel katlanan. Çünkü aşkta tükenmeyen tek duygudur: “katlanmak” Nedenlerin ve niçinlerin ötesinde, mantığını sustururcasına bir katlanış. Düşünün, hangi beşeri sevgi sonuna kadar aynı yoğunlukta varlığını idame ettirebilmiştir? Aşkın destanını yazan Mecnun dahi bir noktadan sonra Leylasına ‘dur!’ diyebilmişse sen kimsin ki aştan söz edebiliyorsun? Mecnun dur diyebildi, çünkü onun hasretinin ıstırabına katlanmasını sağlayan sevgi tükendi. Yüreği rotasını safi sevgiden yana, Mevla’ya, çevirdi. Yani katlanmanın olmadığı tek sevgiye, en sevgiliye. Bu düsturu yol edinen bir filmdi size söz edeceğim: Tala ve Mes. Yani Altın ve Bakır. Sevginin katlanmak olduğunun en naif kanıtı. Yalnız sevgiliye değil, ondan gelen her belaya da katlanmak. Seyid’ in sevgisiyle imtihanı. Şimdi altın mı bakırı tüketti yoksa bakır mı altına rengini verdi, buna yüreğiniz hüküm versin. Ama hükmün hak olması için önce altın ve bakırın hikayesini dinleyin.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı, bir hazine ya da bir kimya, bir iksir. Mutluluğun sırrını yanlış şeyde aradılar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler, bu hayal ile hazineyi kaçırdılar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir, ister buna anahtar deyin ister şifre. Ama hiç de öyle karmaşık değildi bu. Yüce Allah bu anahtarı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi. Buyurdu: ‘Benim için sev, benim için buğz et.’ İşte bundan ötürü tüm amellerin kabulünün anahtarı velayettir. Allah için sevmek. Allah kimleri seviyorsa sen de onları seversin. Allah’tan ötürü sevmek. Allah için sevmek. Kaş ve göz, dış görünüş için değil. Hatta kendi gönlünüz için değil, sadece Allah için. Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de, doğru olanı yapmaya devam edersiniz. Bu menzile varamayıp yarı yolda kalanlar Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, O’na o kadar çok yaklaşırsınız. “O’nun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi. Evet, senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur.” Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz.”

Büşra İşcan

Altın ve Bakır

Molla olma yolunda kendini ailesinden ve toplumdan soyutlayan Seyyid ile dokunduğu hayata mutluluk ve hoşgörü tohumlarını serpen Zehra’nın evliliğinin zamanla değişimi konu alınıyor; Altın ve Bakır. Rahatsızlığı sebebi ile ailesinden ve çok sevdiği kocasından vazgeçmeyi göze alan Zehra, zamanla eşi Seyyid’in kendisi için yapabileceklerini görüyor.

Film İslami normların üzerine kurulmuş olsa da inanca farklı boyut getirerek izleyiciyi iyi insan olma, hayatı algılama ve Yaradan’dan ötürü sevmeyi hatırlatıyor. İnanç ve ibadetin bazen durmaksızın okumakla bazen ise tek kelime okuyamayacak hale gelip gönülden inanmaktan geçtiğini betimliyor.

Down sendromlu komşunun mum yakarak dua edişine karşı Molla adayı Seyyid’in tebessümle bakan gözleri de tüm inançlara olan saygıyı naifçe aşılıyor. Yanakları kızartan mahcubiyet ile işlenmiş, zarif bir aşk hikayesi. İzleyiciye verilen tüm mesajlara ek olarak; “Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynı ise yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü aşk ilmi, hiçbir kitapta yazmaz.” der. Öylesine iç ürpertir, öylesine kendine aşık eder ki film, defalarca izleme isteği uyandırır.

Hamit Muhammedi’nin muazzam senaryosu, Humayun Esediyan’ın yönetmenliğinde hayata geçmiştir. Film naif dili ile İran sinemasının en önemli eserleri arasında yer alıyor. İzleyiciyi unutulmayacak kadar derin etkileyen bir film.

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır, orijinal adıyla Tala ve Mes, 2011 yılı İran yapımı bir filmdir. Filmin oyuncu kadrosunda, Negar Javaherian, Behrouz Shaibi ve Javad Ezati yer alıyor. IMDB puanı 7,6 olan filmin yönetmenliğini ise Humayun Esediyan yapmış.

Humayun Esediyan’ın yönetmenliğini yaptığı bu İran filminde, din öğrencisi Seyyid Rıza’nın hayatı anlatılmaktadır. Seyyid Rıza, dini ilimler ile meşgul bir öğrencidir. Eşinde MS (Multipl Skleroz) hastalığı teşhis edildikten sonra, öğrendiği ilimleri hayata geçirmek zorunda olduğunu düşünür. Esediyan’ın büyük bir başarı ile yönettiği filmde, Tahran’daki günlük hayat gayet güzel bir şekilde ele alınırken, dünyada herkesi ve her şeyi birbirine sıkıca bağlayan aşkı, seyirciye Hafız Şirazi ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin şiirsel anlatılarıyla bezeyip anlatmaya çalışıyor.

Dilerseniz filmin künyesine bir göz atalım:

• Yönetmen: Humayun Esediyan
• Oyuncular: Nigar Cevahiriyan, Behruz Şuibi, Cevat İzzeti, Mihran Recebi, Rıza Radmaniş
• Tür: Dram
• Yapım Yılı: 2011
• Senaryo: Hamit Muhammedi
• Ülkesi: İran İslam Cumhuriyeti
• Süre: 97 Dakika
• Orijinal İsim: Tala ve Mes

İnsanın içinde aşk varsa eğer, bakışları, söyledikleri, düşündükleri kısacası tüm hayatı değişir. Nasıl ki insanın içine ilk önce bir aşk ateşi düşer de sonra bu ateş, emek ile uğraşarak sevgi haline getirilir, işte bakır da altına dönüşmek için, tıpkı böyle bir emek ve uğraş gerektirir. Tıpkı, insanın içine düşen aşk ateşinin, sevgiye dönüşmesi gibi…

Homayoun Assadian’ın mükemmel yönetme kabiliyeti ve senaryo sahibi Hamit Muhammedi’nin tesirli dili ile sinemaseverler için adeta bir seyir zevkine dönüşen filmde, şu dünyada yaşayıp giderken, büyük şeylerin peşinde koşmaktan aslında daha küçük ve güzel şeyleri nasıl kaçırdığımız anlatılıyor. Bu film, gözlerimizi ufuktan ayırıp, ayaklarımıza bakmamızı sağlıyor…

Bu film, bilgiye, öğrenmeye, ilim görmeye aşık Seyyid Rıza ile Zehra’nın hayatında bir pencere açıyor bize. Aldığı muazzam eğitime rağmen hala bir arayış içerisinde olan Seyyid Rıza, Tahran’daki bir medreseye giderek, orada eğitimini tamamlamayı düşünür. Ömrünü ilim yolunda harcamaya niyetlenmişken, kendisine ve çocuklarına ömrünü adayan, can parçası eşinin, hastalığını öğrenir. Bu haber onu çok derinden etkiler ve düşüncelere dalar Seyyid Rıza…

Bir gece yarısında düştükleri hastanede düşünür Zehra, aniden ortaya çıkan ve tabiri caizse ocaklarını söndüren bu MS hastalığı, aslında aylardır iyiden iyiye kendini hissettiriyordur. Kocasına ne olacağını düşünür, çocuklarına kimin bakacağını ve onların akıbetlerini düşünür, ancak hiçbir sonuca varamaz.

Seyyid Rıza’yı artık bambaşka bir hayat beklemektedir. Bugüne kadar varlığı ile ilgili hiç düşünceye dalmamışçasına, karısının yokluğunu sonuna kadar hisseder. Yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çocukları okula göndermek onun için günlük rutin işler halini alır. Seyyid Rıza artık çok değişmiştir.

Film bize, kalp gözü açıksa eğer, yani kalbi sakat değilse insanın, diğer engellerin hiçbir önemi olmadığını öğretiyor adeta. Mesela Seyyid Rıza’nın komşusunun kızı Ayda, elindeki eski teypten sürekli aynı şarkıyı dinler. Seyyid Rıza’ya destek olur bu zor zamanlarında. Filmin bir can alıcı sahnesi ise, ocakta pişen yemeği gösteren Ayda’nın o yanan yemeği kendi kalbiyle özdeşleştirmesidir.

“Sizin hayır gibi gördüğünüz işlerde şer, şer gibi gördüğünüz işlerde ise hayır vardır. Ancak siz bilmezsiniz.” Ayet-i kerimesine binaen, film gerçekten de şerlerden hayır, hayırlardan şerrin nasıl çıktığını gözler önüne sermektedir. Mesela, Zehra’nın başına gelen bu felaket, bir ailenin dağılmasına engel olur, kaldığı hastanede Zehra’nın hemşiresi olan Sepide, Zehra’dan hayata ve evliliğe dair çok şey öğrenir. Bu sebeple, boşanmanın eşiğine geldikleri kocasına, evliliklerini kurtarmak için bir şans verir.

Sevgilerini de aşklarını da bakışlarının derinliklerinde gizleyebilen ve birbirlerine karşılıksız bir muhabbet besleyen karı koca olarak, Zehra ve Seyyid Rıza, hakikaten de gerçek aşkın nasıl olması gerektiğini, daha doğrusu aslında gerçek aşkın ne olduğunu, oyunculukları ile bize fazlasıyla gösteriyorlar.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir…
Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar.
İnsanların arayıp durduğu bu kimya aştır, gerisi çerçöptür.
Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı.
Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Bu dizeler, yetiyor filmin güzelliğini anlatmaya, şimdiden iyi seyirler…

candide

Aşkın Bedeni, Eli-Ayağı Var

00

Bu dünya iyilikle dolu; insanlar birbirine emek veriyor ki eksikler tamamlansın, çocuklar büyüsün, engelliler kanat takıp uçsun, birinde olan ötekinde de olsun. Kötülüğün gürültüsü kulakları sağır edince, ince işlerin sesini duymak karıncanın ayak sesini duymak kadar zorlaştı.

Altın ve Bakır (2011) filminin yönetmeni Humayun Esediyan son derece yavaş akan neredeyse gerçek yaşamla aynı anda ilerleyen bir aşk hikayesi anlatmış. Seyyid ile Zehra’nın birlikte dokudukları halıda müşahhaslaştığı gibi, dualarla, renklerle, hastalık ve fedakarlıklarla geçen bir hayat.

Seyyid Rıza Kazım Nişaburî hayatını ilme adamış, o medrese senin bu medrese benim dolaşarak bir arının bal toplaması gibi çalışıp çabalayan genç bir öğrencidir. Çocukluğunda Nişabur’da başladığı eğitimine Meşhed’de Han Medresesinde devam eder. Kelam, Tefsir gibi dersler veren hocaları takip ettikten sonra Yezd şehrindeki bilgi kısmetinin peşinde koşar. Sonunda ünlü alim Hacı Rahim Bey’in ahlak derslerine devam etmek üzere Tahran’a geldiğinde yanında karısı Zehra, ilkokula giden kızı Atıfe ve henüz emeklemeye başlayan oğlu Ali Emir var.

Yaşlı ev sahibi Azam Hanım kutular dolusu kitabı eşya sanıp bu dünyaperestliği yadırgamıştır. Kendisi dul bir kadın olarak oldukça şikayetçi bir kişi, down sendromlu genç bir kız olan evladını mümkün mertebe gözlerden uzak tutmaya çalışmak onu psikosomatik hastalıklara düçar etmiş.

Seyyid derslerine şevkle devam ederken evde çocuklara bakan, ev işlerinden başını kaldıramayan, yemek yapmak için çırpınan, para kazanmak ve kocasını rahatlatmak için halı dokuyan Zehra’nın kanatları altındadır adeta. Karısının derin aşkını, yaptığı beş kuruş getirmeyen işine, sonu gelmez öğrenciliğine olan saygısını, fedakarlığını çok sonra anlar Seyyid. Ne zaman ki Zehra MS hastalığına yakalanıp gözleri görmemeye, ayakları tutmamaya, takatten kesilmeye başlar o zaman bilir ki karısı gören gözü tutan eli delice koşturan ayağıdır. Aslında Zehra’nın böyle parasız bir öğrenciyle ilmine hürmeten evlenmesi de nadide bir durum. Seyyid’in aynı konumda olan nice arkadaşı hiçbir kız ya da ailesi kabul etmediğinden evlenememekten muzdariptir.

Zehra hastalığın pençesindeyken Seyyid artık ne bir satır okuyabilmekte ne de derslere devam edebilmekte. Başka bir ders açılmıştır hayat medresesinde, nazari ahlaktan çok ötede hayati ahlak dersi. Karısının ilaçları, tetkikleri, tedavisi için koştururken, biteviye yemek bulaşık temizlikle uğraşırken, bebeğin doyurmaktan banyoya, temizlikten avutmaya akıl almaz zor bakımıyla ilgilenirken hırçınlaşır biraz. İlim tahsil etmeye geldiği şehirde tamamen uzak düşmüştür gayesinden.

Zehra’nın da kızına biçtiği elbiseyi dikememek, çocuklarına yemek yapamamak, halısını dokuyamamak ve kocasını bu iş karmaşası içine atmış olmak yüreğine oturur. Seslerini birbirlerine ilk kez yükseltip kavga etmenin ardından Allah’tan gelene teslim olmayı seçmeleri, yatışıp barışmaları çok önemli. Seyyid ilmine rağmen öğretmenliği kabul etmeyen bir hal içindeydi ve daha öğreneceği çok şey olduğunu düşünüyordu. Fakat artık bambaşka bir ilimle karşı karşıyaydı; nazariyelerden, kitaplardan taşan afaki ahlakın gerçek hayattaki sınanmasıyla. Kitabı olmayan bu ilmi öğrenmenin yolu bilgiyi kuvveden fiile çıkarmak için emek vermekten geçiyordu.

Kızını okula bırakıp bebeği kucağında derse gitmiş, içeri girmeden kapı aralığından dinlemeye başlamıştı. Onu gören bir molla, erkek adamın böyle bebekle gelmesinin medresenin izzetini zedelediğini söyleyerek kalbini yaralasa da aldırmadı Seyyid. Ciltler dolusu kitap hayat sahnesine çıkmıştı ve hocanın kapı aralığından gelen sesi de “bilgi biriktirmek yerine, bildiklerinizle amel edin” diyordu.

Oldukça durağan olan filmi çekici kılan Türk sinemasında alışık olmadığımız biçimde dindar kişilerdeki iyi yanların nazara verilmesi. Bizde hocalar hacılar sinema ve edebiyatta daima dini istismar eden, riyâkar, cahil, bencil, art niyetli, nobran kişiler olarak tasvir edildiğinden; insan, dini birikimin kişiye kattığı iyi şeyleri görmeye hasret kalıyor. Genç bir din adamının hayatını amaçlarını hastalanan karısının ayaklarının altına sermesi karşısında duralamamak ne mümkün.

Görme yetisini kaybetmeye başlayan Seyyid’in müşteriden avans aldıkları için Zehra’nın yerine geçip bitirmek zorunda olduğu halıyı dokurken gül almak için tekrarladığı dersler, zahir ile batın kitapla fiil arasındaki ilişkiyi açığa kavuşturuyor. Bıçakla parmağını kestiğinde, Zehra böyle durumlarda yaraya tuz basmayı öğretiyor ona, ninesinden öğrendiği gibi.

Ev sahibi Azam’a gelince, ne kadar söylense de yine de onlara yardım etmekten alıkoyamıyordu kendini. İnsanın içindeki sonsuz iyilik ve merhamet aksine izin vermezdi zaten. Kızı Ayda engelini aşıp bebeğe bakıyor, kendisi ise yemek yapıp getiriyordu. Seyyid ve Zehra da Ayda’yı gün yüzüne çıkarmış, ekmek ve sevgilerini paylaşmış ve yanlarından hiç ayırmaz olmuşlardı. İki aile iki komşu birbirini bütünlüyor, kusurları gece gibi örtüyor, bir aile başka bir aileyi dağılmaktan kurtarıyor, birbirinin dermanı olabiliyor. İşte bunlar hep kitap dışı.

Seyyid ailesiyle birlikte Azam ve Ayda’yı da alıp kırlara götürdüğünde herkes kendince eğlenirken o yerinden kalkamayan karısına aşkının nişanesi olarak şiir yerine İnşirah suresini okudu.

“(Ey Muhammed!) Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı? Senin şanını yükseltmedik mi? Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır…”

Ardından da aşkın mizan ve menziline Allah için sevmeyi koyan, Musa peygambere hitap eden ayetleri okudu. Böyle bir film olacak fonda Hafız Şirazi’den beyitler geçmeyecek!

“Onun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi.
Evet senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur.
Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa yırtıp atın kitaplarınızı,
Çünkü aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz”

Yıldız Ramazanoğlu, Serbestiyet

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır filmi tüm Müslümanların izlemesi gereken, İslamı çok güzel yorumlamış filmlerden birisi. Film çok güçlü, insanı derinden etkileyen bir senaryo ile karşımıza çıkıyor.

Tahran’a medresede eğitimi alıp kendini yetiştirmek için ailesiyle gelen Seyyid Rıza günlük hayatına alışmaya çalışır. Medrese ve ev arasında mekik dokumaya başlar. Evde olduğu süre boyunca da eşi Zehra’ya ev işleri ve çocuk bakımında yardımcı olmaya çalışır fakat pek beceremez.

Zehra ise iki çocuğu için çırpınan, günlük ev işlerini yaparken eve fazladan gelir sağlamak için halı dokuyan müşvik bir eştir. Tertemiz bir kalbi vardır Zehra’nın. Karşı komşusunun down sendromlu diye dışlanan torunuyla bile elinden geldiğince ilgilenmeye çalışır.

Fakat Zehra’nın sağlığında yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Ellerinde ve ayaklarında uyuşmalar başlar, gözleri yeterince göremez olur. Bir gece ansızın yürümekte güçlük çekmesiyle Seyyid eşini hastahaneye götürür. Maalesef burada acı gerçekle karşılaşacaklardır. Zehra MS (multipl skleroz) hastası olmuştur. Seyyid’e bu nörolojik hastalığın Zehra’nın felç olmasına yol açabileceği söylenir. Bir anda dünyası başına yıkılan Seyyid ne yapacağını şaşırır fakat ilgilenmesi gereken çocukları vardır. Böylece tüm ev işleri ve çocuk bakımı Seyyid’in üzerine kalır. Bir yandan hastahaneye koşan bir yandan evde çocuklara yemek pişiren vefakar bir babaya dönüşecektir.

Filmde Seyyid’in haline üzülürken bir yandan da günlük hayatla verdiği kavgaya gülmeden geçemeyeceksiniz. Seyyid üzerine düşen vazifeyi yapmaya çalışırken para sıkıntısı sebebiyle Zehra’nın yarım bıraktığı halıyı dokumaya başlar. Arkadaşı Hamid halıyı satması için ona bir müşteri bulur. Zor günlerde arkadaş desteği ona iyi gelecektir.

Karı koca arasında olması gereken saygıyı sevgiyi anlayışı Altın ve Bakır filminde fazlasıyla buluyoruz. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş değerleri bu film bize tekrar hatırlatıyor. Örnek alınacak sahnelerle karşılaşıyoruz. Evlenirken verilen sözlerden hastalıkta ve sağlıkta sözünün ne anlama geldiğini bu filmde daha iyi anlıyoruz.

Özellikle Zehra Sadat rolüyle müthiş bir performans sergileyen Nigar Cevahiriyan’ın oyunculuğu izlemeye değer. Multipl skleroz hastalığının ilerleyişini Zehra’nın her karesinde görebiliyoruz. Zehra evine tekerlekli sandalyede döndüğünde minik kızı bu durumu kabullenmek istemiyor. Kahrolan Zehra Allah’a isyan etmekten başka çare bulamıyor. Fakat kocasının şefkatiyle bu hastalıkla birlikte mücadele ediyorlar. Bazen bir çıkış noktası bulamasalarda Allah’a sığınıyorlar. Seyyid Zehra’nın yüzünü güldürebilmek için elinden geleni yapıyor. Para konusunda sıkışık olduğu halde ona birbirinden güzel hediyeler alıyor. Zehra’ya gözü gibi bakıyor.

Film hepimizi dünya, yaşam, amaçlarımız, ailemiz ve sevgi hakkında düşünmeye sevk ediyor, hepimizin başına gelebilecek böyle bir olayla nasıl başa çıkabileceğimizi anlatıyor. “Onun aşkının kimyasından bu kara yüzüm altın oluverdi. Evet; senin lütfunun mutluluğuyla toprak altın olur. İnsanların arayıp durduğu bu kimya, aşktır. Ve aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Ceren Kurt

Sevginin Destanı

avb

Eğer sevginizin mizanı Allah (c.c.) olursa kimse sizi takdir etmese de, yine seversiniz.

Yönetmenliğini İranlı Humayun Esediyan’ın yaptığı, senaryosunu ise Hamit Muhammedi’nin kaleme aldığı, orijinal ismi “Tala ve Mes” olan Altın ve Bakır filminin baş rollerinde Nigar Cevahiriyan (Zehra Sadat) ve Behruz Şuibi (Seyyid Rıza) oynuyor.

Film, dini ilimler öğrencisi olan Seyyid Rıza’ın ilim tahsil etmek için Tahran’da bulunan bir medreseye gelmesi ile başlıyor. Seyyid Rıza ve ailesinin başından geçen halleri konu alan film, günümüzün en temel sorunlarından biri olan aile ilişkilerine ve İslam’ın hayata yansıması olgusuna dikkat çekiyor. Seyyid Rıza Tahran’daki medresede ilim tahsil etmeye başladıktan belli bir süre sonra hanımı Zehra Sadat rahatsızlanarak hastaneye kaldırılıyor. Çok geçmeden Zehra Sadat’ın MS hastalığına yakalandığı haberi geliyor. İki çocuk sahibi olan Zehra Sadat bu rahatsızlığını ve kendi geleceğini düşünmekten ziyade, eşinin ve çocuklarının onsuz yaşayacağı zorlukları düşünür. Çalışkan ve başarılı bir öğrenci olan Seyyid Rıza ise hanımının hasta olması sebebiyle medresedeki çoğu derse gidemez ve derslerinden geri kalır, aynı zamanda evde bir erkek ve de bir kız çocuğunun ihtiyaçlarını görmeye gayret eder.

Aşkı, Hâfız-ı Şirâzî ve Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî’nin şiirsel dili ile birleştiren yönetmen, filmin aralarına da aşkın gerçek manasının ne olduğuna dair ufak ufak notlar düşüyor. Filmin sonuna doğru Seyyid Rıza’nın, hanımı Zehra Sadat’ın isteği ile, ona İnşirah suresini okuduğu sahne görülmeye değer. Neredeyse tüm oyuncuların oyunculuklarını en üst seviyede sergiledikleri bu filmde dikkat çeken bir diğer ayrıntı ise sevişme sahnesi, dedikodu, gıybet, iftira, hakaret, silah, kapı dinleme, intikam, entrika gibi günümüzde ülkemizde pirim yapan unsurların bu filmde yer almamasıdır. Bu unsurların yer almadığı bir filmin de var olduğunu ve sanatın gerçekte neyi ortaya koyması gerektiğini bize gösteren yönetmen, yazar, oyuncu ve tüm film ekibine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Kadir Bekar, Genç Dergisi, 85. Sayı, Ekim 2013

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi

Her birimiz ayrı bir çerçeveden değerlendiriyoruz hayatı. Bir avukata sorsak ki, yaratılışın özü nedir diye? ilk aklına gelen “adalet” olur büyük ihtimalle. Öte yandan aynı soruya bir çiftçinin “emek” diye cevap vermesi beklenebilir. Bir arife sorsak da bize “Allah için sevmek” diyebilir.

Biriktiririz sürekli. Acıları, üzüntüleri, kayıpları… Kayıp ne tuhaf bir kelime öyle… Hele de biriktirmesi nasıl olur ki? Ne kayıp olabilir ki bu dünyada eğer ahirete inanıyorsak.
Sevmek derken, bir moda olmuş ki sevmek… En güzel biz severmişiz gibi, sanki nefsimiz değil de “Allah için” sevmişiz gibi, her ayrılığın gün doğumunda “Allah sabredenlerle beraberdir.” Ayetinin muhatabı sanıyoruz kendimizi. Sevgiyi de düşürdük yerlere ve nerelerde tükettik sabrımızı ve ne çabuk kör olduk da göremedik gerçek acıları, gerçek sabredenleri.

Geçmişin getirdikleri, günümüzün yaşantıları içerisinde tam bunları düşünürken bir film özetledi konuyla alakalı düşüncelerimi. Hep farklı kültürleri, farklı yaşantıları merak ederim. Duyguları da… Nasıl severdi bir Avrupalı, nasıl saygı duyardı bir Asyalı… Bunu nasıl film ederdi bir yönetmen. “Allah için sevmek” desek hepimiz yazarız bir sürü süslü kelimelerle yazılar. Ya da tek bir fotoğraf gösterir susarız. Ben de bir film tavsiye etmek isterim sizlere. İnce ince işlenmiş filme “Allah için sevmek”…

Filmde yer alan hocanın sözleriyle;

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir. Mutluluğun sırrını yanlış yerlerde arıyorlar. Orada olmadığı malumdur. Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar. Tüm bu mantık tek kelimeyle özetlenebilir; ister buna anahtar deyin, ister rumuz…

Ama hiç de öyle karışık değildir bu. Yüce Allah bu sırrı Hz. Musa’ya bir kelimede söyledi:

– Benim için sev, benim için buğz et.

İşte bundan ötürü tüm amellerinin kabulünün anahtarı “velayet”tir. Allah için sevmek..
Eğer sevginin mizanı Allah olursa, kimse sizi takdir etmese de yine seversiniz. Vefasızlık görseniz de doğru olanı yapmaya devam edersiniz.

Bu menzile varmayıp, yarı yolda kalanlar, Allah için çalışmıyorlar. Bu yolda Allah için ne kadar zorluk çekerseniz, daha çok Allah’a yakınlaşırsınız.

“O’nun aşkının kimyasından, bu kara yüzüm altın oluverdi.”
Evet, senin lütfunun mutluluğuyla , toprak altın oluverir.”

İnsanların arayıp durduğu bu kimya aşktır, gerisi çer-çöptür… Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü, aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Yaşama Dair, Saliha Karaca.

Altın ve Bakır

Altın ve Bakır – İran Filmi

Aşk varsa güzel bakar gözler, naif dökülür ağızdan kelimeler. Bir yanda altın diğer yanda bakır. Değerli olan hangisi? Bakır emek ister altına dönüşmek için, aşk ister, çaba ister. Nasıl ki yüreğe düşen aşk değiştirir insanın kimyasını, bakırın da değiştirir yapısını.

Ne güzel anlatmış yönetmen Homayoun Assadian, ne güzel yazmış senarist Hamed Mohhamadi hayatı paylaşırken kaçırılan küçük anların, duyguların aslında ne kadar kıymetli olduğunu. Miyopluğumuzun farkına varıp uzaktan bakmamız için fırsat sunmuşlar bize bu filmle.

Belki de iki kelimede bitiyor her şey, iki kelimede başlıyor. Seni Seviyorum demenin huzuru bir kalpten diğer kalbe, çok şeymiş gibi görünen her şeyin aslında hiçbir şey olması gerçeğiyle akar.

Çalıkuşu

Altın ve Bakır

Tala ve Mes [Altın ve Bakır] – İran Filmi

“O’nun aşkının kimyasından, bu kara yüzüm altın oluverdi.
evet; senin lütfunun mutluluğuyla, toprak altın olur.”

Neden insanlar onlara verilen nimetlerin farkına varmak için bir felaket beklerler, söyle bana.

İnsan aslında ne kadar da kör çevresindekilere.. Aralamıyor gözlerini inatla, dünyaya.

Yağmurlu bir güne uyandığında sen herkes gibi şikayet etme, gülümse! Bırak ıslatsın yağmur seni, yıkasın yüreğini.

Mutluluk, küçük şeyleri görmektir. Yerde yeni açmış bir çiçeği fark et! Her gün doğan güneşe selam ver bu sabah, bir gün onu göremeyebilirsin.

Sana yüzüme bazen tebessüm yerleştiren, bazen de gözlerimin dolmasına sebep olan bir filmle geliyorum bu sefer.

01

Seyyid Rıza ilim öğrenmeye geldiği Tahran’ın sessiz bir gecesinde eşi Zehra’nın hastalığıyla kitapların başından ayrılır.

02

Eşinin hastalığını duyduğunda, ellerin arasından kayıp gitmemesini istediği bir hazineye sahip olduğunu fark eder.

03

Seyyid Rıza için hayat artık -hayalindeki gibi- kitaplardan ibaret olmaz. Çocuklarına yemek pişirir, çamaşır yıkar, sabaha kadar evine para getirebilmek için halı dokur.

Aile emektir çünkü. Zehra’nın fedakarlığıyla ayakta tuttuğu aileye artık o da fedakarlığını sunacaktır.

04

Seyyid Rıza oğluyla katılmaya çalıştığı derslerden duyacaklarından çok daha önemli şeyler öğrenir, eşinin hastalığıyla. Hayatın karşısına çıkardığı her engele şükreder.

05

Duanın değerini yeniden öğrenir Seyyid Rıza.Etrafındaki her cana, canlıya yüreğiyle bakmayı öğrenir. Mutluluğun aslında tüm dünyada gizli olduğunu anlar.

07

Sevginin yürekten çıkıp dudaklardan dökülmesi gerektiğini anlar. Yüreğinde yeşeren duyguların sevdiklerinin gönlüne ulaşması gerektiğine karar verir.

09

Anlatmak istediği duyguları, konuları nazikçe yüreğine koyacak bu film, hayatındaki küçük ayrıntıları fark etmeni sağlayacak.

Kim bilir belki de, yanından geçip gittiklerinin farkına varma zamanı gelmiştir.

“Herkes bir ömür cennetin anahtarını aradı. Bir hazine ya da bir kimya, iksir… Bu hazineyi hayal edenler bu hayal ile hazineyi kaçırıyorlar… İnsanların arayıp durduğu bu kimya aşktır, gerisi çer-çöptür… Eğer okuduklarınız bizimkiyle aynıysa, yırtıp atın kitaplarınızı. Çünkü, aşk ilmi hiçbir kitapta yazmaz!”

Betül Erkoç, Neptünlü Kedinin Defteri